Kalbin Islahı ve Devası, Fesadı ve Hastalığı Nedir ?

images-19 Kalbin Islahı ve Devası, Fesadı ve Hastalığı Nedir ?

Kalbin ıslahı hüzün ve kaygıdadır; devası ise Allah’ı zikre devam etmektir.

Kalbin fesadı, dünyevi ve nefsanî sevinçlerden kaynaklanır. Hastalığı ise, Allah’ın zikrinden yüz çevirmesi ve Allah’ın zikrinden kendisini uzaklaştıracak şeylere yönelmesidir.

Balık için su ne ise, nefs için de sevinç odur. Balığın hayatı su iledir, karada kaldığı zaman yaşayamaz. Nefs de dünyevi sevinçlerden alı­konulduğu zaman solar gider, güçleri gevşer, zayıflığından dolayı canlılığı azalır. Hüzün, nef­sin yaşamını tehlikeye sokar. İşin sonunda artık kalp kendisine nefs tarafından gelen bu şeyler­den ve nefsin pisliklerinden kurtulur.

Kalp, Allah’a ulaştığı zaman Allah onu diriltir, ona can verir. Allah kalbi dirilttiği zaman ise nefse Allah’ın nuruyla kalbin diriltilmesi sev­dirilir. Kalp, kötü arzu ve sevinçleriyle aslında ölüydü. Sahibi kendisinden razı olup, sevinçleri kalpten uzaklaştırdığı zaman Rabbi ona şükran­la muamele eder. Çünkü kul Allah için hakkıyla mücâhede etmiş, Allah da onu kitabında vaat ettiği üzere kendi yoluna eriştirmiştir: “Bizim uğrumuzda mücâhede edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz” (Ankebut 29/69). Allah o kimseye kapıyı açınca o da yürüyerek kalbiyle Allaha gider. Sonra ona yolun nafakası verilir. En sonunda Allaha ulaşır, Allah da onu nuruyla kendi yakınlığında diriltir. O kimse Allaha yakın kılınan kimselerden (mukarreb) olur. Dünyevi ve nefsanî şeylerle sevinci tattık­tan sonra Allah’la hakiki sevince ulaşır. Allah’ın önde gelen kullarından olur.

Allah’ın zikrine devam etmeyi terk ettiği zaman, kalbi sertleşir. Çünkü zikir, Allah’ın rahmetini kapsar. Allah kitabında kullarına şöyle vaat et­miştir: “Beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim” (Bakara 2/152). Rahmet geldiği zaman kalp yumuşar, nefsin harareti söner. Kalbe gelen bu rahmet nefsi cezbeder ve nefsin katılığı, kabalı­ğı, hantallığı gider.

Kalp ve nefs bu bedende ortaktırlar. Kalbin gücü, marifet, akıl, ilim, anlayış, zihin, zeka, muhafaza ve Allah’la hayat bulmaktan gelir. Bu­rada zikredilen şeylerden kaynaklanan sevinç kalbe tesir edip onu güçlendirir, ona can verir. Nefsin gücü ise kötü arzulardan, lezzetlerden, arzulara tabi olmaktan, yükseklik, şöhret, üs­tünlük duygusundan ve arzulara düşkünlükten kaynaklanır. Bu gibi şeylerden kaynaklanan se­vinç nefse tesir eder ve onu güçlendirir. Bunla­rın hepsi hevanm askerleridir. Heva ise nefsin mülküdür. Kalbin mülkü ise, marifettir. Yukarı­da zikrettiklerimiz de kalbin askerleridir.

İnceleyin:  Affediliş

Biraz önce sayılan şeyler nefse sevimli gelip, nefsin onlardan duyduğu sevinç güçlenirse nefs kalbe baskın gelir. Kalbin kendisine hayat veren şeylerden kaynaklanan canlılığı gider. Kalbin sevinçleri de dünyevi olur.

Nefs kötü arzulardan ve arzulara tabi olmaktan alıkonulursa söner ve gevşer. Zayıflayıp sıkıntıya girer. Kederler ve kaygılar onda bir araya gelir. Arzulardan alıkonulup kesilmesinden doğan kaygılarla nefsin gücü gider. Başta zikrettiği­miz şeylerle de kalp canlanır. Kalp Allah’la se­vinmeye başlar. Bu yüzden Allah “De ki: ‘Ancak Allah’ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla se­vinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır ” (Yunus 10/58) demiştir.

