Allah’ın Birşeyi Yaratması/Takdir Etmesi
”O, göklerin ve yerin doğrudan yaratıcısıdır (Bedi’), birşeye karar verdiği zaman ona’ol’der ve o da olur”.
Şu halde, O’nun demesi ve söylemesi, icât etmesi ve doğrudan yaratmasıdır. Yazması ise sözü demektir. O’nun emrinden yaratma (ıbdâ’) doğduğu vakit o söz olur. Yerine ulaşıp, yaratılan şey ortaya çıkınca o da yazı olur. Yazılanın harfleri, feleklerin şahıslarıdır, yazılanın kelimeleri de feleklerin cisimleridir. Öyleyse âlem, Allah ın sözünün hakikati değil emrinin yazısıdır. Zira O’nun sözü, konuşmasını ortaya koyması/izharıdır. Konuşması da zâtının sıfatıdır. Sıfatları kadimdir, konuşması da kadimdir, sözü de kadimdir. Âlem ise kadim değil, sonradan olmuştur (muhdes). Yazı, kadim sözden çıkmış bir eserdir ve hâdistir. Âlem, Allah’ın sanat hattıyla ve onun kudret eliyle yazılmış olmakla birlikte, hâdistir, sonlu ve sınırlı bir yaratıktır. Öyleyse Yüce Allah’ın yazma mertebelerinden ilk mertebe, doğrudan yaratmadır (ıbdâ’).
İkinci mertebe, hikmetin tarifelerini ve kelimenin anlamlarını peygamberlerin kalplerine vahiyle, evliyanın kalplerine ilhamla bırakmasıdır (ilhâ). Onlar (vahiy ve ilham), anlatma ve öğretmekle olur. Hikmet tarifelerini ve kelimenin anlamlarını, müminlerin kalplerine nurla, açmakla, başarılı kılmakla, yol göstermekle ve destek olmakla bırakmasıdır. Kur’an’da ayetlerle, haberlerde ise işaretlerle bu durumlar haber verilmiştir.
Nitekim haberlerde belirtildiğine göre;
Allah, Tevrat’ı kendi yazısıyla, kendi eliyle Musa’ya yazdı. Kur’an’da O: “Allah, onların kalplerine îmânı yazdı’’, “Allah, ‘elbette ben ve elçilerini kesinlikle galip gelecektir’ diye yazdı.
‘’Şüphesiz Allah, güçlü ve azizdir’’,”Rahman, öğretti Kur’an’ı, yarattı insanı, belletti ona beyânı “ demiştir.
Sonuncu ayetteki “insan” kelimesinin, insan türü olması mümkündür. Çünkü Yüce Allah, onlara bilgiyi, dille ve kalemle ifâdeyi öğretti. (Son ayetteki geçen) “insan”ın Hz. Muhammed (a.s.) olması da mümkündür. Zira Yüce Allah Kur’an’ı ona öğretti, anlamlarını kalbine yazdı, Cibril vasıtasıyla ona vahyetti ve kendi diliyle, ümmeti ve arkadaşları için işitilip bilinen bir beyânda bulunmasını ona emretti.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu:
“O âlemlerin Rabbi-nin indirmesidir. Onu senin kalbine güvenilir ruh indirdi ki, açık Arapça bir dille uyarıcılardan olasın.”
Buna göre vahiy,levha konumundadır,içindeki Kuran, manzum yazı konumundadır. Peygamber vahiy levhasını mütalâa etti, manzum yazıdan okudu ve onu ümmetine duyurdu. Allah ona okumayı emretti; okumak, yazmaktan sonra olur. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurdu: ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı kan pıhtısından yarattı”.
Üçüncü mertebe, müminlerin günahlarını bağışlaması ve Müslü-manlara rahmetini göstermesidir. Zira Yüce Allah, kerem ve inâyetinin tamlığı sebebiyle, müminlere merhamet etmeyi, cömertliğinin bir gereği saymıştır. Bu işin başı, yazı ve kayıt konumundadır. Zira bir insan, herhangi birisinin kendine borcu olduğunu iddia etse, onun bu salt iddiası dikkate alınmaz; iddiasının yanında bir Müslüman hâkim tarafından hükme bağlanmış bir belgesi varsa onun iddiası geçerli olur ve yazılı bu belge sebebiyle hakkını alır.
