Peygamberler Ve Gayb
Peygamberler Allah’ın bildirmesiyle diğer insanların bilemediği bazı gaybî haberlere mazhar olmuşlar, Allah’ın izin verdiği ölçüde başkalarına da bildirmişlerdir.
Meselâ, Hz. İsa kendisinden sonra gelecek peygamberi şöyle bildirir: “Ey İsrailoğulları! Ben Allah’ın size gönderdiği bir elçiyim. Benden önceki Tevrat’ın bir tasdikçisi ve benden sonra gelecek, ismi Ahmed olan bir peygamberin müjdecisiyim.[1]
Yine Hz. İsa, Cenabı Hakkın kendisine verdiği mucizeleri nazara verirken, şunu da söyler: “Evlerinizde yediğiniz ve biriktirdiğiniz şeyleri size haber veririm.[2]
Benzeri bir durum Hz. Yusuf için de geçerlidir. Hz. Yusuf zindanda iken, ordakilere hangi yemeğin geleceğini haber vermektedir.[3]
Hz. Yusuf un babası Hz. Yakub, oğlundan uzun yıllar haber alamamış olmakla beraber, onun hayatından ümidini kesmemişti. “Allah katından sizin bilemediğiniz şeyleri biliyorum” diyordu.[4]
Nitekim, Hz. Yusufun gömleğini getiren kervan Mısır’dan yola çıktığında, Hz. Yakub o kadar uzak mesafeden “Eğer bana bunaklık isnat etmezseniz ben Yusufun kokusunu duyuyorum” demişti.[5]
Kur’ân’dan verdiğimiz bu örneklerde görüldüğü gibi, peygamberler diğer insanlardan farklı olarak özel bir gayb bilgisine mazhardırlar. Fakat bu, onların gaybı bildiği anlamına gelmez. Çünkü peygamberler, gaybı bilen kişiler değil, vahiy yoluyla gaybdan haber alan kimselerdir. Yani, Allah’ın bildirmesiyle gayba vakıf olan insanlardır. [6]
2- Hz. Peygamber (a.s.m.) Ve Gayb
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen“[7] ve “Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım” [8] taltifine mazhar olan Hz. Peygamber (a.s.m.) elbette gayb bilgisi yönünden de en seçkin bir konumdadır.
Bazıları, “De ki: Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Gaybı da bilmem” [9] âyetinden hareketle, Hz. Peygamber (a.s.m.) gaybdan haber vermemiştir. “İlerde şöyle olacak, böyle olacak…” tarzında ona nisbet edilen şeyler, zamanla bazıları tarafından uydurulmuştur” iddiasındadırlar. Halbuki, Kur’ân’ı dikkatle okusalar böyle bir iddiaya girişmeyeceklerdi. Zira Hz. Peygamber (a.s.m.) kendiliğinden gaybı bilmez. Fakat Allah ona bildirir, oda ümmetine haber verirdi.
Tefsiri asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulan Kadı Beydâvî, “ben gaybı da bilmem” âyetini “bana vahyedilmedikçe ye kendisine bir delil bırakılmayınca” kaydını söyleyerek tefsir eder.[10]
Sözün burasında, Hz. Peygamberin (a.s.m.) birbirinden farklılık arzeden iki şahsiyetine dikat çekmekle fayda görüyoruz.
1- Beşerî yönü
2- Peygamberlik yönü.
Hz. Peygamber (a.s.m.), beşeri yönü itibariyle bizim gibi bir insandır. O da yer, içer, sıcaktan soğuktan etkilenir. Yarın ne olacak, ilerde neler olacak bilemez. Peygamberlik yönüyle ise, vahye mazhardır. Allah’tan gelen mesajlara bir alıcı durumundadır. Beşeriyet itibariyle “zelle” denilen bir yanılması olsa, vahiyle yönlendirilen bir konumdadır.
Meselâ, Tebük savaşına katılmamak için kendisinden izin isteyen münafıklara izin vermiştir. Gelen âyetlerde kendisine şöyle hitap edilir: “Allah seni affetsin, niye onlara izin verdin…”[11]
Abdullah İbni Ümmü Mektum âmâ bir insandır. Birgün Peygamberimiz (a.s.m.) Mekke’nin önde gelen müşriklerine İslâmı anlatırken. Resulullahın (a.s.m.) sesini duyar, oraya gelip der: “Yâ Resulallah, Allah’ın sana öğrettiklerinden bana öğret.” Peygamberimiz (a.s.m.) o esnada onunla meşgul olmak istemez. Yüzünü ekşitir, ondan yüz çevirir. Diğerlerine anlatmayı daha uygun bulur. Bu olay üzerine gelen Abese Sûresinin ilk âyetlerinde onun bu tavrının yanlış olduğu, bir daha böyle yapmaması hatırlatılır.[12]
Peygamberin beşeri yönünün en belirgin örneklerinden birisi, şu olayda kendini göstermektedir:
Hz. Peygamber (a.s.m.) Medine’ye geldiğinde Medine ahalisinin hurmaları aşıladığını görür. “Sanırım yap-masanız daha iyi olur” der. Bunun üzerine aşılamayı bırakırlar; verim düşer. Durum Resulullaha (a.s.m.) söylenince “Ben ancak bir beşerim. Dininizden bir şey size söylediğimde onu yapın. Kendi görüşümle birşey emredersem, bilin ki ben de bir insanım” “Siz, dünyanızın işini benden daha iyi bilirsiniz” der.[13]
Yeri gelmişken şunu da belirtmek gerekir: Hz. Peygamberin (a.s.m.) bir beşer olması, onun için bir noksanlık değil, aksine bir kemâldir. Bir beşer değil de, bir melek olsaydı, insanlara önder olamazdı, rehberlik edemezdi.
