Kategoriler: EdebiyatGenel

Acıyı Karşılamak

 

Sevdiği bir şeyi kaybedenin ümidi ve kendine gü­veni azalır, dünyanın hâllerine tahammül eşiği düşer. Yitirmenin acısı, insanın omuzlarına, kalbine, adımla­tma ağır bir taş gibi oturur ve hareket etmesine mâni olur. Acılı insan kendini umutsuz, ürkek, çaresiz his­seder. Dış dünyaya ilgisi zayıflar. Dünyanın sonuymuş hissine kapılır. Konuşmak da susmak da onun en bü­yük ihtiyacıdır. Acılar ve derder ancak doğru kişilerle paylaşılırsa azalır.

Konuşmak, bağ kurmanın ve hüznü hafifletmenin bir yoludur. Zor zamanında insan, acıyan bakışlara de­ğil, anlayan gözlere ihtiyaç duyar. Acılı bir kalp “geçe­cek değil mi” diyen gözlerle bakar. Gayretini, umudunu ve direncini artıran bir teselli cümlesine sarılmak ister.

“Hikâye gibi anlatıldığında ya da yazıldığında bü­tün dertler kadanılabilir olur.”[1] Yaşadıklarımızı birine anlatmak isteyişimiz ve başkasının hikâyesinde kendi­mizden izler arayışımız o müşterek derdi birlikte his­sederek azaltmak ve dayanılır kılmak içindir. Ruhu­muza iyi gelen bir insanın muhabbeti veya iyileştiren bir meşgale fiziken de iyi hissettirir. En zor, en daral­mış vakiderde gelen zindelik duygusu bazı şeylerin dü­zeleceğine, yoluna gireceğine dair umudumuzu artı­rır. insan arada dönüp kendine şunu sormalıdır: Dağ kalpli miyim veya yaslanılacak bir omuz mu, yoksa birinin acısmı da sevincini de açmaktan imtina ede­ceği biri miyim?

Her insanın acıyı karşılaması, yitirilenin ve gidenin yasım tutma biçimi farklıdır. Her insanın acısı kendine ağırdır. Hiç kimse başkasmm çektiği acıyı aynı mih­nette çekmez. Herkesin acısı biriciktir, aynı kefeye ko­namaz. Bazı insanlar cam yandığında sükutu seçer, ko­nuşmak, onlara daha çok ıstırap verir.

Kelimeler, öteki ile aramızda hem bir köprü kurar hem de onunla aramızın açılmasına sebep olur. Çünkü her insan, kelimelere kendi duygusunu yükler. Bu an­lam yüklemeleri, başkasında aynı karşılığa denk gelme­yebilir. Acısını anlatmak istemeyen insanı, onun iyilxği adına konuşturmaya çalışmak ona yalnızca üzüntü ve­rir. İhsanı içine gömen dert, dışma karşı da zayıf hâle getirir. İçine atma da bir ağlama biçimidir. İçerisi dağ gibi olunca çok basit bir mevzu karşısında gelir gö z­yaşı. Herkes aşırı hassas olduğunu sanır, oysa o âna dek neleri tek başına çözmüş, neleri atlatmış, hangi yokuş­ları çıkmışsındır, kimsenin haberi olmaz.

Gidenin ardından yaşamak kalana zordur. Yasın ilerleyen süreçlerinde bu duygu, gidenin hatırasını en güzel şekilde yaşatmaya, kendi hayatını daha anlamlı kılmaya dönüşür. Hatıralar acı verse de gidenle kuru­lan tek bağdır. Onunla geçen günlerin anısı, birlikte geçirilen vakitler, birbirine harcanan emekler, bunlar hafızayı ne kadar doldurursa acı o nispette keskin, ma­tem de o derecede zor ve yakıcı geçer. Yasın olgunlaş­tığı evredeyse bu hatıralar insanı olgunlaştıran, iyilik duygularını artıran büyük bir teselli olur, insan şurada hatırası, burada sözleri, orada yokluğu var diyerek ya­şayan birinin de yasını tutabilir. Yasm şiddeti zamanla azalır ama insanın içine sevilenin kaybından doğan ve kolayca geçmeyen bir sızı bırakır.

