Ameller Yoluyla Allah’a Yaklaşma

İnsanlar bu hususta pek çok farklı yol takip edebilir;

a-Amellerin en zor ve külfetli olanını tercih etme

Buna göre bazı kimseler amellerin Allah’a yaklaşma yolunda amellerin en zor ve en külfetli olanım tercih edebilir ve bu türden amellerle meşgul olur. Bu şekilde düşünenlerin temel hareket nok­talan, kendileri Allah yolunda ne kadar ağır ve meşakkatli kullukta bulunurlarsa, kazanacakları sevap ve ecir de buna göre fazla olur. Bu görüşlerini desteklemek içinde âyetlerden ve hadislerden fay­dalanırlar. Hususta meşakkat yolunu tercih edenlerin dayandıkları âyetlerden bazıları şunlardır:

“Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.”*

“Zerre ağırlığınca bayır yapan, onu bulur.”

Bu âyetlere daha başkaları da ilave edilebilir. Ancak işin özünü ifade etmek açısından bu kadarı ile yetinelim. Şimdi de aynı min­valde bazı hadislere temas edelim. Hadislerden bazıları şunlardır: Efendimiz (s.a.v.) Hz. Âişe’nin hac ibadetini ifası esnasında, kendisine şöyle demiştir: “Yorgunluğun miktarınca ecrin olur.Buna daha niceleri de eklenebilir.

Allah’a kulluk yolunda meşakkat yolunu tercih etmek sûretiyle daha fazla sevaba kavuşacaklarına inanan bu gruptaki kimseler, yaptıkları işe ciddiyetle sarılırlar, ibadetlerinin kabul olması için çok çalışırlar, hatta bunun için nefislerinin ve ailelerinin haklarını dahi ihmal edecek derecede işi ileri götürürler. Sonrasında ise aşırı davranışları sebebiyle bin bir gayretle yerine getirmeye çalıştıkları manevî hayatları yıkılır gider. Bununla ilgili olarak Efendimiz’ in (s.a.v.) yaptığı ibadet karşısında kendi yaptığı ibadetleri az bulup,sürekli olarak ibadetle meşgul olmak üzere nefislerini ve aileleri­ni ihmal eden şu üç şahıs hakkındaki uyarısı oldukça manidardır. Söz konusu üç kişiye Efendimiz’ in (s.a.v.) Allah’a karşı nasıl kullukta bulunduğu anlatılınca, bunlar kendi amellerini azımsamışlardı.

Onlardan bir tanesi: “Her gün oruç tutacağım ve hiç günümü oruçsuz geçirmeyeceğim.” demiştir.

Bir diğeri: “Ben gece boyunca ibadet edeceğim, hiç uyumayacağım.” demiştir.

Üçüncüsü ise: ‘’Evlenmeyeceğim ve onlara ayıracağım vaktimi Allah’a kulluk yolunda kullanacağım.” demiştir. Efendimiz (s.a.v.) ise onlara şöyle “Allah’a karşı en samimi ve en takvâlı olanınız benim.Bununla birlikte ben yeri geldiğinde oruç tutuyorum. Yeri geldiğinde ise iftar yapıyorum.Gecenin bir bölümünde ibadet yapıyorum.

Ama gerektiğinde de uyuyorum. Ben kadınlarla da evleniyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.(Buhari,Nikah 1)

Yine bir defasında Havle binti Tüveyt’in özelliklerinden birkaç tanesi Efendimize (s.a.v.) anlatılmaktaydı. Bu kimseler Havla binti Tüveyt’in geceleyin kalktığından… vs. bahsetmekteydiler. Efendi­miz ise bu sözleri aktaranlara hitaben: “… Sizin amellerden sorum­lu olduğunuz kısım, güç yetirebildiğiniz kadarıyla sınırlıdır. Allah’a yemin olsun ki, siz bıkarsınız, ama Allah asla bıkmaz.”(Buhari,İman 43)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) mescid içerisinde bir ip gördü ve onun niçin orada bulunduğunu sordu. Bunun üzerine orada bulu­nanlar: Bu ip Zeyneb’e aittir dediler. Kendisi, gücü ve kuvveti ye­rinde olduğunda namazını (ayakta) kılıyor. Şâyet takatten kesilirse, bu ipe tutunuyor.” Efendimiz bunun üzerine: “O ipi çözün! Sizden birisi (nafile) namazını dinç iken kılsın” buyurdu. Buna daha başkalarıda eklenebilir.

 

b-Zühd hayatını tercih ve dünyadan soyutlanma

Bu görüşe sahip olanlara göre dünyadan soyutlanmak ve zühd sahibi olmak gerekir. Kişinin bedenine sahip olması ve dış güzellik­ten kaçınması gerekir. Dahası insan topluluklarından uzak durmak ve onların arasına karışmamak gerekir. Fiten ve insanlardan uzak durmak (uzlet) ile alakalı varit olan hadisleri kendilerine delil ola­rak kullanırlar.

 

c-Sosyal hassasiyet ve hayır işlerine öncelik verme

İbnü’l-Kayyım el-Cevziyye tefsirinin bir yerinde şöyle bir ifade kullanır: “Onlar ibadetlerin en faydalı ve faziletlisini içinde birçok faydası bulunan olarak belirler. Onlar nazarında bu türden fayda­sı geniş olan ameller, kişinin sadece kendisine faydası olan kasır amelden daha üstündür. Bu nedenle onlara göre; fakirlere yardım etmek, insanların yararına olan birtakım işlerle meşgul olmak ve ihtiyaçlarını gidermek, mal veya makamla vasıtasıyla insanlara mutluluk sağlamak şeklindeki faydalar, faydaların en faziletli olan­larıdır. Söz konusu grupta yer alan insanlar, genellikle başkalarına da faydası dokunacak işlere yönelirler ve yaptıklarını bu düşün­ceye dayandırırlar. Bu yolda kendi hareket tarzlarını destekleme ve motivasyon sağlamada şöyle bir hadîsi delil kabul olarak kabul ederler: “Yaratılanların tamamının bakımı ve gözetimi Allah’a ait­tir. Kullan içerisinde Allah’ın en çok sevdikleri ise kendi gözetimi altında olanlara karşı en faydalı olanıdır.”

Bu grupta yer alan kimselerin kendilerine delil yaptıkları prensiplerden birisi de şöyledir: “Abidin yapmış olduğu amel, kendisiyle sınırlıdır. Yani bunun faydası sadece kendisinedir. Ömrünü faydalı işlere adayanların yaptıklarında ise başkaları için de sayısız güzellikler söz konusudur. Öyleyse bu ikisi arasında bir mukayese yapıldığında biri derde diğeri nerde?!

Bunlar kendi görüşlerini destekleyecek şekilde şu şekilde gö-rüşlerde beyan etmişlerdir: “Yukarıda belirtilen gerekçelerden dolayı yaptığı işin  niteliği açısından ilim ile uğraşan bir kimse (âlim),sadece ibdetle meşgul olan abid kimseden daha faziletlidir.Bu gökyüzünde bize faydalı olmak bakımından ayın (kamer) diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir.”

Bunlar sözlerini şöyle sürdürmüşlerdir: Rasûlullah (s.a.v.) Ali b. Ebî Tâlib’e şöyle demiştir: “Ey Ali! Allah’ın senin elinle birini hidâyete erdirmesi, senin için kızıl develerden daha hayırlıdır.”(Buhari,Fezailu-s Sahabe,7) Buradaki “daha hayırlıdır” ifadesi, başkalarına da faydası dokunan işler anlamındadır.

Bir başka hadîs ise şu şekildedir: “Kim bir kimseyi hidâyet yo­luna çağırırsa, çağırdığı yola tabi olanların işledikleri amellerden kaynaklanan sevabın bir misli de kendisine verilir. Buna karşılık diğer kimsenin elde edeceği sevaptan da hiçbir eksilme olmaz.”(Müslim,İlim,16)Delil olarak kullandıkları bir başka hadîs de şöyledir: “Allah ve melekleri, insanlara bir hayır öğreteni selâmlarlar.”(Taberani,el-Mücemil Kebir,VIII,278)

Bir başka hadîs: “Yuvasında bulunan karıncadan tutun da denizin dibindeki balıklara kadar yerde ve gökte bulunan bütün mahlûkat, âlim kimselerin bağışlanması için dua ederler.”

Bu görüşte olanlar, “Bir kimse öldüğünde amelleri de sona erer. Faydalı bir iş yapan kimsenin ameli ise kendisine nisbet edilen söz konusu hayırlı amel devam ettiği müddet süresince ecri devam eder.” hükmünü de delil olarak kullanmışlardır.

Bir diğer delilleri ise şöyledir: Peygamberlerin temel gönderiliş gayeleri insanlara iyilikle davranmak, onların hidâyeti için çaba sarf etmek, kulların hayatlarını ve amaçlarını daha faydalı hale getirmektir. Yoksa peygamberler insanlardan uzak inzivaya bir Şekilde bir ruhban hayatı yaşasınlar diye gönderilmemişlerdir. Bu nedenle Efendimiz (s.a.v.), ibadet etmek maksadıyla insanlardan uzaklaşmayı önemseyen, toplum içerisine karışmayan kimselerin tutumlarını tasvip etmemiştir. Dahası bu türden bir tutum içerisine girmeyi Allah’ın emrinin dışına çıkmak, Onun kullarının faydasına iş yapmamak olduğunu ifade etmiştir. Allah’ın kullarına veya insan cemiyetine yönelik davranışlarda söz konusu olduğunda en güzel ve üstün olan davranış biçimi ise yukarıda yerilmiş bulunan haslet­lerden uzak durmaktır.

 

d-Her bir vakti kendi bağlamında değerlendirmek

Bu grupta yer alan kişiler: “En faziletli ibadet, her bir vaktin kendisine mahsus olup o vaktin gereği olarak yapılan ve Allah’ın rızasına muvafık düşen ameli yapmaktır.” demişlerdir. Buna göre; gece namazı kılmak ya da nafile oruç tutmak… gibi her zaman yaptığı ibadetlerinin terkine sebep olsa bile, cihad döneminde en faziletli şey cihaddır. Ve hatta gece ve gündüz kıldığı namazların akabinde yapmış olduğu virtlerini terk etmek veya sulh zamanla­rında tam olarak kıldığı farz namazlarını cihad sebebiyle kısaltmak zorunda kalsa da, bütün bu hallerde yine de cihada katılmak ön plandadır.

Misafir geldiği zamanda yapılabilecek en faziletli iş ise hakkıyla misafirperverlik yapmak ve misafirle meşgul olmaktır. Gerekirse nafile olan virdini bırakıp misafirle meşgul olmak daha faziletlidir. Benzer şekilde kişinin aynı gerekçelerle eşinin ve ailesinin hakları­na riâyet etmesi ve bu amaçla onlarla ilgilenmesi de böyledir.

Seher vaktindeki en fazileti iş ise namazla, duayla, zikirle ve tövbe ile meşgul olmaktır.

Bir öğrenciye ilim öğretmek veya bir câhili eğitmek söz konusu olduğunda ise en faziletli İş, bu kimselerin eğitim ve öğretimi ile meşgul olmaktır.

Ezan okunurken yapılması gereken en faziletli iş, o esnada meşgul terk ederek, ezanı okuyan müezzine icabet etmektir.

İnceleyin:  'Kavramları Düzgün Kullanmak ve Meseleleri Doğru Şekilde Anlamak' Üzerine

5 vakit namazın vakti girdiğinde yapılması en faziletli olan iş, namazı en güzel şekilde edebilmek için ruhen yenilenmek ve samimiyet içerisinde onunla hemhal olmaktır. Namazı ise vaktin evvelinde eda etmektir. Bu amaçla namazı cemâatle eda edebilmek gayesiyle camiye gitmek de en faziletli işlerden bir tanesidir. Ca­miye gidilirken kat edilecek yol ne kadar uzak olursa, fazileti de o kadar fazla olur.

Muhtaç durumda bulunan kimselerin zarurî ihtiyaçlarının karşı­lanması altında yapılabilecek en faziletli iş; malla, bedenle ya da el­deki diğer imkânlarla devreye girerek darda kalanların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Gerekirse bu uğurda evradına ve halvetine ayıracağı vakti muhtaç kimselerin sıkıntılarım gidermeye ayırmak, bu görüşü savunan kesimce, yerine göre çok daha faziletli olabilmektedir.

Kur’ân okuma anında, tilavetle meşgul olan bir kimsenin oku­yuş anında bütün kalbiyle ve olanca gayreti ile Allah’ın kelamını anlamaya ve manası üzerinde tefekkür etmeye çaba sarf etmesi en faziletli iştir. Hatta bu kimse Kur’ân’ı öyle hal üzere bir okumalıdır ki, Allah (c.c.) sanki o anda kendisine hitap ediyormuş duygusunu taşımalıdır. Ve Allah’tan gelen emirleri bütün samimiyeti ile geçerli kılmaya azmetmesi ise kendisinin en mühim amacı olmalıdır.

Hac vaktinde Arafat’ta vakfe esnasında yapması gereken en fa­ziletli iş, Allah’a boyun eğme, Ona yakararak dua etme ve kendisini bütün bunları yapmaktan aciz bırakacak oruç vb. şeylerden uzak durarak, zikirde bulunmaktır.

Zilhicce ayı girdiğinde daha faziletli olan davranış, kullukla ilgi­li amelleri artırmaktır. Özellikle de bolca tekbîr, tehlîl ve tahmidde bulunmaktır. Bütün bunlara yapmaya özen göstermek, belli bir ni­yet ve yönelme olmaksızın yapılan ibadetlerden daha faziletlidir.

Ramazan ayının son on günü içerisinde yapılması gereken en faziletli davranış ise başka insanlarla muhatap olmaksızın ve onlar­la ilgilenmeksizin, vakti mescitte bulunarak geçirmek, orada hal­vete girmek ve itikâfta bulunmaktır. Hatta ramazan ayının son on gününde bu şekilde bir davranış sergileyerek vaktin değerlendiril­mesi, çoğu âlimlere göre insanlara ilim öğretmeye ve onlara Kur’ân okumaya zaman ayırmaktan bile daha faziletlidir.

Müslüman bir kardeşinin hastalığı veya ölümü söz konusu Ol­duğunda ona ziyarette bulunmak veya cenazesine iştirâk etmek ve dolayısıyla bu niyetle halvet durumunu terk ederek cemiyete iştirâk etmek çok daha faziletlidir.

Bir olay vuku bulduğunda veya insanlar sana eziyet etmeye kal­kıştıklarında bütün bunlara sabretmen ve olanlar karşısında top­lumdan kaçmadan söz konusu insanların arasında yaşama yolunu tercih etmen, bir kenara çekilmenden çok daha faziletlidir. Çünkü insanların ezalarına sabretmek için onların arasına karışarak yaşa­mayı tercih eden bir mü’min, onların arasında gezinmeyen ve do­layısıyla da toplumun ezasına maruz kalmayan kimseden çok daha faziletlidir. Hayırlı işler söz konusu olduğunda topluma iştirâk et­mek, toplumdan uzak durmaktan çok daha faziletlidir. Ancak şer­rin söz konusu olduğu yerde toplumdan uzak durmak, topluma ka­rışmaktan çok daha faziletlidir. Fakat bir kimse şerrin carî olduğu bir toplumda yaşamasına rağmen, şâyet onun topluma karışması ile şer ortadan kalkacak ya da azalacak olursa, bu şartlar altında topluma karışarak yaşaması daha faziletli olur.

Her bir vaktin veya durumun en faziletli olanı, söz konusu va­kit içerisinde Allah’ın rızasını kazanmak için ne gerekiyorsa, bu ha­lin gereği olan işlerle meşgul olmaktır. Buna ehemmiyet verenler, mutlak anlamda kulluk ehli olan kimselerdir. Belli kesimler ise bu şekilde davrananları, mukayyed anlamda kulluk ehli olan kimse­ler olarak kabul etmişlerdir. Bu kimseler herhangi birisi kendisiyle meşgul olduğu ibadet türlerinin dışına çıkacak ve mutad yolundan ayrılacak olsa, sanki kendisini yoldan çıkmış ve kulluğunu terk et­miş olarak kabul eder. Bu gibi kimseler Allah’a kulluğunu tek bir ¿tavır üzere devam ettirirler.

Mutlak manada kulluk yolunu tutan herhangi bir kimsenin, kulluk yolunda belli bir tarzı söz konusu olmadığı gibi, başkasından etkilenmesi de söz konusu değildir. Bu türden kimseler için Allah’a kulluktaki tek amaç her nerede ve ne şartta olursa olsun Allah’ın rızasını gözetmektir. Bu kimsenin yapmış olduğu kulluğun ana esası,Allah rızasına dayanır. Kulluğunu bu anlayış üzerine sürdüren kimseler, kulluk makamına erişinceye kadar bu yolda devam ederlerHer ne zaman kulluk yolunda daha yüksek bir amel yapmaları oraya, intikal ederek, yeni bir makama erişinceye kadar,hayatını bu amelle meşgul olarak

sürdürür. Bu kimseler hayatlarını bu şekilde yaşarlar ve bu şekilde yaşamları sona erer. Nerede ilim olan kimseleri görsen, bu kimseler o âlimlerle beraberdir. İbadet ehli ile karşılaşsan, onların yanında da bunları görürsün. Mücahidlerle bir araya gelsen, bakarsın ki bu kimseler mücahidlerle beraberdir. Zikir ehli ile birlikte olsan, bu insanları zikir ehli ile birlikte görürsün. Sadıklarla ve muhsinlerle bir araya gelsen onların etrafında da yine her hâlükârda mutlak kulluk yolunu tutan bu kimselerle karşılaşırsın.

Bir cemiyette yer almak gerekse onlar oradadır. Kalbini Allah’a açan kimselerin olduğu yerde yine onlar vardır. Bütün bunlar, kul­luk yolunda belli bir şekle takılıp kalmayan, Allah’ın rızası nere­de olursa olsun onu aramaya gayret gösteren kimselerin tuttuğu yoldur. Bunlar mutlak itaati benimsemiş, kulluğunu belli kayıtlarla sınırlandırmayan kimselerdir.

Bu kimselerin yapmış olduğu ibadetler kendi nefsini ön plana çıkarma amacını taşımadığı gibi, sadece ibadet yapmanın vermiş olduğu rahatlığı hissetmek ve lezzetini tatmak gayesini de içermez. Bilakis bu inançla kulluk yapan kimselerin temel hareket noktaları, velev ki kendi rahatları ve arzuları başka bir şeyi gerektirse de on­dan uzak durarak, Rabbinin rızasına uygun davranmaktır. Bunlar “Yalnız sana kulluk eden yardımı da yalnız senden talep ederiz” ilâhi fermanını, bu emrin gereğini tam olarak ve samimi bir şe­kilde yerine getirmek sûretiyle, kendi nefislerinde gerçekleştirmiş kimselerdir. Bu kimseler giyim kuşamlarında hazır buldukları şey ne ise onu giyerek örtünmeyi, kolaylarına ne gelirse onu yemeyi, yaşadıkları vakit içerisinde ne yapılması gerekiyorsa o işle meşgul olmayı prensip haline getiren kimselerdir. Bunların oturmaları ve istirahatleri ancak yapmaları gereken iş bittikten sonradır.

Bu kimseleri hiçbir işaret yolundan çeviremez ve hiçbir kayıt onu boyunduruk altına alamaz. Hiçbir görüntü körü körüne onu yönetemez. Bu kimseler, her nerede olurlarsa olsunlar, hür bir şe­kilde yapmaları gereken iş ne ise sadece onunla ilgilenirler ve o işi yerine getirmeyi kendileri için bir borç kabul ederler. Hak cihetin­de yer alan her bir kimse onların dostudur. Bâtıl ehli olan her bir kimse onlar için birer yabancıdır.

Bütün bu hasletleri kendisinde cem eden iman ehli kimseler, yağdığı yere fayda ve bereket getiren yağmur gibidir. Yaprağı asla düşme­yen hurma ağacı gibidir. Böyle kimselerin her tarafı hayır ve bereket doludur. Onların dikenlerinde bile bir fayda ve bereket vardır.

Onlar, Allah’ın emrine aykırı davranan muhalif kimseler için kötülükleri göğüsleyen birer kalkan gibidir. Allah’ın yasaklarının çiğnendiği yerde birer öfke selidir. Bunların yaptığı her bir dav­ranışın arka planında Allah için bir işe kalkışma, Allah’la beraber olma ve Onun adıyla hareket etme vardır. Allah, kendisi mahlûk değildir. Bu sebeple Allah bizzat kendi nefsiyle insanların arasında gözükmez ve onlarla doğrudan bir dostluk da kurmaz. Ama insan­lar Allah ile beraber olduklarında, O da onları koruyup gözetir, kendilerini sıradanlıktan kurtararak daha üst konumlara yükseltir. Artık o kimseler hakkın bir sözcüsü konumunda bulunurlar. Bu kimsenin tutumu belki insanlar arasında garip karşılanabilir veya insanlar kendisini toplumdan uzak bir kişilik olarak addedebilir.Ancak kendisi esasında Allah’la olan ünsiyeti sebebiyle oldukça yüksek bir dereceye sahiptir. Allah’ın rızasına uygun davranış şer­gilemek kendisini rahatlatır. Onun yolunda olmakla sükûna erişir ve ruhu bu şekilde tatmin olur. Hakikî yardım eden Allah’tır. Te­vekkül de sadece Ona yapılır.

 

 İLAVE: İBNÜ’L-KAYYIM’A ÖVGÜ

Hayır yapma özellikleri bir Müslümanda toplansa ne de güzel olur! Cennetin her bir kapısından: “Ey Allah’ın kulu haydi bu hayra buyur!” diye cennetin kapılarının her -birisinden kendisine seslenilse, ne kadar da hoş olur!

İnceleyin:  Maslahat Ve Mefsedetlerin Mahiyetine Dair

Yapmış olduğu hayır hâzinelerinin kendisine cennetin her bir kapısından’’İşlemiş olduğun hayırlardan dolayı sana selâm olsun.Haydi sende cennette sürekli kalacak onların arasına katıl!diyerek seslenmesi ne kadar da güzel olur!

Bu kimsenin, yapmış olduğu güzellikler işlemiş olduğu hayırlar sebebiyle, kendi hane halkından yetmiş kişiye şefâat edilmesi, ne kadar da büyük bir lütuftur.

Ahirette bu kimsenin başına yakuttan bir taç konduğunda bu kimsenin bundan duyacağı sevinç ve mutluluk, dünyadan da dün­yada bulunan her bir şeyden de çok daha hayırlı olur.

Bu kimsenin anne babasına da dünya hayatında eşi ve benzeri olmayan iki hal tattırılır. Birincisi; bu kimseler en büyük korku olan kıyamet korkusundan uzak tutulurlar. İkincisi ise; bu kimseler âhirette yetmiş iki hurî ile evlendirilirler. Bu kimsenin daha önce işlediği bütün günahları bağışlanır ve tertemiz bir hale getirilir. O kimsenin kanının kokusu tıpkı misk kokusu gibi olur.

Bu kimse cennetteki mekânını görür. Söz konusu kimsenin ruhu cennette iken dilediği yere anında ulaşabilen kuş gibi serbest ve rahat hareket eder.

Hayır işleme vasıfları ile ön plana çıkan bu kimseler, yüksek de­recelerle muttasıf ve büyük nimetlere gark olmuş âlimlerle birlikte haşr olunurlar. Büyük âlim ve mümtaz sahâbe Mu‘âz b. Cebel, bu anlayışı ön plana çıkarıyor. Bu kimsenin cenazelere iştirâk etmesi sebebiyle dağlar kadar sevaba nail olması ne kadar da güzel bir şeydir. Bu kimsenin *‘lâ ilâhe illallah” veya “subhânallah” sözünü söylemek süretiyle, hurma ağacının kendisine verdiği meyve karşı­sında şükretmesi de çok güzel bir şeydir. Yine bu kimsenin “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” sözlerini söylemesi neticesi, kendisine İlahî hâzinelerin kapılarının açılması ne kadar da bulunmaz bir nimettir.

Ömrünü hayra ve hasenâtta adayan kimseye “Oku! Yaklaş! Tane tane oku! Okuduğun âyetin sonunda var olan neyse, senin mekânın işte orasıdır!” şeklinde hitap edilmesi ne kadar da büyük bir bahtiyarlıktır.

Böyle bir kimse için Kur’ân’da yer alan hükümlerin tamamıyla amel etmenin ötesinde daha büyük bir bahtiyarlık söz konusu olabilir mi? Yüksek olan bir şeyi görmek için daha nerelere bakıyorsun ki?!