Meselâ, Peygamberimizin (a.s.m.) yanma gelen davacı-davalılarâ gayb bilgisiyle hüküm verseydi, bizlere örnek olamazdı. Halbuki şöyle diyor: “Siz bana davacı-davalı olarak gelirsiniz. Olur ki, bazınız davasını daha güzel anlatır. Ben de onun lehine hüküm veririm. Kime bu şekilde kardeşinin hakkından verirsem, bilsin ki, ona ateşten bir parça vermiş olurum.”[14]
Sahabiler, Hz. Peygamberin (a.s.m.) beşeriyet ve peygamberlik yönlerini ayırd edebiliyorlardı. Meselâ, Bedir Savaşı öncesi Resulullah (a.s.m.) orduyu bir yere yerleştirdiğinde sahabilerden Hubab bin Münzir “Yâ Resullallah, eğer buraya yerleşmemiz Allah’dan sana gelen bir vahiyle değilse, suları tutup düşmana göre avantajlı bir durumda olmamız daha uygundur” der. Hz. Peygamber (a.s.m.) uygun görür. Hubab’ın görüşüne göre hareket edilir.[15]
Görüldüğü üzere, hem Resulullah (a.s.m.), hem de ashabı onun beşeri yönüyle peygamberlik yönünü birbirinden ayırd etmektedir. [16]
3- Hz. Peygamberin (a.s.m.) Peygamberlik Yönü
Resulullah (a.s.m.) peygamberlik yönüyle birtakım gaybî sırlara mazhardır. Bunun en büyük delili başta Kur’ân-ı Kerimde bunun çok örneklerine rastlamaktayız. Meselâ, Hudeybiye Barışı dönüşünde nazil olan Fetih Sûresinde, sefere katılmayan münafıkların ne gibi mazeret uyduracakları Peygamberimize (a.s.m.) haber verilmişti:
“Geride kalanlar sana ‘mallarımız ve çocuklarımız bizi alıkoydu. Bizim için istiğfar et’ diyecekler. Onlar dilleriyle kalblerinde olmayan şeyi söylüyorlar.”[17]
Benzeri bir durum Tebük Seferine katılmayanlarla ilgili: “(Seferden geri kalan münafıklar) onlara döndüğünüzde size özür beyan edecekler. De ki: Özür beyan etmeyin. Size inanmayacağız. Alah bize, durumlarınızı haber verdi.”[18]
Keza, Hz. Peygambere {a.s.m.) münafıkların birtakım halleri vahiyle bildirilmektedir:
“Onlar ‘başüstüne’ derler. Yanından ayrıldıktan sonra bir kısmı gece senin dediğinden başkası kurar.
“İnsanlardan bir kısmı vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider. Kalbindekine Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır. Dönüp gitti mi (sende ayrılıp bir iş başına geçti mi) yeryüzünde fesat çıkarmaya, harsı ve nesli helak etmeye çalışır.”[19]
Şu olay da, Hz. Peygambere (a.s.m.) gelen gaybî bilgiyi teyid etmektedir:
Ebu Âmir, Hz. Peygamber (a.s.m.) Medine’ye gelmeden Önce Hıristiyanlığı din olarak seçen ve ruhban olarak yaşayan birisidir. Resulullah (a.s.m.) Medine’ye geldiğinde kendisinin reislik ve saltanatı sona erdiğinden, Peygambere düşman kesilir. Müşriklerle beraber hareket eder. Huneyn mağlubiyetinden sonra Şam’a kaçar. Oradan Medine münafıklarına “Elinizden geldiğince silahlanın. Benim için de bir mabed yapın. Ben Rum Kayserine gidiyorum. Oradan büyük bir ordu ile gelip Muhammed ve arkadaşlarırını sürüp çıkaracağım” diye haber gönderir. Münafıklar da, böyle bir mescidi yapıp, açılışına Peygamberi (a.s.m.) davet ederler. Resulullah (a.s.m.) gelmeye hazırlanırken, gelen âyetler durumu Resulullaha (a.s.m.) haber verir:[20]
“Onlar o kimselerdir ki, zarar vermek, küfrü yaymak, mü’minler arasına ayrılık sokmak ve daha önceden Allah ve Resulü aleyhinde savaşmış olana yataklık etmek için bir mescid edindiler İyilikten başka birşey murad etmedik’ diye yemin de ederler. Fakat Allah şahittir ki, bunlar gerçekten yalancıdırlar. Orada asla namaz kılma!…”[21]
Şu âyet, Hz. Peygamberin (a.s.m.) vahiyle bir kısım gaybî bilgiye ulaştığının en açık delillerindendir:
“Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir sır söylemişti. Fakat eşi, bunu başkasına haber verdi. Allah bunu, peygamberine bildirdi. Peygamber, bir kısmını söyleyip bir kısmından vazgeçmişti. Peygamber bunu haber verince eşi ‘bunu sana kim haber verdi’ dedi. Peygamber, ‘Alîm ve Habîr olan Allah haber verdi’ dedi.”[22]
Bahari’de zikredilen rivayetten Resulullahın (a.s.m.) bu iki zevcesinin Hz. Hafsa ve Hz. Aişe olduklarını öğrenmekteyiz.[23]
Mümtehine Sûresinin iniş sebebi de Resulullahın (a.s.m.) gaybdan talimat aldığının bir misalidir.
“Ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanınızı dostlar edinmeyin” diye başlayan sûre. Hâtib bin Ebi Beltea dolayısıyla inmiştir. Şöyle ki:
Bedir gazilerinden olan Hâtıb, Medine’den Mekke’ye gelen sâre ismindeki kadına bir mektub verir. Mektubda, Hz. Peygamberin (a.s.m.) Mekke’yi fethe hazırlandığını haber vermektedir. Kadın Mekke’ye doğru yol alırken, Hz. Cebrail durumu Resulullaha (a.s.m.) bildirir. Resulullah (a.s.m.), bir kısım ashabını çağırır. “Filan yerde Mekke’ye giden bir kadın bulacaksınız. Üzerinde Hâtıb’ın bir mektubu var. Mektubu getirin, kadını ise bırakın yoluna devam etsin” der. Giderler, kadını bulurlar. Kadın önce inkâr ederse de, sonunda saçında sakladığı mektubu vermek zorunda kalır!
