Sorunun önemi
Özellikle lise ve üzeri düzeydeki gençlerimizin sıklıkla sorduğu soruların başında yukarıdaki soru gelmektedir. Bu soruya cevap verme teşebbüsünde bulunmadan önce şu iki hususun göz önünde bulundurulması gerekir:
a) Bu soru aslında İslam tarihi boyunca Müslüman âlimlerin üzerinde en çok konuştuğu ve tartıştığı meselelerden birini oluşturuyor. Çünkü bu sorunun imana ilişkin pek çok meseleyle doğrudan irtibatı var. Bunların başında da kader konusu geliyor. Söz konusu kader olunca ister istemez Allah’ın ilmi, iradesi, yaratması gibi gaybî konular devreye giriyor. İşte bütün bu sebeplerle bu soruya bir çırpıda herkesi tatmin edecek bir şekilde cevap vermek o kadar kolay değil.
b) Bu soruya cevap vermeyi zorlaştıran ikinci husus ise klasik kaynaklarımızın bu konuya dair açıklamalarını insanlarımızın anlayabileceği şekilde takdim etme güçlüğü. Zira bizim klasik kitaplarımızda bu meseleye dair yazılanlar halka değil konunun uzmanlarına hitap ediyor.
Bu iki zorluğa rağmen yine de biz sorunun cevabını ele almaya çalışalım.
Allah bizi imtihan ediyor mu?
Önce şu imtihan meselesinden başlayalım. Kur’an’da Rabbimiz pek çok âyette insanları imtihan ettiğini/edeceğini açık olarak ifade etmiştir. Bunların bir kısmı şöyledir:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk, 2)
“Andolsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri bilinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (Muhammed, 31)
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları bilecek, yalancıları da mutlaka bilecektir.” (Ankebut, 2-3)
“Yoksa, Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri bilmeden bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Tevbe, 16)
Allah’ın imtihan etmesi ne demek?
Yukarıdaki âyetlerde açık bir biçimde Allah’ın kullarını imtihan ettiğinden söz ediliyor. Dahası kimi âyetlerde “bilelim diye” şeklinde ifadeler bile yer alıyor. İnsanlar arası günlük kullanımda “imtihan / sınav” sözcüğünü duyduğumuzda bununla öğrencilerin veya bir işe girmek isteyenlerin bilgi derecesini anlamak için yapılan yoklamayı kastederiz. Yani imtihan yapan şahıs (öğretmen) veya kuruluş (iş yeri, eğitim kurumları) bu imtihan öncesinde kişinin nasıl bir performans sergileyeceği, neyi bilip neyi bilmediği konusunda bir bilgi sahibi değildir. İmtihan sonucunda kişinin bilgi ve beceri seviyesi hem kendisi hem de bu imtihanı yapan kişi ya da kurum tarafından anlaşılacaktır. Peki Allah acaba gerçekten kulların durumunu öğrenmek için mi imtihan yapıyor? Kesinlikle hayır!
Allah her şeyi zaten biliyor!
Kullarını yoktan yaratan Allah onların geçmiş ve geleceğini, açığa vurduklarını ve gizlediklerini zaten bilmektedir. Nitekim Rabbimiz bu konuda şöyle buyurur:
“Sözünüzü ister açıktan söyleyin ister [içinizde] gizleyin [fark etmez]. O, göğüslerdekinin özünü [insanın aklından ve kalbinden geçenleri] bilir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Mülk, 13-14)
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’am, 59)
“Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile O’ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyüğü de şüphesiz, apaçık kitaptadır (yazılıdır).” (Sebe, 3)
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid, 22)
“Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasından inip durmaktadır ki, böylece Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talak, 12)
“O, [kullarının] önlerindekini ve arkalarındakini bilir.” (Bakara, 256)
Madem biliyor, niçin imtihan ediyor?
Yukarıdaki âyetler açık bir biçimde Rabbimizin her şeyi ezeli ilmiyle bildiğini, O’nun öğrenen bir varlık olmadığını, O’nun için “sürpriz” söz konusu olmadığını açık bir biçimde ortaya koyuyor. O halde şu soruyu soralım:
Bir tarafta Allah’ın imtihan yaptığını belirten âyetler, diğer yanda da O’nun her şeyi zaten bildiğini gösteren âyetler var. Bu bir çelişki değil midir?
Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin önemli bir kural:
Kur’an âyetlerinin yorumlanmasında tefsir âlimlerimizin belirttiği şu kuralı dâima göz önünde bulundurmak gerekir. “Kur’an’da ilk bakışta farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olan yahut yeterince açık olmayan âyetler (müteşâbih), anlamı açık ve net olan âyetlere (muhkem) göre yorumlanmalıdır.” Bu kuraldan hareket eden âlimlerimiz “imtihan” ilgili âyetleri iki farklı şekilde yorumlamışlardır.
Allah “imtihan” sözcüğünü kendisi açısından değil kullar açısından kullanıyor.
Allah, sonsuz bilgisiyle her şeyi bildiği halde kullarına sanki onları imtihan ediyormuş gibi imtihan eden kimsenin muamelede bulunması gibi muamelede bulunur. Burada bir tarafta ilmi sonsuz olan, her şeyi bilen bir Allah diğer tarafta geleceği ve gaybı bilmeyen kul bulunmaktadır. Meseleye kul cephesinden bakıldığında gelecek zaman tamamen meçhuldür, o halde onun açısından bakıldığında sonucu bilinmeyen bir imtihan söz konusudur. İşte Allah kulları, onların kendi bulunduğu ilmî ve psikolojik hal açısından değerlendirerek kendilerine yaptığı muameleye “imtihan” adını vermiştir. Nitekim Kur’an’da Allah başka bazı konularda da kullara onların yapıp etmeleri cinsinden fiillerle mukabelede bulunmuştur. Öyleyse “Allah kullarını imtihan ediyor” ifadesini dünyada bir öğretmenin öğrencisini imtihan etmesine kıyaslamak kesinlikle yanlıştır. Çünkü bir öğretmen öğrencisinin imtihandan ne not alacağını bilemez, sadece tahmin eder. Tahmininde haklı da çıkabilir, yanılabilir de. Oysa Allah tahmin etmez, yanılmaz.
Allah, ezelde bildiği şeylerin dış dünyaya yansımasına “imtihan” adını veriyor.
Allah zamandan ve mekândan münezzehtir. O’nun için “geçmiş”, “şimdi” ve “gelecek” birdir. Ancak kullar açısından zaman söz konusudur. Her ne kadar Allah’ın bilgisi ezeli olsa da bu bilginin varlıkla ve olaylarla ilişkisi “bizim açımızdan” değerlendirildiğinde Allah’ın bir şeyi bilmesinin iki boyutu ortaya çıkmaktadır:
1. Allah’ın bir şeyi dış dünyada meydana gelmeden önce bilmesi.
2. Allah’ın bir şeyi meydana geldikten sonra realiteye dönüşmüş haliyle bilmesi.
Mesela siz doğmadan önce Rabbimiz ezelde sizi yaratacağını ve sizin o gün doğacağınızı bilir. Bu, bir şeyin var olmasından önceki ön bilgidir. Sizin günü ve vakti gelince doğmanız durumunda Allah’ın bunu bilmesi bir şeyi olduktan sonraki haliyle bilmesidir. Şu halde aslında varlık, Allah’ın ezelî ilminde bir bilgi halinde mevcutken zaman gelip yaratılıyor, pratiğe dökülüyor ve Allah, o varlığı ezelde bilgi halinde bildiği gibi, sonradan yaratıp pratiğe dökünce de gerçek-realite haliyle bilmiş oluyor.
İşte Allah’ın “bilelim diye imtihan ediyoruz” ifadesi şu anlama gelir: “Ezelde zaten ön bilgi halinde bildiğimiz şeyin, bilfiil realiteye döküldükten sonra gerçeğe dönüşmüş haliyle de bilelim diye sizi imtihandan geçiriyoruz.”
Allah için “sürpriz” ve “sonradan öğrenme” diye bir şey olmaz!
İster ilk yorumu isterse ikinci yorumu kabul edelim, netice itibarıyla Allah açısından “sürpriz bir bilgi”, “bir şeyi sonradan öğrenme”, “bilgisiz iken bilgili hale gelme” diye bir durum söz konusu değil. O halde Allah, bilmediği bir şeyi öğrenmek için kullarını imtihan etmiyor. Ezeli bilgisinde bildiği şeyleri realiteye döküyor, pratiğe geçiriyor. Klasik tabiriyle “kader, kazaya dönüşüyor.”
Öyleyse biz imtihandan geçmiyor muyuz?
