Ölümün Sevimsizliği ve İticiliğine İlişkin Bilgiyi Doğuran Şey Hakkında
Ademoğlu’nun tüm bedeni, naziktir, acıyı her köşesi hissedebilir. Bir diken batsa, acsını ta ruhunda duyar Eğer böyle olmasaydı, hiç bir acı duymayacaktı. Hele bir de ruh bedenden çekildiğinde, insan için ateşlerde yanmanın acısı bunun yanında hiç kalır.
Şu halde, beden ancak ruhla birlikte olduğunda acı duyabiliyorsa, ruhun, tüm sinir, mafsal ve damarlarından çekildiğinde, o ruh hakkında ne düşünürsün?
Anlatıldığına bakılırsa ölüm, kılıç darbesinden daha fazla acı verirmiş. Çünkü kılıç darbesi, bedene ancak ruhla birlikte olduğu sürece acı verir. Oysa ruh bedenden çekilip alındığında işte bu durum, en dayanılmaz ve en şiddetli acı olur. Kılıç ya da bıçak darbesi yiyen kimse, kendisinde hâla bir güç var olduğu için çığlık atabilir, yardım isteyebilir Halbuki ruh, tamamen çıkarken, insanda, yani bedeninde güçten, takatten hiç bir iz kalmaz.
Can (ruh) bedenden yavaş yavaş çekilir. Damarlardan, uzuvlardan, sonra organlar peşpeşe ölür, derken can gırtlağa gelir, dayanır. İşte bu ölüm sarhoşluğu sırasında, insanın dünya ve dünyadakilerle ilgili her türlü marifeti sona erer, tevbesinin kabul ihtimali artık bitmiştir. Dövünme, çırpınma ve pişmanlık yarar getirmez.
Nitekim Hz. Peygamber’den rivayet edildiğine göre, O, şöyle buyurmuştur:
“Can gırtlağa düğümlenmedikçe kulun tevbesi kabul edilebilir”
Ayet-i Kerime’de yine aynı konu vurgulanır:
“Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ’Ben şimdi tevbe ettim’ diyenler ile, kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır.
Denildiğine göre, “ölümün bir zerresi dünyada bir dağın üzerine konsa, dağ eriyip giderdi.”
Musa (a.s.)’dan nakledildiğine göre, ölümü şöyle niteliyor: Kendimi, kasabın derisini yüzdüğü koyun gibi hissettim”.
Hz. Peygamber den rivayet ediliyor:
“Hz. Peygamber, vefat edeceği sırada yanında bir bardak su vardı Elini suya sokmaya başladı. Sonra yüzünü sıvazlayıp şöyle dedi: Allah’ım, bana ölüm sarhoşluğunu kolaylaştır.’ O sırada Hz. Fatıma da ‘Babacığım, senin çektiğin sıkıntı bana gelsin’ Hz. Peygamber de ‘Bugün’den sonra artık bana sıkıntı gelmeyecek, buyurdu.
Ölüm sarhoşluğunun verdiği acı, Hz. Musa, Hz. Ömer vb. Allah’ın sevdiği kullar için de korkutucu olduğuna göre, sen ne düşünüyorsun?
İki tip insan düşün. Birisi cehennemliktir: Ona, “ Ey Allah’ın düşmanı, seni ateşle müjdeliyorum. Allah’tan ümit kesen ve zaafının, Allah’ın azabından kurtarılamıyacağını bilen kimse” denir. Artık nefsi geçip gitmiş özlemlerle dolar ve (dünyaya) yeniden dönmek ister. Allah da “‘Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında “Rabbim! der, beni gen gönder.
Diğeri, cennet müjdesini alan kimsedir. Kalbi ferahtır. Bedeni cehennem azabından korunmuştur.
“Şüphesiz, R’abbımiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın,üzülmeyin size vadolunan cennetle sevinin.”
derler.
Daha önce bu dünyadan göçüp gitmiş olanlar, ölümden ders ve ibret almak için biçilmiş kaftandırlar. Kuşkusuz bu örnekler, kalpte ölümün tüm canlılığıyla hatırlanmasını sağlar ve kalbi, emeli kısaltmaya teşvik ederler. Nitekim Allah Tealâ bize tarihe gömülmüş topluluklardan haber vererek şöyle buyurmaktadır:
“Onlardan önce nice nesilleri yok ettik, şimdi onlardan hiç birini duyuyor veya hiç bir ses işitiyor musunuz?”
”Onları yerlerinde gezdikleri, kendilerinden önce yok etmiş olduğumuz bunca nesiller doğru yola sevketmedik mi?”
İnsan, kendinden öncekileri, nasıl yaşadıklarını, nerede gezip nerede yatıp uyuduklarını, yüzlerindeki gülücükleri hatırlar. Şimdi toprağın altında bu insanların yüzleri, tipleri, gülüşleri, ağlayışları kısaca suretleri, hayatta neler yaptıkları insanın gözünün önüne gelir. Ama artık onlar ölmüştür. Toprak, masraflarını birbirinden ayırmış, etlerini eritmiş, yutmuştur. Kendisi için de akıbetin farklı olmadığını bu suretle daha iyi görür, kalbi en iyi ölüm dersini bu şekilde almış olur. Ebu’d-Derda’nın dediği gibi, “ölülerden söz açıldığında sen kendini onlardan biri gibi say.
İşte böyle yaparsa, Allah ın yardımıyla emelini kısa tular, ecelini sürekli hesaba katar, Rabbine kavuşacağı için tevbeye hazırlık yapar tevbesiz yakalanmamak ve kardeşlerinden sonra da unutulmamak için kalpten Allaha şukur ve hamdederek 0nu yüceltir. Kendinden önce be dünyadan göçüp gitmiş olanlar, en iyi ibret tablosudur. Sona kalmak, kul için, ölen başkalarından ibret almada, öğütler ve dersler çıkarmada büyük avantajdır. Ibn Mesud dan da nakledildiğine göre, “o mutlu kimse, başkasından (Ve onun durumundan) öğüt alan insandır’* demiştir.
Ömer b Abdülaziz bir konuşmasında şöyle demiştir: Sizin de daha önce bu dünyadan gelip geçenler gibi olduğunuzu ve sonunda ölüp ve size sizin gibi, başkalarının geleceğini hiç düşünmüyor musunuz? Göçüp giden nesillerin en hayırlısı olunuz. Bunlardan dersler çıkarınız.
İşte, kul anlattığımız gibi, eğer tefekkür ederse, emelini kısaltır, Rabbine. tevbeye hazırlanmış bir halde kavuşur. Ve Allah’ın hoş görmediği şeylere bir daha dönmemek üzere and içer.
Dedim: Sen bana ölüm korkusunun nasıl hatırlarda tutulacağını, ecelin zamansızlığı nedeniyle emeli kısaltma iradesine sahip olunması gerektiğini ölüp-gitmişlerden dersler ve öğütler çıkarılmasını uzun uzun anlattın. Ben bunların bir kısmını önceden hatırlıyorum. Ancak kalbimde bunun tesirini göremiyorum. Kalbime girip (bir süre) etkide sulunsa da. az bir zaman sonra oradan çıkıp gidiyor.
Dedi: Kalbin bundan başkası ile meşgulken bunu genel bir marifetle anıyorsun. Eğer bu korkuyu, doğrudan kalbine yönelik olacak şekilce anıp hatırlarsan, kuşkusuz (ruhunun derinliklerinde) duyarsın. Dolayısıyla kalbın korku bağışıklığı kazanır ve emeli kısaltma (düşüncesi) onun ayrılmaz bir parçası olur.
Dedim: Peki, bu korkuyu, doğrudan kalbimde, kalben nasıl anıp hissedebileceğim ?
Dedi: Onu anmak dışında, hatırına gelen her şeyi kalbinden silkip atarak yapabilirsin. İşte o korkuyu bu şekilde anar, düşünürsen, o, kalbine doğrudan doğruya yönelir. Çünkü artık kalbinde onun dışında hiçbir şey yoktur. Bedenin bunda bir müdahalesi olmaz. Nitekim Allah Teala ‘’ancak Musa dışında, herşeyi silip attığı sırada Onun annesinin kalbini bu şekilde nıtelendirmiştir: “Musa’nın annesi, gönlü bomboş sabahı etti.(oğlundan başka bir şey düşünemiyordu)
Haris El Muhasibi – Er Riaye (İnsan Yayınları) dan alıntılanmıştır…