Kaza ve kader inancı pek büyük bir hikmet taşır. Meselâ bir müslüman «Ne yapalım kader böyle imiş» der! Bu söz yanlış bir söz müdür? Hâşâ pek doğru, pek haklı bir sözdür. Yalnız müslümanlar değil; her millet bu inançtadır. Müslümanlar bu nakaratı tekrar ederler, fakat nerede biliyor musunuz? Bir emri vâki karşısında!
Her hangi bir şey hakkında beşer tedbiri biterse, bu söz o zaman tekrar olunur. îşte gerçek bir müslümanın itikadı bu merkezdedir. Çünkü İslâmiyet’te kaderi inkâr etmek küfür (Dinden çıkmak) olduğu gibi, cebr derecesinde kadere dayanmak da küfürdür. Meselâ bir adamın bir hastası olur, hastasını göstermek için bir tabib getirir, insan gücü dahilinde olan tedbirlere baş vurulur. Hiç bir fayda elde edilemez. Hasta ölür. îşte hakiki bir müslüman o zaman zayıf kalbli kimselere mahsus olan beyhude telâşlara, anlamsız çırpınışlara lüzum görmez. İnsana ve inanana yakışacak bir metanet ve teslimiyetle İlâhî kazaya rıza göstererek «Ne yapalım, kader böyle imiş» der. Ve bu sağlam itikadın tesiriyle, karşılaştığı musibetin karşısında insan gibi durur; o felâketten delice değil insanca üzüntü duyar. En büyük bir filozofun da böyle emri vaki karşısında söyleyeceği son söz budur.
Demek ki hattâ İslâmiyet’in bu itikadında değil, belki bu itikadın bazı kimseler tarafından yanlış tefsir edilme sindedir. Sebeplere baş vurmaktan el çekerek miskinlik köşesinde oturmak baştan aşağı hezeyan, belki cebre vardığı için küfürdür. Gerçek mü’min odur ki İlâhî takdire iman etmekle beraber tedbir almakta asla uzak durmaz. Daha doğrusu kendisine nisbeten takdirin varlık ve yokluğunu eşit tutarak dinî ve dünyevî vazifesi ne ise onu ifa etmeğe bakar.
Dünyada hiç bir akıl sahibi yoktur ki, tarlasını ekmeden karşısına geçip otursun da mahsul zamanı İlâhî lütuf eseri olarak bir çok mahsul almak ümidinde bulunsun. Sebeplere baş vurmadan, onları hazırlamadan neticeyi beklemek cinnetten başka bir şey değildir. Cenâb-ı Hakk her şeyi bir sebebe bağlı kılmış, Allah’ın kanunu (Âdetullah) bu minval üzere hükmünü yürüte gelmiştir. Cenâb-ı Hakk şunun bunun hatırı için İlâhî kanununu değiştirmez. Sebeplere tevessül etmeden neticeyi bekleme, hâşâ, İlâhî kudreti kendi sefih emelinin, delice fikrinin gerçekleşmesinde kullanmak gibi küfrü gerektiren bir alçaklığı, bir küstahlığı da kapsar.
Bu inançta olan adamlar Allah’ın kanununu değil, akla uymayan kendi inanç ve mesleklerini değiştirmeğe çalışmalıdırlar. Çünkü «Ne yapalım kader böyleymiş» sözü, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, beşer tedbiri bittikten sonra bir emri vâkiye karşı söylenecek son söz olduğundan vâki olmayan bir durum karşısında ilk söz olarak söylenen cinayet işlemiş olur. İnsan kadere inanmakla beraber insanın alacağı tedbirlerin bittiği, takdirin başladığı yerdir, inancındaymış gibi çalışmalıdır. Hepimiz evlâtlarımıza bu fikri telkin etmeliyiz. Ta ki irâdelerine kuvvet, azimlerine metanet gelsin. «Her şeyi kadere havale etmek, acizliğin delilidir.»
Ferid Kam,Dini-Felsefi Sohbetler
0 Yorumlar