Sahabe, dinî hükümleri bazan Kur’an-ı Kerim’den alıyordu. Ancak çoğu kez Kur’an ayetleri uzak bir şekilde mücmel olarak ve takyîcfe gitmeden mutlak bir şekilde nazil oluyordu. Mesla Kur’an’da namazı emreden ayetler mücmel olarak varid olmuştur. Bu ayetlerde namazın rekat sayısı, şekli ve vakti açıklanmış değildir. Keza zekatı emreden ayetler de mutlak olarak nazil olmuştur. Zekatın hangi mallarda vacip olduğu, vacip olduğu malın alt sınırı ve hangi miktar ve şartlarda vacip olduğu beyan edilmemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de varid olan ahkamın çoğu bu kabildendir. Bunları izah eden şart ve rükünlere bakmadan, bunlarla amel etmek mümkün değildir. Bu açıklayıcı bilgiler Kur’an’da yer almamaktadır.
Kur’an, bu emirlerle ilgili detaylı bilgi edinmek ve amel etmek için Peygamber (S.A.V.)’i referans gösterir.
“İnsanlara, kendilerine indirileni beyan etmen için ve düşünüp anlasınlar diye sana bu zikri (Kur’an’ı) indirdik[1] gibi pekçok ayet bu manaya delalet etmektedir.
Allah Rasûlü (S.A.V.) de ayetteki “tebyin”i kendi sözleri şeklinde tefsir etmiştir.
“Benim namaz kıldığım şekilde namaz kılınız. [2]
“Hac ibadetlerinizi benden alınız. [3]
Kur’an-ı Kerim, insanlar arasında vuku bulan bütün anlaşmazlıklarda -Peygamber (S.A.V.)’in hükmünde İfadeye kavuşan- ilahî hükme başvurmalannı gerekli görmektedir.
“Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hük-medesin diye sana kitabı hak ile indirdik. [4]
“Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullen-medikçe iman etmiş olmazlar. [5]
Cenab-ı Hakk, ilahî hükümler haricinde başka hükümlere başvurmaktan sakındırmış ve bunu şirk addetmiştir.
“Tağuta inanmamalan kendilerine emrolunduğu halde, tağutıîn önünde mahkemeleşmek istiyorlar. Halbuki, şeytan on-lan büsbütün saptırmak istiyor. [6]
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği bir dini getiren ortakları mı var? [7]
Bir başka ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk, Allah’ı bırakıp rahiplerin ve hahamların vaz’ettiği dine uyan müşrikler hakkında şöyle buyurmaktadır:
“[Onlar] Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını), rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabbler edindiler.[8]
Zira onlar, din adamlarının helal kıldıklarını helal, haram kıldıklarını haram sayıyorlardı.
Cenab-ı Hakk, müslümanların bütün anlaşmazlıklarda ilahî şeriata başvurmaları gerektiğini belirtmektedir. Söz konusu an-laşmazlıklann muamelât, mîras, vasiyet, evlenme veya ceza hukukuyla ilgili olması sonucu değiştirmez.
Öte yandan kesin olarak biliyoruz ki, Kur’an’da bu konulara ilişkin ayetler, konuya dair hükümlerden pek azına yetebilecek orandadır. Bunun da ötesinde bunların önemli bir kısmı detaylandırılmaya ihtiyaç duyan mücmel ayetlerden oluşmaktadır. Bu nedenle Cenab-ı Hakk, Kur’anî vecibeleri yaşayabilmeleri için mükellef kimseleri Kur’an ahkâmının tafsilatını öğrenmek üzere kendi Rasûlü’ne havale etmiştir. Ona tabi olmayı vacip kılmış; ona yapılacak itaati kendisine itaatla özdeşleştirmiştir.
“Ey iman edenler, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ediniz. [9] “Andolsun ki, Rasûlullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler İçin güzel bir örnektir. [10]
“De ki eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. [11]
“Kim Rasûl’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi göndermedik. [12]Peygamber (S.A.V.) de aynı muhtevayı bir önceki bölümde bir kısmını naklettiğimiz hadisleriyle teyid buyurmuştur.
Dolayısıyla müslümanın ilahî emir ve nehiyleri yaşayabilmek için Peygamber (S.A.V.)’in sünnetine başvurmaktan başka bir çaresi yoktur.
