Allah Yaratmasından Sorumlu Olmayacağına Dair
Bu mesele, Hak Teâlâ´nın yaptığından sorumlu olmayacağına dair deliller getirme hakkındadır:
Bu Hususta Ehl-i Sünnetin Delilleri
Ehl-i sünnet bu hususta pekçok biçimde istidlalde bulunmuşlardır:
1) Şayet her şey, bir sebebe bağlanmış olsaydı, o zaman, o sebebin sebep olması da, diğer bir sebebe bağlanmış olurdu ve böylece de, teselsül gerekirdi. Binâenaleyh, bir teselsülü sona erdirme hususunda mutlaka, sebepten müstağni ve münezzeh yan bir şeye varıp dayanmak gerekir Buna ise, Cenâb-ı Hakk´ın zât ve sıfatları, herşeyden daha çok layıktır. O´nun zâtı, bir müessir ve sebebe muhtaç olmaktan münezzeh olduğu gibi, sıfattan da, bir mûcid ve muhassise muhtaç olmaktan münezzeh olduğu gibi, aynen bunun gibi, O´nun fail oluşu da, bir mücib (gerektirici, zorunlu kılıcı) ve müessire varıp dayanmaktan münezzehdir.
2) O´nun fail oluşu, şayet bir sebebe bağlı olmuş olsaydı, o sebep, ya vâcib ya de mümkin olurdu. Eğer vâcib olsaydı, sebebin vâcib olmasından, O´nun fail olmasının vacib olması gerekirdi. Bu durumda da, Cenâb-ı Hak, Fail-i Muhtar değil, o Mûcib-i bizzât (zorunlu olarak, otomatik olarak yapan) olurdu. Eğer mümkün olsaydı, o sebep, Allah´ın bir fiili oturdu. Dolayısıyla, O´nun, o illetin faili oluşu, başka bir illete muhtaç olurdu. Ve böylece de teselsül gerekirdi ki, teselsül imkânsızdır.
3) Cenâb-ı Hakk´ın, âlemin faili olmasının illet ve sebebi, eğer kadîm ise, o zaman, Cenâb-ı Hak´ın bu âlemin faili olması gerekir. Böylece, alemin de kadîm olması gerekir. Bu illet eğer muhdes ise, başka bir illete muhtaç olur. Böylece de teselsül gerekir.
4) Herhangi bir maksada mebnî olarak bir iş yapan kimse, O maksadını ya bir vasıta bulunmaksızın gerçekleştirebilir, ya da bunu gerçekleştiremez. Eğer, bunu vasıta olmaksızın gerçekleştirebilirse, O zaman o vasıta, boşuna olmuş olur. Eğer gerçekleştiremezse, o zaman da aciz olmuş olur. Halbuki Allah´ın aciz olması imkansızdır. Ama bizim aciz olmamız imkansız değildir. İşte bundan dolayı bizim fiillerimiz çeşitli gaye ve maksatlara mebnidir. Halbuki bütün bunlar, Allah hakkında imkansızdır.
5) Şayet, Cenâb-ı Hakk´ın fiili bir maksada mebni olsaydı, bu gaye ve maksat, ya Allah´ın kendisine, ya da kullarına yönelik olmuş olurdu. Birincisi imkânsızdır. Çünkü o, bir fayda elde etmekten ya da kendisine bir zararın dokunmasından münezzehdir. Bu temelsiz olunca, bu maksadın mutlaka kullarına yönelik olması gerekir. Kullarının gaye ve maksatları ise, lezzetler elde etmek ve elemlerden kaçınmaktır. Halbuki Allah Teâlâ, bütün bunları vasıta olmaksızın yaratmaya kadirdir. Durum böyle olunca, Cenâb-ı Hakk´ın, herhangi bir şeyden dolayı bir şey, yaratması düşünülemez.
6) Cenâb-ı Hak şayet, herhangi bir şeyi herhangi bir maksattan dolayı yaratmış olsaydı, Kendisine nisbette o şeyin varlığı ile yokluğu, ya eşit olurdu veya olmazdı. Eğer eşit olsaydı, onun bir gaye ve maksat olması imkansız olurdu. Eğer eşit olmasaydı, o zaman Cenâb-ı Hakk´ın, zâtı gereği noksan ve başkasıyla mükemmelleşen bir varlık olması gerekirdi ki, bu olamaz, imkânsızdır.
İmdi, şayet sen, “O gayenin varlığı ile yokluğu, her ne kadar O´na nisbetle müsavi ise de, kullarına nisbetle varlığı yokluğundan daha evlâdır” dersen, biz deriz ki: Kulları için, evlâ oluşu meydana getirmek veya getirmemek, Kendisine nisbetle ya eşit otur, ya da olmaz. Böylece de önceki taksim yeniden sözkonusu olur.
7) Mevcut olan, ya Cenâb-ı Hakk´ın (c.c) Kendisidir, veyahutta O´nun mülkü ve milkidir. Kendi mülkünde ve milkinde tasarruf eden kimseye de, “Bunu niçin yaptın?” denilemez.
8) Bir kimse başkasına, “Bunu niçin yaptın?” dese, bu soru, ancak soran kimsenin kendisine soru sorulanı o fiilden men etmeye kadir olduğu zaman yerinde bir iş olur. Binâenaleyh, bu sorunun, kulları tarafından Allah´a yöneltilmesi imkansızdır. Çünkü Cenâb-ı Hak istediği herhangi bir fiili yaptığında, kulu O´nu o fiilden nasıl menedebilir? Kul, Allah´ı ya ceza ile yahut elemle tehdid ederek bunu yapmak isteyecektir, ama bu Allah hakkında imkansızdır. Yahut da zemmedilmeye müstehak olma, hikmet dışı kalma ve mu´tezile´nin dediği gibi, sefihlikle (akılsızlıkla) tavsif ederek tehdid edecektir ki bu da imkansızdır. Çünkü Allah Teâlâ´nın medhe müstehak oluşu, hikmet ve celâl sıfatları ile muttasıf oluşu, O´nun zâtı gereği olan şeylerdir. “Zâtı gereği olan şeyin ise, hârici ve arızî (sonradan) sıfatların değişmesi İle değişmesi imkânsızdır.
Bütün bu izahlarla, Allah´ın fiilleri hakkında, O´na “Bunu niçin yaptın?” denilemeyeceği sabit olur. Çünkü herşey O´nun fiilidir. O´nun fiillerinin de (zorlayıcı, gerektirici bir) illeti yoktur.
Mu´tezile de Allah Teâlâ´ya, “Bu fiili niçin yaptın?” denilemeyeceğini kabul etmişlerdir. Ama bunu başka bir asla (prensibe) bağlamışlardır. O prensib de şudur: Allah Teâlâ, kötülük (ve çirkinliklerin), kötü olduğunu bilir. O, kendisinin bütün bunlardan (kötülüklerden), müstağni (ve uzak) olduğunu da bilir. Böyle olan bir zâtın, “kabin” (çirkin) ve şer (kötü) otan şeyi yapması imkansızdır. Biz bunun böyle olduğunu anladığımızda, kısaca, Allah Teâlâ´nın yaptığı herşeyin hikmet ve doğru olduğunu anlamış oluruz. Bu da böyle olunca kulun, Allah hakkında “Bunu niçin yaptın?” demesi caiz olmaz.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu?l-Gayb, Akçağ Yayınları: 16/117-118