Yargılıyız Acı Çekmeye…
Yargılıyız acı çekmeye. Acının her şeye egemen olduğu bir çağda yaşıyoruz: en çok insan öldürülen bir çağ çünkü bu. Özellikle, Türkiye’de her şeyin üstünü yoğun bir acı kaplamış: gülüşümüz bile acıdır bizim. Büyük bir ulusun son küçük parçası üstünde bırakıldık. Hem bir toprak yitikliğinin, hem de bir ülkü yitikliğinin acılarından kaynaklanıyor bizim acımız. O, bu iki durumu sürekli duyumsatmaya çalışıyordu: kesiksiz bir direnişle: (Güncele kapılıp gitmeme direnişiydi bu). Kuzey Afrika kıyılarından, Arabistanlardan, Kafkasyalardan. Balkanlardan bir haber bekler gibiydi âdeta: “On milyon kilometre karemiz nerde?”: sorardı bunu: “insanımızı kardeş kardeş bir arada yaşatan ülkü nerde?”: (Bu gerçekleri tüm aydınların, yurttaşların kavramalarını istiyordu: biraz da hurdan kaynaklanıyordu O’nun halk çıyanı okulluya büyük önem verişi bundandı: okullarda bu ger, çekler öğretilemese, duyumsatılamasa bile, Türk ulusunun tarihsel yeteneğine olan inancı tamdı: “nasıl olsa” derdi, “tam anlayacaklar bu gerçeği” derdi, “o ülkünün gereğini” derdi: “Ulusal kavrama zamanı bu”: eklerdi böyle). İyileşmez bir yara: evrensel yitiklik. Türk ulusunun sayrılığı, biraz da saralı hali, burdan geliyor şimdi: evrensel ülküsünün elinden alınışından. Sınırsız bir büyüklüktür insan: evrensel ülkü yaklaşımıyla ulusal bileşime varamadı mı o ulus, yatalak bir hastadır artık: ulusumuzun şimdiki konumu. Evrensel ülkümü arıyorum her yerde.
Evrensel ülkümün bir parçasını birinde görüvereyim, sürekli, durmadan yürümek istiyorum birlikte: evrensel ülkünün çok somut bir belirtisi oluyordu O: Türk toplumu içinde: yıkımlar ortasında: (Enkazların arasından adım adım ilerliyordu: ilerletmek istiyordu toplumu: tüm yapıların kopuk kablolarını bağlamaya uğraşarak: evrensel ülkünün ışığına: ”hepimiz kablo bağlayıcılarıyız” derdi, “akım için” derdi, “tarihsel işlevimizin yürüyüşü için: BU YENIKLİKTEN YENİDEN AYAĞA KALKARAK” derdi: sorardı dönüp: “ancak, insanı severek, sürekli, değil mi?”: bir bir doğrulardık O’nu: 0 da eklerdi hemen: “İNSAN SEVGİSİ PEYGAMBER SEVGİSİYLE BAŞLAR”: ilke). Bir örgü örer gibi tüm tarihsel değerleri eklemeye çalışıyordu birbirine: Tarihe tutunarak yürünebilirdi ancak: çetin engeller vardı aşılması gereken = yaşayabilmemiz bu engelleri aşmamıza bağlıydı. (Kendi kendime düşünürüm: nasıl, kendi kendinin de engeli olabiliyor insan, diye. Bir çelişki gibi görünse de, insan, kendi kendinin de engeli olabilir: yaratılış bilgeliğini kavramaya doğru ilerlemeyen insan, bunun gereği zihinsel edimlerini manevî kaynaklarla donatmayan insan, sürekli kendini bir tembelliğe iten insan, kendi kendinin de engeli olur:
aşmaya, daha ileri varmaya engel olur: insan, aşmak zorundadır kendi kendini: kendi kendini öldürmeye, bir çukura düşmeye karar verebilen insan, niçin, kendi kendini aşmaya, doruklara çıkmaya karar veremesin?:insan, manevi kaynaklardan uzaklaştıkça parça parça öldürmüş olur kendini: taksitli özöldürüm bu). Yürüyüşte yolun temizlenmesi gerekli: sanatın, edebiyatın bir işlevi de, en azından, yolu temizlemektir, yolu açık tutmaktır: zaman zaman, sanatın, edebiyatın işlevinin savaşımcı bir yaklaşımla belirmesi gereğini de anlatırdı: “Büyük” derdi, “sanatın, edebiyatın işlevi”. Eklerdi: “yürüyüşü düşmanlardan korumak da sanata, edebiyata düşüyor. Yürüyüşün öncüleri sanatçılar, edebiyatçılar olmuyorlar mı bunun için? Sanatçılarında yoğunlaşır ulusların duyumsama gücü, kuşkusuz ileriyi görme yeteneği de” + özellikle, Ankara’ya her gelişinde özenle gözlemlerdim O’ndaki bitimsiz coşkuyu: tarihsel işlevini bilmiş olmanın çok alçak gönüllüce beliren sevinci mi oluyordu bu? (Düşünürdüm). Bir insan bir ordu oluyordu O’nda: dinç, gürbüz, vakur: tarihin tüm kanayan yaralarını da şahdamarında duyumsayan: İNSAN (: Yeryüzünün damarlarında dolaşan tek yapıcı güç). O’nunla bir bilinç ‘yürüyordu’: devingenleşenbir bilinçti de bu; onun için ‘yürüyordu’ diyorum bu bilince: O’nun bize aşıladığı özsuya: evrensel ülküden kaynaklanan çok narin, çok insancıl eylemin içimizde kımıldaması diyorum bu özsuya.
Nuri Pakdil,Bağlanma