Cesaretin kaynağı imandır

namaz21 Cesaretin kaynağı imandırBismillahirrahmanirrahim

Çünkü, âbid, namazında der: (Şehâdet ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.) Yani, “Hâlık ve Rezzâk, Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz. Hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazîne-i rahmet kapısını bulur. Duâ ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbinin emrine musahhar görür. Rabbine ilticâ eder; tevekkül ile istinad edip, her musîbete karşı tahassun eder. İmânı ona bir emniyet-i tâmme verir.

Evet, her hakiki hasenât gibi, cesâretin dahi menbaı imândır, ubûdiyettir. Her seyyiât gibi, cebânetin dahi menbaı dalâlettir.

Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat, meşhur bir münevverü’l-akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise, gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. “Acaba bu serseri yıldız arzımıza çarpmasın mı?” der, evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terk ettiler.)

Evet, insan nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde, sermâyesi hiç hükmünde. Hem nihayetsiz musîbetlere mâruz olduğu halde, iktidarı hiç hükmünde birşey. Adetâ sermâye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir.

Bu derece âciz ve zayıf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir nimet olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki, zararsız yol, zararlı yola velev on ihtimâlden bir ihtimâl ile olsa tercih edilir. Halbuki, meselemiz olan ubûdiyet yolu, zararsız olmakla beraber, ondan dokuz ihtimâl ile bir saadet-i ebediye hazînesi vardır. Fısk ve sefâhet yolu ise hattâ fâsıkın itirafiyle dahi menfaatsiz olduğu halde, ondan dokuz ihtimâl ile şekâvet-i ebediye helâketi bulunduğu, icmâ ve tevâtür derecesinde, hadsiz ehl-i ihtisâsın ve müşâhedenin şehâdetiyle sabittir ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbarâtıyla muhakkaktır.

İnceleyin:  Ey müflis felsefî! Senin tesadüfün buna karışabilir mi?

Elhâsıl, âhiret gibi dünya saadeti dahi, ibâdette ve Allah’a asker olmaktadır. Öyle ise biz dâimâ, (Emirlerine itaate ve hayırlı işlerde başarıya ulaştırdığı için Allah’a hamd olsun.) demeliyiz ve Müslüman olduğumuza şükretmeliyiz. (Sözler, 3. Söz )

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ABES : Oyuncak kabilinden faydasız ve boş amel. Lüzumsuz ve gayesiz iş.
ÂBİD : İbâdet eden kul.
CEBÂNET : Korkaklık, ürkeklik.
DALÂLET : Hak ve hakîkatten, dinden sapma, ayrılma; azma.
DERK : İyice anlamak, idrak etmek.
EHL-İ İHTİSAS : Mütehassıs kimseler.
ELEM : Ağrı, acı, keder, dert, gam, kaygı.
ELHÂSIL : Kısacası, netice olarak, özetle.
EMEL : Şiddetli istek, gaye, ümit.
EMNİYET-İ TÂMME : Tam bir emniyet ve korkusuzluk.
FÂSIK : Günahkâr, büyük günahları işleyen.
FÂSIK : Günahkâr, büyük günahları işleyen.
FISK : Günâh; Allah’ın emirlerini terk ve Ona isyan etmek, doğru yoldan sapmak.
HAKÎM : Herşeyi gaye ve faydalarla yaratan Allah.
HÁLIK : Yaratıcı, herşeyi yoktan yaratan Allah.
HASENÂT : Hayırlar, iyilik ve güzellikler.
HELÂKET : Mahvolma, yok olma, felâket.
İCMÂ : Fikir birliği. Bir meselede âlimlerin ittifak etmesi.
İHBÂRÂT : Haber vermeler.
İHTİMÂL : Mümkün olma. Olanak.
İLTİCÂ : Sığınma.
İSTİNAD : Dayanma, güvenme.
İTİKAD : İnanmak, inanç, gönülden tasdik ederek inanma.
KUDRET-İ SAMEDÂNİYE : Herşey kendisine muhtaç olan Allah’ın gücü.
KÜRE-İ ARZ : Yerküre; dünya.
MÂLÛM : Bilinen.
MUHAKKAK : Hakîkatı ve gerçeği belli olmuş, doğru.
MUSAHHAR : Emre verilmiş, itaatkâr, fethedilmiş, birine bağlanmış.
MÜNEVVERÜ’L-AKIL : Aklı nurlanmış, aydınlanmış olan.
MÜNEVVERÜ’L-KALB : Kalbi nurlanmış, îmânla aydınlanmış olan.
MÜŞÂHEDE : Görme, seyretme, şâhit olma.
NİHÂYETSİZ : Sonsuz.
RAHÎM : Sonsuz merhamet sahibi Allah.
REZZÂK : Bütün yaratılmışların rızkını veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
RÛH-U BEŞER : İnsan rûhu, insan varlığı.
SAADET-İ EBEDİYE : Dâimî saadet; Cennet hayatı, ebedî mutluluk. Sonsuz mutluluk.
SEFÂHET : Zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük.
SEYYİÂT : Kötülükler, günahlar, suçlar.
ŞEHÂDET : Şâhitlik; Allah tarafından Peygamberimize bildirilen herşeyi kabul ve tasdik etme.
ŞEKÂVET-İ EBEDİYE : Daimi sıkıntı ve işkence, bitmeyen azab.
TAHASSUN : Kaleye sığınma. Korunma.
TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
TEVEKKÜL : Sebeplere sarıldıktan sonra neticesini Allah’a bırakma, neticeye rıza gösterme.
TEVEKKÜL : Sebeplere sarıldıktan sonra neticesini Allah’a bırakma, neticeye rıza gösterme.
TEVHİD : Birleme, Allah’ın bir olduğuna ve Ondan başka İlâh olmadığına inanma.
VELEV : Eğer, şâyet, her ne kadar, gerçi.

İnceleyin:  Risale-i Nur’dan Çok Geniş Bir Marifet Dersi!

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir