”Nesh” Meselesi
Müslümanlara ve bazı hristiyan mezheblerine göre ittifâken nesh vâki’dir. Ancak yahudiler ve hristiyanlardan bir kısım, neshin vâki olmadığını ileriye sürerek neshi inkar etmişlerdir.
Bunun için nesh meselesinde müslüman âlimleri arasında ihtilaflar vuku bulmuştur. Onların ihtilaflarının başlangıcının sebebi de, yahudilerin püskürdükleri melanetleridir.
Hâfızuddîn En-Nesefî diyor ki: «Nesh lugatta, izâle ve tebdil manasında ise de, şer’î ıstılâhında nesh; Allah Teâla’nın nezdinde muvakkat veya müebbed olması malum olan mutlak hükmün müddetini beyan etmektir. Allah Teâlâ kuluna hükmünün muvakkat veya müebbedliğini beyan etmediği için, zâhiren kulun nazarında; vâki olan hükmün tebdili…
Şâriin nazarında ise; hükmünün beyanıdır.»
Bu iki cihetle nesh, kula nazaran tebdil, önceki hükmü kaldırmak yani ref; Hâlık’a nazaran ise, mücerred beyandır.
Mennâr’ın muhaşşîsi Radıyeddîn Muhammed bin İbrahim el-Halebî diyor ki: « Musannifin mezhebi, “neshin manası, şer’î hükmün nihayetinin beyanıdır” diyenlerin mezhebi gibidir. {Şer’î ıstılah} demek kaydıyla,”eşyada asıl, ibahadır” demek olan aklî hükümden sakınıldı. Çünkü icmâen, mübahlar neshi kabul etmez. {Şâriin nazarında ise, hükmünün beyanıdır} demek kaydıyla, âcizlik ve ölüm gibi sebebleıie zeval bulan hükümlerden sakınıldı. Zira bunlar da neshin dışındadır.»
İbnu Melek diyor ki: «Hâsılı neshin iki ciheti vardır:
Birinci ciheti,Allah Teâlâ’nın ilmine aid olandır. Bunda asla tebdil manası yoktur.
Çünkü Allah Teâlâ’nın ilminde, şu hükmün şu zamana kadar geçerli olması malumdur. Binaenaleyh Allah Teâlâ bu malumunun insanlara beyan ve i’lâmını, neshle ifade etmiştir. Yoksa ilmine nazaran nesh; tebdil ve ref’, yani hükmün kaldırılması demek değildir. Çünkü ilminde bekâsı ve sübûtu tahakkuk eden bir şeyin, tebdil, tağyir ve izâlesi imkansızdır. Öyleyse şeriatte tebdil ve tağyir, kula nazarandır. Hakikatte ise nesh; beyan ve i’lâmdır.»
Neshin ikinci manası, yani kula nazaran nesh;. tebdil ve hükmün kaldırılmasıdır. Zira kul nazarında, önceki hüküm zeval bulmuş, yerine başka bir hüküm gelmiştir. Kulun nazarında böyle görünmesi, hakikatte hükmün tebdilini gerektirmez. Nitekim bir kimsenin öldürülmesinden ibaret olan kati yani öldürme hâdisesi, buna açık misaldir.
Ehli Sünnet velCemaate göre Allah Teâlâ nezdinde; öldürülen kimse, ecelinin son bulmasıyla ölmüştür. Zira kati, Allah Teâlâ’nın nezdinde, ecelin son bulmasından ibarettir. Çünkü O’nun nazarında iki ecel yoktur. Bu takdirde kati olayı, ecelin son bulmasının beyanıdır. Kula nazaran; kati olmasaydı, öldürülenin hayatı devam edecekti. Bu takdirde, kula nazaran kati, öldürülenin hayatını kesmektir; tebdil ve tağyirdir. Kısâsiyet de bunun üzerine tahakkuk etmiştir. Çünkü kul, zâhirine mebnî ahkâmı icra etmekle memurdur.
