Dört büyük İmâmın ve diğerlerinin,İmâmı Azam’ı medihlerini bildirir

indir4 Dört büyük İmâmın ve diğerlerinin,İmâmı Azam'ı medihlerini bildirir

 

Hârun bin Satı, Imam-ı Şâfiiden anlatır: Ben Ebû Hanifeden fakıh bir kimse görmedim. Fıkıh öğrenmek, fakıh olmak istiyen, Ebû Hanifenin ve Eshâbının huzurunda bulunsun. Muhakkakki, bütün insanlar, fıkıhda,Ebû Hanifenin çoluk çocuğudurlar» buyurdu.

Imâm-ı Şâfinin, ben ondan fakih kimse görmedim demekten maksadı, görmek anlamında olmayıp, ondan daha fakıh kimse bilmem demektir. Çünkü Şâfiî, İmamın vefatı yılında, belki vefatı gününde dünyaya gelmiştir.

 

-Daymiri rivâyetinde: «Bütün insanlar, istihsan ve kıyâsta Ebû Hanlifenin ev halkı gibidirler diye gelmiştir.

 

-Vâkıdî der ki: imâm-ı Mâlik, çoğu zaman, İmâmın yolunda olup, onun sözünü söylerdi. Lâkin izhâr eylemezdi. Ishak bin Muhammedden bildiri­lir. Buyurdu ki: Imâm-ı Mâlik, mes’elelerin çoğunda, onun sözüne itibar eder, onun dediği gibi söylerdi. Ishak bin Ebi Fedâdan anlatılır. Buyurdu ki: Ben Mâliki gördüm. İmamın elini tutup beraberce yürürlerdi. Mescide geldiklerinde, kendisi içeri girmeden, İmâma tazim edip, onu öne geçirdi ve buyurun siz önce girin dedi. Mescide girince İmamın şu duayı okudu­ğunu duydum: «Bismilahi, hazâ mevdu’ul emân, fe âmini min azâbike ve neccini minennâr.»

 

-Imam-ı Şâfiî buyurur ki: Megazi ilminde (harb târihi) filim olmak ia- tiyen, Muhammed bin Ishakın iyalıdir. Fıkıhda ise, Ebû Hanifenin iyalidir. Nahivde Kisâinin, tefsirde Muhammed bin Mukatilin, Şiirde Zehirin lyalidir.

 

-Yine imâm-ı Şâfiî buyurur ki: İmâmın kitablarına, eserlerine bakmıyan, fıkıhda derin âlim olamaz. Yine buyurdu: İmamın sözü, öyle küçük, önemsiz ve açık bir şey ile def ve red olunamaz. Onun sözünü def ede­bilmek için, çok büyük şeylere sâhib olmak lâzımdır.

 

Mâlik bin Enes buyurdu ki: Ebû Hanîfe, islâmda altmış bin mes’ele vaz etmiştir.

 

imam Ebû Bekir ibni Atik der ki: İmam, beşyüz bin mes’ele vaz ey­lemiştir. Hatib-i Harezmî der ki: beyüzbin mes’ele vaz eylemiştir. Otuz sekiz bin mes’ele ibâdâtdadır. Diğerleri muamelât bilgilerindedir. İmamın irşad ve rehberliği olmasa idi, insanlar yolunu şaşırırdı.

 

-(Hayratül hisân)da der ki: Hatîb, Imâm-ı Şâfiîden anlatır: İmâm ı Mâ­like, Ebû Hanîfeyi gördünüz mü? diye sordular. Cevabında: Evet o öyle bir insandı ki, şu direğin altın olduğunu söylese, getirdiği, delillerle bunu isbat ederdi buyurdu.

 

-Abdullah ibni Mübarek anlatır: Ebû Hanîfe, Imâm-ı Mâlikin yanına gitti. Imam-ı Mâlik ayağa kalktı. Çıktıktan sonra, Imâm-ı Mâlik yanındaki­lere: «Bu zâtı tanıyor musunuz?» buyurdu. Hayır dediler. «Bu, Ebû Hanîfe Nu’man bin Sabittir. Eğer şu direk altındır derse, isbât eder’ buyurdu. Sonra Süfyân-ı Sevrî geldi. Imam-ı Mâlik onu, Ebû Hanîfeyi oturttuğu yer­den biraz daha aşağıya oturttu. Çıktıktan sonra, onun fıkıh âlimi ve vera‘ sahibi olduğunu anlattı.

