‘Sevgiye adanmış ruhlar pek nadidedir. “Sadelikleriyle et- kilerler; sadelik belki de onların ermişliğidir.
Gümüşlükte kalabalık bir aile halinde balık yiyoruz. Arka masada bir adamın sesi kulaklarımı tırmalıyor: Benim bu hayattaki zevkim para kazanmak…” Yani nasıl? Bu cümle, insanın yüzü kızarmadan, pişkin bir kahkahayla nasıl söylenebiliyor?
îbni Sina’nın hayatını okuyordum, öğretmenlerinden birisi ondaki cevheri keşfettikten sonra babasından bir ricada bulunuyor. Onu gündelik hayatın sıradan meşguliyetlerinden uzak tutmasını, hayatını sadece ilme vakfedebilmesi için oğluna destek olmasını istiyor. Düşünüyorum: Bugün kaç baba, oğlunu ilim adamlığı yönünde özendirebilir? Kaçımız evlatlarımızı Sevgbir köhne kitap, bir sarı kandil’in aydınlığına emanet edebilecek kadar yürekliyiz? Kaç anne-baba çocuklarının erdemli bir hayat sürmesini, iktidar araçlarına râm olmanın önüne koyabiliyor?
Hayat, insan olmayı öğrenme yolculuğudur. Bilginin amacı dünyayı yağmalamak olamaz. Bilgi, kendimizi ve kâinatı daha iyi anlayıp insanlığımızı tastamam yaşayabilelim diye bir vasıta olsa gerek. Bilmek, olmaktır.
İnsanlığımızı tam manasıyla yaşayabilmek için göklerle konuşmayı da öğrenmemiz icap etmiyor mu? İnsan, belki de göklerin dilini anlamadığı ve konuşamadığı için bu kadar kekeme. İnsan dili bu yüzden günümüzde birleştirmeye değil, ayırmaya hizmet ediyor.
Kierkegaard onlara ‘iman şövalyeleri* demişti, Serres ‘insanlığın gizli aristokrasisi* diyor. “İman şövalyesi kendini başkalarına anlaşılır kılmanın acısını duyar’’ fakat başkasına yol göstermek için boş bir istek duymaz. Acısı doğru yolda olduğunun güvencesidir.”
İyiliği izlemek gerek. İyiliği yayan insanlar, yeryüzünü hepimiz için emin bir yurt kılıyor. Çünkü insanda insanda fazlası vardır. Çünkü kozmos ve ruh, iki ayrı gerçeklik değil, bir gerçekliğin iki ayrı yüzüdür. Zuni yerlilerinin söylediği ilahi gibi: “Zuni’de yağmur yağarsa, bütün dünyada yağar.”
Kaynak:
Kemal Sayar – Herşeyin Bir Anlamı Var
0 Yorumlar