Oruç
Her şey değişiyor: su, ateş, toprak, hava. Hiç bir şey bir an önce olduğu şey değildir. Bir an önce ne ise, şimdi o değildir. Şimdi ortada yeni bir şey vardır ve o yeni denilen şey de, onun belirlendiği anda kendi mazisine karışıp gitmiştir. Nesnenin değişimi yalnızca bir halden başka bir hale geçmek biçiminde oluyorsa, insanın değişimi iyiden kötüye ve kötüden iyiye doğru yöneliyor, evriliyor. Ama hiç bir zaman aynı hal üzere kalmıyor: insan, iradesiyle devinmeden durduğunu sandığı zaman bile, bir halde ötekine, iyiden kötüye veya kötüden iyiye doğru evrilip duruyor.
Ateşli günlerden ve ateşin içinden geçen sınanmalarla da vuku buluyor bu değişim. Otuz günlük bir Ramazan ayının ilk on gününde rahmete ulaşmak için çabalayan mümin; ikinci on günde mağfirete ve üçüncü on günde de arınma ve dolayısıyla kurtuluşa erme çabası içinde bulunuyor. Çaba..elbette. Rahmet ve mağfiretle hafifleyen kişi, son safhada arınma sürecine giriyor. Oruç, ilkin gövdeyi arındırıyor. Gövde, kendi ağırlığından, kirinden, pasından kurtarılıyor; arkasından (bu, tarihsel sıralamayı ta- zammun etmiyor tabiî ki) ruhun arınması başlıyor ve bi
tiyor.
Ramazanın bitmesiyle, onun hakkını verenler için gövdenin ve ruhun ağırlıklarından kurtulmuş olanlar için sürür (bayram) günleri başlıyor. Bunca çileden sonra meserretin lezzetini tatmaya hak kazanılıyor. Oruç, yalnızca gövdeyi kirinden pasından arındırmakla kalmıyor; ruhun arınma ihtiyacını da karşılıyor. Ruhun arınma ihtiyacı, onun şirke bulaşmışlığından arındırılması anlamına geliyor. İnsan, kendine dönüp diyebilir ki: “Ben hiç şirke düşmedim, ben sürekli Allah’ı zül celali her şeyden tenzih edip durdum.” Bu söyleyişinde samimi de olabilir. Buna rağmen, nefsinin meylettiği şeyler, o, bazen farkına varmasa, varamasa bile, gizli şirk oluşturmaktan hali kalmaz. Böylece durduk yerde kirlenen, paslanan, toz tutan nesneler gibi, nefs de kirlenir ve arınmaya muhtaç hale gelir. Oruç, gövdenin ve ruhun bu ihtiyacına cevap verir. Ramazanın bitimiyle çileli sınanmaların her bir safhasını geride bırakan nefs böylece sürura kavuşur. Oruçla gerçekleştirilen başarılar nelerdir?
Oruç tutan kimse böylece ne yapmış olmaktadır? Oruç tutan kimse, bir bakıma yeni bir fiil işliyor: gövdesini yemekten içmekten kesiyor. Olaya başka bir görüngüden bakıldığında, oruç tutan kişinin fiilinden vazgeçtiğini, fiilini ifna ettiğini söyleyebiliriz. Arkasından oruç tutan kişi sıfatlarını da ifna ediyor, kötü sıfatlarım. Ve nihayet son safhada oruç tutan kişi zatından da vazgeçiyor, onu da ifna ediyor. Böylece oruçlu kimsenin fiilinden, sıfatından ve zatından vazgeçtiğini söylemiş oluyoruz. Peki, geriye ne kalıyor? Geriye elbette saf halde bir arınmışlık kalıyor. Kişi, Allah’ın izni ve inayetiyle bu arınmışlığı kutluyor.
Ne var ki, insan olmanın şanı, hiçbir zaman aynı hal üzere kalmamayı gerektiriyor. Saflık (arınmışlık) asla ken-
di hali üzere kalmıyor: arınmışlık, insanın üzerinde yelden kirlenmeye dönüşüyor; kirlenmeyse yeniden arınmayı talep ediyor, insan, nefsi varbulunan mahlûk olarak sürekli hata ve savap arasında gerili duruyor. Çünkü bir yandan insanın yasak ağaçları, öbür yandaysa mubahlar var kılınmıştır: insana da ihtiyar etme gücü verilmiştir. İnsan, bu niteliğiyle insan olmaya hak kazanıyor. Yanıyor ve dermanını yanmada bulduğunu söylüyor. Fakirliğiyle iftihar ediyor, fakirliğini yok olup gitmede buluyor ve bu yok olup gidişte var oluşunu idrak ediyor, insanın yasak ağaçları (günahlar) bulunmasaydı, insan neyle insan olduğunu ayrımsayabilirdi?
Bütün bir Ramazan ayı boyunca, insan, yasak ağaçlara yaklaşmamayı denedi. Hem de nasıl? Nefsinin, o yasak olanlara en çok meylettiği bir sırada. Böylece yasak ağaçlara yaklaşmaktan, Allah’ın rızası uğruna nefsini men etmeyi başardıkça, Allah da onu rahmetle, mağfiretle ve arınmayla ödüllendirdi. Çünkü fiillerini, sıfatlarını ve en sonunda zatını ifna etmeyi başaran insan, böylece ödüllendirilmeye de hak kazanmış oldu. Kendi zatını ifna etmeyi “başaran” insan, son tahlilde, kendini ancak mutlak zatta yeniden bulabilir, yani, ancak mutlak zatın içinde yiter, yok olur, işte burada yeni bir gerilim uç verir: mutlakta yok olan, aynı zamanda, mutlakta beka bulmanın yolunu da açmış olur. Müminin bayramı da başka nedir ki? Hacı Bay- ram-ı Veli, o yanışlardan, yok oluşlardan, fakrdan geçen sürecin sonunda o sevinç çığlığım atıyor: “Bayramım imdi, Bayramım imdi/Bayram ederler yar ile şimdi?” Ve sonunda o büyük niyaz: hamd: “Hamd-ü senâlar, Hamd- ü senâlar/Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm!” Bayramın kalbine tam da buradan nişan alınıyor: bayram, yâr ile vuslat olarak ilân ediliyor!
Rasim Özdenören-Eşikte Duran İnsan