Hz. Peygamberin de (sav) şöyle buyurduğu ri­vayet edilmiştir: “İnsanoğlunun nefsi genç bir kızdır. Ancak Allah’ın kalbini takva ile imtihan ettikleri kimseler hariç. Bunlar da azdır.”

Enes b. Malik de (r.a) Hz. Peygamberden şöyle ri­vayet etmiştir: “İnsan yaşlanır fakat onda bulunan iki şey gençleşir: Mal hırsı ve çok yaşama hırsı!’

Hz. Peygamber, ölümü hatırlamaya teşvik etmiş ve şöyle demiştir: “Lezzetleri yok eden şeyi ha­tırlayın!”

Hadiste kastedilen şey şudur: Sen ölümü hatır­ladığında ömrünün çoğunun gittiğini, sonunda yok olup gidecek bir kimse olduğunu anlarsın. Bu hatırlama anında ölümü gözünde küçültür­sün. Daha sonra ise hangi vakit ölüme ansızın yakalanacağını bilmeyen kimse için dünyanın azının çok olduğunu anlarsın. Dolayısıyla ölüm,lezzetleri yok edicidir. Onu hatırladığında sevin­cin gider ve onların yerine kaygı ile hüzün gelir. Açığa çıktı ki, burada iki sevinç vardır. Birisi, kalbin Allah’la, O’nun lütuf ve rahmetiyle sevin­mesidir. Diğeri ise, nefsin şehvet ve lezzetle se­vinmesidir. Kim Allaha ulaşmayı tercih ederse, nefsin kendisiyle sevindiği dinî ya da dünyevî her şeye bir bakar. Sonra bu sevince engel olur ve neticede içindeki gam ve keder zayıflar ve ölür. Kim kötü arzu ve lezzetlerden kaynaklanan se­vince engel olursa, iyi amellerden kaynaklanan dinî sevinçlerle neşelenirse ferahlamış olur. Fa­kat kötü arzu ve lezzetler canlı ve güçlü olmaya devam eder. Çünkü heva her türlü iyi amele ka­rışır, her türlü çabada karışıldığa ve kirliliğe ne­den olur. İnsan çabayı terk ederse, heva kirlerle birlikte kalır. Kirler ve heva bir arada olduğunda ise Allaha ulaşılmaz.

İnceleyin:  Kitap Okumak Gerek Hem de Çok!

Allah “Allah yolunda hakkıyla mücâhede edin” (Hacc 22/78) buyurmuştur. Hakkıyla mücâhede etmek, kişinin nefste bulduğu dinî ya da dünyevî her türlü sevinci yok etmesidir.

Her türlü iyi amelde lezzet ve eğlenceden bir pay bulunur. Bu durum kişi için iyi bir şey de­ğildir. Bu kimse için uygun olan kendisini lez­zetten korumak gayesiyle başka bir amele geç­mesidir. Çalışıp çabalayarak elinden geldiğince bunu yaptığı takdirde Allah çabucak ona bunun karşılığını verir. Allahın ona vereceği karşılık ise kalbini nurlara açık hale getirmesidir. Bu nur kalbi aydınlattığı zaman nefs kendisine verilen bu güzel şeyler aracılığı ile kendisini dünyanın lezzet ve arzularından alıkoyacak bir şey bulur. Bundan sonra hediyelerin lezzetlerini alıp da kendisini kötü bir duruma sokacak bir tehlike­ye düşmemesi için nefsin korunması gerekir. Çünkü hediyelerin lezzetini alan nefs, (önceki mücâhede sayesinde) sönmüş ve etkisiz hale gelmişken yeniden uyanır ve canlılık kazanır. Büyük tehlike de buradadır. Bu noktada kalp­leriyle Allaha doğru yürüyenlerin çoğu nefsin tuzaklarıyla dolu vadilere düştüler. Bu yazdık­larımın uzantısı ve ikincil meseleleriyle birlikte bin meselenin cevabını senin için güzelce açık­lamış oldum.

Hakim Tirmizi-Edep Ya Hu

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir