Tarihi Haberlerin Nakli
İbn Batûta seyahatından ve dünyanın çeşitli ülkelerinde gördüğü acaip şeylerden bahsedermiş. Anlattıklarının çoğu Hint hükümdarlarına dairmiş. Hükümdarın ahvâline dair dinleyenlerin garipsedikleri şeylerden sözedermiş. Meselâ bunlardan biri şu imiş; Hind hükümdarı sefere çıkacağı zaman, kadın, erkek, çocuk bütün şehir halkını saydırır, bunların altı aylık erzakını ayırır, ihsanından olmak üzere bu erzakı onlara verirdi. Hükümdar seferden dönünce, şenlikler düzenlenen bir günde şehre girerdi. Bu gün bütün halk şehir haricindeki sahraya çıkar, hükümdarlarını tavaf ederlerdi. Bu kalabalıkta hükümdarın önünde hayvanların sırtında kurulmuş olan mancınıklardan, üzerine konulan dinar ve dirhem keseleri halkın üzerine fırlatılmış ve bu hal hükümdar sarayına girene kadar devam etmişti. O, bu nevi hikâyeler anlatırken, halk aralarında yaptıkları konuşmalarla onu tekzib ederlerdi. O sıralarda şöhreti her tarafa yayılmış olan sultanın veziri Fâris b. Verdâr’la görüşmüş, bu konuda onunla konuşmuş, o zatın hikâyelerini inkâr ediyormuşum gibi bir tavır takınmıştım. Zira halkın onu tekzib etmeleri her tarafa yayılmıştı.
Vezir Fâris bana şöyle dedi: “Devletlerin ahvâline dair nakledilen bu gibi hikâyeleri, ben onu görmedim, diye sakın inkâr etmeyesin. Şayet böyle hareket edersen, zindanda büyümüş vezirin oğlu gibi olursun: Sultanın biri, vezirin birini yakalatmış, hapse attırmıştı. Verir senelerce zindanda kalmış, bu süre içinde oğlu bu hapishanede yetişmişti. Çocuk akıl ve idrâk sahibi olunca, babasına, gıdasını teşkil eden etin ne olduğunu sormuş, o da, bu koyun etidir, diye cevap vermiş ama bu sefer çocuk, koyun nedir, diye sormuş, bunun üzerine babası ona koyunun şeklini ve vasıflarını tasvir etmişti. Bu izahatı dinleyen çocuk, babacığım, galiba sen koyunun, fare gibi bir şey olduğunu anlatmak istiyorsun, demiş, ama baba bunu reddederek, koyun nerede, fare nerede, demişti. Hapishanede fareden başka bir hayvan görmemi; olan çocuk deve ve sığır etleri için de aynı biçimde konuşuyor ve bunların hepsinin de farenin soyundan gelen hayvan türleri olduklarım zannediyordu”.
Tarihî haberlerin nakli sırasında ekseriya insanlara arız olan hal budur. Bu, garip bir şey söylemiş olmak maksadiyle mübalağa yapıldığı vakit insanlara ânz olan vesvese, vehim (ve ruh haletine) benzer. Nitekim bu kitabın baş tarafında bu hususu belirtmiştik.
Şu halde insan kendi usûlüne ve esaslarına müracaat etsin, kendini kontrol etsin, sarih aklı ve müstakim fıtratı ile mümkün ile imkânsız olanın tabiatlarını birbirinden (akl-ı selimi ve hiss-i selimi ile) ayırdetsin. İmkân sahasına dahil olan şeyleri kabul etsin, o sahanın haricinde kalan şeyleri de reddetsin. Yalnız, birim burada “imkân” sözünden maksadımız “mutlak aklî imkân” değildir. Çünkü bu mânadaki imkânın sahası çok geniştir. Onun için de (bu mânadaki imkân itibariyle) vâkıât için bir sınır farz olunamaz. Burada imkândan maksadımız, sadece bir şeye has (bünye ve) maddeye göre olan imkândan ibarettir. Çünkü biz bir şeyin aslına, cinsine, sınıfına, büyüklükteki miktarına ve kuvvetine dikkat ettiğimiz zaman, o şeyin ahvâline bu nisbette hüküm icra ve tatbik eder, o sahanın haricinde kalan şeylerin imkansızlığına hükmederiz. “De ki, Rabb’ım ilmimi artır” (Taha, 20/114),
İbn Haldun,Mukaddime,cild:1