Söylenmemiş Aşkın Güzelliğiyledir
..Unutabilmenin de kendisine mahsus zevkleri var. Acı, içimizde sonsuza dek yaşamadığı için hayata tutunabiliyoruz. Geleceğin daha güzel olacağına dair bir ümit besliyoruz. Böylece ayakta kalıyor, sevmeye, çalışmaya devam ediyoruz. “Ey ömrün en güzel türküsü Aldanış/ Aldan! Gelmiş olsa bile ümitsiz kış.” İnsan aldanmayı istiyor, ölümün ve acının kol gezdiği bir dünyada başka türlü nasıl direnebilir?
Her aşk, sonsuza dek sürme istidadı taşıyor. Severken aklımıza ayrılık gelmiyor. Ayrılığı sevdaya dahil etmiyoruz. Tıpkı yaşarken ölümü düşünmek istemediğimiz gibi. Şeylerin zeval bulması, yokluğa karışması, ağzımızın tadını bozuyor. Hep bir yenileniş duygusuyla, sil baştan yaşamak istiyoruz hayatı. Verilmiş her anı, bir armağana kavuşur gibi sevinçle tatmak istiyoruz.
Oysa azar azar çürüyor vücutlarımız. Söyleyecek sözlerimiz tükeniyor. Aynı kelimelerle konuşmaktan dilimiz aşınıyor. İnandığımız ülküler politik propagandayla kirletiliyor. İnandığımız insanlar, hayatın bir yerinde bizi hayal kırıklığına uğratabiliyor. Bazen kendimize şaşırıyoruz. Yalan söyleyebilme yeteneğimize, kendimizi kandırabilme kudretimize. Hayat ilerledikçe, kendi cehennemimizin kara deliğine doğru çekiliyoruz. “Herkesin bir kez kendi cehennemine inmesi gerekir” demişti CesarePavese. Kimimiz, hiç oradan çıkmıyor. Kimimiz, aldanışın vaatlerine kanarak orayı cenneti sanıyor.
Her yerde insanlar kendilerini övmek ihtiyacı duyuyor. “Ben boşuna yaşamadım” demek ihtiyacı, aynaya bakmak ihtiyacı duyuyor. Günübirlik sözlerin arasına kişisel propagandanın kırılgan şivesi karışıyor. İşte o kadar kırılganız. Vücutlarımız gibi, kimileyin ruhlarımız da çürüyor. O yüzden, birisi bize var olduğumuzu söylesin istiyoruz. Birisi bize sahici insanlar olduğumuzu hatırlatsın.Hayatımızı övülmeye değer bulsun.
Söylediğim sözlerle hayatım arasında günbegün derin bir yarık oluşuyor. Ruhuma şifa olsun diye yazdığım her kelime, ona ayıracak bir sessizliğim yoksa* yaramı daha da onulmaz kılıyor. Yazmak tehlikeli. Yazmak insanın hançeresinden bir neşide gibi fırlamıyorsa eğer, endişeyi tırmandırıyor. Söz, sükûtla taçlanmıyorsa yerlere düşüyor. Bir ruhtan çıkıp başka bir ruha değiyorsa sözün anlamı var.
Üzerimdeki bütün maddî örtüleri atsam benden geriye ne kalacak? Mesleğimin, toplumsal rollerimin, imgelerimin dışında kimim ben? İnebildim mi kendi cehennemime? Cennetin kokusu yokladı mı hiç ruhumu? Kelimelerin nüfuz edemediği bir sidretu-l-münteham var mı benim? Daha önemlisi, bir miracım var mı?
İnsan sadece anda yaşıyor. O uzun, o büyük şimdinin coğrafyasında. Bugün seviyor, yarın darılıyoruz. Oysa kanat takıp uçabilsek, gökyüzüne çıkıp da âlemi seyredebilsek; yükselebilsek de ömür denen o kavisli ırmağı bir bütün olarak görebilsek; yağmur kokan bir sabaha karşı camı açıp da içimize gökyüzünü çekebilsek, mevcudatın yalnız aşk üzere yaratıldığını hissedeceğiz. Sessizliğin sesini duyacağız. Oraya kelimeler girmeyecek. Aklın orada yeri yok. Sadece teslimiyetin dile gelmez neşesi.
Hayat hâlâ damarlarımızda akmaya devam ediyorsa aşkın güzelliğiyledir.
Kemal Sayar,Herşeyin Bir Anlamı Var