Resulullah (a.s.m.), Hâtıb’ı çağırtıp “niye böyle yaptığını” sorar. Hâtıb der: “Yâ Resulallah, İslama girdikten sonra küfre dönmüş değilim. Mekkeli muhacirlerin herbirinin Mekke’de aşiretini koruyacak kimsesi var. Benimse yok. Kimsesi olmayan birisiyim. Ailem de onların arasında. Onlara yardımcı olmak istedim. Bildim ki, Allah Mekkelilerin cezasını verecek. Mektubum ise, onlardan bu cezayı gidermeyecek.”[24]
4- Hz. Peygamberden (A.S.M.) Gayb Haberleri
Resulullah (a.s.m.), Kur’ân vasıtasıyla “âlemin yaratılışı, geçmiş ümmetlerin kıssaları, İslâmın ve Müslümanların geleceği” gibi birtakım gaybî olayları haber vermiştir. Bunların izahını başka bir çalışmaya bırakarak, şimdi hadislerde yer alan bazı gaybî durumları takdime çalışacağız. Şöyle ki: Resulullah (a.s.m.), hem kendi devrinde olan ve hem de ilerde olacak olaylardan haber vermiştir.
I- Kendi devrinde olanlardan haber vermesi:
Birgün Resulullah (a.s.m.) mihraptayken der:
“Saflarınızı düzgün tutun. Ben sizi önümde iken gördüğüm gibi, sırtım dönük olduğunda da görürüm.”[25]
Bir savaş esnasında Müslüman saflarında yer alan Kuzman isimli biri, cesur bir şekilde savaşmaktadır. Resulullaha (a.s.m.) bu adamın cesaretinden bahsedildiğinde “bu adam cehennemliktir” der. Ashab bu sözü hayretle karşılar. Savaşın sonunda Kuzman ağır yaralıdır. Kendisine “Artık Allah’a kavuşma vaktidir” derler. Kuzman “ben Allah için savaşmadım ki” der. Aradan biraz geçince yaralarının acısına dayanamayıp intihar eder. Böylece Resulullahın (a.s.m.) “o cehennemliktir” sözü anlaşılmış olur.[26]
Huzeyfe’nin annesi. Peygamberi davet etmediği için oğlunu azarlar. Oğlu özür diler, “Resulullaha (a.s.m.) gidip af dileyeceğini” söyler. Huzeyfe, akşamdan yatsıya kadar peygamberin yanında kalır. Namazdan sonra mescidden çıkan Hz. Peygamberi (a.s.m.) takip eder. Resulullah (a.s.m.) onu görünce der:
“Ey Huzeyfe, Allah seni de, anneni de bağışlasın.”[27]
Hz. Peygamber (a.s.m.). Bedir Savaşından bir gün önce küfrün liderlerinden kimin nerede öldürüleceğini teker teker haber verir.[28]
Habeş Kralı Necaşi’nin öldüğü gün Hz. Peygamber (a.s.m.) ashabına: “Bugün bir kardeşiniz vefat etti. haydi namazını kılalım” der. Kalkarlar, onun cenaze namazını kılarlar.[29]
Hz. Peygamber (a.s.m.), 629’da, ashabından 3.000 kişinin Bizansm yüzbini aşan ordusuyla yaptığı savaşı, aynı anda Medine’de etrafındakilere haber verir. Göz yaşları içerisinde, sırasıyla Hz; Zeyd, Hz. Cafer, Hz. Abdullah bin Revaha’mn şehit olduklarını, sonra Hz. Halid bin Velid’in sancağı aldığını anlatır.[30]
Günümüz imkânlarıyla, Hz. Peygamberin (a.s.m.), başka bir yerde meydana gelmiş bir olayı haber vermesini anlamak çok daha kolaydır. Dünyanın öbür ucunda meydana gelen bir olay, radyo ve televizyonlarla anında naklen yayınlanmaktadır. En büyük bir insanın kalbinde, Allah’ın izniyle bu olayların yansıması, hiç de garip bir şey değildir.
Resulullah (a.s.m.), kendisinin bu farklılığına şu sözleriyle dikkat çeker: “Ben sizin görmediğinizi görür, duymadığınızı duyarım”[31]
2- Resulullahın (a.s.m.) ilerde olacaklardan haber vermesi:
Hz. Peygamberin (a.s.m.) gelecekle ilgili haber verdiği olaylar hayli fazladır. Biz bunlardan, özellikle günümüze bakanları bazı kısa yorumlarla nakledeceğiz:
Hz. Huzeyfe anlatıyor: “Resulullah birgün kalktı: bize kıyamete kadar olacak şeyleri anlattı. Bunları hıfzeden hıfzetti, unutan unuttu. Bu arkadaşlarım bunu bilirler. Resulullahın (a.s.m.) haber verip de, benim zamanla unuttuğum şeyleri, o şey olduğunda hatırlıyorum. Tıpkı, kişi birisini yokluğunda hatırlamayıp onu gördüğünde tanıması gibi…”[32]
Yine Hz. Huzeyfe’den: Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurdu: “emaneti eda edecek kişi nerdeyse kalmayacak. Hatta denilecek ki; Talan kavimde emin birisi var. Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunmayan kişi için, ne kadar akıllı, ne kadar zarif birisi’ denilecek.”
Bu rivayeti nakleden Hz. Huzeyfe diyor: “Ben bir zamanlar kiminle alış-veriş ettiğime dikkat etmezdim. Çünkü alış-veriş ettiğim kimse eğer Müslümansa zaten güvenilirdi. Eğer bir Hıristiyansa, onun idarecisi hakkımı bana verirdi. Ama bugün, falan falandan başkasıyla alış-veriş yapamıyorum.”[33]
Bir hadisinde Hz. Peygamber (a.s.m.) şu beş şeye dikkat çeker:
1- Bir toplulukta açıktan fuhuş işlenir hale geldiğinde onlar için taun (salgın hastalık) ve daha öncekilerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
2- Ölçü ve tartıda noksanlık yaptıklarında kıtlığa maruz kalırlar, geçim sıkıntısı çekerler ve zalim idareciler başlarına geçer.
3- Mallarının zekatını vermediklerinde semadan gelen yağmurdan mahrum kalırlar. Eğer hayvanlar olmasa, hiç kendilerine yağmur gönderilmez.
4- Allah ve Resulünün ahdini yerine getirmediklerinde, Allah onlara dışardan düşman musallat eder. O düşmanlar onların ellerindeki bir takını mallara sahip olurlar.