İşte Yüce Allah, müminlere merhamet etmeyi vaat etti ve vaat edilenle yetinmedi, kayıttan haber verdi; müminlerin kalpleri, yazılanı dinleyerek huzura kavuşsun diye “Rabbiniz, merhamet etmeyi kendisine yazdı” dedi. Dahası O, müminlerin zanlarını doğrulamak için, duyulur bir- şeyde, dokunulan bir defterde yazısını gösterdi. O defter, Hz. Muhammenin şahsıdır.
Bundan dolayı Aziz ve Yüce Allah şöyle buyurdu:
“Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik” .
O’nun şeriatını kabul eden, dinine uyan ve emrine itaat eden kimse, âlemlerin Rabbinin rahmeti sebebiyle bu dünyada merhamete uğramış, âhirette mesut ve mutlu, nimetlere gömülü ve sonsuza değin değerli kılınmıştır. Hz. Muhammed, zâtıyla rahmet değil, fakat peygamberliği ve şeriatıyla rahmettir. Onun peygamberliği, özel değil tam tersine bütün peygamberleri içine alan bir peygamberliktir.
Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu:
“Elçilerden hiç birini ayırt etmeyeceğiz”
O, elçilerin mührü ve onların en üstünüdür.Yüce Allah her peygambere konuşmasından bir kitap ve sözünden bir sesleniş (Hitâb) verdi. Allah’ın bilinmeyen kitapları vardır. Bu kitaplarda yazılan kadimdir ve değişmezdir. Kur’an, bu kitapların en tamı ve en şereflisidir; Hz. Muhammed ise onların tebligcisi, açıklayıcısı, ölçüsü ve terazisidir.
Bu nedenle Yüce Allah, şöyle buyurdu:
”Kitabı ve mizanı hak olarak indiren Allahtır” .
Hz. Peygamber de şöyle buyurdu:
“Ben, bilginin terazisiyim; Ali de onun dilidir”.
Bilesin ki, Allah’ın yazması; doğrudan yaratması, müminlere vahiy ve ilhamı bırakması, Hz. Muhammed’i göndermesi, ödül ve ceza gününe kadar şeriatını koruması demektir. Onun şeriatını kimse de-ğiştiremez, hükmünü kimse bozamaz. Onun sözünde sebep aranmaz, yazısı için bir alet olmaz. Müminlerin hepsi, Allah’a, meleklere, kitaplara ve elçilere inandılar. Kafirler ise kendilerine haksızlık eden, dünyada Allah’ın kitabını mütâlâa etmekten ve dış (âfâk) levhalarında ve iç (enfus) defterlerinde onun dış ayetlerini anlamaktan mahrum kimselerdir. Esasen, Yüce Allah “Göklerde ve yerde olan şeylere bakınız” sözüyle bunu emretti.
Yine O (c.c);
“Nefislerinizde (içinizde) de vardır, görmüyor musunuz?” diye buyurdu ve “Dışarılardaki ve kendi içlerindeki âyetlerimizi onlara göstereceğiz” diye seslendi.
Münafıklar, Allah’ın âyetlerinin ve İlahî kalemle yazılmış kitaplarının ne kadar yetkin (tam) olduğunu bu dünyada anlamaktan mahrumdurlar. İlahî kalemin özünü, hareketini ve çizgi (yazı) yeriyle buluşmasını gözler görmez. Münâfıklar âhirette, Allah’ın konuşmasından, sözlerinden ve “Onlara merhametli Rabbin söylediği selam vardır” değerli hitabının tadından mahrumdurlar.
Mümin, Rabbini, yazısıyla bilir; ârif ise kelimeleriyle O’nu bilir. Kafir ise bir harfe takılıp kalmıştır ve harfin hiç bir anlamı yoktur. Yüce Allah şöyle buyurdu: insanlardan kimisi Allah’a bir harfe takılıp kalarak kulluk eder”
İmam Gazali,Düşünme,Konuşma ve Söz Üzerine