1-Ebû Saîd el-Hudrî şöyle demiştir: Ben Peygamber (s.a.v.)’den işittim, şöyle buyuruyordu: “(Kıyamet günü) Rabb’imiz kendi sâkından/baldırından açar, derhal O’nun azametine her mü’min ve mü’mine secde eder. Yalnız dünyada insanlara göstermek ve halka işittirmek için secde eden secdesiz kalır. Gerçi öylesi de secde etmeye gider, fakat onun sırtı tek bir tabakaya döner.”(Buhari,Tefsir,Kalem Suresi,2)
“Baldırı açmaktan” murad nedir? Alimler bunu, “bütün hakikatlerin çırıl çıplak ortaya çıkması sebebiyle hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi” şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadiste, Resûlullah (s.a.v.) Cenab-ı Hakkın bütün gerçekleri ortaya koyarak hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengamede, dünyada iken kulluğunu samimiyetle yapanlarla, riyakar hareket edenleri tefrik edip mü’minleri dehşetten kurtaracağını, riyakarları da sırtları eğilmez bir hale sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak suretiyle, dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir. Meseleyi tasvir eden ayet-i kerimenin tam meali şöyledir:
“(Hatırla ki o gün) baldır(lar)ın açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür. Fakat buna güç yetiremeyeceklerdir. Secdeye davet edilecekler; gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye dünyada herşeyden salim ve sapasağlam iken davet ediliyorlardı. (Kalem 42-43)
Âyette bu deyim özellikle kıyamet gününü ve o günün sıkıntılarını ifade etmektedir. İnsanların o günün sıkıntısından kurtulmaları için mahşerde görevli melekler veya Allah’ın ilham ettiği kimseler onları Allah’a secde etmeye çağırırlar. Râzî’ye göre inkarcılar dünyada Allah’a secde etmedikleri için âhirette kınamak ve azarlamak maksadıyla secdeye çağrılacaklardır. Hadiste buyurulduğu üzere erkek-kadın herkes Allah’a secde eder; dünyada gösteriş için secde etmiş olanlar da secde etmek isterler fakat eğilemezler. Başka bir rivayette inkarcılar da secde etmek isteyecekler fakat buna güçlerinin yetmeyeceği haber verilmiştir. Onlar, gözlerine korku çökmüş, zillet içerisinde ve perişan bir halde bulunurlar.Halbuki dünyada yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlar, fakat secde etmemişlerdi. Bu nedenle âhirette secde etme güçleri ellerinden alınacaktır. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)
2-Peygamberimiz’e kâinatı yaratmazdan önce Allah’ın nerede olduğu sorulmuştur. Bu soruya verdikleri cevap “Üstü de alta da hava olan amadaydı (bulut içindeydi)” seklinde olmuştur.
(Tirmizi,3109) Tirmizî ye göre hasendir. Müsned’i tahkik eden Hamza Ahmed ez-Zeyn’e göre sahihdir. Bu hadîsin isnadında yer alan Veki’ b. Hudus meçhul olmakla birlikte takviye edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla doğrudan sahih olmasa da makbul bir hadis olduğu söylenebilir. Manasına gelince bir şey söylemek gerçekten zordur. Hadisi Allah’a mekan izafe etmeden anlamak gerekir. Bizler için hava olmayan yer, hayatın olmadığı yerdir. Bunun hakkında aklın söyleyebileceği fazla bir şey yoktur.
Konuyla ilgili İbn Kuteybe’nin söylediklerini nakletmekle yetineceğiz. İbn Kuteybe, rivayette geçen Veki’in meçhul olduğunu belirttikten sonra şöyle devam eder: “Şu kadar ki, bu hadisin tefsirinde Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm söz söylemiştir. Ahmed b. Saîd el-Lıhyânî, Ebû Ubeyd’den bize, ‘Hadisteki el-amâ kelimesi bulut demektir’ dediğini nakletmiştir. el-Amâ kelimesi, med (=uzatma) ile olursa arapların günlük konuşmalarında zikredildiği gibi ‘bulut’ mânasına gelir. Eğer maksûr (yani elifsiz) ise o takdir de mana, sanki ‘O, körlük içindeydi’ şeklinde olur. Bununla Resûlullah, Allah’ın, insanların bilgisinden gizli olduğunu kastetmiş olur. Tıpkı bunun gibi bir şey senin için mübhem olduğu, bir şeyi ve onun nerede olduğunu bilmediğin zaman sen, ‘Umiytu an hâza’l-emre ene a’mâ anhu aman”; yani, “Bu meseleye karşı kör oldum. Ben ona karşı bir körlük içindeyim” dersin. Ve sana gizli kalan her şey ‘senden yana bir körlük içinde’ demektir.