5- Onların idarecileri Allah’ın indirdiğiyle hükmetmediği ve Allah’ın indirdiğini seçmediklerinde, Allah onlara kendi içlerinde dahili fitne verir. [34]
Bu beş maddeden birinci maddede, her türlü fuhşiyatın açıktan işlendiği Batı toplumlarında görülen AİDS gibi hastalıkları görebileceğimiz gibi; beşinci maddeden de, yıllardır dahili fitnelerle çalkanan kendi toplumumuza bakabiliriz.
“Kıyamet öncesi gecenin karanlığı gibi fitneler olacak. Kişi o fitnelerde mü’min sabahlayacak, kâfir akşamlayacak. Mü’min akşamlayacak, kâfir sabahlayacak” [35] ve dünyevi bir menfaat için dinini satacak.”[36]
Bir gün Resulullah (a.s.m.) etrafındakilere der:
“Aç kimselerin yemek kaplarına üşüşmesi gibi diğer milletlerin üzerinize gelmesi yakındır” Biri de
“Yâ Resulallah, o gün az olacağımız için mi saldıracaklar?” Resulullah (a.s.m.) cevap verir:
“Hayır, bilakis çok olacaksınız. Lakin, selin geride bıraktığı artıklar gibi kıymetsiz hale geleceksiniz. Allah düşmanlarınızın göğsünden sizin heybetinizi giderecek. Sizin kalplerinize de ‘Vehen’ bırakacak.” Biri sorar:
“Yâ Resulallah (a.s.m.), vehen nedir?” Resulullah (a.s.m.) der:
“Dünya sevgisi, ölüm korkusu.”[37]
Bugün bir milyarı aşan İslâm âlemi, naklettiğimiz hadisedeki manzarayı yaşıyor. Dün. “Osmanlı geliyor” deyince ödü kopan Avrupalı, bugün bizi istediği gibi yönlendirebiliyor.
Şu hadis ise bu ümmet içinde gayr-i müslimlerin yoluna gidenlerin olacağını haber veriyor:
“Sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine girseler, siz de gireceksiniz.” Derler:
“Yâ Resulallah, Yahudi ve Hıristiyanlara mı uyacağız?” Hz. Peygamber (a.s.m.) der:
“Ya kime? (Tabi onlara uyacaksınız).”[38]
“Kıyamet alâmetlerinden ilki, insanları Şarktan Garba sürükleyen bir ateştir” [39] hadisi de, Batı taklitçiliğine işaret eder görünmektedir. Bugün nasıl ki Batı dediğimizde Avrupa, Amerika anlaşılıyorsa, onlarda da Doğu denildiğinde İslâm âlemi anlaşılmaktadır. Osmanlının son devrinde, Tanzimat fermanıyla başlayan bu Batı hayranlığından milletimiz hâlâ kurtulabilmiş değildir.
Bediüzzamanm bu asrın başlarında söylediği “Biz müteharrik-i bizzat değiliz, bilvasıta müteharrikiz. Avrupa üflüyor biz burada oynuyoruz”[40] hükmü hâlâ geçerliligini koruyor. Yani, biz kendi başımıza hareket etmiyoruz, başkası bizi harekete geçiriyor. Avrupa, bizi istediği gibi yönlendiriyor. [41]
5- 15 Kötü Özellik
Hz. Peygamber (a.s.m.), bir hadislerinde 15 kötü Özelliğe dikkat çekip der: “Ümmetim 15 özelliği kendinde gösterdiğinde belalar onları bulur:
1- Devlet malı ganimet sayılıp, belli bir zümrede olduğunda,
2- Emanete hıyanet edildiğinde,
3- Zekât vermek zor geldiğinde,
4-5- Kişi hanımına itaat edip, annesine karşı geldiğinde,
6-7- Arkadaşlarına ikram edip, babasına kaba davrandığında,
8- Mescitlerde sesler yükseltildiğinde,
9- Bir kavmin en rezili onlara önder olduğunda,
10- Kişiye şerrinden dolayı ikram edildiğinde,
11- İçki içildiğinde,
12- İpek elbise giyildiğinde (Erkekler için),
13- Şarkıcı ve şarkı aletleri yaygınlaştığında,
14- Bu ümmetin sonra gelenleri önce gelenlere lanet ettiğinde,
15- Dinsiz eğitim yapıldığında,
İşte o zaman, bir kızıl rüzgar veya bir hasf, veya bir mesh’i bekleyeniz.”[42]
Bunlardan bazılarını kısaca açıklamakta fayda görüyoruz:
4 ve 6. da, “kişinin hanımına itaat etmesi, arkadaşına ikramda bulunması”, kendisini adım adım felakete götürür.
8.de, mescidlerde seslerin yükselmesinin kötü bir özellik olarak sayılması “her kafadan bir ses çıkması, mescidlerdeki cemaatin, cemaat ruhundan uzaklaşıp, kuru bir kalabalık haline gelmesi” olabilir. Veya, hoca efendilerin mikrofonların da desteğiyle bağıra bağıra anlattığı halde, cemaate tesiri olmaması, anlaşılabilir.
9.da rezil kişilerin önderliğinden bahsediliyor. Buradaki “önder” kavramı, köydeki muhtardan, devlet başkanlığına kadar şümulü olan bir kavramdır. “Bir milletin efendisi onlara hizmet edendir” [43] hadisinden hareketle, bulunduğu makamın hakkını veren idarecilerimizi tenzih etmekle beraber, pekçok başsız başların iş başında olduğu; pekçok hain insanın, hamiyet süsüyle bu aziz millete hıyanet ettiği de bir vakıadır.
