“Aile“ Derken Neyi Kastediyorsunuz
Küreselleşen, giderek daha çok “teknomedyatik” hale gelen dünya, artık bildiğimiz eski dünya olmayacak. Birçok kişi, yeni durumu ve ortaya çıkacak sorunları görüyor, çözümler üretmeye çalışıyor. Geleneğin, ailenin, milli devletin, sosyal politikaların geriletildiği ama servet ve gelir dağılımdaki adaletsizliğin arttığı böyle bir dünyada çareyi “üçüncü yol”da, “sosyal sorumlu küreselleşme”de arayanlar var. Sanıyorum çareleri konuşmadan önce, hangi değerlere sahip çıkmamız, neyi, neden, nasıl savunmamız gerektiğini konuşmalıyız. Konuşmaya başlamak için “aile” iyi bir bahis…
Geleneksel toplumdaki aile ile şimdiki aile birbirinden çok farklı… Bugün belki hala evlilik yaygınlığını koruyor ama bu artan boşanmalarla birlikte oluyor. Uzun süreden beri nerdeyse tüm dünyada evlilik, çift olmanın tanımlayıcı bir öğesi değil. Dahası Batı’dan başlayan bir durum giderek bazı ülkelerde “de facto” olmaktan “de juri” hale geliyor, aynı cinslerin birbirleriyle evlilikleri yasallaşıyor. (Sanıyorum ülkemizde HDP, aynı cins evliliklerin yasallaşmasını programına aldı.) Medeni hukuktaki tanımlar ve ilkeler, yeni baştan ele alınıyor. İngiltere ve ABD gibi ülkelere epeydir “çok boşanma, çok evlilik” toplumları deniyor.
Bazı ülkelerde tüm doğumların üçte birinden fazlası, evlilik dışında gerçekleşiyor. Tek başına yaşayan insanların oranı hızla artıyor. Anne-baba-çocuk ilişkileri, hatta kavramları değişiyor. Biyoteknoloji ve genetik alanındaki yenilikler, sağladıkları faydaların yanı sıra ummadık sorunlara neden oluyorlar. Alttan alta çok ciddi bir “sperm bankası çocukları” tartışması, geleneksel aile anlayışını dinamitliyor.
Açıkça söylenmiyor ama teknomedyatik dünya aileye karşıt, onun aleyhine bir işleyiş gösteriyor. Biz aile ve akrabalık bağları çok güçlü bir toplum olduğumuz ve kültürümüz hala bu özelliklerini koruduğu için henüz pek hissetmiyoruz ama “aile” kavramı tüm dünyada itibar kaybediyor.
Bazı muhafazakâr düşünürlerin çabaları haricinde aile, düşünce dünyasında sahipsiz… Epeydir siyasal-ideolojilerin devrinin kapandığı, büyük-anlatıların sona erdiği, bilgide post-modern bir dönemin yaşandığı söyleniyor. Sadece devletin büyük iktidarının değil, başta aile olmak üzere gündelik yaşamdaki mikro-iktidar odaklarının da hedeflenmesi gerektiği dillendiriliyor. Kendilerine “ideoloji eleştirmeni”, “ironisist”, “radikal demokrat” gibi adlar verenlerin ortak noktası, aile karşıtlığı. Aile, akademide kendine en çok psikoloji ve psikiyatrinin içinde bir yaşam alanı bulabiliyor. Ama orada da kavramların içeriği hızla dönüşüm geçiriyor.
Velhasıl, modern zamanlarda insanın benliği, toplumsal yaşantısı büyük bir değişim geçirirken aile bağları çözülüyor, mahremiyet, aşk ve erotizm biçim değiştiriyor. “Değişiklik” derken, sadece modern zamanlarda kadın ve çocuk haklarından söz edilmesini ve geleneksel ailenin görünümünde ortaya çıkan değişiklikleri kastetmiyoruz. Dünyanın her yerinde akrabalık ilişkilerinin zayıfladığı, sosyolojik araştırmalarla ortaya konuluyor. Günümüz için, “böylesi bir akrabadan yalıtılmışlığın insan tarihinde başka bir örneği görülmemiştir” deniyor.
Ebeveynin, özellikle babanın, baba olmanın önemi giderek azalıyor. Geleneksel dünyadaki ebeveynin, aile büyüklerinin otoritesi çocuk bakıcıları, sürekli sayıları artan öğretmenler, anne ve babanın son olarak birlikte olduğu insanlar arasında dağılmış durumda. Çocuklar artık neredeyse tamamen ailenin dışında büyütülüyor.
Çocuklar ve gençler, eskisinden çok farklı, çok daha dengesiz ve özdeşim yapabilecekleri çok sayıda kişiliğin, figürün sunulduğu, sağlam bir güven kaynağından yoksun bir çevrede büyüyorlar. Ailede, okulda merkezi bir özdeşleşme imkânı olmayınca gençlerin yaşamında akran grupları çok daha önem kazanıyor. Akran grupları yeni norm ve değerler yaratan bir klan görünümünde. Muhtemelen yaşamlarındaki müthiş bölünme nedeniyle çocuklar, hem bir futbol takımının ve bir şarkıcının fanatiği, hem bir giyim markası tutkunu oluyorlar.
Ev halimizi şöyle resmediyor sosyologlar: Evde aile ortamında birlikte olunan zamanlar televizyonun karşısında geçiriliyor, birlikte oturup yemek bile yiyemiyoruz. Herkes kendi odasında, kendi bilgisayarının başında, ortak telefonumuz bile yok. Yaşlı ve hastalara artık evlerde bakım verilmiyor, bunun için özelleşmiş kurumlar var. Reklamlarda sürekli olarak geleneksel aile anlayışımız üzerine bombardıman etkisi yapan yeni anlayışa yer veriliyor.
Aile ilişkilerinin yerine bireycilik ve kendini beğenmişlik pompalanıyor. Ev-içlerinde arada bir birbiriyle karşılaşan otel müşterileri gibiyiz. Derde deva olabilecek önerilerde bulunabilmek için başımıza gelenleri ve nedenlerini iyi bilmeliyiz. Aksi halde hayatın hortumu hepimizi içine alıp bilmediğimiz uzak diyarlara götürüverir.
Prof.Dr.Erol Göka
medyaanalitik.com