Ancak bazı insanlar, meseleleri kavrayamamakta, hatta be-dîhî konulan bile İdrak edememektedirler. Sünnet-i Nebeviye konusunda da durum bundan farklı değildir.
Nitekim sahabe (radiyallâhu anhum) döneminde de Sünnetin teşriî değerini takdir edemeyenler olmuştur.
Hasan [el-Basrî] der ki: İmrân b. Husayn, Peygamber (S.A.V.)’in Sünnetinden bahsettiği bir sırada adamın biri “Ey Ebu Nuceyd! bize Kur’an’dan bahset” dedi. İmrân cevaben şöyle dedi: “Sen ve arkadaşların Kur’an’ı okuyor musunuz? Bana namazdan ve namazın içindeki hususlardan ve namazın hükümlerinden bahseder misin? Yine bana altın, deve, sığır ve diğer mallann zekatından bahsedebilir misin? Ancak ben bunlara -Sünnette- şahit oldum fakat sen kaybettin.” İmrân sonra şöyle dedi: “Allah Rasûlü (S.A.V.) bize zekatta şunlan farz kıldı.” Bunun üzerine adam şöyle dedi: “Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin.” Hasan der ki: “O adam, müslümanların fakih-lerinden biri olarak vefat etti.[1]
Öyle anlaşılıyor ki bir benzer problemi de Umeyye b. Halid yaşamıştır. O, bütün meselelerin çözümünü sadece Kur’an’da bulmaya çalışıyordu. Abdullah b. Ömer’e şöyle der: Biz ikamette ve korku halinde kılınacak namazlann Kur’an’da yer aldığını görüyoruz ancak, yolculuk halinde kılınan namazı Kur’an’da göremiyoruz? Abdullah cevaben şöyle der: Ey kardeşimin oğlu, Allah Hz. Muhammed (S.A.V.)’i hiçbir şey bitmediğimiz bir anda bize gönderdi. Biz sadece Allah Rasûlünün yaptığı şeyleri yapıyoruz.[2]
(Rivayetlerden) anlaşıldığına göre zamanın ilerlemesiyle Problemlerini sadece Kur’an ışığında çözmek isteyenlerin sayısı da artmıştır. Hatta Eyyûb es-Sahtiyânî (68-131) şöyle demiştir: Kendisine Sünnetten bahsettiğinizde “bırak bunları, bize Kur’an’dan bahset” diyen biri bilmiş olun ki haktan sapan ve saptıran bir kimsedir. [3]
Öyle anlaşılıyor ki, zikrettiğimiz bu kimseler, herhangi bir fırkayı ya da kollektjf bir yönelişi temsil ediyor değillerdi. Aksine bunların (sinirli) ferdî tutumlar olduğu anlaşılmaktadır. Ve muhtemelen bu kimselerin sayısı zamanla daha da artmıştır.
Dr. Mustafa el-A’zamî Dirâsâtun fi’l-Hadisi’n-Nebevî ve Tarihi Teduinihi adlı değerli eserinde şöyle der:
“Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. O da .sözkonusu akımın bütün İslam ülkelerinde yaygın olmayıp genelde Irak yöresinde mevcut olmasıdır. Zira İbni Hibbân’ın da belirttiği gibi İmrân b. Husayn Irak’ta bulunuyordu. [4]Keza Eyyûb es-Sahtiyânî de Basra’da ikamet ediyordu. [5]
Öyle “anlaşılıyor ki Şafiî’nin zikrettiği Sünnetin hücciyyetini inkar edenlerde genelde Basralı kimselerdir. [6]
Bu tarihî veriİer ışığında şunu söylemek mümkündür: Tarihte Sünnetin hüccet değerini inkar akımı genelde Irak’a özgü bir olaydır.
Sahabe döneminde bazı şahısların Sünnetin hüccet değerini takdir edemediklerini gördük. Ancak daha önce de belirtildiği gibi bu olaylar ferdî olarak kalmış daha sonra yaygınlaşmıştır.
Neticede hicri ikinci asnn sonlarına doğru İmam Şafiî’nin el-Umm’da belirttiği gibi[7] Sünneti teşrî kaynağı olarak kabul etmeyen küçük bir fırka zuhur etmiştir. Şafiî bu fırkayla ilgili değerlendirmeyi “Bütün haberleri reddeden fırkanın görüşlerinin nakli” başlığı altında verir. Şafiî’nin belirttiğine göre[8] mütevatir dışındaki hadisleri reddeden bir fırka daha bulunmaktadır. Şafiî bunlarla İlgili değerlendirmeyi de “Haber-i hassayı reddedenlerin görüşlerinin nakli”[9] başlığıyla verir. Bu sonuncu görüş Mutezileden Nazzâm’a nisbet edilmiştir.
Sözün özü şudur: Geçmişten günümüze İslam Ümmeti, Sünne-i Nebevîyenin teşrî kaynağı olup bütün müslümanlar için bağlayıcı olduğu konusunda fikirbirliği halindedir. Tarihte bazı şahıs veye fırkalar Sünnet hakkında olumsuz bir tavır takınmışlardır. Ancak bu durum, hicrî ikinci asnn sonlarına doğru veya genel itibariyle hicrî üçüncü asrın sonunda nihayet bulmuş ve geriye hiçbir eser kalmamıştır. Fakat bu fitne, birazdan görüleceği üzre geçen yüzyılda batılı sömürgecilerin etkisiyle bir kez daha baş kaldırmıştır.
Kaynaklar:
[1] el-Müstedrek, 1/109; Benzer rivayetler kısaltılarak e/-Ki/âye’de aktarılmıştır.
[2] ei-Müstedrek, 1/258; Hâkim der ki: Hadisin ravileri Medİneli ve sika kimselerdir. Zehebî de buna muvafık görüş bildirmiştir.
[3] el-Kifâye, 16
[4] Meşâhiru Ulemâi’l-Emsâr, 37
[5] Meşâhiru Ulemâi’l-Emsâr, 150
[6] Bkz. es-Sünne ve Mekânetuha, 160
[7] el-Umm, 7/250
[8] ei-Umm, 7/254
[9] Dirâsât fi’1-Hadisi’n-Nebevî, 1/22
Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet, Rağbet Yayınları: 243-245.
0 Yorumlar