14.de tarih düşmanlığı nazara veriliyor. Türkiye’mizde geçmiş namına ne varsa kötülendiği, Batının her türlü rezaletinin medeniyet sayıldığı kara bir dönem yaşanmıştır. Köklerinden uzaklaştırılmış bir nesil, göklere yükselecek sanılmıştır. Halbuki, köksüz bir ağaç kurumaya mahkûm olduğu gibi, tarihine sırt çevirmiş bir millet de çökmeye mahkûmdur. Nitekim bu hata son zamanlarda kısmen anlaşılmış, Osmanlıya “barbar” Abdülhamid’e “kızıl sultan” Vahdettin’e “Vatan haini” denilmesi gibi tarih düşmanlığından bir derece vazgeçilmiştir.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) bir başka hadisi, bu maddeyi biraz daha açmaktadır: “İnsanlara aldatıcı seneler gelecek. O senelerde, yalancı doğru kabul edilecek, doğru yalancı sayılacak. Haine emin denilecek, emin kişiye hain damgası basılacak. O yıllarda memleket meselelerinde değersiz kişiler konuşacak.”[44]
Beyaza “beyaz” dediği için, “siyaha hakaret etti” diye ömrü mahkeme ve hapishanelerde geçen, çilekeş, aziz bir kahraman “Aman” diye feryad ettiği bir şiirinde, bu gerçeği şöyle dile getirir:
Aman efendim aman! Galiba ahir zaman!
Manzarası yurdumun, Tufan gölünden yaman!
Tam bir buçuk asırdır, Maymunlardan el aman. Bizdeki hale nisbet Maymun taklitten pişman.
Millete kastedenin Adı milli kahraman.[45]
15.de nazara verilen “dinsiz eğitim”in acı tecrübesini de bu millet yaşamıştır. O sistemden geçen ve fakat her nasılsa “dindar” olarak yetişen sağduyulu profesörlerimizden biri, bir defasında şunları itiraf eder: Gençler, sizler bize göre daha iyi bir dönemde geldiniz. Az çok dini öğrendiniz. Biz ise, öyle bir dönemde yaşadık ki, aslında benim “dinsiz” olmam lazımdı. Ben ve benim gibiler “imâlat hatasıyız.”
Hadiste, bu onbeş menfi özellik görüldüğünde üç neticesinden bahsediliyor:
1- Kızıl Bir Rüzgar, evet, böyle bir rüzgâr (komünizm) 70 yıl boyunca kuzeyden dünyanın her tarafına esti. Avrupanın yarısını, ülkemiz halkının epey bir kısmını, koca Çini ve daha pekçok ülkeyi etkisi altına aldı.
2- Hasf, çöküntü demektir. Bu özellikleri gösteren bir toplulukta elbette bir çökme olacaktır. Ülkemizde de yaşanan maddi-manevi çöküntülere bir açıdan bakılabilir. Toplumun pekçok kesiminde aile mefhumu çökmüştür, ahlâki değerler çökmüştür, namus mefhumu çökmüştür, millet için fedakarlık çökmüştür…
3- Mesh, insanın hayvana çevrilmesidir. Kur’ân-ı Kerimde bazı toplulukların maymun ve domuz haline çevrildiği anlatılır. Bu çevrilme, maddeten olması mümkün olduğu gibi, manen olması da mümkündür.
Malum, maymun taklitçi hayvandır. Domuz ise, hayvanlar içinde eşini kıskanmayan tek hayvan… Bu açıdan bakıldığında dinsiz eğitimin te’siriyle bu mübarek vatanda pekçok maymun tabiatında Batı taklitçileri; pekçok domuz tabiatında namus mefhumunu yitiren insanlar görülecektir. Kıblemiz güneyde Kâbedir. Ama taklitçi ortamda yetişenlerin bir kısmının kıblesi Kuzeyde Moskova, bir kısmının Batıda Paris veya Washington’dur.
Kanuni Sultan Süleyman, zamanın Fransa kralına yazdığı bir mektupla Fransa’da dansı yasaklatırken, şimdi bazı liselerimizin yıl sonu eğlencelerine kadar bu İslâm dışı adetin girmesi cidden üzücü ve ehl-i hamiyeti düşündürücüdür. [46]
6- Ahir Zaman Fitnesi
“Fitneler olacak. O fitnelerde oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacak. Ona yaklaşan kendini kurtaramayacak. Kim o fitnelerde bir melce, bir sığmak bulursa, onunla kendini kurtarsın,”[47]
“Zaman birbirine yaklaşacak. Amel azalacak. Cimrilik artacak. Fitneler zuhur edecek. Here çoğalacak.” Derler: “Here nedir?”
Resulullah (a.s.m.) cevap verir:
“Öldürmek, öldürmek.”[48]
İbni Mâce’de yer alan rivayette, bu herc’in biraz daha izah edildiğini görüyoruz: Müslümanlardan biri der:
“Yâ Resulallah, şimdi de biz müşriklerden bir yılda şu kadar öldürüyoruz.” Resulullah (a.s.m.) der:
“(Benim bahsettiğim) müşriklerin katli değil. Birbirinizi katledeceksiniz. Öyle ki, kişi komşusunu, amca oğlunu, yakınını öldürecek.” Birisi der:
“Yâ Resulallah, o zaman aklımız başımızda olacak mı?” Resulullah (a.s.m.) cevap verir:
“Hayır, o zamandakilerin çoğunun aklı başından alınacak. Kıt akıllı insanlar onların aklını çelecek.”[49]
“İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki, katil niye öldürdüğünü, maktul da niye öldürüldüğünü bilmeyecek.”[50]
Bu son hadislerde çizilen tabloyu yakın geçmişimizde yaşadık ve yaşıyoruz. Aklı çelinen, beyni yıkanan insanlar, gözünü kırpmadan kendi milletine kurşun sıkabiliyor: [51]
7- Üç İlginç Haber
Hz. Peygamberin (a.s.m.) istikbale yönelik haberlerinden şu üçü hayli dikkat çekicidir:
1- “Fıratın suyu çekilecek, altından, altın dolu bir hazine çıkacak. Buna yetişen ondan bir şey almasın.[52]
Müslim’de geçen rivayette ise “Onun yüzünden savaş çıkacağı, % 99 kişinin öleceği” anlatılıyor.[53]
Bazıları, bundan muradın “Fırat üzerinde yapılan barajlar sebebiyle suyun altın gibi kıymet kazanacağı, suyun çekildiği ülkelerin bu yüzden mesele çıkaracağı olabilir” demektedir. Doğrusunu Allah bilir. Fakat şurası bir gerçektir ki, Bugün Güneydoğu’da akan kanın bir ucu GAP projesine dayanmaktadır. Türkiye’nin güçlü bir ülke olmasını istemeyen sömürgeci güçler bu olayları destekleyerek ve körükleyerek kardeş kanı akmasına sebebiyet vermektedirler.