“İmtihan” meselesine biz kullar açısından baktığımızda bu kelimenin bizim hakkımızda kullanılması yüzde yüz doğru. Yani biz, sonucunu bilmediğimiz bir imtihandan geçiyoruz, dünya da bir imtihan alanı. Ama Allah açısından bakıldığında bilinmeyen bir şeyin öğrenilmesi için kulların imtihan edilmesi söz konusu değil. Bilinen bir şeyin pratiğe dökülmesi söz konusu.
Her şey baştan belli iken yaratmanın anlamı ne?
Rabbimiz Kur’an’da kâinatın yaratılış sebebi ile ilgili olarak önce yanlış anlayışları ortadan kaldırıp sonra doğru cevabı ortaya koyuyor. Biz de önce kâinatın yaratılış sebebinin ne olmadığı üzerinden hareket edip sonra ne olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
Allah kâinatı, ihtiyacı bulunduğu için yaratmamıştır.
Biz insanlar, ihtiyaç duyduğumuz şeyleri yapar ve üretiriz. Mesela ekmeği yemek için, elbiseyi giymek için üretiriz. Evleri içinde yaşamak için yaparız. Oysa Allah hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu varlıktır. (es-Samed).
Rabbimiz, Kur’an’da kâinata ve içindeki hiçbir varlığa ihtiyacı bulunmadığını defaatle belirtmiştir. (Âl-i İmran, 97; Hicr, 70; Ankebut, 6)
Allah kâinatı “oyun ve eğlence olsun diye yaratmamıştır.
Biz insanlar, bazı şeyleri ihtiyacımız olduğundan değil sırf hoşça vakit geçirmek, can sıkıntısından kurtulmak için yaparız. Mesela müzik dinler, resim yapar, gezintiye çıkarız. Buna ihtiyacımız olduğu için değil iyi vakit geçirmek için bunu yaparız. Oysa oyun ve eğlence edinmek Rabbimizin münezzeh olduğu bir durumdur. Bu, canı sıkılan ve can sıkıntısını geçirmek için bir şeylerle oyalanmaya ihtiyaç duyan insanların özelliğidir.
Rabbimiz kâinatı fantastik bir sebeple, hoşça vakit geçirmek için yaratmadığını, bu kâinatı yaratmasının haklı bir sebebinin bulunduğu şu şekilde belirtmektedir:
“Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” (Duhân, 38-39)
Allah kâinatı amaçsız ve sebepsiz yere [abes olarak] yaratmamıştır.
Biz insanlar bazen amaçsız ve sebepsiz işler yaparız. Bu yaptıklarımız bir ihtiyaçtan kaynaklanmadığı gibi bize hoşça vakit geçirme fırsatı da sunmaz. Şuursuz ve bilinçsizce, sırf iş olsun diye işler yaparız. Allah, yaptığı her şeyi yerli yerince yapan, yaptığı şeylerde nice hikmetler bulunan el-Hakîm’dir. O’nun hiçbir fiili hikmetsiz değildir.
Rabbimiz, kâinatın boşu boşuna yaratıldığı fikrinin kâfirler tarafından sahip olunan bir fikir olduğunu belirterek şöyle buyurmuştur:
“Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Vay o inkâr edenlerin ateşteki haline!” (Sad, 27)
Rabbimiz, bir başka âyetinde insanlara hitap ederek onların yaratılışının amaçsız, sebepsiz [abes] olmadığını şu şekilde belirtmektedir:
“Yoksa sizi boşu boşuna [amaçsız ve sebepsiz olarak abes yere] yarattığımızı mı sandınız?” (Müminûn, 115)
Kâinatın yaratılmasının haklı bir gerekçesi vardır.
Rabbimiz Kur’an’ın pek çok âyetinde kâinatı yaratmasının hak ile olduğunu belirtir. Bu, kâinatın boş yere ve sebepsiz olmadığının olumlu ifade ile pekiştirilmesidir. Bu konu ile ilgili âyetlerin bir kısmı şu şekildedir:
“Allah, gökleri ve yeri hak olarak (yerli yerince) yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için (Allah’ın varlık ve kudretine) bir nişâne bulunmaktadır.” (Ankebut, 44)
“Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi ortadan kaldırıp yepyeni bir halk getirir.” (İbrahim, 19)
“Allah, gökleri ve yeri yerli yerince yaratmıştır. Böylece herkes kazancına göre karşılık görür. Onlara haksızlık edilmez.” (Câsiye, 22)
Kâinatın yaratılış sebebi Allah’ın İlahlık ve Rabliğini göstermeyi dilemesidir.
