Kitab ve Sünnete Uymaya Teşvik

 

tahta_top Kitab ve Sünnete Uymaya Teşvik1-Kuran-ı Kerim’deki temel esaslara baktığımızda bunları,kısaca şöyle sıralamak mümkündür:İnanç konularının beyanı,güzel ahlakı teşvik ve kötü ahlaktan sakındırma,ibadetlerin ve hükümlerin açıklaması,muamelat hükümlerinin izahı,ilh…

Allahu Teala,İslamın temel rüknü olması hasebiyle inanç konularını,Kuran-ı Kerim’de detaylarıyla ve akli delillerle paralel olarak;ayrıca kalbi mutmain kılacak ve aklın da kavrayabilceği bir şekilde beyan etmiştir.Aynı şekilde,Allah,yüce Kitabında insanları güzel ahlâka teşvik etmiş ve kötü huy ile davranışlardan sakındırmıştır.

İbadet, muamelat ve bunlara ilişkin hükümler de çok geniş olup Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bunlann ana hatlarını, mücmel ve umûmî bir şekilde zikretmiş; bu konuların detaylarının açıklamasını ve bunlara ilişkin cüziyyâtın izahını da Hz. Peygamber (s.a.v)’e bırakmış­tır. Nitekim Nahl suresi 44. ayette şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve dü­şünüp anlasınlar diye sana da bu Kur’ân’ı indirdik.”

Mesela, Allah Teâlâ, yüce kitabında namazın kılın­masını icmali olarak bildirmiş; detaylarını, nasıl eda edileceğini, namazın hazırlık safhasını, rekât sayısını, vakitlerini Resûlullâh (s.a.v)’in Sünnetiyle beyana havale etmiştir. Bu, zekât, oruç, hacc ve sair şer’î ve amelî hükümlerde de böyledir.

Dolayısıyla Sünnet’i atlayarak Kur’ân-ı Kerim’i anla­mak ve onunla amel etmek imkânsızdır. Sünnet, Kuran’ın anlaşılmasında ve hayata aktarılmasında bir “yan unsur” değil; bilakis “tayin edici” bir unsurdur ve hiçbir şekilde ondan müstağni kalınamaz.

2-Hadis imamları, mevzu/uydurma rivayetlerle ilgili ölçüleri şu şekilde tesbit etmiştir:

Eğer rivayet Kur’ân’ın ve mütevâtir sünnetin nassla- nyla, kati icmâ ile, akl-ı selimle, şer’î aşıtlarla, yerleşik kaidelerle, nasslardan istihrâc edilen mefhum ve ta­savvurlarla çatışırsa veya yerleşik tarihî bilgilere ve gerçeklere ters olursa, Hz. Peygamber (s.a.v)’in söy­lemesi mümkün olmayacak şekilde anlamı zayıf ve anlamsız olursa, münker veya mustahîl (imkânsız) bir içeriği varsa, âlimler bu tür rivayetlerin uydurma ol­duğunu kabul etmişlerdir. Ancak bu ölçüler, makul bir teville tashihi mümkün olan hadislerde işletilmez.

Hâfız Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî der ki: “Eğer hadisin ma’kûle (kesin aklî bilgiye) muhalefet et­tiğini ve usulle çeliştiğini görürsen o hadise itibar etme!”

Usûl imamları, geçici bir illet ya da zamansal masla­hat üzerine kurulu olmadıkça hadisin, genel teşri kaynağı olduğunu belirtmiştir. Eğer hadis geçici bir il­let ya da maslahata mebnî ise genel teşri kaynağı ol­mayıp ifade ettiği hüküm, o zamansal maslahatın varlığına veya geçici illetin tahakkukuna bağlı olur. Yani sözkonusu maslahat ya da illet bulunduğunda hüküm tahakkuk eder; yoksa hüküm de yok olur. Tarihîliğin doğru anlamı da budur.