Burada sünnetin hücciyetini ispatlayan başka bir delil daha ortaya çıkmaktadır: Sünnete başvurmadan Kur’an’la amel etmenin imkansızlığı.[13]
Allah Rasûlünün çevresinde bulunan sahabîler, konuyu böyle anlamış ve konuya böyle inanmışlardır. Onlar, Peygam-ber’in emir ve nehiylerine bağlanmış ibadât, muamelât ve diğer bütün işlerde onu izlemişlerdir. Ancak Peygamberin şahsına münhasır olduğunu bildikleri hususları müstesna tutmuşlardır. Bu bağlılık öyle bir düzeye varmıştı ki sebebini bilmeden veya illet ve hikmetini sormadan Peygamber’in yaptıklannı yapıyor ve terkettiklerini de terkediyorlardı.
İbni Ömer anlatıyor: “Allah Rasûlü (S.A.V.) altından bir yüzük edindi. Bunun üzerine insanlar da altın yüzük edinmeye başladı. Sonra Allah Rasûlü (S.A.V.) ‘Ben artık bunu ebediyen takmayacağım’ diyerek onu attı. Bunun üzerine insanlar da yüzüklerini attılar. [14]
Ebu Said el-Hudrî şöyle der: Allah Rasûlü (S.A.V.) asha-bıyla namaz kıldığı bir esnada ansızın nalînlerini çıkanp soluna bıraktı. Diğerleri bunu görünce onlar da nalinlerini çıkarıp attılar. Allah Rasûlü (S.A.V.) namazı bitirince “sizi nalinleri çıkarıp atmaya sevkeden neydi?” diye sordu. Ashab “senin nalinleri çıkarıp attığını görünce biz de nalinlerimizi çıkarıp attık.”diye cevap verdi. Allah Rasûlü (S.A.V.) şöyle buyurdu: “Cibril gelip nalinlerîmde pislik veya rahatsız edici bir şeyin olduğunu söyledi.[15]
Sahabenin Peygamber’e ait söz ve davranıştan izleme arzusu o kadar ileriydi ki, bazılan nöbetleşerek gün aşın Peygamber’in meclisine devam etmeye çalışıyordu. Mesela Ömer b. el-Hattab, Buharî’nin kendisinden aktardığı bir rivayette şöyle der: “Ben ve Ensardan bir komşum Benî Umeyye b. Zeyd denen semtte idik. Nöbetleşerek Peygamber (S.A.V.)’in yanına varıyorduk. Biı gün o gidiyordu, bir gün ben. Ben gittiğimde o güne ait haberleri naklederdim. O gittiğinde aynısını o yapardı. [16]
Aynı şekilde Medine’den uzak olan kabileler İslamî hükümleri öğrenip, kavimlerine tebliğ etmek ve onları irşad etmek üzere bazı elemanlarını Peygamber (S.A.V.)’e gönderiyorlardı. Hatta sahabeden bîri sadece nazil olan bir meseleyi veya şer’î bir hükmü sormak için uzun mesafeler katedip Allah Rasûlü’ne gelebiliyordu.
Ukbe b. el-Haris’ten nakledildiğine göre kadının biri Ukbe İle hanımını emzirdiğini söyler. Bunun üzerine Mekke’de oturmakta olan Ukbe, bineğine atlayıp Medine’ye doğru yola çıkar. Allah Rasûlü (S.A.V.)’ne vanp: “süt kardeşiyle bilmeden evlenip daha sonra emziren kadının haber vermesiyle bunu öğrenen kişi hakkında Allah’ın hükmü nedir?” diye sorar. Allah Rasûlü (S.A.V.) bunun, verilen bir haber olduğunu [ve gereğiyle amel etmek gerektiğini] söyleyerek cevap verir. Ukbe’nin bu kadından ayrılması üzerine kadın başka biriyle evlenir. [17]
Öte yandan kadınlar, Allah Rasûlü’nün eşlerine, zaman zaman da Allah Rasûlü’ne gidip gelmek suretiyle ve sormak istedikleri hususlan sorarak dinlerini öğreniyorlardı. Kadına açık-Ça söyîenemeyen bir durum olduğunda Peygamber (S.A.V.) zevcelerinden birini sözkonusu meseleyi açıklamakla görevlendirirdi. Hayızdan nasıl temizlenilmesi gerektiğini anlatan Hz. Aişe hadisini buna örnek olarak zikredebiliriz.[18]
İşte, en hayırlı dönemin insanlarının sünnet-i mutahharaya gösterdiği hassasiyet bu tarzdaydı. Sahabe, Peygamber (S.A.V.)’e tam olarak itaat edip onun emir ve nehiylerine uymuş, onun hükmüne teslim olup onun davranış ve hayat tarzına bağlı kalmış ve onun sünnetini öğretme konusunda son derece istekli ve hırslı davranmıştır.
