Mükelleften güçlük ve sıkıntı kaldırılmıştır. Bunun iki gerekçesi vardır.
a) Mükellefin teklif yolunda ilerlemeden kesilmesi, ibadetleri sevmemesi ve yükümlülükten nefret etmesi endişesi. Bu gerekçenin altına, onun bedenine, aklına, malına ya da davranışlarına bir bozukluğun arız olabileceği endişesi de girebilir,
b) Kula yönelik çeşitli yükümlülüklerin çok ve bir anda bulunması durumunda onları gereği gibi yerine getirememesi endişesi. Meselâ, mükellefin ailesine, çocuklarına bakması ve bunların yanında çeşitli yükümlülüklerle karşılaşması gibi. Mümkündür ki. bazı işlerle meşguliyet, diğer yükümlülüklerin ihmalini doğuracaktır. Bazen de aşırı bir gayretle bütün yükümlülükleri yerine getirmeye çalışacak, fakat buna güç yetiremeyecek ve bu kez hiçbirisini tam olarak yapamayacak, hepsi de yarım yamalak kalacaktır.
Şimdi birinci kısmı ele alalım: Yüce Allah bu kutlu şeriatı hoşgörü ve kolaylık esasları üzerine kurulu hanîflikle göndermiş, kulların kalbini ona karşı nefret duygularından korumuş ve onu mükelleflere sevdirmiştir. Eğer onlar hoşgörü ve kolaylık esaslarına ters düşecek şekilde amel etselerdi, o zaman yükümlü oldukları hususlarda işe yarar amel ortaya koyamazlardı. Bu konuda: “Bilin ki, içinizde Allah’ın pey-gamberi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uymuş olsaydı, şüphesiz sıkıntıya düşerdiniz; ama Allah size imanı sevdirmiş, onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkarcılığı, yoldan çıkmayı ve baş kaldırmayı size iğrenç göstermiştir” (1) âyetini ele alalım: Bu âyette Yüce Allah, kolaylaştırmak ve hoş göstermek suretiyle imam bize sevdirdiğini, onu bu şekilde ve karşılığında mükâfat vereceği va’diyle bizim kalplerimizde süslediğini bildirmektedir. Hadiste de şöyle buyrulmuştur: “Amellerden güç yetirebileceğiniz şeyleri yapmaya çalışın. Çünkü siz usanmadıkça, Yüce Allah asla (sevap vermekten) usanmayacaktır.’’(2) Ramazan gecelerinin ihya edilmesi ile ilgili olarak da: “(Allah’a hamdden) sonra, ey insanlar! Bana sizin durumunuz gizli değildir (sizin iştiyakınızı biliyorum). Ama gece namazının (teravih) üzerinize farz kılınmasından ve sizin de ona güç yetirememenizden korktum” (3)buyurmuştur.
Havla bin. Tuveyt hadisi de şöyle: Hz. Âişe validemiz, Hz. Peygambere “Şu Havla bt. Tuveyt! Dediklerine göre gece hiç uyumazmış” dedi. Hz. Peygamber:”Gece uyumaz mı ?! Gücünüzün yettiği kadar ibadet edin, çünkü siz usanmadıkça, Yüce Allah asla (sevap vermekten) usanmayacaktır”(4)buyurdular.
Enes hadisi de şöyle: Hz. Peygamber birinde mescide girmişti. Orada iki direk arasına uzunlamasına bağlanmış bir ip vardı. Hz. Peygamber:”Bu ne?” dedi Orada bulunanlar: “Zeyneb’in ipi. Namaz kılarken yorulduğunda ona tutunur” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Onu çözün. Sizden biriniz zinde oldukça namaz kılsın. Tembellik ya da gevşeklik hissettiğinde otursun”(5) buyurdu.
Kıldırdığı namazı çok uzattığı için Muaz’a: “Muaz! Sen fitneci misin?!” diye çok sert çıkışmış(6) ve: “İçinizde insanları nefret ettirenler var. Sizden biriniz başkalarına namaz kıldırdığı zaman hafif tutsun; çünkü onlar içerisinde zayıf, yaşlı ve iş-güç sahibi olanlar vardır”(7)buyurmuştur.
Ümmetine acıması sebebiyle visal orucunu yasaklamıştır.(8) Adakta bulunmayı yasaklamış ve: “Allah onunla cimriden bir şeyler çıkarır ve o (adak) Allah’ın kaza ve kaderinden hiçbir şey değiştiremez”(9) buyurmuşlardır. Bütün bu örnekler, daha önce geçen ve aklen kavranılması mümkün olan usanç verme, sıkılma, acze düşme, ibadetten nefret etme ve hoşlanmama gibi sebeplere dayanmaktadır (muallel). Hz. Âişe validemizden Hz. Peygamber efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Şüphesiz bu din metindir. Ona yumuşaklıkla girin(10) ve nefislerinize Allah’a kulluğu sevimsiz hale getirmeyin; çünkü acele eden ne yol alabilir ne de binek bırakır.”(11)
Hz. Âişe şöyle der: Hz. Peygamber acıdığından dolayı ashaba visal orucunu yasakladı. Onlar: “Siz visal orucu tutuyorsunuz” diye de sorduklarında onlara: “Şüphesiz benim durumum sizinki gibi değildir. Ben gecelerim de Rabbim beni yedirir ve içirir (siz ise böyle değilsiniz)” (12)buyurdu.
Bütün bunlardan şu netice çıkıyor: Buradaki yasaklar Şâri’ce gözönünde bulundurulan ve akılla kavranılabilen sebep (illet) yüzünden olmaktadır. Durum böyle olunca, yasak illetle birlikte var ya da yok olacak demektir.(13)Hz. Peygamber’in illet olarak gösterdiği şey bulununca, yasak da ona yönelik olarak bulunacaktır; illet bulunmadığı zaman da yasak ortadan kalkacaktır. Çünkü insanlar bu meydanda iki grupturlar:
Birinci Grup: Bu gruptan olan insanlarda, fiili işleme sırasında mutat üstü olan bu meşakkat hemen etkisini gösterir ve o fiilin ya da başkasının fesadına etki ederya dakişide onakarşı bir sıkıntı veusanç doğurur; o işi işlemeye karşı bir tembellik meydana getirir. Genelde mükelleflerin çoğunun durumu böyledir. Bu gibi meşakkat içeren amellerin olduğu şekliyle işlenmemesi ve eğer terkedilmesi şer’an caiz olmayan amellerden ise şeriatın getirdiği doğrultuda ruhsatların kullanılması, terki caiz olan şeylerden ise tümden terkedilmesi uygun olacaktır. Yukarıda geçen delillerin gerekçeleri (ta’lil) bunu gerektirmektedir. Buna, Hz. Peygamber’in şu hadislerini delil olarak kullanabiliriz: “Kadı, öfke halinde iken hüküm veremez’’(14)”Şüphesiz nefsinin de üzerinde hakkı vardır; ehlinin de üzerinde hakkı vardır.’’(15)Hz. Peygamber bu sözlerini, devamlı oruç tuttuğu haberi kendisine ulaşan Abdullah b. Amr b. el-Âs’a söylemiş ve onun ağır yükler altına girmemesi için tavsiyede bulunmuştur. Devam ettiği bu ibâdet, yaşlılık sebebiyle ağır gelmeye başlayınca Abdullah: “Keşke Hz. Peygamber’in ruhsatını kabuletseydim” diye temennide bulunmuştur.
İkinci Grup: Mutat dışı güçlük içermesine rağmen kendilerine ağır gelmeyecek, usanç ve tembellik göstermeyecek türden olan insanlar. Bu türden olan insanlara, mutat üstü meşakkat içeren ameller, içermiş oldukları meşakkatlerden daha baskın gelen bir motif, onları kolay hale dönüştüren bir saik, ya da amele karşı duyulan aşırı bir iştiyak veya ondan alınan bir haz… sebebiyle ağır gelmemekte, aksine başkaları için çok ağır iken bunlara hafif gelmekte, sözkonusu olan meşakkat bunlar için meşakkatlikten çıkmakta, dahası bu tür amellere giriştikçe, onların sıkıntılarına göğüs gerdikçe daha çok huzur ve ferahlık hissetmekteler veya tedirgin edici ve iç tırmalayıcı etkenlerin tesirinden kendilerini korumaktadırlar. Meselâ, hadiste Hz. Peygamber Bilâl! Bizi ferahlat”(16) buyurmuş, başka bir hadiste de: “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi… Gözümün, aydınlığı namazda kılındı.’’(17)buyurmuştur.
Gece ayakları şişinceye ve bacakları uyuşuncaya kadar kıyamda durması sonucunda da (kendisine “Niye bu kadar kendinize eziyet ediyorsunuz? Nasıl olsa sizin gelmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedilmiştir” diye soranlara): “Rabbime karşı çok şükreden bir kal olmayayım mı?”(18)demiştir.
Kendisine: “Ya Rasûlallah! Öfke halinde de, rıza halinde de sizin sözlerinizi alalım (yazalım) mı?” diye sorduklarında: “Evet!” buyurmuşlardı.’’(19)
Halbuki o, bizim hakkımızda “Kadı, öfke halinde iken hüküm veremez”(20) buyurmuştu. Bu her ne kadar Hz. Peygamber’in kendisine ait bir husus ise de, diğerleri hakkında da delil olmaya elverişlidir. Amellerde meşakkatlere katlanma ve onlara karşı devamlı sabır gösterme ile ilgili bu mânâda delil çoktur.
Bu konuda sahabe, tabiîn ve onları takip eden nesillerden gelen ve ilim, hadis rivayeti ve ictihad mertebesine ulaşıp kendilerine tâbi olunan kimselerden gelen haberler delil olarak yeterlidir. Bunlar içerisinden Hz. Ömer, Hz. Osman, Ebu Musa el-Eş’arî, Saîd b. Âmir, Abdullah b. ez-Zübeyr’i; tabiîn neslinden Âmir b. Abdikays, Üveys, Mesrûk, Saîd b. el-Müseyyeb, el-Esved b. Yezîd, er-Rebî b. Huseym, Urve b. ez-Zübeyr, Kureyş’in zahidi diye ün yapan Ebu Bekir b. Abdur-rahraan, Mansûr b. Zâdân, Yezîd b. Harun, Hüşeym, Zirr b. Hubeyş, Ebu Abdirrahman es-Sülemî ve isimlerini saydığımızda uzayıp gidecek daha pek çok simayı bunlara misal olarak hatırlayabiliriz. Bunlar yaşadıkları bu halleriyle sünnete tâbi olmuş ve onun sınırlarını korumuş kimselerdir.
Rivayet edildiğine göre,Hz. Osman yatsı namazını kıldıktan sonra vitre kalkar ve onda bütün Kur’ân’ı okurdu. Nice kimseler vardı ki, şu kadar sene yatsı namazının abdesti ile sabah namazını kalmışlar,(21)şu kadar sene durmadan oruç tutmuşlardı. Rivayete göre İbn Ömer ile İbn ez-Zübeyr visal orucu tutarlardı. İmam Mâlik dehir orucunu (ömür boyu tutulan oruç) caiz görmüştü. Üveys el-Karanî, sabaha kadar gecesini ihya eder ve: “Bana ulaştığına göre, Allah’a ebediyen secde halinde bulunan Allah’ın kulları varmış” derdi. Benzeri bir rivayet Abdullah b. ez-Zübeyr’den de gelmiştir. Esved b. Yezîd, nefsini oruç ve ibâdet içerisinde yorardı; öyle ki, sonunda benzi solar ve vücudu sararırdı. Alkame kendisine: ‘’Yazık sana! Bu bünyeye niçin işkence ediyorsun?” dediğinde: “Durum çok ciddî!” diye karşılık verirdi. İbn Sîrîn’in anlattığına göre, Mesrûk’un hanımı: “Mesrûk, ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Ben bazen arkasına oturur ve kendisine yaptığını gördüğüm şeylerden dolayı ağladığım olurdu” demişti. Şa’bî şöyle nakleder: Şiddetli sıcak bir günde, Mesrûk oruçlu iken bayılmışti. Kızı kendisine: “Orucunu boz!” dedi. Mesrûk kızına: “Bunu benden niçin istiyorsun?” dedi. O: “Acıdığımdan!” diye cevap verdi. Mesrûk: “Yavrucağızım! Ben de, süresi elli bin gün olan bir gün için nefsime acıdığımdan bunu yapıyorum” diye karşılık verdi.
Önceki nesillerden olup da, herkesin tahammül edemeyeceği ve ancak Allah’ın bu iş için seçmiş olduğu kimselerin tahammül gösterebileceği zor işlerin ki bu işler de onlar için seçilmiş oluyordu üstesinden gelebileceği pek çok örnek bulunmaktadır. Onlar bu halleriyle sünnete ters düşmüş değillerdi. Aksine “es-sâbikîn el-evvelîn” yani ilk ve öncülerden sayılmışlardı.Allah bizi de onlardan kılsın! Çünkü zorluk ve meşakkat içeren amellerin yasaklanmasını gerektiren illet, bunlar hakkında mevcut değildi. Dolayısıyla onlar için bu tür amellerin yasak olmasını gerektirecek bir unsur mevcut değildi. Nitekim “Kadı, öfke halinde iken hüküm veremez”(22) buyruğu karşısında bakıyoruz. Burada yasağın sebep ve illeti, zihnin meşguliyetinden dolayı delillerin tam olarak değerlendirilememesi olmaktadır diyor ve bu hükmü illetin bulunduğu zihni meşgul edecek her şeye teşmil ediyoruz. Bu illetin bulunmadığı şeylere ise şâmil kılmıyoruz. Hatta öyle ki, kadı zihnini meşgul etmeyecek derecede az öfkeli olursa, dâvaya bakabilir diyoruz ki, bu anlayış doğru ve yerinde bir yaklaşım olmaktadır.
Birinci gruptan olan kimselerin durumu, ziyadesiz İslâm’ın normal hükümleriyle ve iman gereğiyle amel etmek olmaktadır. İkinci gruptan olanlar ise, kendisine galebe çalan korku, ümit ya da sevginin itmesiyle hareket eden kimseye benzemektedirler. Korku itici bir kırbaçtır ; ümit çekici bir öncüdür; sevgi ise sürükleyici bir akımdır. Korku duyan kimse, meşakkatin bulunmasına rağmen ameli işler, şu kadar var ki, daha ağır olan şeylerden duyulan korku, meşakkatli de olsa nisbeten daha hafif olan şeylere tahammül gösterilmesine iter. Ümitvâr olan kimse de meşakkate rağmen o işi yapar; şu kadar var ki, eksiksiz bir rahata ulaşacağına olan ümidi, kişiyi mükemmel bir yorgunluğa tahammüle sevkeder. Seven insan, sevdiğine duyduğu iştiyakla bütün gayretini sarfederek çalışır ve bunun sonucunda zor olan kendisine kolay gelir; uzak yakan olur; gücünü kuvvetini tüketir, buna rağmen sevginin hakkını vermiş, nimetin şükrünü yerine getirmiş olduğunu düşünmez; ömrünü bu uğurda tüketir, fakat arzusunu yerine getirdiğini düşünmez. Kişinin nefsi, aklı ya da malı için duyduğu endişe de aynı şekilde, buna sebebiyet verecek amellerin işlenmesine, eğer kişinin tercihine bırakılmış ise, engel olur. Yok yapılması gereken hususlardan ise, o zaman da ruhsatlar getirilir ve böylece meşakkat içerisinde meydana gelmemesi istenilir, Çünkü meşakkatin ve bunun neticesinde bedeni, aklı ya da malı hakkında bir endişe duyması, daha Önce de geçtiği gibi insanın içini tırmalar ve huzurunu kaçırır.
—————
[1] Hucurât 49/7.
[2] Müslim, Sıyâm, 177.
[3] Buharı, Terâvîh, 1; Müslim, Müsâfirîn, 177.
[4] Müslim, Sıyâm, 177.
[5] Buhârî, Teheccüd, 18; Müslim, Müsâfirîn, 219.
[6] Buhârî, Edeb, 74; Salât, 178.
[7] Buhârî, Ezan, 61, 63; Müslim, Salât, 182, 185, 186; Ebu Davud, Salât, 124.
[8] Daha önce geçti. bkz. [1/343].
[9] Müslim, Nezir, 5; Tirenizi, Nüzûr, 11; Nesâî, Eymân, 26.
[10] Buraya kadar olan kısmı için bkz. Ahmed, 3/199.
[11] Hadisin son kısmı için bkz. Keşful-hafâ, 1/300.
[12] Buhârî, Savın, 50; Müslim, Sıyâm, 57-61-
[13] Yani yasağı gerektiren illet var yasak hükmü de var, illetyoksayasak hükmü do yok olacaktır. (Ç)
[14] Buhârî, Ahkâm, 13; Müslim, Akdiye, 16; Ebu Davud, Akdiye, 9.
[15] Buhârî, Savm, 51, Edeb, 86; Tırmizî, Zühd, 64.
[16] Keşful-hafâ, 1/1 i 7. (Concordance aracılığı ile temel hadis kitapları içeri–sinde bulamadık.)
[17] Nesfiî, Nisfl, l;Ahmed, 128, 199,285.
[18] Buharı, Teheccüd, 6; Müslim, Münâfikîn, 79-81.
[19] Kadı lyâz, Şifâ’da şöyle nakleder: Abdullah b. Amr şöyle anlatır: “Yâ Rasulallah! Senden işittiğim her şeyi yazıyorum” dedim, O da: “Evet, benden duyduğun herşeyi yaz” buyurdu. Ona: “Rıza ve öfkehalinde de mi?” dedim. O: “Evet, çünkü ben bu konuda haktan başka bir şey söylemem” buyurdu. Şarihi Molla Ali bu hadisin, Ahmed, Ebu Davud, Hâkim tarafından rivayet edildiğini ve Hâkim tarafından ayrıca sahih bulunduğunu belirtir. (Aynen bkz, Ebu Davud, İlim,; Dârimî, Mukaddime, 43; Ahmed, 2/162, 192, 207).
[20] Buhârî, Ahkam, 13; Müslim, Akdiye, 16; Ebu Davud, Akdiye, 9.
[21] Yani gece hiç; uyumadan sabaha kadar ibadetle meşhut olmuşlardı. (Ç)
[22] Buhârî, Ahkâm, 13; Müslim, Akdiye, 16; Ebu Davud, Akdiye, 9.
0 Yorumlar