Bununla birlikte bu tür zamansal illet ve geçici masla­hata mebnî olan hadislerin çok az olduğunun bilin­mesi gerekir. Muhakkik İslâm ulemasının ortaya koy­duğu usûl ve kavâid bu şekildedir. Bunlar, uydurma ve tarihsel rivayetleri tesbit için inşa edilmiş muhkem kaide ve kurallardır. Ancak -Allah’a hamdolsun ki- İslâm âlimlerinin sahih olarak belirlediği hadislerin içinde bu tür uydurma ve tarihsel rivayetler yoktur. Sözkonusu kaideleri ve usûlü işleterek, ulemanın ka­bul ettiği hadisleri tazife (zayıf diye nitelemeye) kalkışmak kalbi kara, aklı ve basireti marazla müptela kimselerin işidir. Nitekim hasta kimseler, ağızlarının ekşiliğinden dolayı tatlı suya dahi kabahat bulabilirler.

Tekrar vurgulamak gerekirse, muhakkik âlimlerin inşa ettiği bu kaideler İlmi ve muhkem asıllardır. Fakat bun­ları, âlimlerin sahih kabul ettiği hadisler üzerinde uygu­lamaya kalkışmak büyük bir yanlıştır.

Ayrıca bunlar umumi kaideler olup herhangi bir mezhebe has değildir.

Hanefî Mezhebinin de diğer mezhepler gibi kendine özgü bir usûlü ve birtakım kaideleri vardır, imam Ebû Hanife (rahimehullah) Mürsel hadislerle amel, Zayıf hadisi de re’ye tercih gibi yaklaşımlarıyla hadis­leri esas alma konusunda bir taraftan esnek bir tavır sergilerken, diğer taraftan da bazı hadisler karşısında çok ihtiyatlı bir tutum göstermiştir. Mesela ravînin, ri­vayetine aykırı davranmaması ve onunla çelişen bir fetva vermemiş olması şartını koymuştur. Umum-i belvâ ile ilgili konulardaki hadislerin tevâtür üzere gelmesini şart koşmuş ve bu tür konulara ilişkin âhâd rivayetleri almamıştır. Bu büyük imamın ictihadî fa­aliyeti kendisini böyle bir sonuca ulaştırmıştır.

İnceleyin:  Müçtehid İmamların Hadislere Karşı Tutumu

Soruda sözü edilen gruplar, eğer bu usûl ve kavâidden hareketle bazı hadisleri almıyorlarsa, bu yaptık­ları, muteber bir imamı taklit etmekten başka bir şey değildir ki bu güzel bir şeydir. Ancak bu gruplar, sa­hih hadisleri reddetmek için bu kaideleri istismar edi­yorsa ve hoşlarına gitmeyen hadislere ta’n etmek için bu usûlü kullanıyorsa bu, bir sapkınlığın ve dinin dı­şına çıkışın göstergesidir.

3-Mustalahu’l-hadis ilmine aşinalığı olan ve detayla­ra girenleri bir tarafa, muhtasar (özet olarak yazılmış) mustalah kitaplarına bakmışlığı olan bir kimse bile, sahih hadisleri korumak ve onlan zayıf ve uydurma olanlardan ayırmak için muhaddislerin tesis ettiği muhkem asılları, yine bunun için inşa ettikleri sistemi ve kavâidi, muhaddislerin bu sahadaki devasa faali­yetlerini ve kurdukları şayan-ı hayret usûl sistemini görür… Ve yine muhaddislerin, uydurma rivayetleri ayıklamak ve hadis uyduranları tesbit için ortaya koy­dukları güçlü bir İlmî yönteme dayanan sabit esasları müşahede eder. Ayrıca tarih boyunca hiçbir peygam­berin rivayetlerine ve hiçbir filozofun fikirlerine, kısa­cası hiçbir habere ve ilme yapılmayan hizmeti; mu­haddislerin, Sünnet-i Nebevî’ye sunduklarına tanık olur.