Bu hassasiyet Peygamberin hayatıyla sınırlı kalmamış, vefatından sonra da devam etmiştir. Bunun devam ettiğini gösteren birkaç örnek vermek yerinde olacaktır: [19]
A. Peygamber (S.A.V.)’in Sünneti ve Ebubekr es-Sıddık (r.a.)
Kabîse b. Züeyb anlatıyor: Ninenin biri Hz. Ebubekir’e gelip mirastan pay istedi. Hz. Ebubekr “Allah’ın Kitabı’nda sana ait bir pay yoktur. Peygamberin sünnetinde de senin durumunla ilgili bir şey bilmiyorum. Sen dön git. Ben bunu insanlardan sorayım” deyip konuyu insanlara sordu. Muğire kalkıp şöyle dedi: “Ben Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün nineye altıda bir verdiğine şahit oldum.” Hz. Ebubekr: “Bu konuda sana eşlik edecek kimse var mı?” diye sordu. Bunun üzerine Ensar’dan Muhammed b. Seleme kalkıp Muğîre b. Şu’be’nin söylediklerine benzer şeyler söyledi. Hz. Ebubekr, söylenen hükmü uygulayıp nineye altıda bir pay verdi. [20]
Hz. Ebubekir’ “Peygamberin sünnetinde seninle ilgili bir şey bilmiyorum” demesi ve Peygamber (S.A.V.)’in nineye altıda bir verdiğini öğrendikten sonra onun da nineye altıda bir vermesi sünnetin Hz.Ebubekr nezdindeki hüccet değerini ispat açısından yeterli bir örnektir.
Buharî, Müslim ve Ebu Davud’un naklettiği bir rivayette Hz. Ebubekir şöyle buyurmaktadır: “Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün kendisiyle amel ettiği hiçbir şeyi terketmedim. Peygamberin e-mirlerinden herhangi birini terketme durumunda haktan ayrılıp sapmaktan korkarım.” [21]
Hz. Ömer, şehit edilmeden birkaç gün evvel kalkıp şöyle der: “Allahım, Ensardan olan yöneticiler (umerd) konusunda seni şahit tutuyorum. Ben onlan, sadece insanlara dini ve Peygamberin sünnetini öğretip, ganimetleri insanlann arasında paylaştırmak ve adaletle hükmetmek üzere gönderdim. Kimin bir müşkili olduysa bana getirdi.
Hz. Ömer’in Kadı Şurayh’a gönderdiği mektup meşhurdur. Bu mektup, sünnetin hüccet olduğunu ve insanlar arasında yargıda bulunurken ona başvurmak gerektiğine dair birtakım konular içermektedir.
Nesâî der ki: Bize Ahmed b. Muhammed b. Beşşâr, o Abbastan, o Süfyandan, o da Şeyban aracılığıyla Şureyh’ten naklettiğine göre Şureyh, Hz. Ömer’e bir mektup yazıp ona birtakım şeyleri sorar. Karşılığında Hz. Ömer şunları yazar: “Allah’ın Kitabı’ndakilerle hükmet. Şayet Allah’ın Kitabı’nda yoksa, Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün sünnetiyle hükmet. Şayet Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde yoksa salih kimselerin verdiği hükümlerle hükmet. Şayet Allah’ın Kitabı ve Rasûlü’nün sünnetinde olmayan ve salih kimselerin hakkında hüküm vermediği bir konuysa, dilersen öne geçip hüküm verebilirsin, dilersen hüküm vermekten çekinebilirsin. Ben şahsen hüküm vermekten Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet çekinmeni daha uygun görüyorum. Allanın selamı üzerine olsun.[22]
Nitekim Hz. Ömer birkaç olayda Peygamber (SAV.)’in sünnetine vakıf olduktan sonra görüşünü değiştirmiştir.
Örnek olarak Şafiî’nin kendi senediyle aktardığı şu olayları zikretmek mümkündür:
Bize Süfyân, o Zührî’den, o da Said b. Müseyyeb’ten Ömer b. el-Hattâb’ın şöyle dediğini nakletti: “Diyet, âkileye düşer. Kadın, kocasının diyetinden bir şey alamaz.” Dahhâk b. Süfyân, Allah Rasûlü (S.A.V.)’nün Eşyem b. ed-Dibâbî’nin diyetinden eşine pay verilmesi emrini yazılı olarak kendisine gönderdiğini söyleyinceye kadar Ömer,bu görüşteydi. Dahhâk’ın rivayeti üzerine Ömer, kendi görüşü bırakıp buna yöneldi. [23]
Bu gerçeği pekiştiren bir olay daha zikredelim.
Süfyân b. Amr, Becâle’nin şöyle dediğini duyduğunu nakleder: Abdurrahman b. Avf, Hz. Peygamber’in Hecer Mecûsîle-rinden cizye aldığını haber verinceye kadar Ömer, mecûsîlerden cizye almıyordu. [24]
Kaynaklar:
[1] Nahl, 44
[2] Buharı, Ezan, 18, hadis nr: 631; Fethu’1-Bârî, 3/11
[3] Müslim, Hac, 51, hadis nr: 3124
[4] Nisa, 105
[5] Nisa, 65
[6] Nisa, 60
[7] Şura, 21
[8] Tevbe, 31
[9] Enfal, 20
[10] Ahzap, 21
[11] Al-i İmran, 31
[12] Nisa, 80
[13] Bu açıklamalar ışığında “Ayetlerde emredilen Peygamber (S.A.V)’e itaâtten maksat Kur’an’da yer alan ilahî emirlere itaattir.” şeklindeki iddianın geçersizliği de anlaşılmış olmalıdır. Bu iddianın geçersizliğine dair deliller pek çok olmakla beraber biz bir kaç hususu aktarmakla yetineceğiz:
1-Böyle bir yaklaşım, Kur’an dili olan Arapçanın üslûp ve özelliğine aykırıdır. Zira Kur’an’da [ısrarla] iki müstakil merciye, Allah’a ve Resulüne, İtaat emredilmektedir.
2- Bu yaklaşım, genelde peygamberlere özelde Hz. Muhammed {S.A.V)’e itaati emreden ayetlerin ruhuna aykırıdır. Zira ilgili ayetlerin sadece Allah’a itaati emretmemekle [bunun yanısıra] bizzat peygamberlere itaatin de em-redildiğine delalet ermektedir.
3- Şayet iddia edildiği gibi ayetler, Peygamber’e ve nebevi sünnete itaati emretmeksizin sadece Kur’an’a itaati emretmekle yetinmiş olsaydı -Sünnetin bağlayıcılık vasfını kaybetmesi nedeniyle- Kur’an, uygulanması imkansız bir kitap haline gelirdi. Kur’anî emirlerin önemli bir kısmı anlamını ve hikmetini kaybedip zayi olurdu. Zira hiç bir mükellefin bu [kapalı] emirleri uygulama imkanı olmayacaktı.
[14] Buharî, Libâs, 46-47, hadis nr: 5866-7; Fethu’l-Bâri, 10/318
[15] Ebu Davud, Salât, 88, hadis nr: 646; İbni Sa’d hadisi bir kaç tarikle rivayet etmektedir. Bkz. İbni Sa’d, Tabakat, 1/480
[16] Buharî, İlrn, 27, hadis nr: 89; Fethu’1-Bârî, 1/185
[17] Buharî, İlm, 26, hadis nr: 88; Fethu’1-Barî, 1/184
[18] Buharı, Hayz 13, hadis nr: 314; Fethu’1-Bârî, 1/414
[19] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 159-164.
[20] Malik, Muuatta; Tirmizî, Ferâiz, 10, hadis nr: 2182
[21] Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 164-165.
[22] Nesâî, 8/204; Ayrıca bkz. Darimî, Sünen, 1/60; Vekf, Ahbâru’l-Kudât, 2/189-190; Hilyetu’l-Evliya, 4/136; es-Sünenu’1-Kubra, 10/115; İ’iâmu’I-Muvakkiîn, 1/65-90
[23] Şafiî, er-Risâle, 426
[24] Şafiî, er-Risâie, 430-431 Şafiî der ki: Becâle’nin hadisi mevsûldur. Bccâle yetişkin biri olarak Ömer b. ei-Hattâb’ı görmüş ve onun valilerinden bazılarına katiplik yapmıştır. er-Risâle, 432
Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 165-166.
Necmeddin-i Dâye [*****] çev. Halil Baltacı Necmeddin-i Dâye (ö. 654/1256) tasavvufun bir din yorumu…
Gazzâlî [*] çev. Osman Demir Gazzâlî (ö. 505/111) Allah’ı bilmenin imkânı ve yöntemi konusunda…
Gazzâlî [*] çev. Mahmut Kaya Te’vilin şartlarını tespit etmeyi ve iman ile küfür arasındaki…
Kilise babalarının en ziyade iltifat ettiği, teolojik ağırlıklı bir anlatıma sahip Yuhanna Incil’inin l’inci Bab’ının…
İçinde yaşadığımız dönemin hakim zihniyetini karak- terize eden en önemli hususlardan biri de, hiç şüphesiz,…
İçinde yaşadığımız dünya, bedensel varlığımız ve duygularımız zamanın eliyle şekillenir. Sabretmeyi, şükretme- yi, iyiliğin ve…