2- “Irak halkına ölçeğin (gıdanın) ve dirhemin (paranın) yasaklanması yakındır.” Sahabi sorar:
“Yâ Resulallah, bu nasıl olacak?” Resulullah (a.s.m.) cevap verir:
“Acemler bunu yapacak, bunları Irak ehlinden menedecekler.”[54]
Hadis-i Şerif sanki Irak’a uygulanan ambargoyu tarif etmektedir. Acem, Arab olmayanlara verilen isimdir. Hadisin devamında “Suriye halkının da Rumlar tarafından böyle bir hale mâruz kalacağı” anlatılmaktadır.
3- “İnsana vahşi hayvanlar, kamçısının ucu ve ayakkabısının bağı konuşmadıkça, uyluğu ailesinde kendisinden sonra ne olup bittiğini söylemedikçe kıyamet kopmaz.”[55]
Kamçının ucunun konuşması, adeta telsizin bir tarifidir. Diğer konuşmalar da nazara alınırsa, şu anda hayretle izlediğimiz iletişim imkânlarının, ileride çok daha hayret verici boyutlara ulaşacağı söylenebilir. [56]
8- Kıyamet Çeşitleri
Şu ana kadar zikrettiğimiz hadiselerden öyle anlaşılıyor ki, şu anda bizler âhir zaman fitnesinin tam içindeyiz. Belki pek çoğumuz, yavru balığın anne balığa “anne, deniz nerde?” demesi gibi “âhir zaman nerde, ne güzel yaşıyoruz” diyebilirler. Fakat şunu söyleyelim ki, Peygamberimizin (a.s.m.) gönderilmesi, zaten bir âhir zaman alametidir. Hz. Peygamberin (a.s.m.), işaret ve orta parmağını açarak “Ben ve kıyamet bu ikisi gibiyiz”[57] buyurması bunun bir delilidir. Ayrıca, Kur’ân-ı Kerimin “Kıyamet yaklaştı”[58] diye haber vermesi de, son derece anlamlıdır.
Bir gün Hz. Peygamber (a.s.m.) ashabına olmuş-olacak şeylerden bahsederken ashab “Acaba güneş battı mı?” diye bakarlar. Resulullah (a.s.m.) der:
“Dikkât edin, dünyanın geçen ömrüne nisbetle geriye kalan ömrü. ancak bugünümüze nisbetle geriye kalan zaman gibidir.”[59]
Fakat şu da unutulmamalı, dünyanın milyonlarca, hatta milyarlarca senelik ömrü içinde Peygamberimizin (a.s.m.) devrinden bugüne kadar geçen bin dört yüz küsur senelik zaman, az bir zamandır.
İnsan, kendi eceliyle alakadar olduğu gibi, dünyanın eceli demek olan kıyametle de alakadardır. Hz. Peygamber (a.s.m.), civardan kendisini ziyarete gelip de, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorduklarında, onların en gencini gösterip şunu söylerdi:
“Eğer bu yaşarsa, yaşlanmadan kıyametiniz kopar.”[60]
Hz. Peygamberin (a.s.m.) bu cevabı latif bir nükteyi ihtiva etmektedir. “Bu yaşarsa, yaşlanmadan kıyamet kopar” demeyip “kıyametiniz kopar” demesi o neslin kıyametini ifade etmektedir. Çünkü, ölenin kıyameti kopmuş demektir. Nesillerin de kıyameti vardır. İlerde dünyanın da kıyameti olacaktır. Küçük bir âlem olan insan, ölümden kurtulamadığı gibi, büyük bir insan olan âlem de kıyametten kurtulamayacaktır. [61]
9- Toplum Gemisi
Kıyametin çeşitli alametlerini haber veren Peygamberimiz (a.s.m.), o fitneler hengâmında yapılması gerekenleri, gösterilmesi gereken tavırları da bildirmiştir. Bunlardan bir kısmı şöyledir:
“İnsanlara öyle bir zaman gelir ki, onlar içinde dinine sabretmek kor ateşi avuçta tutmak gibidir.”[62]
“Siz öyle bir zamandasınız ki, sizden her kim enırolunanın onda birini yapmazsa, helak olur. Sonra, insanlara öyle bir zaman gelecek ki, emrolunanın onda birini yapanınız kurtulacak.”[63]
“Fitneler zamanında ibadet, bana hicret gibidir.”[64]
“Ümmetimin bozulduğu zamanda kim benim sünnetime sarılsa (yolumdan gitse), ona yüz şehid sevabı vardır.”[65]
“O fitnelere yetişirseniz oklarınızı kırın, yaylarınızı parçalayın, kılıçlarınızı taşlara vurun. Âdem’in iki oğlundan hayırlı olan gibi olun.”[66]
Yani, Müslümanlar içinde meydana gelen dahili fitnelerde kan döken taraf olmayın.
“Said, fitnelerden kaçınan kimsedir. Said, fitnelerden kaçınan kimsedir. Said, fitnelerden kaçınan kimsedir. Belaya maruz kalıp sabredendir. Fakat böylesi ne kadar da azdır.[67]
Zikredilen bu hadislerde, fitneler zamanında ferdî ibadete dikkat edilmesi, aktif olarak fitnelere girilmemesi nazara verilir. Şu hadislerde ise, şuurlu bir Müslümanın hareket tarzı çizilmiştir:
“Sizden her kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin. Yetmezse diliyle düzeltsin. Onu da yapamazsa, hiç olmazsa kalbiyle buğzetsin. Fakat bu, imanın en zayıf mertebesidir.”[68]
Demek, seyirci kalınmayacak. Müslüman, imkânı nisbetinde çevresindeki günahlara engel olmaya çalışacak. Bu meselede Hz. Peygamber (a.s.m.), aynı gemide yol alan iki grub insanın hallerini nazara verir. “Geminin alt kısmındaki yolcular üsttekilerden su isterler. Üsttekiler ise, ne su verirler, ne de onların su almak için yukarı çıkmasına müsaade ederler. Bunun üzerine alttakiler su niyetiyle gemiyi delmeye başlar. Üsttekiler eğer onlara engel olurlarsa hepsi kurtulur. Fakat, onları kendi hallerine bırakırlarsa hep beraber boğulurlar.”[69]
Aynı toplumda yaşayan fertler olarak, bazılarının bu toplum gemisini batırmasına seyirci kalırsak, hepimiz beraber batarız. Resulullahın (a.s.m.) ifadesiyle: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülüğe engel olursunuz. Ya da Allah yakında umumi bir bela verir. O zaman, dua edersiniz, fakat duanız kabul olunmaz.[70]
Bu meselede, Hz. Peygamberin (a.s.m.) şu ikazı çok manidardır:
“Sizden birisi kendini küçük düşürmesin!” Derler:
“Yâ Resulallah bizden biri kendini nasıl küçük düşürür?” Resulullah (a.s.m.) der:
“Kötü bir durum görür. Orada, Allah için bir söz söylemesi lazımdır. Fakat birşey demez. Allah ona, kıyamet günü şöyle şöyle demene engel olan neydi’ der. O kimse ‘İnsanlardan korktum’ deyince, Cenab-ı Hak buyurur: Asıl benden korkman gerekirdi.”[71]
Aynı konuda Hz. Ebu Bekir’in şu hatırlatması da mühim bir noktadır: “Ey İnsanlar! sizler ‘Ey İman edenler! siz kendinize bakın. Siz hidayette olduktan sonra başkasının dalaleti size zarar vermez’ [72] âyetini okuyorsunuz. Biz Resulullahın (a.s.m.) şöyle dediğini duyduk:
“İnsanlar kötülüğü görüp de onu değiştirmeye çalışmazlarsa, Allah’ın onlara umumi bir bela vermesi yakındır.’ “[73] Hz. Ebu Bekir’in bu ifadesi, ayetin “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. Gemisini kurtaran, kaptan” gibi yanlış anlaşılma endişesinden kaynaklanmaktadır.
Bediüzzaman, aynı âyetle ilgili şu noktaya dikkat çeker: “Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız.”[74] Evet, nice insan vardır ki, menfî şeylerle zihnen meşguliyetten müsbet hareket edemez hale gelmiştir. Bir doktora düşen, hastanın içler acısı durumuna üzülmekle vakit geçirmek değil, ümidini kesmeden tedaviye devam etmektir.
Hz. Peygamberin (a.s.m.) şu ifadesi ise, imandan gelen cesaretin bir göstergesi gibidir: “En efdal cihad, zalim sultanın yanında hak sözü söylemektir.”[75]
10- Deccal-Mehdî Hadisleri
Hz. Peygamberin (a.s.m.) geleceğe yönelik hadislerinden bir kısmı deccal ve mehdi ile ilgilidir. Deccal, İslama zarar verecek dehşetli bir kişi, mehdi ise deccala karşı mücadele edecek büyük bir âlimdir.
Resulullahın (a.s.m.) deccalla ilgili haberlerinden bir kısmı şöyle: .
“Sizi ondan sakındırırım. Hiçbir peygamber yoktur ki, kavmini ondan sakındırmış olmasın. Ben size, hiçbir peygamberin onun hakkında demediği bir şeyi söylüyorum: Onun bir gözü kördür.”[76]
Yani, maddiyatı görür, maneviyatı görmez. Sistemi de sırf dünyaya yöneliktir.
“Alnının ortasında K-F-R ‘Kâfir’ yazılıdır. Her ehl-i iman onu okur.”[77] İbn-i Mace’de geçen şekliyle “Okuması olan ve olmayan herkes o yazıyı okur.” [78] Yani onun küfrü, iman nuruyla bilinir. Alnındaki “kâfir” yazışa bildiğimiz harflerle olmayıp, küfür alameti şeyleri taşımasından kinayedir.
“Onun çocuğu olmayacak, Mekke ve Medine’ye giremeyecek.”[79]
“Onun bir suyu ve ateşi olacak. İnsanların su olarak gördükleri yakıcı bîr ateştir. Ateş olarak gördükleri ise, soğuk tatlı bir sudur. Sizden her kim ona yetişirse, ateş olarak gördüğüne talib olsun. Çünkü o, temiz-tatlı bir sudur.”[80]
Şu hadis-i şerif ise, deccal fitnesinin büyüklüğünü göstermektedir: “Hz. Âdem’in yaratılışından kıyamet kopuncaya kadar deccaldan daha büyük bir fitne yoktur.”[81]
“Resulullah (a.s.m.), deccaldan bahseder. Sorarlar:
‘Yâ Resulallah, yeryüzünde ne kadar kalacak?’ Der:
‘Kırk gün. Bir günü bir sene gibidir. Bir günü bir ay gibidir. Bir günü bir hafta gibidir. Diğer günleri sizin günleriniz gibidir.’ Derler:
‘Yâ Resulallah, bir sene gibi olan günde bir günlük namaz yeterli midir?’ Resulullah (a.s.m.) cevap verir:
‘Hayır, takdir edersiniz.’ “[82]
Bediüzzaman, bu rivayetin iki te’vilini yapar:
1- Büyük deccal, kuzey kutbu tarafında çıkacaktır. Çünkü burada bütün sene bir gece, bir gündüzdür. Daha sonra bir ay güneşin batmadığı, derken, bir hafta batmadığı yerlere gelinir. Demek büyük deccal, kuzeyden çıkıp diğer yerlere yayılacağına bir işarettir.
2- Hem büyük deccalın, hem İslâm deccalının üç istibdad dönemleri olacak. Bir dönemlerinde öyle büyük icraat yapacaklar ki, üç yüz senede yapılmaz. İkinci devrede bir senede, otuz yılda yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü devresi, bir senede yaptığı değişiklikler on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi ise, normal hale gelir, birşey yapamaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır.[83]
Şu hadis ise, deccalın münafıkane iş göreceğini bildirir: “Kim deccalı duysa ondan yüz çevirsin. Vallahi, kişi onu mü’min zannederek ona tabi olur. Sevkettiği şüpheli şeylerin ardına düşer.”[84]
Deccala karşı Mehdi mücadele edecektir. Mehdi Al-i Beyt’ten olacak, Allah onu bir gecede ıslâh edecektir.[85] Zamanında ümmet bolluk içinde yaşayacaktır.[86]
Hz. Peygamberin (a.s.m.) bu konuda talimatı şudur: “Onu gördüğünüzde, buz üzerinde sürünerek de olsa, gidip ona biat edin. Çünkü o, Allah’ın halifesi olan Mehdidir[87]
Mehdiyle ilgili olarak Bediüzzaman’ın şöyle bir hatırası nakledilir: Sürgün olarak gönderildiği Barla’da saf gönüllü bir zat “Hocam” der. Merak etmeyin, mehdi gelecek, herşeyi düzeltecek.” Bediüzzamanın cevabı anlamlıdır: “Mehdi geldiğinde seni vazife başında bulsun.”
Yani, mehdiyet meselesi Müslümanları tembelliğe itmemelidir. Mehdi geldiğinde elinde sihirli değnekle bir anda ortalığı süt limana çevirecek değildir. En büyük insan ve en büyük peygamber olan Hz. Muhammed’e (a.s.m.) verilmeyen bir imtiyaz, onun ümmetinden olan bir zata verilecek değildir. Fakat, nasıl ki, Hz. Peygamber (a.s.m.) gelmiştir, ashabını yetiştirmiş, onlar vasıtasıyla İslâmı dört bir tarafa yaymıştır, öyle de, mehdi dahi geldiğinde, yetiştirdiği cemaatle büyük İslâmi hizmetlere vesile olacaktır.
Hadislerde, deccal ve deccallardan bahsedilmesi, böyle münafık tiplerden ehl-i imanın sakınması için; mehdiden bahsedilmesi ise, ehli imanı ümitsizlikten kurtarmak içindir. [88]
*****************************************************************************************************
[1] Saff:61/ 6.
[2] Al-i İmran:3/ 49.
[3] Yusuf :12/37.
[4] Yusuf:12/ 86.
[5] Yusuf:12/ 94.
[6] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 70-71.
[7] Enbiya:21/ 107.
[8] Aclûnî Keşfu’I-Hafa, Hadis no: 2123, II, 164.
[9] En’am:6 50.
[10] Beydâvi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, I, 380.
[11] Tevbe:9/43.
[12] En-Nesefî, Medarik, IV, 332.
[13] Müslim, Fedail, 140-141.
[14] Buhari, Şehadat, 27.
[15] ibnu Hişam, Es-Sîre, II, 272.
[16] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 71-74.
[17] Fetih:48/ II.
[18] Tevbe :9/94.
[19] Nisa:4/ 81.
[20] Bakara:2/ 204-205.
[21] Vahidi, Esbabu’n-nüzuL. s. 264.
[22] Tevbe:9/ 107-108.
[23] Tahrîm,3.
[24] Buharı, Tefsir, 66/3.
[25] Vahidî, s. 441-442; Buhari, Tefsir, 60/1.
Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 74-77.
[26] Buhari, Ezan, 72.
[27] Buharı, Megazi, 38; İbnu Hişam, Es-sire, II, 171-172.
[28] Tirmîzî, Menakıb, 31.
[29] Müslim, Cennet, 76.
[30] Buhârî, Cenaiz, 55.
[31] Buhârî, Cenaiz, 4.
[32] Tirmîzî, Zühd, 9; ibnu Mace, Zühd, 19.
[33] Tirmîzi, Fiten, 23.
[34] Buhârî, Fiten, 13; Tirmîzî, Fiten. 17.
[35] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4259.
[36] Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4297.
[37] Tirmizi, Fiten, 23.
[38] Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4297.
[39] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 3994.
[40] Buhârî. Sünuhat, s. 49.
[41] Ebu Davud, melahim, hadis No: 4297.
[42] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 78-83.
[43] Ttrmizi, Fiten. 38.
[44] Aclûnî, Hadis No: 1515,1, 462.
[45] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4036.
[46] Necip Fazıl. Çile. s: 426-428.
[47] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 83-86.
[48] Buhârî, Fiten. 9: Müslim. Fiten, 10: Tirmîzî, Fiten, 29.
[49] Buhârî, Fiten. 5.
[50] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 3959.
[51] Müslim, Fiten. 55.
[52] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 87-88.
[53] Buhârî, Fiten, 24.
[54] Müslim, Fiten, 29.
[55] Müslim, Fiten, 67.
[56] Tirmiz, Fiten, 19.
[240] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 88-89.
[57] Müslim, Fiten, 132; Tirmizi, Fiten, 139.
[58] Kamer Süresi:54/ 1.
[59] Tirmizi, Fiten. 26.
[60] Müslim, Fiten, 136.
[61] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 89-90.
[62] Tirmizi, Fiten, 73.
[63] Tirmizi, Fiten, 79.
[64] Müslim, Fiten, 130; Tirmisi, Fiten, 31.
[65] ibnu Mace, Fiten, Hadis No: 3986.
[66] Ebu Davud, Fiten, hadis No: 4259; ibnu Mace, Fiten, Hadis No: 3961.
[67] Ebu Davud, Fiten, Hadis Ho: 4263.
[68] Tirmizi, Fiten, il; Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4340.
[69] Tirmizi, Fiten. 12.
[70] Tirmizi, Fiten 9.
[71] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4008.
[72] Maide :5/105.
[73] ibnu Mace, Fiten, Hadis No: 4005.
[74] Nursi, Emirdağ Lahikası. s.41.
[75] Ebu Davud, Melahim, Hadis No: 4344; İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4011.
Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 90-93.
[76] Müslim, Fiten, 95; Tirmizi. Fiten, 56.
[77] Müslim, Fiten, 103; Tirmizi, Fiten, 62.
[78] ibnu Mace, Fiten. Hadis No: 4077.
[79] Müslim, Fiten, 91.
[80] Müslim, Fiten, 107.
[81] Müslim, Fiten 126.
[82] Müslim, Fiten, 110; Tirmizi, Fiten, 59.
[83] Bkz. Nursi, Şualar, s. 586-587.
[84] Ebu Davud. Melahim, hadis No: 4319.
[85] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4085.
[86] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4083.
[87] İbnu Mace, Fiten, Hadis No: 4084.
[88] Dr. Şadi Eren, Kur’an Ve Hadis Işığında Gaybdan Haberler, Yeni Asya Yayınları: 93-96.