Muhaddisler haberlerin kabulu için öylesine sağlam ve keskin şartlar ortaya koymuşlardır ki bir haberin kabulü için onlardan daha iyisi düşünülemez! Yani bu bu, alternatifi olmayan bir sistemdir. Hiçbir millet ve hiçbir topluluk muhaddislerin haberleri tesbit için be­lirlediği bu sistemin benzerini üretememiştir. Onlar bu sistemle, tarih boyunca, nakil yoluyla bilinen haberle­rin en sahihlerine, yani sahih hadislere ulaşmıştır.

Buraya kadar anlattıklarımızın tafsilatı, yüzlerce ciltlik hacimdeki ulûmu’l-hadis külliyatında mevcuttur.

Anlatmaya çalıştığımız bu muazzam sistemin yetersiz olduğunu, dolayısıyla daha sağlam bir sistemle de­ğiştirilmesi gerektiğini söyleyenlere şu ayetleri oku­mak kâfidir: “Eğer kulumuz (Muhammed)’e indirdiğimiz (Kur’ân)’dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsi­ni çağırın; eğer doğru iseniz.Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı in­sanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateş­ten sakının.” (Bakara 23,24)

4-Bilindiği üzere fıkıh mezhepleri, içtihada ve tartış­maya açık birçok feri meselede kendi aralarında ih­tilaf etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v) bu tür meseleler­deki ihtilafı söz ve davranışlarıyla onaylamıştır; nite­kim şöyle buyurmuştur: “Eğer hâkim ictihad eder de isabet ederse iki ecir; yanılırsa bir ecir alır.” Hz. Pey­gamber (s.a.v) hayattayken sahabeden bazıları birta­kım feri meselelerde ictihad etmiş ve farklı sonuçlara varmışlardı. Bu durum Efendimiz’e ulaştığında, O (s.a.v) her birinin içtihadını onaylamış ve farklı içti­hadı sebebiyle kimseyi ayıplamamıştı.

Ayrıca feri meselelerde ihtilaf insanın fıtratında var­dır. Her insan topluğu ve her grup arasında farklılık­lar ve ihtilaflar kaçınılmazdır. Bu da Allah Teâlâ’nın kullarına olan rahmetinin bir göstergesidir. Çünkü ih­tilaf insanların önüne, farklı görüşler arasından mas­lahata ve mevcut ortamın şartlarına en uygun olanı seçme yolunu açar. Bu da insanlardan meşakkati kaldırır ve hayatı kolaylaştırır. Hz. Peygamber (s.a.v) “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” buyurmuştur. Mez­hepler arasındaki ihtilaflar övgüye layık ihtilaflar olup, İslâm ilim mirasının emsalsiz ve devasa serveti­ni oluşturmuştur. Mezhepler arasındaki ihtilaflar dik­katle incelendiğinde, yerilen ihtilaflar türünden olma­dıktan görülür.

Ayrıca mezhepler orası ihtilafların bilinen İlmî sebep­leri vardır ki, birçok Alim bunları açıklamış ve bu ko­nuda ciddi bir yekûn tutan kitaplar yazılmıştır, ibn Teymiyye’nin “Raful-melam anl’l-elmmetl’l-a’lâm” adlı eseri bunlardan bir tanesidir.

İnceleyin:  İş Döndü Dolaştı Kur'an'a Geldi

Mezhep öncülerinin Sünneti ihmal ettiğini söylemek, ancak mezhepleri bilmeyen ya da onlara kin besleyen cahillere mahsus bir davranıştır. Sünnet’e son derece bağlı olmaksızın bir ıslâhı fıkıh mezhebinin teşekkül etmesi mümkün müdür?! Fıkıh mezheplerini ve onla-rın imamlarını bilenlerce malumdur ki, bu mezheple­rin öncülerinin hepsi hadis hafızlarıdır ve onların Sün­net’e ittibaı ve ona gösterdikleri ihtimam, bugün bi­zim ulaşamayacağımız bir düzeydedir. Nitekim onla­rın hepsi şu vasiyette müttefiktir: “Eğer bir konuda sa­hih bir hadis bulursanız benim mezhebim odur.”