Muhaşşî er-Rihâvî diyor ki; « “Nesh meselesine katli misal göstermekte, şeriatte ve akılda, hak ve gerçek hükmün teaddüd etmesi şâibesi vardır“ diyenlere şu cevab verilmiştir: Allah Teâlâ nezdinde hak bir ise de, amel bakımından kulun nazarında müteaddiddir. Bundan dolayı müctehid, bütün gayretini sarfetmeye mecburdur. Bununla beraber içtihadı, bir tek olan hak noktasına isabet etmese de, afuv edilmiştir. Hanefî usul kitablarının hepsi bu izahta müttefiktirler.»
Fevâtih-ur-Rahamut adlı eserden de anlaşılıyor ki, ulemânın bu husustaki değişik tariflerinden gelen ihtilaf, lafzî ihtilaftır. “Yap yapma’dan ibaret emr ve nehiylerde, nesh tahakkuk etmiştir. Ve her iki itibarla nesh vâki’dir. Allah Teâlâ’ya nisbet edilirse, beyan, i’lâm; kula nisbet edilirse, tebdil ve ref’dir. Bu itibarla bazı ulemâ, nesh beyandır, bazı ulemâ, tebdildir; bazıları, ref’dir; bazıları, izâledir dediler. Cem’u-l-Cevâmi’de olduğu gibi, Şâfiî ulemâsı, neshin refden ibaret olduğunu tarif ettiler. Yani nesh, geçmiş bir şer-î hükmün, gelen bir şerl hükmün deliliyle kaldırılmasıdır. Cem’u-l-Cevâmiin müellifi, bu tarifin daha isabetli olduğunu tasrih etmiştir. Usûl-u Serahsî’de de aynı tarif, ref yerine tebdil kelimesiyle yapılmıştır.
Mezheb ulemâsının ihtilafları, neshin, izâle ve tebdil olan lügat; yahud beyan ile ref olan ıstılâhî manalarından Heri gelmektedir.
Vahyin gelmesi imkanı olduğu müddetçe, nesh mümkündür. Lâkin vahyin kapısı kapanmıştır; binnetice neshin kapısı da kapanmıştır. Binaenaleyh Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in risâleti vefatıyla fevt olmadığı gibi, kat’iyetle şeriati bâkîdir ve neshi kabul etmez. Her zamana uygundur; reforma ihtiyacı yoktur; kendisi kendini beyan etmektedir.
Vahyin varlığı zamanında nesh vuku bulmuştur. Mesela,
1 –Bir ayetin diğer ayeti neshetmesi.. El-Bakara sûresinin 240’ıncı ayetinin 234’üncü ayetiyle neshedilmesi gibi. Mensuh ayet, tilâvette muahhar, nuzülde mukaddemdir.
2-Sünnetin sünneti neshetmesidir. Müslim’in de taline ettiği gibi Bureyde’den gelen bir rivayette Rasülullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur ‘’Sizi kabirlerin ziyaretinden sakındırmıştım. Kabirleri ziyaret ediniz.” Ziyaretin emredilişi, nehyini neshetmiştir.
Ümmet bu iki neshle ittifak ettiler.
3-Sünnetin Kur’an’la neshedilmesidir. Buna misal namazda peygamberin bilfiil Beyt-i Makdis’e yönelmesinin, El-Bakara süresinin 144’üncü ayetiyle neshedilmesidir.
4-Ayetin hadisle neshedilmesidir. Buna misal El-Bakara sûresinin 180’inci ayetindeki yakın akrabaya vasiyet etmenin vücubunun, Sünen’de tahric edilen Amr bin Hârice’den gelen rivayette Rasûlullah’ın:
“Gerçekte Allah Teâlâ her hakkı hak sahibine vermiştir. Artık yakın akraba olan mirasçıya vasiyet yoktur.” buyruğuyla neshedilmesidir.
Hanefîler, “Nesh, şeri bir delil ile önceki şeri delilin hükmünün beyanıdır,” diye tarif ettikleri için, Kitab ve sünnetin, kuvvetli bir sünnetle neshinin vukuuna hükmettiler. Nitekim muhaşşî Rehâvi diyor ki: “Kitab ve mütevâtir sünnetin kitabla neshedilmesinin cevazı, nezdimizde cumhûr-u fukaha, Eş’arîlerden ehli keiam ve Mu’tezilenin de mezhebidir. Hatta Şâfinin ashabından ehli tahkik de buna hükmettiler. Lâkin imam Şâfiî kendisi ise, kitabın sünnetle neshinin asla caiz olmadığına hükmetmiştir. Ehli hadîsin mezhebi de budur. Sünnetin kitabla neshi caiz midir, değil midir hakkında imam Şâfinin ezhar kavline göre caiz değildir. Evlâ kavline göre caizdir. Bü kabule şayandır.
Bazı insanlar, “Benden bir hadis rivayet edildiği zaman, onu Allah’ın kitabıyla karşılaştırın. Ona muvafık ise kabul edin; Ona muhalifse reddedin.” Yahud “Size bir sözüm söylendiği vakit…” Yahud “Size birisi sözümü naklettiği…” ve daha başka ibarelerle şöhret bulan sözie istidlal ederek, hadîsin ayeti neshetmeyeceğini söylemişlerdir. Daha birtakımları “Şu hadis ayete muhaliftir… bu hadis ayete muhaliftir…” demekle, büsbütün sünneti devreden çıkarmak istiyorlar.. Bir kere bu ibareler, senedleriyle birlikte mevdû’dur; hadis değildir. Nitekim ihyâ’nın şârihi Zebîdî de buna dikkat çekmiştir. Hanefîlerin ve birçok ulemânın da hüküm ettiklerine göre, ayetin kuvvetli hadisle neshedilmesi vâki’dir. Şu mevdû’ söze gelince…
Şevkânî, Hattâbî’den naklen diyor ki:
«“Benden bir hadis rivayet edildiği…”
“Size bir sözüm söylendiği vakit…”
“Size birisi sözümü naklettiği…” sözünü, bazı zındıklar vaz’ etmiştir. Ve “Gerçekte Ben Kitabla ve beraberimde misliyle getirildim.” mealindeki sahih hadisle defedilmekte-dir. Sağânî de böyle demiştir. Ben derim ki: Onlardan önce, Yahya bin Maîn, bu sözü zındıklara nisbet ederek mevdû olduğunu isbatlamıştır.»
Zehebî: «Bu sözün kendisi dahi, kendini reddetmektedir; mevdû’ olduğuna delildir. Çünkü biz “Benden bir hadis rivayet edildiği…”
sözünü “…Rasûlümün size getirdiği şeyleri tutun; sizi sakındırdığı şeylere son verin…” [Haşr,7] mealindeki ayetle karşılaştırdığımız vakit, sözün ayete muhalif olduğunu buluruz.»
“Temyîz-ut-Tayyibi min-el-Hadîs fîmâ Yedûru alâ el-Sinet-in-Nâsi min-el-Hadîs”in müellifi, Allâme Abdurrahman Eş-Şeybânî de, Akîliden naklen: «Bu hadîsin sahih bir isnâdına rastlanmamıştır.»
Hafız Zehebî, Ibnu Huzeyme’den naklen «Bu hadîsin Ebû Hureyre’ den geldiğini isbatlayân bir ehli hadîsi, yerin şarkında veya garbında bulamazsın.»
imam Buhârî de Tarihi’nde: «Bu hadîsi Ebû Hureyre’ye isnad etmek vehimdir.» demektedirler.
Keşf-ul-Hafâ’nın müellifi Şeyh İsmail Aclûnî de, bu hadîsin mevdû’ olduğunu söylemiştir.
Ibnu Adî el-Cercânî = Cürcânî’nin, el-Kâmil fî Duafâi-r-Rical adlı eserinde, bu hadîsi Ebû Hureyre’ye dayandırıp tahric ederek üzerinde sükutu, mevdû’ olmamasını gerektirmez. Çünkü mezkur kitabın ismi, bu hususta kâfidir.
İmam Şâfiî bu mevdû’ hadîsi, kendisine delil göstermemiştir. Onun yerine bunu delil göstermek, serseriliktir. Çünkü İmam Şâfiî radıyallâhu anh bunu tahric etmiyor.
Neticei meram Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, vahyi metlûyu, vahyi gayrı metlû ile, doğrusu vahyi metlûyu kendi sözüyle beyan etmek hakkına sahibdir. Kendisi bir ayetin hükmünün müebbed veya muvakkat oluşunun beyanında kâfi ilme sahibdir. Risâletin ne manada olduğunu bilen bir müslüman, mutlak neshi reddedemez. Bunun için Hanefîlerden Sadr-u Şeria: “Ayetin meşhur haberle dahi neshi mümkündür.” demiştir. Pezdevî ise, kat’iyy-ud-delâle olan haber-i vâhidle dahi ayetin neshinin imkanına işaret etmektedir. Çünkü haberin, tevâtür veya şöhret vasfı, Peygamber’in hayatından sonradır. Kendisi hayatta iken, ayetleri sözüyle beyan edebilir; Onun bu beyanı da neshtir; yahud da ayete ziyade etmektir.
Nesh; “önceki şer’î bir hükmün, sonraki şer’î bir delille kaldırılmasıdır” diye tarif olunduğu ve peygamber kendisi dahi şâri’ olduğu zaman müşkül kalmaz.
Peygamber’in hayatından sonra, nesh ne manada olursa olsun ortadan kalkmıştır. Yani risâletin hitâmıyla neshe hitam verilmiştir. Kıyasla hükmün tesbitine gelince; kıyas, ayete yahud hadîse yahud icmâa dayalı olması şartıyla kabuldür. Şu halde makbul kıyas, aklî kıyas değil, şer’î kıyastır. Binaenaleyh mücerred aklî kıyas, merduddur; hüccet olamaz. Öyleyse dinde tecdîd yoktur. Tecdîd vaz’îdir, beşerîdir. Hatta bir kimse aklını yahud kanununu, Kur’an veyahud hadîse karşı getirmeye yani kıyaslamaya kalkışırsa, ümmetin ittifakıyla kafirdir.
Peygamber son rasul olduğundan ve şeriati neshedici olduğundan, artık şeriati mensuh olamaz.
“…Bugün kafirler, sizin dîniniz(in zeval bulmasın)den ümidsiz olmuşlardır. Artık onlardan korkmayın; Ben’den korkun. Bugün size dîninizi kemâle erdirdim; üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için İslâmî din olarak kabul ettim…” mealindeki El-Mâide sûresinin 3’üncü ayetinde bu hüküm beyan edilmiştir. Yani Peygamber’in vefatından sonra, dinde değişiklik yapmak, tecdîd yapmak, ilave etmek ortadan kalkmıştır.
Ulemâ bu ayet-i kerîmeye şöyle bir tefsir vermişlerdir: Yani “Bugün hududlarımı, farzlarımı, helalimi, haramımı kemâliyle beyan ederek, gerek Kur’an ve gerek Rasûlullah’ın sünnetiyle hükmümü indirdim. Binaenaleyh bundan eksik veya ziyadeliği asla kabul etmem. Ve bugünden itibaren nesh yoktur. Bunu sizden kabul ederim; başkasını değil.”
Mademki Allah Teâlâ bu dîn-i mübîn-i Islâmiyeyi insanlara seçip beğenmiştir; o halde müslümanların bu dinden başkasıyla hükmetme hakları yoktur. Allah Teâlâ intibahlar versin. Aynı zamanda Kur’an ve hadîsi müctehidlerin anlayışıyla anlamayı, beşerî sistemlerin içinde düşünmek fikri de sapkınlıktır. Allah Teâlâ doğru yolu müslümanlara göstersin.
‘’Bizim Peygamberimizin getirmiş olduğu şeriatin hükümleri bâkîdir.
Nitekim mahşerde de Allah Teâlâ bu şeriatle mahluku arasında hükmedecektir.’’
Neshin Şâri tarafından olması gerekir. Bizzat Şâri, Allah Teâlâ’dır. Bilvasıta risâlet sahibidir. Allah Teâlâ’dan risâlet sahibine vahiy gelir; gelen vahye binaen kendisi de hükümleri tebdil edebilir.
İsmail Çetin-Ehli Sünnetin Nazar İtikadın Ölçüsüdür