Kâinatın yaratılışının temel sebebi yaratılan varlıkların Allah’ı yüceltmeleri, kulluklarını göstermeleri, Rabbimizin de onlara karşı ilahlığını ve rabliğini göstermesidir:
Kur’an, insan dışında yaratılmış olan yerdeki ve gökteki bütün varlıkların Allah’a boyun eğdiğini, secde ettiğini, onu tenzih ettiğini belirtir. Bu âyetlerin bir kısmı şöyledir:
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbih eder. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, halîmdir, bağışlayıcıdır.” (İsra, 44)
“Göklerde bulunanlar, yerdeki canlılar ve bütün melekler, büyüklük taslamadan Allah’a secde ederler.” (Nahl, 49)
“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ı tesbih etmektedir. O, azîzdir, hakîmdir.” (Hadid, 1; Haşr, 1; Saf, 1)
Kur’an, akıl, irade ve nefis sahibi varlıklar olan cinler ve insanların da kulluk sebebiyle yaratıldığını şu şekilde belirtir:
“Ben, cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 56)
Allah’ın ibadete ihtiyacı mı vardı?
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Hiçbir varlık Allah’ı zikretmese, tesbih ve tenzih etmese de Allah zâtı itibarıyla övgüye layıktır. O’nun övgüye layık olması, kendisini öven birilerinin bulunmasına bağlı değildir.
Bu soru başka bir soruyu gündeme getirir: O halde madem ki ibadet edilmeye, yüceltilmeye ihtiyacı yok öyleyse hiçbir varlığı yaratmasaydı!
Burada hemen şu âyetler gündeme gelir: “O, dilediğini yapar.” (Hûd, 107; Burûc, 16). “O’na yaptığı bir şeyden dolayı [“niçin böyle yaptı?”] diye soru sorulamaz. Ancak [O’nun tarafından insanlara, “niçin böyle yaptınız?” diye] sorulacaktır.” (Enbiyâ, 23)
Sonuç Kadere Çıkıyor
Sonuç yine kadere çıkıyor:
Rabbimiz ezeli ilmiyle bildiği, ezeli iradesiyle dileyip tercih ettiği şeyleri yaratma sıfatıyla yaratıp varlık âlemine çıkardı. Bizim açımızdan bakıldığında ortada tam bir imtihan var. Hiçbir şey belli değil. Bize seçme hakkı verilmiş, irade verilmiş. Hiçbir şey zorla yaptırılmıyor, her şeyi biz yapıyoruz. Ama meseleye Allah açısından bakıldığında o her şeyi biliyor, bildiklerini yaratarak pratiğe döküyor. Varlıklar onun ezelî ilminden varlık âlemine çıkarken O’nun irade, kudret, tekvin gibi bütün sıfatları da tecelli ediyor.
Bütün bu tecelliler ve -kullar açısından bakıldığında- imtihanlar sonucunda Rabbimiz başta Hz. Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberler, Allah dostları, şehitler ve sâlih müminler olmak üzere kendine ebedî dostlar ediniyor. Onları ebedî nimetlerine gark ederek kendi güzelliğini ve cemalini gösteriyor. Bunu onlara doğrudan ve hazır bir şekilde vermiyor da onlar açısından bir imtihan sonucu veriyor. İşte kullar açısından imtihanın en büyük kazanımı bu! Bu imtihan sonucunda kaybeden, cehennemlik olan, ebedî azaba dûçar olanlar ise bunu tamamen kendi tercih ve seçimleri ile hak ediyorlar. Allah onları tercihlerini bu şekilde kullanmaya kesinlikle zorlamıyor. Dolayısıyla hiçbir haksızlık ve adaletsizlik söz konusu değil.
Bu açıklamalarda doğru bir husus varsa Rabbimizin lütfundandır. Yanlış bir şey varsa o da bizim nefsimiz ve şeytandandır, Rabbimiz bundan münezzehtir. Her şeyin en doğrusunu Rabbimiz bilir.
“Rabbimiz, Senin bize öğrettiğinden başka bizim bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki her şeyi bilen ve her şeyi hikmetli bir şekilde yapan ancak Sensin.” (Bakara, 32)
https://gencdergisi.com/12775-allah-bizim-cennete-ve-cehenneme-girecegimizi-biliyorsa-neden-bizi-imtihan-ediyor.html
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…