İçtihad Hakkında
Sahâbiler konusunda bizim için en önemli ölçü Hz. Peygamberin şu hadis-i şerifdir “Benim Ashabım yıldızlar gibidir, bir tanesine bile uyulursa doğru yol bulunur.” Demek ki Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz doğru yol buldurmada kılavuzdurlar. Yeter ki önümüze ışık düşüren, Efendimizin kabulüne mazhar olmuş bir sahâbi olsun. Şu hususu da gözden kaçırmamak gerekiyor: Sahabe topluluğu homojen değildir. Hepsi birden Efendimizin tebliğine muhâtab olmuş, ancak tebliğ edilenleri farklı farklı yorumlamışlardır.
Ve bu Efendimiz döneminde dahi yaşanmıştır. Bu sebepledir ki. Efendimizin şöyle de bir hadis-i şerifi vardır “Ümmetimin ihtilâfında ümmetim için rahmet vardır.” Bu aynı zamanda bir hakikattir. Şu Ayet-i kerimeyi hatırlayalım: “Ben insanları kabile kabile, meşrep meşrep yarattım!“(Hucurat,49.Ayet Meali) O hâlde bir meşrep için doğru olan diğer meşrep için doğru olmayabilir. Ancak bu ayrılık asli meselelerde değil, teferruatta söz konusu olur. Yoksa asıl değişmez! Fıkhın, “Usul-ü fıkıhta içtihad olmaz, füruğ-u fıkıhta içtihad olur.“ kâidesi de bu temel hakikate dayanır.
Asılda içtihad olmaz, sadece teferruatta olabilir. Teferruatı da küçümsememek gerekiyor, algımızdaki haliyle önemsiz şeyler demek değildir. Meselâ ayakkabının bir tabana sahip olması esasın, ama bu tabanın kauçuktan mı, köseleden mi, başka bir şeyden mi olması teferruattır. Keza, gözlükten kasıt, gözün önündeki mercektir. Ama çerçevesiz gözlük olmaz. Çerçevenin cinsi, şekli gibi hususlar teferruattır, mercek esastır.
Teferruattaki görüş ayrılıklarının Efendimiz döneminde, sahâbileri arasında dahi yaşandığını bilmek gerekiyor. Meselâ İslam Miras Hukuku’nu belirleyen âyetler konusunda bu yaşanmış, sahabilerin bütünü aynı görüşte olmamıştır. Abdullah bin Ömer ve Hz. Ayşe Validemizin bu konudaki kanâatleri farklıdır. Ama bu farklı kanâatler Efendimize sorulduğunda: ‘Zaman ve şartlara göre öyle de olur, böyle de olur.’ buyurarak kanâat farklılığının, esastan ayrılmadıktan sonra olağan olduğunu belirtmişlerdir. Anlıyoruz ki, ne Allah ne de Allah’ın Resûlü insanlara aynı şeyi dayatmış, cüz’i irâdelerinde hür bırakmıştır. Allah isteseydi herkesi aynı şekilde yaratır, aynı biçimde davranmalarını sağlardı.
Ama murâdı bu istikâmette olmamış, insanların hûr irâdeleriyle kendilerini ortaya koymalarına imkân vermiştir. Ve insanlar da bu istikâmet üzere tasavvurlarını belirlemişlerdir. Bu konuda İbn-i Arabi Hazretlerinin şöyle bir sözü vardır: “Herkesin Allah’ı başka…” öyle değil mi? Bizim Allah tasavvurumuz Hz. Peygamber’in Allah tasavvuruna denk olabilir mi?
Dolayısıyla Allah ve Esmâ-i Hüsnâ telakkisi, bunların hayata tatbik şekli kişinin kendine aittir. Umum! prensiplere muvafık kaldıkları sûrece şahsi tasavvur, takdire değerdir. Bunu böyle kabul etmek lâzımdır. Islâm’ı bu çerçevede okumadığımız için onu kendi zâviyemizin içine hapsediyoruz. Herkesi tasavvurumuzda ki bir dine çağırıyor, bizle muvafık olmayanları dışlıyoruz. Hâlbuki böylesi davranmak haddimize mi? Efendimizin hayatında gördüğümüz ve sahâbileri arasında yaşanan farklılıklar bize şu ölçüyü getiriyor: Hüsn-i zan farzdır, sû-i zan ise günah… Biz başka şekilde düşünen Müslümanları zemmedemeyiz,kınayamayız ve Müslümanları kendi hakkımızda da su-i zanna sokacak davranışlarda bulunmamalıyız.
Sahabelerin kendi aralarında ki ihtilâfları (daha doğrusu aralarındaki görüş ayrılıklarından) anladığımız budur. Esasta ‘birlik,teferruatta çokluk..Zira Cenab-ı Allah kullarını çarktan çıkmış gibi aynı istemiyor murâdı çoklukta birlik olmaktan yana. Kavimler,insan renkleri farklıdır; her insanın kendine mahsus bir parmak izi vardır.İnsanları birbirinden ayıran çok şey sayabiliriz,ancak bunların hepsi teferruattır, insan olmaları onları yine merkezde buluşturuyor, birleştiriyor. Dolayısıyla Efendimizin, ”ümmetimin ihtilafında rahmet vardır.” hadis i şerifini bu çerçevede okuyabiliriz.İhtilaf ayrı düşünce, farklılık bizatihl kötü şeyler degildir, zira Allah’ın Resûlû bunu ”rahmet” olarak tanımlıyor.
Önemli olan bu farklılıkları tabii olarak karşılamak ve esas ile olan irtibatları açısından birliklerini gözden kaçırmamak… Ve bir de kendi düşünce ve anlayışını, Allah ve Resûlûnûn emri olarak karşı tarafa aktarmamak
Sahabe Efendilerimizde bu hakikatin yaşandığını görüyoruz. Ve doğrusu onların durumunu görüş ayrılıkları şeklinde tanımlamak da hoş bir şey değildir. Zirâ onların ki, görüş ayrılığından ziyade görüş zenginliğidir.Özellikle ulemâ olan sahâbilerin hukûki mevzularda ki kanâatleri böyledir.Sahâbilerin hepsi de âlim değildir.Efendimizin hayatına baktığımızda ulemâ olan sahabeleri görürüz. Meselâ Abdullah Ibn Mes-ud. Kurân Kerim’in kıraatı konusunda,Efendimizin özel iltifatına mazhar olmuş bir sahabedir.Bir gün Efendimizin ziyâretine gider. Kapıyı çalıp bekler. Kapıyı üçüncü kez çalışında da kapı hemen açılmaz. Abdullah İbn Mes’ud, ‘Acaba bir hatâ mı yaptım ki Efendimiz kapıyı açmıyor?” diye düşünür.
Bu muhasebe içindeyken kapıyı bizzat Efendimiz açar. Abdullah İbn Mes’ud’un yüzündeki ifâdeyi görür, “Ne oldu?” ‘Efendim, kapının açılması gecikince, acaba Allah’ın Resûlüne karşı bir hatâm mı oldu diye düşündüm ve üzüldüm.”Allah Resulü,’Gönlün rahat olsun.Üzerimde seni karşılamaya uygun bir kıyafet yoktu,onun için kapının açılması gecikti.”buyurur.Efendimizin nezakati ve inceliğiini görüyor musun?Abdullah İbn Mesud’a yaklaşımında ki inceliği iyi okumalıyız.
Ömer Tuğrul İnançer – Muhabbet Peygamberi Hz.Muhammed