Hayır ve haşenâta ömrünü vakfeden böyle bir kimsenin, üze­rinde abdestin eserleri pırıl pırıl parıldamış olarak karşıdan çıkıp gelmesi ne kadar da hoş bir şeydir!..

Böyle kimselerin ağızlarındaki kırıntılar bile, misk kokusundan çok daha hoş kokuludur!

Bu gibi kimselerin yüzlerini, dolunay gecesindeki ay gibi, karşı­mızda görmek ne kadar da hoş bir duygudur!

Hayır ve hasenât yolunda kendini vakfeden kimselere mükâfat olarak âhiret hayatında itaatkâr, iri gözlü ve güzel hurilerin nimet olarak verileceğini bilmek, ne kadar da mutluluk verici bir duygu­dur!.

Kur’ân bu kimseye nasıl şefâatçi olmasın ki?! Nasıl el-Bakara ve en-Nisâ Sûresi bu kimseye âhirette kalkan ve şefâatçi görevini yerine getirmesin?!

Kâ’be’de yer alan Haceru’l-Esved taşı bu kimsenin, Hakk’ın emri gereğince, kendisini selâmladığına nasıl şahitlik etmesin ki?!

Bu kimsenin tasadduk etmiş olduğu küçücük sadakalar bile, Allah’ın o sadakalara kat be kat sevap vermesi sayesinde, nasıl bü­yük bir dağ gibi artmasın ki?!

İşte sâlih amellerde bulunmak kişiyi kabrinde bile güzel yüzlü bir insan haline getirir ve amelleri kendisine orada: “İşte ben senin işlemiş olduğun güzel amelinim!” der.

Kendi nefsinde birtakım faziletleri taşıyan kimsenin her ne zaman yüzünde bir parlaklık belirse, bu parlaklık kendisinin Rasûlullah’ın (s.a.v.) sünnetini koruması sebebiyledir! Allah’ın bir kulunu, kıyamet gününün şerrinden koruması ve böyle dehşetli bir günde sevinçle ve hoşnutlukla karşılaması kendisi için ne güzel bir kurtuluş yoludur!!!

Hangi kazanç, kıyamet gününde Allah’a kullukta çok ileri dere­cede yakın olan kulların kulluk sebebiyle elde ettiği kazancın daha üstünde olabilir.

Hangi nimet, Allah’ın bir kulu üzerinde rızasının gerçekleşmesi ve o kulundan razı olduktan sonra da ebedi olarak kendisini terk etmemesi nimetinden daha üstün olabilir?!

Bütün bu nimetlerin kendisine verildiği bir kimse olarak Allah ın kendisinden, kendisinin de Allah’tan razı olduğu bir mevkide bulunmak ne büyük bir mutluluktur! Bütün bu nimetler ve bahşedilen mutluluklar,Allah’in bizzat kendisinin dilediği kimselere bahşettiği bir lütuftur.Gerçekte Allah çok büyük bir fazilet sahibi ve sonsuz nimet bahşedicidir. Allah Teâlâ’dan bizlere bu fazlı keremini ihsan etmesini dua ederiz. Bizi bu nimeti ile nimetlendir-mesini, kendisinden başka hiçbir varlığın bilemeyeceği nimetlerini de ayrıca bizlere bahşetmesini ve üzerimizdeki nimetlerini sürekli artırmasını dileriz.

Yine Allah Teâlâ’dan bizi hiçbir gözün göremeyeceği, hiçbir kulağın duyamayacağı ve hiçbir beşer kalbinin hatırlayamayacağı kadar bol ve bereketli hayırlarla karşılaştırmasını dua ediyoruz. Çünkü benim Rabbim duaları çok iyi işitendir… İhsam sonsuz olandır… Acıyan ve bağışlayandır.

Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimizin cennetin bütün kapıla­rından içeriye davet edilmesi ne kadar da mutluluk vericidir!

“Bugün içerinizden hanginiz oruçlu?” sorusuna Ebû Bekir es- Sıddîk (r.a.) Efendimiz “Ben!” diye cevap vermiştir.

“Bugün içerinizden hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” sorusuna Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimiz “Ben!” diye cevap vermiştir.