İnceleyin:  Ehli Sünnet Vel Cemaate Uymak Hakkında

 

Imam-ı Şâfiî der ki: ‘’Ben Imam-ı A’zamdan (rahmetullahi aleyh) fakîh bir kimse bilmiyorum. Çünkü, ondan fakih kimse idrâk olunamaz ‘’

 

-İbni Uyeyne: «Onun eşini, bir benzerini gözüm görmedi» buyurdu Ve yine buyurdu ki: Cihâd ve gaza hikâye ve bilgileri: Medine’de, Hac bilgileri Mekke’de, fıkıh bilgisi de Kûfe’de Ebû Hanifenin talebesindedir.

 

-İbni Mubârek der ki: İnsanların en fakıhı idi. Ondan fakıhını görme­dim. Yine dedi ki: O, bir âyet idi. Orada olanlar hayr için mi, şer için mi? dediler. Cevabında: «Susun!» buyurdu. Yine buyurdu: Reye ihtiyaç olsa, Mâlikin, Süfyânın ve Ebû Hanifenin reyleri esastı. En fakîhleri, en iyileri ve dikkatlisi ve fıkıh bilgisinin derinliklerine dalanlarının en önde olanı, Ebû Hanîfe idi. Yine buyurdu ki: İnsanlara karşı sü-i edebiniz ve câhilliğiniz olmasın! İlmi ve ilim sâhiblerini bir parça tamsanız, kendisine uyul­mağa, Imâm-ı A’zamdan daha lâyık kimse olmadığını anlardınız. Çünkü o, imam idi. Takvâ sahibi idi. Hâlis idi. Vera’ sâhibi idi. Âlim idi, fakih idi. İnsanların gözle göremedikleri ilimleri, şeyleri keşf ederdi. Zekâsı kuv­vetli, aklı olgun, Allahdan korkması çok idi.

 

-Süfyân-ı Sevrî Ebû Hanifenin yanından gelen bir kimseye: «Yeryü­zünün en büyük âliminin yanından geldin» dedi. Ve yine dedi ki: «Ebû Hanîfeye muhalefet edenler ve uymıyanların, değer ve ilim bakımından ondan yüksek olmaları icâbeder. Halbuki böyle olmak çok uzaktır.

 

-İbni Cerîh der ki, ilimde, vera’nın çokluğunda, dîni kayırmada, kuv­vetlendirmede kemâle geldiği zaman: «Yakında ilimde, herkesin hayret edeceği bir meziyyete sâhib olacaktır düşünüyordum. Bir gün İbni Cerîhin yanında İmâmdan bahsedildi. «Susun! o fakîhdir, elbette fakihdir, o elbette fakîhdir» buyurdu.

-Ahmed ibni Hanbel (rahmetullahi aleyh), İmam hakkında der ki: O vera’, Zühd ve îsâr sâhibi idi. Âhıret isteğinin çokluğunu, kimse anlıyacak derecede değildi.

………

Onu sevenin, ona yüzünü dönenin Ehl-i sünnetten olduğunu, buğz edenin ise, bid’at ehli olduğunu anlarız.

-Hâfız Muhammed Ibni Meymûn der ki: Ebû Hanifenin zamanında, on­dan vera’ sâhibi, ondan zâhid, ondan ârif ve fakîh yok idi. Yemin ederim ki, onun mubârek ağzından bir kelime dinlemeğe yüzbin dinar (altın) ve­rirdim.

-Ibrâhim ibni Muaviye Darir der ki: Ebû Hanîfeyi sevmek, sünnetin tamamındandır. Ebû Hanîfe adaleti gözetir, insafla konuşur, ilmin yollarını insanlara beyan eder, herkesin müşküllerini gözerdi.

-Esed ibni Hakim der ki: Câhil ve bid’at sâhiblerinden başkası onu kötülemez.

İnceleyin:  İmam Şafii (r.a) Hakkındadır

-Ebû Süleyman der ki: Ebû Hanîfe anlaşılamıyan bir insandı. Hilkat garibesi idi. Sözünü dinlemiyenler, dediğini yapmıyanlar, onun sözünü dinleme kuvveti, hassası kendinde olmıyanlardı.

Ebû Âsim der ki: Allahü teâlâya yemin ederim ki, Ebû Hanîfe, bence, İbni Cerîhden daha büyük fıkıh âlimidir. Şu gözlerim, fıkıh ilminde, ondan daha kudretli, ondan daha salahiyetli bir kimse görmedi.

-Dâvud-i Tâînin (rahımehullah) yanında, Ebû Hanifeden konuşuldu. Bu­yurdu ki: O bir yıldızdır. Karanlıkta yolda olanlar, onunla yol bulur, hidâ­yete kavuşurlar.

-Kadı Şureyk der ki: Ebû Hanîfe az konuşur, çok düşünürdü. Fıkıhda keskin ve ince görüşü, ilimde, amelde lâtif ma’nalar çıkarışı vardır. Tale­besi fakir ise, onu doyurur, zengin ederdi. Talebesine ilim öğretirken, «En büyük zenginliğe, halâl ve haramı öğrenmekle kavuştum» derdi.

Imâm-ı Gazâlî (ihyâ-ül ulûm) kitabının birinci cildinin yirmi yedinci sahîfesinden itibaren şöyle yazıyor: Ebû Hanîfe çok ibâdet ederdi. Kuv­vetli zühd sâhibi idi. Ma’rifeti tam bir ârif idi. Takvâ sâhibi olup Allahü teâlâdan çok korkardı. Dâima Allahü teâlânın rızasında bulunmağı isterdi.

-Hammâd bin Ebû Süleyman der ki: Ebû Hanîfe bütün geceyi ihyâ ederdi, önceleri gecenin yarısını ihyâ ederdi. Birgün yolda giderken, bir kimsenin yanındakine, Ebû Hanîfeyi göstererek: «Bu zât, bütün geceyi ihyâ eder» dediğini duydu ve ondan sonra bütün geceyi İhyâ eyledi, ibâ­detle geçirdi ve: «Allahü teâlâya ibâdet husûsunda, kendimde bulunmıyan bir sıfatla söylenmemi istemekte, Allahü teâlâdan utanırım» buyurdu.

-İmamlardan bazıları, Imâm-ı Mâlike, Imam-ı A’zamdan bahsederken, onu diğerlerinden çok medh ediyorsunuz dediler. Cevabında: «Evet, öy­ledir. Çünkü insanlara faydalı olmakta, ilim bakımından onun derecesi,diğerleri ile mukayese edilemez. Bunun için, ismi geçince, insanlar ona dua etsinler diye onu medh ederim» buyurdu.

-Imâm-ı Rabbani, müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî Serhendi (kuddise sirruh) buyurur ki: İmam-» Azam abdestin edeblerinden bir edebi terk ettiği için, kırk senelik namazını kaza etmiştir. Ebû Hanife takva hareket; ve sünnete uyma devlet ve saadeti ile ictihad ve istınbatta öyle bir dereceye kavuşmuştur ki, diğerleri bunu anlamaktan âcizdirler. İmâm-ı A’zam, ha­dis-! şerifleri ve Eshâb-ı kiramın sözünü, kendi re’yirıe takdim ederdi. Di­ğerleri ise böyle değildir.

Ebû Hanife hakkında imamlarımızın söyledikleri, bundan çok daha fazladır. Doğruyu kabul eden, iz’anlı, insaflı ve anlayışlı kimselere bu ka­darı yetişir. Yoksa

MISRA

Münkirin kulağında esrâr, esrâr değildir.

Buyurulmuştur.

Taşköprüzade Ahmed Efendi – Mevzuat-ul Ulum

 

 

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir