Allah, Eşyayı Kaderi ve Kazasına Bağlamıştır…
Ebû Hanîfe,el Fıkhu’l-ekber’de dedi ki: Allah, eşyayı kaderi ve kazasına bağlamıştır. Dünya ve ahirette her şey O’nun dilemesi, ilmi, kaza ve kaderi ile olur. Ebû Hanife, Ebû Yusuftan rivayette Yüce Allah’ın: “Biz herşeyi bir kader ile yarattık”1 kelâmı için şöyle demiştir: Alemde bulunan her şey bu kaderin içindedir.
Ebû Hanife el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Allah, onlardan bir kısmını hidayete şevketti, bir kısmına ise dalalet hak oldu.” “O dilediğini saptırtır, dilediğini ise hidayete ulaştırır.” “Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüleri kendileri ile konuşsaydı, her şeyi de onlara karşı (senin söylediklerini) kefiller olmak üzre bir araya getirip toplasaydık onlar, Allah dilemedikçe yine iman edecek değillerdi.” “Eğer Rabbin dileseydi yer yüzündeki kimselerin hepsi, elbette topyekûn iman ederdi.” “Allah’ın izni olmadan hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” “Eğer Rabbin dileseydi bütün insanları muhakkak ki bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilaf edici bir halde devam edip gideceklerdir. Rabbinin, rahmetine mazhar ettiği kimseler müstesna. (Allah) onları bunun için yaratmıştır.” “Allah dilemeyince siz dileyemezsiniz.”
Yani Allah takdir etmedikçe (dileyemezsiniz). Şuayb (a.s) buyurdu ki: “Ona dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Meğer ki Rabbimiz Allah dileye.” Nuh (a.s) ise şöyle demiştir: “Eğer Allah sizi helâk etmeyi dilemişse, ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile, bu hayırhahlığını size fayda vermez.” “Biz senden sonra kavmini imtihan ettik.” “İşte biz ondan fenalığı ve fuhşu bertaraf edelim diye (böyle burhan gönderdik). Çünkü o ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandır.”
Bana, Hammad İbrahim’den, Alkame’den, Abdullah b. Mes’ûd’dan Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
Allah, sizden birinizi yaratırken, onu ana karnında kırk gün nutfe olarak, sonra bir o kadar alaka olarak, sonra aynı süre kadar et parçası (mudğa) olarak tutar. Sonra ona rızkını, ecelini, mümin mi yoksa kâfir mi olduğunu yazacak olan bir melek gönderir. Kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah’a yemin olsun ki, kişi cehennem ehlinin amelini o kadar yapar ki, kendisi ile cehennem arasında bir arşın mesafe kalır. Sonra hakkında yazılan yazı (Allah’ın takdiri) öne geçer de cennet ehlinin amellerinden bir tanesini yapar, ölür ve cennete girer. Yine kişi cennet ehlinin amelini o kadar yapar ki, cennetle kendi arasında bir arşın boyu mesafe kalır. Sonra hakkında yazılan yazı öne geçer de cehennem ehlinin amellerin-den birini yapar, ölür ve cehenneme girer.”
Ebû Hanife İmam Muhammed, Harisi ve Ensârî’nin rivayetlerine göre şöyle demiştir: Bana Nafı’, İbn Ömer’den (r.a), Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Kader yoktur” diyen bir kavim gelecektir. Onlarla karşılaştığınız zaman selâm vermeyiniz, hasta olurlarsa ziyaretlerine gitmeyiniz, ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız. Çünkü onlar, Deccal’in taraftarı ve bu ümmetin Mecusîleridirler. Onları Mecusîlere ilhak etmek Allah üzerine hak olmuştur.” Bana Sâlim, babası Abdullah b. Ömer’den Hz. Peygamber’in (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Kaderiyye’ye lanet olsun. Allah, benden önce hiçbir peygamber göndermemiştir ki, ümmetini onlardan sakındırmamış ve onlara lanet etmiş olmasın.”
Bunu bana, Alkame b. Mersed, Süleyman b.Büreyde’den, o babasından, o da Hz. Peygamber’den (s.a.v) naklen rivayet etmiştir. Bize HeysemÂmir eş-Şa’bî’den, o da Hz. Ali b. Ebû Talib’ten rivayet etti. Ali, Kûfe’de minbere çıkarak insanlara hitap etti ve dedi ki: “Kadere, onun hayrına ve şerrine inanmayan bizden değildir.” Bana Musa b. Ebû Kesir, Ömer b. Abdulaziz’in şöyle dediğini rivayet etti: “Kader ayeti Yüce Allah’ın kitabındadır, dilediği kişiler onu bildi, diledikleri ise ondan habersiz oldu. O, Cenab*ı Hakk’ın şu sözüdür: “Siz de, Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınız da hiç şüphesiz cehennem odunusunuz. Siz oraya gireceksiniz.” Yine Yüce Allah’ın şu sözü: “Ne siz, ne de tapmakta olduklarınız, siz onun aleyhinde (hiçbir ferdi) fitneye sürükleyecek(bir kudrette) değilsiniz. Meğer ki kendisi cehenneme girecek kimse olsun.
Ebû Hanîfe el-Vasiyye’de dedi ki: Bir kimse hayır ve şerri Allah’tan başkasının takdir ettiğini iddia ederse, Allah’ı inkâr etmiş olur, O’nun tevhidi de batıl olur. Yüce Allah buyurdu ki: “İşledikleri her şey defterlerdedir. Küçük büyük her şey yazılıdır.”
Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ekber’de dedi ki: Allah onu levh-i mahfuza hüküm olarak (kesin ve icbarı olarak) değil, vasıf (sebeplere bağlı- kesbî) olarak yazmıştır. el-Vasiyye’de ise şöyle dedi: Allah kaleme yazmayı emretti de kalem: “Ey Rabbim! Ne yazayım?” dedi. Yüce Allah: kıyamet gününe kadar olacak şeyleri yaz, buyurdu.
Ebû Hanîfe, İmam Muhammed, Harisi ve Ensarî’nin rivayetlerinde dedi ki: Bana Ebu’z-ZübeyrCabir b. Abdullah el- Ensarî’den, Süraka b. Mâlik el-Ensâri’nm şöyle dediğinirivayet etti: Ey Allah’ın Resûlü Bana, kendisi için yaratıldığımız dinimizi anlat; mukadderatın cereyan ettiği ve kalemlerin yazıp bitirdiği bir şey uğruna mı amel etmekteyiz, yoksa gelecekte oluşacak bir şey uğruna mı? Hz. Peygamber (s.a.v): “Kaderin cereyan ettiği ve kalemlerin yazıp tükettiği şey uğruna” diye buyurdu. Bunun üzerine Süraka: “O halde nenin uğruna bu çalışma?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Amel ediniz, herkes yaratıldığı şeye yöneltilmiştir* diye cevap verdi ve şu meâldeki ayeti okudu: “Artık kim verir ve sakınır, en güzeli de tasdik ederse biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar, en güzeli de yalanlarsa, biz de onu en zora hazırlarız.”1
Bana, Abdülaziz b. Rafır’ Mus’ab b. S a’d b. Ebû V akkas’tan babasından, o da Hz. Peygamber’den şöyle dediğini rivayet etti: Allah, herkesin dünyaya gelişini, dünyadan çıkışını ve nelerle karşılaşacağını yazmıştır. Ensardan bir adam: Ey Allah’ın Resûlü, o halde çalışma nenin uğruna yapılmaktadır?” diye sordu. Hz. Peygamber: “Amel ediniz, herkese yaratılışına uygun olan şey kolaylaştırılmıştır. Kötülere, kötülerin ameli, iyilere de iyilerin ameli kolaylaştırılmıştır.” buyurdu. Bunun üzerine Ensarı: işte şimdi amelin faydası ortaya çıktı, dedi.
Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Eğer Kaderiyye’ye mensup olan kişi derse ki, meşîet bana aittir; dilersem inanır, dilersem inanmam. Çünkü Cenab-ı Hak: “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin”. “Semûd’a gelince, onlara doğru yolu gösterdik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.” “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenize hükmetti.” “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyuruyor. Bu kişiye cevap olarak denilir ki: Yüce Allah’ın “Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin” buyruğu bir vaîd (tehdit)dir. Cenab-ı Hak buyurmuştur ki: “Allah dilemedikçe öğüt almazlar”, “… Allah kişi ile kalbi arasına girer.”Yani mümin ile küfür ve kâfir ile iman arasına girer.
Yüce Allah’ın “Semûd’a gelince, onlara doğru yolu gösterdik ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler” sözüne gelince bu. “onlara gösterdik ve açıkladık” demektir. “Rabbin sadece kendisine kulluk etmenize hükmetti” ayeti ise “Rabbin emretti” mânasına gelir.
Ebû Hanîfe, İmam Muhammed’in rivayetinde dedi ki: Kasâ iki türlüdür. Birincisi vahiy emri, diğeri ise yaratma emridir. Çünkü Allah küfrü onlar için kaza ve kader çerçevesine alır. Fakat onunla emretmez. Aksine ondan meneder.
Yüce Allah’ın “cin ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” sözü “beni birlesinler“ mânasına gelir.
Eğer o (kaderi) derse ki: Allah niçin kullarını günaha zorluyor da sonra bu günah sebebiyle onlara azap ediyor? Eğer zina edecek, içki içecek veya iftira atacak olsa ona hadler uygulanır. Allah, kendisine iftira edilmesini istememiştir. Yüce Allah: Takva ve mağfiret ehli”2 olduğunu beyan ediyor. Binaenaleyh o küfür ehli olmadığı gibi onu murad edici de değildir.
Ona (cevap olarak) denilir ki: Kul kendi nefsine zarar ve fayda vermeye muktedir midir? Eğer “hayır”, çünkü onlar, itaat ve masiyet dışındaki fayda ve zararda kadere uymak zorundadırlar” derse, bu defa ona denilir ki: Allah şerri yaratmış mıdır? Eğer “evet” derse sözünden dönmüş olur. “Hayır” derse Genab-ı Hakk’ın şu sözünü inkâr etmiş olur: “De ki: yarattığı şeylerin şerrinden sabahın Rabb’ına sığınırım.” Bununla Allah, “şerrin yaratıcısı” olduğunu haber vermiştir. Hadler, Allah emrettiği için uygulanır. Evet Allah hadleri emretmiştir ve O’nun emrettiği şeyler terkedilemez. Nitekim Zeyd kölesinin elini kesecek olsa, bu Yüce Allah’ın dilemesi ile olmakla birlikte insanlar onu kınar. Eğer Zeyd kendisini azad edecek olsa bu defa överler. Bunların her ikisi de Yüce Allah’ın dilemesi ile vuku bulmuştur. Zeyd de, Allah’ın dilemesi ile iş görmüştür. Ne var ki Allah’ın dilemesi ile de olsa masiyet işleyen kimsenin fiilinden Cenab-ı Hak razı olmaz. Böylesi, bu tür bir fiilde adaleti de gözetmemiş olur.
“Allah, kendisine iftira edilmesini dilemedi” sözünde de ona (Kaderiyye’ye mensup olan kişiye) şöyle denilir: “Allah’a iftira” bir kelâm mıdır, değil midir? “Evet” derse, ona “kafiri kim konuşturdu?” diye sorulur. “Yüce Allah” derse, kendi görüşlerine karşı çıkmış olur. Çünkü “iftira* da kelâmdan bir türdür, Allah dilemeseydi, onlara o sözü söyletmezdi.
Eğer o (kader!) derse ki: “Allah, kendisinin takva ve mağfiret ehli olduğunu söylüyor; Allah, küfür ehli olmadığı gibi, onu murad edici de değildir.”
Şöyle cevap verilir: Allah dilediği taate ehildir, dilemediği masiyet de O’na ehil değildir. Eğer adam derse ki: Kişi isterse bir işi yapar, isterse yapmaz; isterse yer, isterse yemez; isterse içer, isterse içmez. Ona denilir ki: Allah İsrailoğullarına denizi geçmeyi, Firavun’a ise denizde boğulmayı takdir etti mi? Eğer “evet” derse, bu defa denilir ki: Musa’yı yakalamak için onun arkasından gitmemek ve taraftarları ile birlikte boğulmamak Firavun’un elinde miydi? Eğer “evet” derse, küfre düşmüş olur, “hayır” derse daha önceki sözünü nakzetmiş bulunur.
Ebû Hanîfe, Ebû Yusuf ve Esed b. Amr’ın rivayetlerine göre şöyle demiştir: Kaderiyye’ye mensup olan kişiye denilir ki: Allah ezelî ilminde bu şeylerin böylece olacağını biliyor muydu, bilmiyor muydu? Eğer “hayır” derse küfre düşmüş olur; “evet” derse, bu defa “Allah, bunları bildiği gibi olmasını mı yoksa bildiğinin hilafına olmasını mı diledi?” diye sorulur. “Bildiği gibi olmasını diledi* derse, Allah’ın, mümin için imanı, kafir için de inkarı irade ettiğini kabullenmiş olur; “bildiğinin aksinin oluşmasını murad etti” derse, Rabbini muradının oluşmasını temenni eden ve bunun hasretini çeken bir konumda düşünmüş olur. Çünkü biri için olmamasını istediği halde oluveren yahut da olmasını istediği halde olmayan kimse temenni ve tehassür mevkiinde kalır. Rabbini temenni ve hasret vasıfları ile niteleyen kimse ise küfre düşer.
Ebû Hanîfe el-Fıkhu’l-ebsat’ta dedi ki: Şu delili getiren kafir olmaz. Çünkü o, ayeti inkâr etmemiş, tevilinde hata etmekle birlikte tenzilini reddetmemiştir. Bundan dolayıdır ki bir kimse; “Bana bir musibet geldiğinde, bunun Allah’tan mı, yoksa kendi isteğimle mi olduğunu bilmiyorum, o, Allah’ın beni sınadığı bir şey değildir’ dese küfre düşmez. Çünkü Yüce Allah: “Başına gelen kötülük kendindendir’’ “Size isabet eden her musibet, ellerinizle kazandıklarınız sayesindedir* buyuruyor. Yani “günahlarınız yüzündendir’’ve “Ben onu size takdir ettim’’ şekillerinde tevil ederse küfre düşmüş olmaz sadece tevilinde yanılmış olur.
BeyâzîzâdeAhmed Efendi,Ebu Hanife’nin İtikadi Görüşleri
M.Ü. İLAHİYAT FAK. VAKFI