Peygamberlerin İsmetine Aykırı Hadisler,Kuran’a Ters Mi ?
Hz. İbrâhîm’in üç yerde yalan söylediğine dair bir rivâyet Buhârî ve Müslim tarafından nakledilmiştir:
Ebû Hureyre’nin naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hz. İbrâhîm üç yalandan başka hiç yalan söylememiştir. (Bunların) ikisi Allah’ın zâtına aittir. Biri ben ‘gerçekten hastayım’; diğeri ‘belki bu işi büyükleri olan şu put yapmıştır’ demesidir. Bir tanesi de Sâre hakkındadır. Ibrâhîm yanında Sâre olduğu halde bir cebbarın memleketine gelmişti. Sâre insanların en güzeli idi. İbrahim ona: Bu cebbar ‘Senin benim karım olduğunu bilirse, senin için bana galebe çalar. Binâenaleyh sana sorarsa kendinin kız kardeşim olduğunu haber ver. Çünkü sen İslâm’da benim kız kardeşimsin. Zira yeryüzünde şenle benden başka müşlüman bilmiyorum’ dedi..,”(Buhari,Enbiya,8)
Dikkat edilirse ilk iki husus, Kur’ân’da vardır. Sonuncusu ise burada geçmektedir. Ancak tabii ki, Kur’ân’da “yalan” ifadesi ztkredilmek- sizin bunlar geçmektedir. Şüphesiz, hadîslerde de “yalan” kelimesiyle bildiğimiz yalan kastedilmemiştir. Konuyla alakalı yorumlar şöyledir:
1-İbn Hacer, Hz. İbrâhîm’in “O, kız kardeşimdir” ifadesiyle murâdımn jjndc kız kardeşi olduğunu söylemiştir. Aynî ise, bu hadîsten şunların an- jaşılabileceğini belirtir: “Hz. İbrâhîm ‘O, kız kardeşimdir’ sözünü ta’rîz yoluyla söylemiştir ve bu ifade tarzı yalana dahil değildir. Ayrıca, hadîsten; zulümden kurtulmak için hile yapılabileceği, bilakis sadece yalanla kurtulanacağı anlaşıldığında açıkça yalan söylenebileceği elde edilir”. Bu ifadelerden şârihlerin iki açıdan meseleye baktıkları anlaşılmaktadır:
a-Hz. ibrâhîm, bu ifadeyle ta’rîz yoluyla Sare’nin dînde kız kardeşi olduğunu kastetmiştir.
b-Ta’rîz değil de yalan bile olsa, zâlimin zulmünden korunmak için yalan söylemek câizdir.
Burada bir noktaya değinmek faydalı olacaktır. Bir maslahat veya ihtiyaçtan dolayı bu tip ifadeler kullanılabilir veya işler yapılabilir. Yûsuf Sûresi’nde benzer bir olay nakledilir. Şöyle ki:
“Yûsuf’un yanma girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve ‘Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme’ dedi. (Yûsuf) onların yükünü hazırladığt zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi. ”Görüldüğü gibi kafile hırsız olmadığı halde onlara hırsız şeklinde seslenilmiş ve hırsız muamelesi yapılmıştır. Zira ortada şer’î bir maslahat bulunmaktadır. Bu maslahat, hırsız denilenlerin de lehinedir.
Son olarak şunu diyelim: Hadîste “kizb” kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime kullanılmış, ama tamamen başka bir anlam kastedilmiştir. Kizb kelimesi kullanılarak ta’rîz sanatına başvurulmuştur. Bu, şuna benzer: Allâh Resûlü “Sadece iki kişiye hased edilir” buyurmuştur. Oysa hasedin tüm çeşitleri harâmdır. Hadîste bu iki hased istisna edilmemektedir. Hased her türlüsüyle harâmdır. O halde demek ki, hadîste harâm olan hased kastedilmemiştir. Hadîsteki hasede “gıpta” demek mümkündür. Hz. İbrâhîm olayında kullanılan “kizb” de böyle olmalıdır.
2-Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Vallâhi ben, Allâh’a yetmiş defadan fazla istiğfar ederim”. İbn Hacer ve Aynî, Resûlullah masum olduğu halde onun istiğfar etmesini problemli görmüştür. Zira onlara göre istiğfar, masiyeti çağrıştırmaktadır. Bununla ilgili olarak Aynî çeşitli yorumlarda bulunmuştur:
a-Hz. Peygamber ibadet olsun diye istiğfar ederdi.
b-Ümmetine öğretmek için böyle yapardı.
c-Evlâ olanı terkettiği için istiğfar ederdi.
d-Tevazuundan dolayı böyle derdi.
e-Nübüvvetten önce böyle olmuştur.
Ibn Hacer ise, şu şekilde cevap vermiştir:
a-Hz. Peygamber, kalbini Allah’ın zikrinden gafil kılmamak için böyle yapardı.
b-Allâh’a karşı olan şükründe ve O’na karşı olan görevlerini eda etmede eksik kaldığı için böyle yapardı.
c-Uyumak, yemek, içmek, insanların işine bakmak, bazan düşmanlarla savaşmak ve bunların dışında onu Allâh’ı zikretmekten, O’nu müşahede etmekten alıkoyan dünyevî işlerden dolayı böyle istiğfar ederdi. Zira bunları yüce makamlara nisbetle günah olarak kabul ediyordu.
Ümmeti için teşri’ olsun diye böyle yapardı.
Buhârî, Hz. Mûsâ’nın ölüm meleğinin yüzüne vurmasıyla ilgi- Bbir hadîs tahric etmiştir. Ebû Hureyre’den rivayet edildiğine göre, Tesûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Melekü’i-Mevt (yani Azrail) lûsâ (a.s.)’a ruhunu kabzetmek için gönderilmişti. Hz. Musa’ya geldiği ¡zaman, ona tokat vurdu, bir gözünü çıkardı. Azrail Aleyhisselâm Rahibine döndü ve dedi ki: “Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor” Cenab-ı Hakk, tekrar ona gözünü iade etti ve tekrar Mûsâ’ya dön de ona: Elini bir öküzün sırtına koymasını ve elinin örttüğü her bir kıla mukaabil bir yıl Ömür verileceğini söyle, dedi. Mûsâ, bu İlâhî bahşişi duyunca: “Yâ Rabbî! Bundan sonra ne olacak (ölecek miyim, yoksa daha yaşayacak mıyım)? diye sordu. Allâh: “Sonra öleceksin” buyurdu.Musa:“Öyleyse ölüm şimdi gelsin” dedi de Allâh’tan bir taş atımı mesafeye kadar kendisini Mukaddes Arz’a yaklaştırmasını (orada ölüp orada gömülmesini) diledi”.”(Buhari,Enbiya,33)
Aynî, bid’at ehli ve Cehmiyye’nin hadîsi şu şekilde eleştirdiğini nakletmiştir: “Hz. Musa, ölüm meleğini ya tanımıştır ya tanımamıştır, tanımışsa, onu alaya almış demektir. Tanımamışsa, meleğin Mûsâ’ya görünür bir şekilde geldiğine dair rivâyetin bir manası yoktur. Ayrıca, Allâh, ölüm meleğine, gözünü çıkaran tokattan dolayı kısas hakkı vermemiştir. Allah hiç kimseye zulmetmez”.
Aynî, bunların basiretsiz bir eleştiri olduğunu söyleyerek şu cevapları vermiştir: “Allâh, Hz. İbrâhîm’e çocuğunu kurban etmeyi emretmesi gibi ölüm meleğini de Mûsâ’ya imtihan olsun diye göndermiştir.Mûsâ’ya göre tokat mübâhtır. Çünkü onu kendisine gelen ve izinsiz evine gelen bir insan olarak görmüştür. Nefsini müdafaa etmek istemiştir. Gelenin melek olduğunu bilmiyordu. Melekler, Hz. İbrâhîm’e de H gelmişti. Hz. İbrâhîm başlangıçta onları tanıyamadı. Tanısaydı, acele olarak onlara yemek takdim etmesi muhal olurdu. Çünkü melekler yemez ve içmezler. Melek Meryem’e de gelmişti. Meryem onu tanısaydı,ondan Allâha sığmmazdı. Kısasla ilgili iddia ise, cehaletlerini gösterir.
Meleklerle insan arasında kısas olmaz”.
Ayrıca, Ibn Hacer’e göre, bazıları “gözünü çıkardı” ifadesinin “hüccetini iptal etti” manasına geldiğini söylemiştir. İbn Hacer, bu manaya hadîste geçen “Allâh gözünü iade etti” ifadesinin mani olduğunu belirtmiştir.
Bununla birlikte, bu hadîsi tenkîd edenler de vardır. Şuayb el-Ar-navud’a göre, bu hadîsin metninde birtakım problemler vardır. Şöyle der: “Bir kere, Allâh hiç kimseyi ölüm hususunda muhayyer bırakmamıştır. Bunun İsrâiliyat türü mevkuflardan olmasından korkarım. Nitekim, Buhâri de yer alan iki rivayet mevkuftur. Bununla birlikte mer-fu olarak da zikredilmiştir”.
Yavuz Köktaş,Kurana Aykırı Görülen Hadisler