Batı Algısı:Kapitalizmin Belirlediği ve Dayattığı Bir Yaşam Biçimi
‘Batı’ kavramına ilişkin çok yazı yazıldı, kitaplar yayımlandı, sosyolojik incelemeler yapıldı bugüne kadar. Onca yaklaşımın her biri, doğal olarak, ideolojik bir bakış açısıyla yapıldığı için; ayrışmaları, karşıtlıkları beraberinde getirmiş; içerik olarak bir çatışmayı da hep gündemde tutmuştur. Böyle bakıldığında Batı kavramının alabildiğine siyasî bir kavram olduğu rahatça söylenebilir. Bu kavram, elbette coğrafi Batı anlamına da geliyor; ama böyle olmasının 21. yüzyılda hiçbir önemi yok. Yakın geçmişte Kuzey Amerika ve Avrupa’daki komünizme karşı olan ülkelerin Batı diye tarif edilmesi, bu kavramın yaşamsal içeriğini gizlemekten başka bir işe yaramamıştı.
Aslında Batı, Batı Uygarlığı, Batı Dünyası, Özgür Dünya denilen sosyolojik olgu; kapitalist-emperyalist devletlerin, yok etmeyi amaçladıkları dünyanın diğer uygarlıkları karşısına koydukları politik bir önermedir. Bu nedenle de tarihsel ve kültüreldir. Bugün Batı deyince, her bakımdan gelişmiş, kalkınmış; şimdilerde daha çok sermaye ihraç ederek sömürüsünü sürdüren; kendi kültürünü ve yaşam biçimini dayatan devletler us’a gelmelidir. Bu devletlerin tarihine, dünya politikalarına, toplumsal kurumlarının işleyişine, kültürel yapılanmalarına, inançlarının işleyişine, kısaca maddî ve manevî kültürel yapılanmalarına bakıldığında görülen o ki Batı, dünyanın yer altı ve yer üstü zenginliklerini ele geçiren, ulusları kendine bağımlı hâle getiren, kendi inançlarını dayatan, başkalarına yaşam hakkı tanımayan, dünyanın geleceğini tüketen devletlerin örgütlü yapısından başka bir şey değildir.
Böyle olduğu için Doğu’nun, içeriği bakımından karşıt bir uygarlık, karşıt bir yaşam biçim, tarihsel ve tinsel derinliği olan bir kültür olarak varlığını sürdürüyor olması, Batı dünyasını rahatsız etmektedir. Batı, bütün anlamlarda, getirdiği onca çirkinliği egemen kılmak; İnsanî değerleri gözeten, dünyanın geleceğini önemseyen, bireysel olana saygı duyan, her türlü sömürüye karşı çıkan, bağımsızlığın ve kişisel özgürlüğün önemine vurgu yapan Doğu’mm kimyasını bozmak, onun yaşatan değerlerini yozlaştırmak için her türlü yola başvurmaktadır. Bunun için geliştirdiği ve bir hayli etkin kıldığı kültür endüstrisiyle, dünyanın her yerinde amacına uygun insan tipini oluşturmaya devam etmektedir. Ne yazık ki bunda başardı olduğu da bir gerçektir. Batı’nın sundukları doğru okunabilse, hiçbir toplum onun biçimsel izleyicisi olmaz; dayattıkları, kendini fark ettiren bir olanağa dönüştürülürdü. Ne denli geç kaimmiş olunursa olunsa, bugün yapılması gereken budur kesinlikle.
Ancak o zaman Batı, bu dünyanın sadece kendine ait olmadığını anlamak zorunda kalacaktır. Bunun için kendiliğinden bir toplum olmak yetmez; kendi için bir toplum olmak gerekir. Şimdilerde gereksinilen, bu bilince ulaşmaktır. Bu olasılığı gündeminde tutan Batı, kültürüyle, kültürel kurumlarıyla, politik refleksleriyle, ekonomik uygulamalarıyla, tarih bilincini yok edişiyle, sürekli gündemde tuttuğu inanç örgütlenmeleriyle egemenliğini pekiştirmeyi sürdürüyor. Bir yandan da başka toplumların tarihlerini, kültürlerini, inançlarını, İnsanî kavrayışlarını, politik yapılanışlarını, yaşam biçimlerini, ahlakını, ürettiklerini değersizleştirmeye çalışıyor. Bunu başardığı oranda da dünyanın tek sahibi olma yolunda dev adımlarla ilerlemiş oluyor. Batı’nın insanlığı önemseyen, hak ve hukuku gözeten, özgürlükçü, gelişmeyi önceleyen öznelere sahip olmasının; emperyalist-kapitalist işleyişi durdurabilecek bir güce dönüşmesi de çok uzak görünüyor.
Bu durumda Batı’nın insanlık için geliştirdiği bilimsel buluşlar benimsenirken, dayattığı çirkinliklerle de savaşmaktan başka çare yok. Öte yandan getirdiği modernitenin de aşılması gerekiyor. Yakın ve uzak gelecekte Batı dünyası ekonomik sömürüyü daha bir geliştirmek ve kalıcı kılmak için, şeytanın bile aklıma gelmeyecek yöntemler bulacağına hiç kuşku olmamalı. Tıkandığı yerde, ne denli gizlenirse gizlensin, dinî değerleri baz olarak kullanacağı, kalkıştığı savaşları da olageldiği üzere ekonomik nedenler ve din üzerine temellendireceğini saptamak yanlış olmaz.
Veysel Çolak/Hece Dergisi