Nasıl Olduk da Bu Hale Geldik ?
Nasıl olduk da bu hale geldik? Arabada bebek var yerine, arabada sopa var, levhasıyla dolaşır hale geldik. Hangi değerler erozyona uğradı ve nasıl bu hale geldik? Şehirler bu dönüşüm ve erozyona uğramış insanların buluştuğu mekânlar haline geldi artık. Her gün New York’ta, Kaliforniya sokaklarında cinnet getiren gençlerin işledikleri cinayetleri veya seri cinayetler işleyen katilleri izliyor ve şaşırarak takip ediyorduk. Artık şaşırmıyoruz .Çünkü tüm bu haberleri artık kendi ülkemizin, şehrimizin gündelik haberleri arasında izliyoruz. Şehirlerimiz ve bu şehirlere ruh veren insan bozuldu. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde diyor ki: “İnsan vücudunda bir et parçası var ki -bilgisayardan örnekle konuşacak olursak ana beyin- o bozulduğu zaman -bilgisayar nasıl çöpe ahlıyorsa- o et parçası fesat olduğu zaman bütün vücut fesat olur.””Bu et parçası nedir ya Resûlallah?” diye sorduklarında Efendimiz “Kalp’tir.” diyor. Kalp bozulduğu zaman her şey bozulur.
Ve şu an kalplerin bozulduğu bir devirde yaşamaktayız. Ancak buradaki kalp kelimesine dikkat edelim. Parçalayıcı zihniyete sahip modernistler kelime ve kavramlarımızı da erozyona uğrattı. Şunu unutmayalım ki insanın on tane değil, bir tane bilme melekesi vardır. Bazı insanlar, bilimsel çalışıyoruz derken başım işaret ediyor. Maalesef bazı ilahiyatçı arkadaşlarımız da aynı şekilde başını işaret ediyor. Fen bilimlerindekiler başını gösterirken ilahiyatçıların kalbini göstermesi gerekir. Kur’ân-ı Kerîm “Onların kalpleri vardır, aklederler.” buyuruyor. Yani Kur’ân’a göre akleden, kalptir. Şu an duygusal zekâ vb, yeni tanımlamalarla izah edilmeye çalışılan şeydir kalp. Beyin akletmez.
Mutlak Bilgiden Hüküm Çıkarabilen Ancak Kalptir
Bugün bilimsel faaliyetler ağır komada olan bir insanın hâlâ düşündüğünü ispatladı. Çünkü düşünme, vücutta sadece beyinde olmuyor. Cildin düşündüğü de bugün ispatlandı. Vücut komple düşünüyor. Beyin ise dekoder vazifesini görüp bilgileri topluyor. Göz gördüğünü topluyor, kulak işittiğini… Ama mutlak bilgiyi toplayamıyor. Göz ancak belirli bir açıyı görebiliyor. Sağlıklı değilse onu da tam göremiyor. Kulak alt eşik, üst eşik arasında duyabiliyor. Her şeyi duyamıyor. Bir depremi bile ancak o bittikten sonra duyabiliyoruz. Ama bir karınca; hayvan dediğiniz o bizden düşük dediğiniz varlık, bizden evvel işitiyor. Karıncanın işitme melekesi bizden ileri. Bizden evvel işitiyor, çantasını topluyor burada bir şeyler olacak deyip uzaklaşıyor.
Biz daha sonra fark edebiliyoruz. Beş duyu, mutlak bilgiyi edinemiyor ancak topluyor. Bu bilgilerden hüküm çıkaran, akleden ise kalptir. Ne zaman ki kalbi beyine taşıdık, insan bir tür canavar haline geldi. Çünkü kalp ile değil beyin ile düşünülüyor. Kalbin değişik derecelerde bir bilgilenme süreci var. Biz kalp medeniyetine sahibiz. Bizim Hak sohbetlerimizde, yâran sohbetlerimizde sadece beyinlere değil kalplere de hitap ediliyor. Allah rahmet eylesin, Neşet Ertaş, söylediği o güzelim “Gönül Dağı” türküsünde ne diyor: Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez. Beyinden beyine bir yol vardır, görülmez, demiyor. Kalpten kalbe giden yollarda buluşmamız gerekiyor.
Kalp medeniyetinin erenlerinden biri de şüphesiz ki Yunus Emredir. Yunus Emreden bahsedilirken ümmî, cahil, mektep ve medrese görmemiş birisi olarak bahsedilir, işin aslı öyle değildir. O medrese eğitimi görmüş ve çok varlıklı bir aileden gelmiştir. Bugün bütün bunlar belgelenmiştir. Hatta Yunus Emredin Seyyit Ahmet er-Rufâî kolundan beslendiği ve silsilesi bile artık bilinmektedir. Tevazu sahibi insanlar, “Bir şey biliyorsam o da hiçbir şey bilmediğimdir.” derler. Neden böyle söylüyorlar, diye sorulacak olursa, insan-ı kâmiller tevazu sahibi olduklarındandır. Şimdikilere baktığımızda ise bildiklerini sıralamak için bir yarış halindeler. Bizim geleneğimizde bir adam “bir şey biliyorum” diyorsa, o hiçbir şey bilmiyor demektir. Şayet bir adam “bilmi-yorum” diyorsa, işte ona yapışmanız gerekir. Büyük âriflerin kitapları hep böyle söyler. Yine ârifler, duygularını ve tecrübelerini şiirle dile getirirler. Sadece şiir olsun diye şiir söylemezler. Şiir mecaz, sembol, remz gibi ifade alanı verdiği için şiiri tercih ederler. Bunlardan biri de Yunus Emre’dir ve her şiirinde derin anlamlar vardır. Onun şiirlerini düz bir metne çevirin yani nesir haline getirin, büyük bir felsefe ve bilgelik kitabı ortaya çıkar. Bilgelik kitabının içinde yer alan sözlerden biri de,
“Yunus öldü deyû sala verirler Ölen hayvan imiş âşıklar ölmezdir.
Burada Yunus’un ve âriflerin kastettiği şudur: İnsan her şeyden evvel bir ruh ve bu ruhun kabuk haline gelmiş şeklidir. Bir kaplumbağayı düşünün: Kabuğunu kendisi yapar ve onun içinde yaşar. İşte insanın böyle hayvani bir yönü vardır. Hayvan kelimesi Arapçadan dilimize geçmiştir ve canlılık demektir. İngilizcede buna “animal” denir ve bu insanın hayvani yönüdür. Bugün hayvan denildiği zaman kelime farklı anlamlar ifade eder. Bizim hayvan dediğimiz canlı bedenimizin, dört unsurdan meydana gelen bir tarafı vardır. Bunlar toprak, su, hava ve ateştir. Her insan bu dört unsurun karışımından meydana gelir. Allah bizi yarattı ve kendi ruhundan üfledi. Biz hepimiz Allah’ın ruhunu taşıyoruz. Tasavvuf denilen ilim, bunu idrak ettirmek için çalışır. İnsan, Allah’ın ruhunu taşıdığı anda bütün perdeler aralanır. Kaynağını, kim olduğunu, nereden geldiğini, aslını ve özünü bilmeye başlar.
İnsana Allah’ın ruhu üflendikten sonra ateşten ateş, topraktan toprak, sudan su, havadan hava alınarak insan bedeni oluşmuştur. Ölüm anında da ilk önce bu unsurlar ayrılmaya başlar. İnşam terk eden birinci unsur, evrende en serî olan havadır, insan son nefesini -havayı- verir ve bir daha alamaz. Ancak bedene baktığımızda sıcaklık yani ateş unsurunun devam ettiğini görürüz. Beş altı saat sonra ikinci unsur, ateşin ayrıldığını görürüz. Bedenden ısı da kaybolur ve ceset soğur. Ateş yeryüzünde muhabbetin kaynağıdır ve ateşin vücuttan gitmesi ile insan en yakınından bile soğumaya başlar. Geriye iki unsur kalır. Toprak ve su. Cenaze iki unsurla defnedilir. Bilindiği gibi insanın yüzde yetmişi sudur. Cesetteki su, yaklaşık bir yıl içerisinde toprağa karışır ve geriye posa dediğimiz bölüm kalır. Bu bölüm de belirli bir zaman aralığı ile toprağa karışır ve yok olur gider. Böylece dört unsur da ortadan kalkar. İşte ölen, insanın bu hayvani yönüdür yani bedenidir. Rûhânî dereceleri yükselen insan ise ölmez.
Bilindiği gibi insan, melekten üstündün Ama hangi insan? Her insan mı acaba? Hayır. Kâmil insan yani şeytanın kıskandığı insan, meleklerden üstündür. Allah insanı yarattıktan sonra Âdem’e secde edilmesini emretti. Bütün melaike Âdem’e secde ettiği halde iblis secde etmedi. Başta “Ben ondan üstünüm.” diyerek birçok gerekçeler ortaya koydu. Dikkat edin, o gerekçelerin birçoğu bugün bizim insanımızın da gerekçeleri. Ben âlimim, ben yetenekliyim gibi… İşte İblis’in ayağının kaydığı nokta budur. Ayak kayma noktası çok önemlidir. Allah’ı kabul eden iblis, insanı kabul etmemiştir. Bu noktadan sonra Allah’tan aldığı ruhla meydana gelen insan-ı kâmil ölümsüzdür, ölmez. Ölen, sadece dört unsurdan oluşan hayvani bedendir. İşte onun içindir ki Hz. Mevlânâ’ya ölüm meleği utana sıkıla geldiğinde Hz. Mevlânâ “Biz zaten ölmüşüz.” demiştir ve onun için Mevlânâ’nın ölüm gününe “şeb-i arus” denmiştir. Yani düğün gecesi.
Ölüm. Fransız felsefesinin veya bugün modern insanın en büyük korkularından birisi ölüm ve ölüm korkusu. Oysa bizim geleneğimizde nereye gideceğimiz bilindiği için ölüm korkusu yoktur. Nereye gideceğini bilemeyenler ölümden korkar. Nereye gideceğini bilen insanlar, aynı zamanda nereden geldiğini de iyi bilenlerdir. Eğer bu şuuru, idraki, felsefeyi çocuklarımıza ve toplumumuza veremezsek o toplumdan nelerin ortaya çıkabileceğini bile tahmin edemezsiniz. Bu idrakten yoksun insandan her türlü kötülüğü görmeniz mümkündür. Bu idrakten yoksun insan için ölüm hem en korkulan hem de en kolay gerçekleştirilen bir hadise haline gelir. İşte Yunus’un dizelerindeki anlam budur ve Yunus ölmediğini de ispatlamıştır. Yunus’u hesaba çeken Molla Kasım’ın kim olduğu halen bilinmez iken Yunus’u bilmeyen yoktur. Yunus halen bütün insanlık âlemi içinde yaşar ve yaşatılır. Dünyada Molla Kasım üzerine panel, sempozyum, toplantı düzenlendiğini göremezsiniz ama Yunus Emre hakkında sayısız araştırma ve eser görmek mümkündür. Onun şiirleri şarkı, türkü, ilahi formunda düden dile, gönülden gönüle dolaşır durur.
Mahmud Erol Kılıç – Tasavvuf Düşüncesi