Allah’a ve Resulü’ne Itaat

Al-i İmran 31- De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır.

32- De ki, Allah’a ve Peygamber’e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.

Mahabbet (muhabbet, sevgi), insan ruhunun yücelik ve güzellik sezdiği bir şeye öyle bir meyil göstermesidir ki, ona yaklaşmak için gerekli sebep ve vesileleri arayıp bulmaya yöneltir.

Binaenaleyh sevenin hedefi, sevgilinin rızasına erebilmek ve öfkesinden sakınmak, korunmak olduğundan, sevgi, itaat isteğini ve isyan sayılan şeylerden kaçınmayı gerektirir. Herhangi bir kişi, hakiki yüceliğin ve kemalin ancak Allah’a ait olduğunu idrak edip anladığı zaman, onun bütün sevgisi Allah için, Allah yolunda ve Allah’ın rızasını kazanmak uğrunda olur. Allah’ın dini de tevhid ve İslâm olduğundan, sevgisi hep bu çerçevede dolaşır durur.

İtaat ve ibadet için gösterdiği iradede ancak bu din hakim olur. O halde Allah’ı sevenler “Ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyle…” (Âl-i İmrân, 3/20) diyen ve bu ilâhî emri tebliğ eyleyen Resulullah’a karşı gelmemek ve onun gibi ihlas ve samimiyetle, “Ben özümü Allah’a teslim ettim…” deyip dininde ve şeriatında ona ve onun öğretim ve bildirilerine uymak ve onu örnek almak lazım gelir.

Bunun zıddı, “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem, O’nun sevdiğini sevmem, O’nu sevenleri, O’nun yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini sevmem, onlara benzemek istemem.” demektir ki, bu da, “Ben kendimden başka birşey sevmem, tevhid yolunda yürümek istemem.” demektir. Allah’ın Resulüne uymak istememek “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” dememek ve düstur ile hareket etmemektir. Bu da Allah’ı sevmemek ve rahmetinden mahrum kalmaktır.

Rivayet olunuyor ki, âyeti nazil olduğu zaman münafıkların başı Abdullah b. Übeyy, “Bakınız, Muhammed kendisine itaat ve ibadeti Allah’a taat gibi tutuyor ve bize, hıristiyanların İsa’yı sevdikleri şekilde kendisini sevmemizi emrediyor.” demiş idi ki, bunun üzerine ikinci âyet nazil oldu. Ve öyle bir şüphenin yerinde olmadığını gösterdi.

Yani Resalullah’a uymak, hıristiyanların Hz. İsa hakkında iddia ettikleri gibi, tanrılığa ortak olmak demek değildir. Allah sevgisini bölüp üç ayrı ortağa paylaştırmak değil, yalnız “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” diye bütün sevgiyi sırf Allah’da toplayıp, O’na teslim olduğunu sunmakta ve itaatı yalnızca O’na yapmaktır.

Hz. Muhammed’e de sırf Allah’ın resulü, görevlendirdiği peygamberi, dinin tebliğcisi, hidâyetinin ve emirlerinin bildiricisi ve habercisi olduğundan dolayı, yine sırf Allah için uymak ve izinden gitmektir.

Birine uyarken, onun karşısında veya yanında diğer birine veya ikisine daha uymak başka şey, tek başına ve yalnızca O’na uyarken, O’nun namına, O’nun bir adamını, bir görevlisini tanımak yine başka bir şeydir. Bir elçiyi tanımak, onun kendisini değil, onu görevlendirip gönderen makamı tanımaktır. Mesela bir devletin elçisini, memurunu reddetmek, o devleti ve onun kanunlarını reddetmek demek olduğu gibi, Allah’ın elçisi demek olan peygamberini kabul etmeyip reddetmek de Allah’a küfür ve saygısızlıktır.

Bundan dolayı Allah’ın elçisine itaat etmekten kaçınanlar, Allah’a ibadet ve taattan kaçınan kâfirlerdir. Allah da kâfirleri sevmez, küfrün hiçbir çeşidine razı olmaz. Eğer hıristiyanlar Allah’ı sevselerdi, İsa’yı Allah’ın bir peygamberi olarak tanırlar ve ona bir tanrı olarak ibadet değil, bir peygamber olarak itaat ederlerdi. Eğer ancak Allah’ı seviyorlar ve İsa’ya Allah’ın bir peygamberi olarak itaat ediyorlarsa, peygamberlik sıfatında Hz. Muhammed’in zatı ve kişiliği değil, ancak onu gönderenin şan ve şerefinin dikkate alınması gerekeceğinden, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’i de tanırlar ve itaat ederlerdi.

Onlar Allah’ı sevseler, Allah’ın peygamberlerinden bir kısmını tanıyıp da yalnızca birini ayırmazlardı, tanımazlık etmezlerdi. ” Biz Allah’ın resulleri arasında fark gözetmeyiz”, derler ve Hz. Muhammed’i de tanırlardı. Bunu ayrı tutup tanımamaları, İsa’yı Allah için değil, bizzat kendi zatî varlığı, kendi şahsiyyeti için sevdiklerinden, Allah’ı ve İsa’nın Allah tarafından yaptığı tebliğleri tanımadıklarından dolayıdır.

Bu noktadan bakıldığında aynı şey yahudiler için de söz konusudur. Hıristiyanlar bir peygamberi ayrı tuttukları için, yahudiler de hem Hz. İsa’yı, hem de Hz. Muhammed’i ayrı tuttukları için, yani iki peygamberi tanımadıkları için Hz. Musa’nın peygamberlik sıfatından ziyade kişiliğinde ısrar etmişlerdir.

Bu bakımdan hıristiyanların küfrü bir ise yahudilerin küfrü ikidir. Diğer müşriklerin küfrü daha fazladır. Genel anlamda dinleri inkâr edip, hiç Allah tanımayanların küfrü de sonsuzdur. Velhasıl Allah’a itaat ile Resulüne itaat arasında karşılıklı bir gereklilik vardır. Fakat bunda Allah gibi sevmekle, Allah için sevmek arasındaki büyük farkı görmemezlikten gelip gözardı etmemek gerekir.

Allah gibi sevmek, yani âyette geçtiği şekilde “Onlar, putları Allah gibi severler…” (Bakara, 2/165) ifadesinde Allah’a bir ortak, bir denk sevmektir. Bu Allah’a şirktir ve küfürdür. İşte hıristiyanların İsa’ya olan sevgi ve bağlılıkları böyledir. Oysa istenen “Allah gibi sevmek” değil “Allah için sevmek”tir. Allah için sevmek ise, ancak bir tek Allah için sevmek ve hiç kuşkusuz tevhid üzere sevmektir.

Bakara sûresinde zaten bu nokta iyice açıklanmış olduğundan, burada “Bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.” diye Muhammed’e uymakla emrolunmuştur. Bu emri, o münafıkın yaygarası gibi, hıristiyanların İsa’ya bağlılıkları şeklinde bir şüphe ile ele almaktan katiyyen sakınmak gerekir. Çünkü âyet, zaten o tür anlayışları kınamak için gelmiştir. “De ki, ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyledir…” emri ile muhatap tutulan ve bu emirleri tebliğ eden Hz. Muhammed’in izinde olan ümmeti, bu uymadan dışarı çıkmamak ve Allah’dan başkasını Allah’ın sıfatlarında denk ve ortak tutmamak için bu bağlılık ile yükümlü tutulmuşlar ve bu uyma ile Allah’ın sevgisine nail olacaklarına inanmışlardır. Hatta bu gelişigüzel bir uyma da değil, tamamen kendi istek ve rızası ile olan bir uyma olmalıdır.

Bu itaat doğrudan doğruya Allah’a itaattır. Çünkü Hz. Muhammed’in şahsı ve bedeni varlığı bakımından değil, O’nun peygamberlik görevi bakımındandır ve Allah adına vekalet yoluyla olan bir itaattir. Yani, bana uyunuz, demek, “Allah’a ve Resule uyunuz!” demektir…

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, AzimYayınları:cild.2,syf.342-344

Muhammed Ali

Son Yazılar

Tecelli Türleri

  Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…

2 ay önce

Allah’ı Bilmenin İmkânı ve Bunun Yöntemi

  Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…

2 ay önce

Varlık Mertebeleri ve Te’vil

  Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…

2 ay önce

Dilin Kabuğu

Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağır­lıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…

2 ay önce

Çözüm Aldatmacası

İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…

2 ay önce

Anda Olmak -Geçmiş ve Gelecek Arasında Bir Yer

İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygu­larımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…

2 ay önce