Hülâsa, mezhep öncülerinin Sünnet’e atfettikleri önem bedihî bir bilgi olup aynca isbata ihtiyaç göstermez.

Evet, hemen hemen her mezhep öncüsü âlim, bazı hadislerle amel etmemiştir; ancak bunu gerekli kılan bazı sebepler vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sı­ralayabiliriz:

  • Bir hadisi almayan imamın o hadisteki gizli bir ille­te muttali olması.
  • Hadisin, tercihe daha şayan başka bir hadisle çeliş­mesi ki, bu durumda mercûh olan hadisi bırakarak râcihle amel eder.
  • Ona göre hadisin sabit olmaması ya da o hadise muttali olmaması.
  • Hadisin neshedildiğine hükmetmesi.
  • Veya o mezhep imamının, şeriatın tümellerinden ve umumiyatından ya da genel yahut özel maslahatlardan istihrâc ettiği şeri kaidelerle hadisin çatışması.

5-Evet, sahih olan hadislerin hepsi itikadî sahada mülzim ve bağlayıcıdır; sahih hadisin delâlet ve ifade ettiği anlama iman etmek gerekir. Ancak sahih hadis­lerin hepsi bu bağlamda aynı derecede değildir. Müte- vatir olmasa da, başka sahih hadislerle çatışma halin­de olmayan sahih (âhâd) hadislerin gereğine inanmak lazımdır. Bununla birlikte bu tür hadislere inanmayan kimse bidatçi ve günahkâr olur; fakat tekfir edilmez.

Mütevatir hadislere gelince, onlara inanmak gerekir ve onu inkâr eden kimse kâfir olur, İslâm’dan çıkar. Ancak burada sözkonusu mütevatir hadisin o insan nazarında sabit olması şartı vardır; eğer o kişi nezdin- de hadisin mütevatiriiği sabit olmamışsa onun kültü­ne hükmedilmez. Kelâmcılar ve diğer âlimler bu hu­susta şöyle demişlerdir: “Âhâd haberler akidede, hüc­cet değildir. Yemi inkâr ve muhalefet edenin küfrünü gerektirecek derecede bağlayıcı değildir. Bu tür ha­disleri inkâr eden kimse tekfir edilmez, demektir; yoksa âhâd hadislerin akidede hiçbir kıymeti yoktur^ demek değildir”. Et-Teftâzânî, Şerhu’l-mekâsıd adlı eserinde böyle söyler.

6-Kitap ve Sünnet, Müslüman ferdin şahsiyetini ve Müslüman toplumun hayat tarzını inşa eden iki esas unsurdur. İslâmî hayat demek, Kur’ân ve Sünnet’in şekillendirdiği hayat demektir.

Kur’ân ve Sünnet’in belirlemediği ve yön vermediği hayat, cahilî bir hayattır ya da İçinde cahiliye olan hayattır. Şu ayet-i kerimeler bunu açıkça ifade et­mektedir;

“Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik.” (Nisa, 64)

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle,

sıddıklarla, şehidlerle, salihlerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisâ, 69)

“Ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte in­dirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır.” (A’raf, 157)

“Şanım hakkı için, muhakkak ki sizin için, Allah’a ve son güne ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için Resûllulah’da pek güzel bir örnek var­dır.” (Ahzab, 21)

“Peygamber size ne verdiyse onu alin. Size neyi ya- sakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çün­kü Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Haşr, 7)

Hz. Peygamber (s.a.v) de bu hususta şöyle buyur­muştur:

“Sizden biriniz hevasım (arzularını, görüşlerini! benim getirdiklerime tâbi kılmadıkça iman etmiş olmaz.”

Bütün bunlardan da anlaşıldığı üzere Allah Teâlâ, hi­dayeti, kurtuluşu, dünya ve ahiret saadetini Kitabı ile amel etmeye ve Peygamberinin Sünneti’ne uymaya bağlamıştır.

 

Muhammed Salih Ekinci,

Rihle Dergisi,Sünnet Sayısı

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir