Kalbin Islahı ve Devası, Fesadı ve Hastalığı Nedir ?
Kalbin ıslahı hüzün ve kaygıdadır; devası ise Allah’ı zikre devam etmektir.
Kalbin fesadı, dünyevi ve nefsanî sevinçlerden kaynaklanır. Hastalığı ise, Allah’ın zikrinden yüz çevirmesi ve Allah’ın zikrinden kendisini uzaklaştıracak şeylere yönelmesidir.
Balık için su ne ise, nefs için de sevinç odur. Balığın hayatı su iledir, karada kaldığı zaman yaşayamaz. Nefs de dünyevi sevinçlerden alıkonulduğu zaman solar gider, güçleri gevşer, zayıflığından dolayı canlılığı azalır. Hüzün, nefsin yaşamını tehlikeye sokar. İşin sonunda artık kalp kendisine nefs tarafından gelen bu şeylerden ve nefsin pisliklerinden kurtulur.
Kalp, Allah’a ulaştığı zaman Allah onu diriltir, ona can verir. Allah kalbi dirilttiği zaman ise nefse Allah’ın nuruyla kalbin diriltilmesi sevdirilir. Kalp, kötü arzu ve sevinçleriyle aslında ölüydü. Sahibi kendisinden razı olup, sevinçleri kalpten uzaklaştırdığı zaman Rabbi ona şükranla muamele eder. Çünkü kul Allah için hakkıyla mücâhede etmiş, Allah da onu kitabında vaat ettiği üzere kendi yoluna eriştirmiştir: “Bizim uğrumuzda mücâhede edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz” (Ankebut 29/69). Allah o kimseye kapıyı açınca o da yürüyerek kalbiyle Allaha gider. Sonra ona yolun nafakası verilir. En sonunda Allaha ulaşır, Allah da onu nuruyla kendi yakınlığında diriltir. O kimse Allaha yakın kılınan kimselerden (mukarreb) olur. Dünyevi ve nefsanî şeylerle sevinci tattıktan sonra Allah’la hakiki sevince ulaşır. Allah’ın önde gelen kullarından olur.
Allah’ın zikrine devam etmeyi terk ettiği zaman, kalbi sertleşir. Çünkü zikir, Allah’ın rahmetini kapsar. Allah kitabında kullarına şöyle vaat etmiştir: “Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim” (Bakara 2/152). Rahmet geldiği zaman kalp yumuşar, nefsin harareti söner. Kalbe gelen bu rahmet nefsi cezbeder ve nefsin katılığı, kabalığı, hantallığı gider.
Kalp ve nefs bu bedende ortaktırlar. Kalbin gücü, marifet, akıl, ilim, anlayış, zihin, zeka, muhafaza ve Allah’la hayat bulmaktan gelir. Burada zikredilen şeylerden kaynaklanan sevinç kalbe tesir edip onu güçlendirir, ona can verir. Nefsin gücü ise kötü arzulardan, lezzetlerden, arzulara tabi olmaktan, yükseklik, şöhret, üstünlük duygusundan ve arzulara düşkünlükten kaynaklanır. Bu gibi şeylerden kaynaklanan sevinç nefse tesir eder ve onu güçlendirir. Bunların hepsi hevanm askerleridir. Heva ise nefsin mülküdür. Kalbin mülkü ise, marifettir. Yukarıda zikrettiklerimiz de kalbin askerleridir.
Biraz önce sayılan şeyler nefse sevimli gelip, nefsin onlardan duyduğu sevinç güçlenirse nefs kalbe baskın gelir. Kalbin kendisine hayat veren şeylerden kaynaklanan canlılığı gider. Kalbin sevinçleri de dünyevi olur.
Nefs kötü arzulardan ve arzulara tabi olmaktan alıkonulursa söner ve gevşer. Zayıflayıp sıkıntıya girer. Kederler ve kaygılar onda bir araya gelir. Arzulardan alıkonulup kesilmesinden doğan kaygılarla nefsin gücü gider. Başta zikrettiğimiz şeylerle de kalp canlanır. Kalp Allah’la sevinmeye başlar. Bu yüzden Allah “De ki: ‘Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır ” (Yunus 10/58) demiştir.
Hz. Peygamberin de (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İnsanoğlunun nefsi genç bir kızdır. Ancak Allah’ın kalbini takva ile imtihan ettikleri kimseler hariç. Bunlar da azdır.”
Enes b. Malik de (r.a) Hz. Peygamberden şöyle rivayet etmiştir: “İnsan yaşlanır fakat onda bulunan iki şey gençleşir: Mal hırsı ve çok yaşama hırsı!’
Hz. Peygamber, ölümü hatırlamaya teşvik etmiş ve şöyle demiştir: “Lezzetleri yok eden şeyi hatırlayın!”
Hadiste kastedilen şey şudur: Sen ölümü hatırladığında ömrünün çoğunun gittiğini, sonunda yok olup gidecek bir kimse olduğunu anlarsın. Bu hatırlama anında ölümü gözünde küçültürsün. Daha sonra ise hangi vakit ölüme ansızın yakalanacağını bilmeyen kimse için dünyanın azının çok olduğunu anlarsın. Dolayısıyla ölüm,lezzetleri yok edicidir. Onu hatırladığında sevincin gider ve onların yerine kaygı ile hüzün gelir. Açığa çıktı ki, burada iki sevinç vardır. Birisi, kalbin Allah’la, O’nun lütuf ve rahmetiyle sevinmesidir. Diğeri ise, nefsin şehvet ve lezzetle sevinmesidir. Kim Allaha ulaşmayı tercih ederse, nefsin kendisiyle sevindiği dinî ya da dünyevî her şeye bir bakar. Sonra bu sevince engel olur ve neticede içindeki gam ve keder zayıflar ve ölür. Kim kötü arzu ve lezzetlerden kaynaklanan sevince engel olursa, iyi amellerden kaynaklanan dinî sevinçlerle neşelenirse ferahlamış olur. Fakat kötü arzu ve lezzetler canlı ve güçlü olmaya devam eder. Çünkü heva her türlü iyi amele karışır, her türlü çabada karışıldığa ve kirliliğe neden olur. İnsan çabayı terk ederse, heva kirlerle birlikte kalır. Kirler ve heva bir arada olduğunda ise Allaha ulaşılmaz.
Allah “Allah yolunda hakkıyla mücâhede edin” (Hacc 22/78) buyurmuştur. Hakkıyla mücâhede etmek, kişinin nefste bulduğu dinî ya da dünyevî her türlü sevinci yok etmesidir.
Her türlü iyi amelde lezzet ve eğlenceden bir pay bulunur. Bu durum kişi için iyi bir şey değildir. Bu kimse için uygun olan kendisini lezzetten korumak gayesiyle başka bir amele geçmesidir. Çalışıp çabalayarak elinden geldiğince bunu yaptığı takdirde Allah çabucak ona bunun karşılığını verir. Allahın ona vereceği karşılık ise kalbini nurlara açık hale getirmesidir. Bu nur kalbi aydınlattığı zaman nefs kendisine verilen bu güzel şeyler aracılığı ile kendisini dünyanın lezzet ve arzularından alıkoyacak bir şey bulur. Bundan sonra hediyelerin lezzetlerini alıp da kendisini kötü bir duruma sokacak bir tehlikeye düşmemesi için nefsin korunması gerekir. Çünkü hediyelerin lezzetini alan nefs, (önceki mücâhede sayesinde) sönmüş ve etkisiz hale gelmişken yeniden uyanır ve canlılık kazanır. Büyük tehlike de buradadır. Bu noktada kalpleriyle Allaha doğru yürüyenlerin çoğu nefsin tuzaklarıyla dolu vadilere düştüler. Bu yazdıklarımın uzantısı ve ikincil meseleleriyle birlikte bin meselenin cevabını senin için güzelce açıklamış oldum.
Hakim Tirmizi-Edep Ya Hu