Gönlünü anlamlı bir şeye veren insanın acıya di­renci artar. İnsanın acı bir olay yaşaması daima acı çe­keceği anlamına gelmez. Acıyı kaderin bir parçası bi­lerek kendini anlamlı işlere vermek insanı metanetli kılar. Acı ilk anda insanın içine oturur ve bütün za­manını esir alır. İnsan, bu acının hiç geçmeyeceğini, artık ara sıra kendini hatırlatır ve insanın ‘bunu da atlatmışım çok şükür’ dediği bir direnç vesilesi olur. Metin Altıok’tan mülhem bu dünyada vicdanı, insanlığı olan herkes bir acıya kiracıdır. Acıdan kaçı; yoktur ama acıyı dindirecek kuvvetli bir müsekkin mutlaka vardır.

İnsan iyileştiğini kendine acı veren şeyi unutunca değil, her hatırlayışında ondan bir şeyler öğrendiğinde anlar. Yarasını hatırlayan neleri atlattığını, hangi eşik­lerden geçip bugünlere geldiğini görür ve gelecek yeni zorluklara kadanabilme gücünü kendinde bulur. Bil­mek acıyı artırır, yaşamaksa acıyı daha çok artırır. Bi­lince tecrübe etmez insan ama yaşayınca acının izlerini yüzünde, sözünde ve kalbinde bir kor gibi taşır. Acının tazeliğini koruduğu süre zarfında duygu yoğunluğu çok fazladır, ilk andaki etkisi dağılmaya başladığındaysa in­san zihnen bir aydınlanma yaşar, muhakemesi güçle­nir. Acı tecrübeler yaşayan insanların anlama yetisi ge­nellikle yüksektir. Acı, insanın gözünü açar.

Yastaki insan inanç konusunda gelgitler yaşar, gi­denin geri döneceği hissine kapılır, anlamsızlık duy­gusuyla baş etmeye çalışır. Yas tutan insan hem yara­sını sarmak için aranır hem de ne yana dönse yarasını kanatır. Dünyaya, zamana ve çevresine uyum sağla­makta zorlanır, tâ ki yitiğini kabullenene kadar. Bazı şeyler olur, yaşanır, sonra üzerinden biraz geçince on­lara nasıl dayandığımıza, sabrettiğimize şaşırırız. Ge­çerken bize de bir hâller olur, artık hayata bakışımız eskisinden ya daha anlamlı ya da daha anlamsızdır. Hayatta her şeyin üstesinden geleceğimize inanırız fa­kat bazı şeylerin üstesinden gelemeyiz. Biz kendimizi sağlam tutmak isterken bir yanımız dağılır, tarumar olur ve bazı şeylere karşı elimizden hiçbir şey gelmez.

İnsan acıya karşı kürek çekmek yerine onunla nasıl baş edeceğinin yollarını arar. Sanatsal yaratı acıyla başa çıkmanın, kendine bir kapı açmanın yoludur. Edebiyat tarihi, acıyı manzumeye ve nesre dönüştüren eserlerle doludur. Sagular, ağıtlar, mersiyeler, kitabe-i seng-i me­zarlar… insanı kozasından çıkaran, ona bir keşif yol­culuğu yaptıran, ve farklı bakışlar kazandıran her tec­rübe, acı vermiş de olsa çok kıymetli ve çok öğreticidir, insana sağlam bir karakter ve metin bir kişilik bahşe­der. Acı, harekete geçen inşam güçlendirir ve insan o güçle matemini dindirir.

İnsan yürümezse acı üzerinde birikir. Kalp de yü­rümez, yola koyulmazsa taşlaşır. Kalbin kendine acı veren duygunun üzerine gitmesi, onun aksi istikame­tine doğru hareket etmeye ve kendine iyi gelecek bir rota bulmaya çalışması acıdan kaçmak değil, onunla baş etmenin bir yolunu bulma çabasıdır. Birini güç­lendiren acı, diğerini yıkabilir. Biri kısa sürede topar­lanırken başkası uzun bir müddet kendine gelemeyebilir. Her insanın acıyı karşılama şekli, yaşadıklarını sindirme süresi ve kendini güvenli bir iklimde hisset­mesi farklı kademede ilerler.

Acı bir anda olup bitmez, çabucak yaşanıp geç­mez. İnsan acısını yıllara, günlere, saatlere, anlara bö­lerek çoğaltır. Her hatırlayış yeni bir eşiktir. Acıdan kaçan başka şeylere sığınarak kendini oyalar ve iyileş­tiğini sanır. Şifa, acıyı yaşayana lütfedilir.

Acıya karşı tavrımız kişiliğimizi, mizacımızı ve na­sıl bir toplumda yaşadığımızı ortaya çıkarır. Acıya se­yirci olanlar, acı konusunda birbirini suçlayıcı çıka­rımlarda bulunurken acıyı yaşayanlarda genel olarak bir sükunet olur, ki onların bu hâlinden insanın kal­bine dokunan bir başkalık yansır. Acıyı yaşayanların acılı hâllerini fütursuzca paylaşmak, acıyı seyirlik bir malzemeye dönüştürür. Susan Sontag’ın “Başkaları­nın Acısına Bakmak” olarak nitelediğidir bu.[2] Baş­kasının acısını duyabildiğimiz kadar insanız, birbi­rimizden bu ince çizgiyle ayrılırız. Ateş düştüğü yeri yakar ama içinde merhamet pınarı kurumayanın kalbi oralı olur, ateşin düştüğü yeri dert edinir. Dert edinenler, ellerinden gelenin en iyisini yapan has in­sanlardır. Acı paylaşılmaz, belki hissedilir. Yalnızca kalbi güzel olan, anlamanın derdini çeken, ruhu derin duygu ve düşüncelere müptela olan insanlar acıyı hissedebilir. Yas ve matem bazılarını daha vicdanlı, merhametli yapar, iyi anlamda değiştirir. Bazılarına da asla dokunmaz, tesir etmez. Tesire açık kalpler nasipdar olur. “Nasibi müyesser olasın” denir, müyesser bir şeyin kolay kılınmasıdır. Nasibi olana yol da yü­rümek de kolaylaşır.

“Acı mıhlanıp bir kalpte durmasın. Ortada dur­sun. Olur ya biri eline alır okşar, biri alnından öper. Az unutursun”3 der Birhan Keskin. Acı tek kişiliktir ama emin ellerle, selim kalplerle, kendisine güvenilen bir dosda paylaşılınca insanın ağrısını ve yükünü alır.

Hiçbir hâl sürekli ve kalıcı değil, her şey geçer, unutmak gibi bir lütuf bahşedilmiş insana ama geç­meyen şeyler de var, insanın kalbine bir kıymık olup batar, ara sıra yutkunamayışına sebep olur, insan tam da o anlarda yaslanacak bir şey arar, sükut da yaslanı­lası bir yoldaştır.

Nihayetinde kış gelir ve geçer, giderken gelecek baharın tohumlarını da toprağın bağnna saçar gider.

Hatice Ebrar Akbulut – İncelmiş Vakitler,syf:

[1] Isak Dinesen’den aktaran Hannah Arendt, İnsanlık Durumu>Çev.: Bahadır Sina Şener, İletişim Yay., 2021, İst., s. 239.

[2] Susan Sontag, Başkalarının Acısına Bakmak, Çev.: Osm-n Akınhay, Agora Kitaplığı, 2004.

3.Birhan Keskin,Fakir Kene,Metis yay..2019,ist. s.9

Muhammed Ali

Son Yazılar

Samiha Ayverdi’nin Kitaplarından Alıntılar

Çelebi'nin dudaklarından düşmeyen şu büyük sözü, çâresiz bir kabulle kendi kendime tekrarlıyorum: Emeline karşı ecelin…

3 gün önce

Samiha Ayverdi – Yusufcuk ”Alıntılar”

  "Rûhum, bir kalıbın esîri olmadan evvel, elimi bir el tuttu ve bana güneşleri, seyyâreleri,…

3 gün önce

Bilimsel Ufkun Sınırı

“Her ilim sahibinin üzerinde daha iyi bilen biri vardır.” (Yû­suf, 76) “Size ilimden ancak az…

4 hafta önce

İnsan İnsandan Çekilince

  Sohbet konuşmaktan ibaret değil, konuşmanın öte­sinde insanın ruhunu saran ve onu tesir altına alan,…

1 ay önce

Güzel itibarını Ruhundan Alır

‘Güzelden ve güzellik’ten bahsederiz ama güzeli ve güzelliği çevreleyen, inşa eden aslî unsurları, kav­ranılan, erdemleri,…

1 ay önce

Türkiye’de Tek-Parti Dönemi Totaliterlik Deneyimi

1 Tek-Parti Diktatörlükleri Avrupa’da iki dünya savaşı arasındaki dönemde birçok otoriter rejim kurulmuştu. Öyle ki…

1 ay önce