“Bugün içerinizden hanginiz birisinin cenazesinde bulundu? sorusuna Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimiz, “Ben! diye cevap vermiştir.

“Bugün içerinizden hanginiz bir fakiri doyurdu?” sorusuna yine Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimiz “Ben!” diye cevap vermiştir.

Allah, bütün hayır-hasenât özelliklerinin kendisinde toplandığı Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) Efendimize, hayırla muamele etsin, ken­disinden razı olsun.

Ancak insanlardan, Peygamber Efendimizin (s.a.v.), “İnsanların çoğu, senin yüz adet deveye sahip olup da sanki bunların içinden bir tane bile yola gidecek deve bulamaman gibidir.” sözünde de buyurduğu gibi, hayır-hasenât özelliklerini kendinde toplayanları pek az bulunur. Fakat bunların da bazıları pek çok hayır-hasenât yapılması gereken yerlerde, sadece küçük adımlar atarak yürüme­ye devam etmektedirler. Oysaki Allah yolunda yüksek dereceler elde edebilmek için geçmiştekilerin fedakârca neler yaptığını ve bu uğurda neler yapılması gerektiğini bilmekle ve de uygulamakla ger­çekleşir.

Bu, Zeyd b. Sâbit (r.a.) gibi miras hukukunu bilmektir.

Bu Ali b.Ebi Talib (r.a) gibi yargıama hukukunu bilmektir.

Bu Übeyy b.Kabb  (r.a.) gibi Kur’ân’ın değişik şekillerdeki kıraatlerini bilmektir.

Bu, Ömer b. el-Hattâb (r.a.) gibi insan yönetme sanatını bil­mektir.

Bu, Ibn Mesûd (r.a.) gibi tefsiri bilmektir.

Bu, Ebû Hureyre, İbn Amr veya Âişe (r.anha) gibi Rasûlullah’ın sünnetini korumaktır.

Bu tıpkı Hâlid b. Velîd veya Ali b. Ebî Tâlib gibi savaş sanatını ve savaş sanatı ile ilgili durumları bilmektir.

Bu, Mu‘âz b. Cebel (r.a.) gibi âlimleri tanımaktır.

Bu, Abdullah b. Abbâs (r.a.) gibi derin bilgi sahibi olan kimselerden birisi olmaktır.

Bu, tıpkı Ebû Bekir es-Sıddîk (r.a.) gibi merhametli, hassas kalpli, geçmiş nesillerin hallerini ve durumlarını bilmektir.

Bu, dünyada eşine çok az rastlanır bir şekilde Allah yoluna ca­nım feda eden Mus’ab b. Umeyr (r.a.) gibi olmaktır.

Bu, sürekli âhiret özlemi içerisinde ve onu isteyerek hayatını  idame ettiren Umeyr b. Hammâm (r.a.) gibi olmaktır.

Bu, sürekli hakkı ve hakikati dile getiren Ebû Zerr el-Ğıfârî (r.a.) gibi olmaktır.

Bu, Hz. Osman (r.a.) gibi yaşamaktır.

Bu, Hz. Peygamber’i coşkulu bir şekilde öven ve O’na eşsiz medh-ü senalarda bulunan şair Hassan b. Sâbit (r.a.) veya Abdullah b. Revâha (r.a.) gibi olmaktır.

Bu, Ca‘fer-i Tayyâr (r.a.) veya Hz. Hamza (r.a.) gibi kahraman­ca cihad etmektir, savaş meydanlarında düşmana karşı göğsünü si-per etmektir.

Bıı, biricik dost Zeyd (r.a.) ve Zeyd’in sevgili yavrusu, Pegarnber’in (s.a.v.) sevgisine mazhar Üsâme (r.a.) olmaktır.

Ve bu, yukarıda sayılanlara ilave edilebilecek daha nice güzel ve faziletli durumların içerisinde olmak, bu faaliyetleri sürekli hale getirmektir… Allah bu yolda olanların tamamına rahmeti ve merhameti ile muamele eylesin. Allah, onları her şartta sorunlara çözüm yeteneği ile donatsın. Allah, onları kıyamet gününün yakıcı ve kavurucu azabı esnasında kendi gölgesi ile gölgelendirsin.

 

Kuran ve Sünneti Anlamanın Temel İlkeleri – Mustafa el Adevi

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir