Yolu Açan ‘İnşirah’
Bu kâinat gerçeği, kâinat içinde insanın da gerçeğidir. İnsanlar âleminde de, kış misali musibetler, fırtına misali hüzünler, diken misali acılar, yaz sıcağı misali hastalıklar içerisinde olgunlaşır insan. Acıyla, hüzünle, musibetle, zorlukla kemalini bulur; onlarla tamıtamına bir insan olur. O acıların tazyikiyle istidat çekirdeklerini çatlatıp kabiliyet filizleri verir; o acıların tazyikiyle o filizlerin büyümesini sağlayacak suya ulaştıracak kökleri hadisat kayalığı arasından bulup hayata tutunur. Nerede bir zorluk varsa, orada bir imkân vardır. Nerede bir risk varsa, orada rızk saklıdır. Zorluk, kolaylığın doğumu daha evvel gerçekleşmiş ikiz kardeşi ve bir adım önden giden yol arkadaşıdır.
Gelin görün ki, kâinatın ve hayatın şehadet ettiği bu gerçeğe nice gözler kördür, nice kulaklar ise sağır. Niceleri, zorluğu kolaylığın önsözü olarak okumaktan acizdir. Ve yine niceleri, riski görür, ama ardında saklı rızkı farkedemez.
Bunun için de, âlemler Rabbi müdahale edip insana gerçeği hatırlatır ve zorlukla gelen kolaylığa Resûlünün hayatmı örnek gösterir:
1 – Senin için bağrını açmadık mı?
2- İndirmedik mi senden o yükünü?
3- O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet veren) yükünü?
4- Senin şanını yüceltmedik mi?
5- Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.
Zorlukla beraber, ama zorluğun ardından gelen kolaylığa Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın hayatım şahit gösteren âyetlerdir bunlar.
Haktan uzaklaşmış bir topluluğa hakkı tebliğ eden her peygamber, bu tebliğine karşılık, o topluluktan göğsünü daraltıcı her türlü söze ve muameleye maruz kalmıştır. Musa aleyhisselamı, kendisine peygamberlik verildiğinde ilk olarak “Rabbim, göğsümü genişlet” duasına sevkeden de bu gerçektir. İşte, kavmi Kureyş elbirliğiyle el-Emîn dedikleri Muhammed Mustafa aleyhissalâtu vesselam putlardan nemalandıkları statükoyu sarsan hak sözü getirdiğinde, bu kez ona mecnun, büyücü, yalancı gibi sıfatlar yakıştırıp, türlü çeşit eziyederle göğsünü daralttığı halde, Allah, Resûlünün kalbine bir genişlik vermiştir.
İşte o kudsî nebî, kalbinin derinliklerinde hissettiği insanın bu dünyada başıboş olmadığı ve bir vazifesinin olduğu kanaatinin teyidini gelen vahiyle almış; âlemlerin Rabbi kanaatini yakîne dönüştürerek belirsizliğin ağır yükünü onun üzerinden kaldırmıştır. Ve yine âlemlerin Rabbi, nasıl Harun’u Musa’nın yardımına gönderdiyse, evinde Hz. Hatice’den ve kızlarından başlayarak, Ebu Bekir, Ali, Osman, Ömer derken “Anam babam sana feda olsun yâ Rasûlallah” diyebilen sahabileri nasip ederek yükünün ağırlığını ondan kaldırmıştır.
Ve yine âlemler Rabbi, ‘yetim-i Ebu Talib’ diye, ‘ebter’ diye onu incitmek isteyenlere karşı onu Miraç’a mazhar etmiş; hem gökler, her yer ehli nezdinde ismini ve şânını böylece yüceltmiştir.
Babası daha o doğmadan vefat eden, altı yaşında ise annesiz kalan Resûl-i Ekrem aîeyhissalâtu vesselamın risaletten öncesi ve sonrasıyla hayatı, Allah’ın kulunu kalıcı olarak zorda ve darda bırakmadığının; zorluğun da bir kolaylığın ve rahmetin mukaddimesi ve önsözü olduğunun en birinci delilidir. Bilakis, her zorluk, henüz farkına varmadığımız bir kolaylığı aramamız ve bulmamız için bir teşvik ve tazyik niteliğindedir. Ve hayat, zorluk-kolaylık-zorluk-kolaylık-zorluk-kolaylık diye devam eden bir ilerleme çizgisi içermektedir.
O halde insana düşen, bir zorluk gördüğünde ümitsizliğe düşmek veya dini gayretten çekmek değildir. Bilakis, zorluğun, acının ve hüznün içine girip ortasından geçerek; onlara eşlik eden kolaylığa, rahmete ve sürura erişmektir. Hayat, bu salınım üzere ilerler durur. İnsan, bu dünyada, manen bu şekilde terakki eder. O yüzden de insana düşen, bir zorluğun ardından kolaylığa eriştiğinde rehavete kapılmak değil; ardında yeni bir rahmet ve kolaylık saklı yeni bir işe girişip yeni bir yükü üstlenmektir:
“Öyleyse, bir işi bitirince, diğerine koyul. Ve ancak Rabbine yönel ve yalvar.”
Belagat incisi İnşirah sûresi, hayatı nasıl da özetliyor. Ve hayatın içinde insana yolu ne kadar da güzel öğretiyor..)
Metin Karabaşoğlu – Kısa Surelerin Sınırsız Dünyaları