‘Üstü hava, altı hava (idi)’ sözüne gelince, bazıları hadise bir (nefy) ‘mâ’sı eklediler ve Allah’ın altında ve üstünde hava bulunmasından ve Allah’ın da, bu ikisinin arasında bulunmasından ürkerek, ‘Ne üstünde hava (vardı) ne de altında’ dediler. Fakat esas olan rivayet, birinci rivayettir.
(Allah’a yakışmayan bir mânaya karşı olan) ürküntü, hadîse “mâ” ilave etmekle ortadan kalkmaz. Çünkü (‘mâ’ ilâve edilse bile) alt ve üst mefhumları yine de mevcuttur.-Vallâhu a’lem.”(bk.Te-vilu muhteliful hadis)
3-Muâviye b. el-Hakem es-Sülemî anlatıyor: Resûlullah’a “Benim bir cari- yem vardı dedim. Uhud ve Cevâniyye taraflarında kuzulan güderdi. Bir (gün) çıkıp yanına vardım. Bir de ne göreyim bir kurt kuzulardan birini alıp götürmüş. Ben de ademoğullarından bir adamım. Onlar gibi ben de üzülürüm. Lâkin carîyeye öyle bir tokat vurdum ki…” Resûlullah (s.a.) bunu bana çok gördü. Ben: “Ya Resûlallah (o halde) cariyeyi azad edeyim mi?” dedim. “Sen onu bana getir” buyurdu. Hemen onu (alıp) getirdim. Peygamber (s.a.v.) ona: “Allah nerededir?” diye sordu. Câriye: “Göktedir” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Ben kimim?” dedi. Câriye: “Sen Allah’ın peygamberisin” cevabını verdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.): “Onu âzâd et, çünkü mü’mine bir kadındır” buyurdu.(Müslim,Mesacid,33)
Ehl-i Sünnet itikadında Allah’a mekân isnadı caiz değildir. O halde Resûlullah efendimiz (s.a.v.) “semada” diyen kadına neden bir şey dememiş ve onu mümine diye nitelendirmiştir?
Doğrudur, Allah’a mekan isnadı caiz değildir. Bu konuda alimlerin tavırları da bellidir. Câriye meselesine gelince, bir kısım ulema bunu olduğu gibi kabul etme, te’vil etmeme taraftandır. Diğer bir kısım ulema da bu tür müteşabihleri te’vil etmeye eğilimlidir. Onlara göre Allah’ın sıfatlan kendine layık olduğu şekilde te’vil edilir. Buna kail olanlara göre;
a-Resûlullah (s.a.v.)’in cariyeye sorduğu suallerden murad, cariyeyi imtihan etmek ve bir Allah’a inanıp inanmadığını anlamaktır. Câriye “Allah göktedir” deyince, Peygamber Efendimiz onun bir Allah’a inandığını anlamıştır. Bu sözden o cariyenin müslüman olduğu anlaşılmıştır. Gerçi sözün zahiri Allah’a cihet ve mekân ispatını gösteriyorsa da te’vil edilerek, “Semâ duanın kıblesidir. Nitekim Kabe de namaz kılanın kıblesidir. Binaenaleyh câriye bu sözle Allah’a cihet ve mekân isbatını kast etmemiş, duaların kıblesini kast etmiştir. Onun için de Resûlullah (s.a.v.) bu sözüyle onun müslüman olduğunu kabul etmiştir” de-nilir. Dua ederken elleri semaya yükseltiyoruz, namaz kılarken Kabeye dönüyoruz. Bunlar Allah’a mekan isnadı anlamına gelmemektedir.
b.Bu cariyenin “Allah göktedir” sözüyle Allah’ın kuvvet ve kudretinin makam ve şanının yüceliğini, müşriklerin tapındığı putlar gibi yerlerde ve insanların arasında ayaklar altında bulunamayacağını kast etmiş olması, Resûl-i Ekrem’in de cariyenin bu maksadını anladığı için onun mü’min bir kadın olduğuna hükmettiği de düşünülebilir.Bunların yanında semayı “yücelik” manasında değerlendirenler de vardır.
Buna göre cariye Allah’ın yüceliğini vurgulamak istemiştir. Bir diğer yoruma göre de cariye cahiliye döneminde putlara tapıyordu. Cahiliyeden daha yeni çıkılmıştı. Resûlullah bu durumda olan biri için ilk planda “Allah’ın gökte olduğunu” söylemesini yeterli görmüştü. Zira bu söylem onun putperestlikten uzak olduğunu gösteriyordu.
Yavuz Köktaş,Günümüz Hadis Tartışmaları
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…