İngilizler ve Milli Mücadele
..İngilizlerin elinden silah ve cephane kaçırılması da, L. Kinross tarafından aynı eğlenceli üslupla anlatılmaktadır.
Mustafa Kemal’in Mütareke’den sonra 13 Kasım 1918’de İstanbul’a Eprimesinden. Samsun’a görevli olarak hareket etmesine kadar geçen 6 aylık süre içindeki temas ve faaliyetleri üzerinde fazlaca durulmamıştır. İngilizlerin Mustafa Kemal’e düşman oldukları, kendisini her zaman takip ettirdikleri, engellemeye çalıştıkları yolundaki alışılmış tezin, bilhassa bu konuda hiçbir delile dayanmadığı anlaşılmaktadır. Mustafa Kemal’in bu süre içinde Ingilizler ve diğer İtilaf devletleri ilgilileri tarafından herhangi bir takibata maruz bırakıldığı konusunda hiçbir bilgi yoktur. Ali İhsan (Sabis) Paşa gibi İstanbul’a çağrıldıktan sonra İngilizler tarafından tutuklanıp (1 Mart 1919) Malta’ya sevk edilen müşahhas örnekler varken, Mustafa Kemal’in İstanbul safahatı üzerinde daha dikkatli konuşmak lâzımdır.
Mustafa Kemal’in İstanbul’a avdetden bir süre sonra, Şişli’den bir ev tuttuğu (Ermeni madam Kasabyan’ın evi, şimdi müze) bilinmektedir. Bu evin İtalyan işgal kumandanlığının karşısında bulunduğu ise fazla bilinmez. Ömer Kürkçüoğlu, “Mustafa Kemal’in evinde yürüttüğü te-maslara karşısındaki İtalyan kumandanlığının herhangi bir engellemede bulunmaması ilginçtir” diyor. Kinros ise, İtalyan yüksek komiseri Kont Sforsa’nın Mustafa Kemal’le ilişki kurup yardım vaat ettiğini yazmaktadır.108 Nitekim, Mustafa Kemal’in İtalyanlar aracılığı ile İtilaf devletlerinin kararlarından önceden haberdar olabildiği bilinmektedir.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunduğu süre içinde İtilaf devlet-lerinin muharriki olan dünya hükümranı konumundaki İngilizlerle temas kurmuş olabilir miydi? Resmî tarih yazıcılığının böyle bir sorudan şid-detle kaçınması tabiîdir. Buna karşılık, Türkiye’de bütün resmî kişi ve makamların yardımları ile çalışmalarını yürüten ve sonuçta onların tas-vibini alan Lord Kinross bu konu ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:
İktidarı elinde tutan Padişahın, Mustafa Kemal’i, kadrosu gitgide daralmakta olan Türk ordusunda önemli bir göreve ataması sözkonusu değildi. Oysa, onun yetkisiz olmaktansa herhangi bir yetkili görevde bulunması, isteklerini, yani Lord Curzon’un çekindiği milli ayaklanmayı gerçekleştirebilmesi için şarttı. Acaba, İtilâf Devletlerinden, hele Osmanlı İmparatorluğundan toprak isteğinde bulunmamış olan İngilizlerden bir mevki koparamaz mıydı? Onlar buradayken elde edilecek bir yetkinin, çekilip gitmelerinden sonra memlekete daha yararlı başka yollarda kullanılabilmesi pekâlâ mümkündü.
Mustafa Kemal, İngilizlerin ağzını dolaylı yoldan aratmaya karar verdi ve aracılığa, tanınmış bir gazeteci olan Daily Mail gazetesinin muhabiri G. Ward Price’ı seçti. Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi kahve içmeye çağırdı. Ward Price de Genelkurmayın istihbarat servisindeki albaya danıştıktan sonra çağrıyı kabul etti. Mustafa Kemal onu üniformasıyla değil de, sırtında jaketatay ve başında fesle karşıladı. Ward Price, Mustafa Kemal’i yakışıklı ve erkek tipli buldu. Elini kolunu oynatmadan, sakin ve ölçülü bir sesle konuşuyordu. Yanında arkadaşı Refet Bey vardı.
Mustafa Kemal, gazeteciye, ülkesinin savaşa yanlış safta katılmış olduğunu itiraf etti. Türklerin İngilizlerle hiç çatışmamaları gerekirdi. Bunu sırf Enver’in baskısıyla yapmışlardı. Savaşı kaybetmişlerdi. Şimdi bunu çok pahalı ödeyeceklerdi. Anadolu bölünecekti. Mustafa Kemal, Fransızların ülke içine sokulmalarına karşıydı. Halk, belki bir İngiliz yönetimini daha az güçlükle hazmedebilirdi.
‘Eğer İngilizler Anadolu’da sorumluluğu üzerlerine almak niyetindeyseler tecrübeli valilere ihtiyaçları olacaktır,’ dedi. ‘Bu sıfatla yardımı arzedebileceğim bir makamla temasa geçmek isterdim.’
Ward Price, gizli servisteki albaya bu konuşmayı anlattı. Albay bunun üzerinde durmayarak, ‘Yakında iş isteyen daha bir sürü Türk generali çıkacak,’ dedi.
İngiliz İstihbaratı Millî Mücadele döneminde de çok müessir olmuştur, İngiliz istihbaratının Anadolu’da olup bitenleri bütün ayrıntıları ile takip ettiği anlaşılmaktadır. Araştırmacı diplomat Bilal Şimşir, İngiliz belgelerine dayanarak hazırladığı “Sakarya’dan İzmir e ” adlı kitapta, İngilizlerin Ankara yönetiminin ve ordusunun bütün mahrem bilgilerine sahip olduğunu yazıyor:
İstanbul’daki Müttefik Orduları Başkumandanlığı, 20 Ağustos’tan başlayıp 13 Eylül’e kadar Türk ordusunun sırlarını ayrıntılarıyla ele geçirmişti. Batı ordusunda Türk kuvvetlerine verilen günlük emirler, Türk birliklerinin harekâtı, Batı Cephesi kumandanlığının tutumu vs. geceli gündüzlü, saati saatine, İstanbul’da General Harington’a iletilmişti. İngiltere arşivlerinde bu konuda pek çok şifre telgraf vardır. Türkiye için ölüm kalım savaşı denilebilecek olan Sakarya Meydan Savaşı boyunca en gizli askeri sırların nasıl olup da saati saatine karşı tarafın eline geçmiş olduğu düşündürücüdür.
İngilizlerin Anadolu’daki casus teşkilatı, son derecede gizli haberleri alıp ilgili merkezlere zamanında ulaştırıyordu. TBMM’nin gizli oturumlarında yapılan konuşmalar, Batı cephesi karargâhının gizli emirleri “günü gününe, hatta saat hesabıyla” İngiliz işgal orduları kumandanlığına ulaştırılıyordu.
Bugünün tabiriyle, söylersek: îngilizler Millî Mücadele sırasında cephe dahil, her sahadan “anlık istihbarat akışı” sağlayabiliyorlardı!
Ingiliz istihbaratının, sadece Büyük Taarruz sözkonusu olduğunda, böyleşine bilgileri merkeze ulaştırmaması da ilginçtir. Anadolu’da olup bitenleri gizli Meclis oturumlarından Batı cephesi karargâhının emirlerine kadar takip edebilen İngiliz casus teşkilatının sırf bu harekât konusunda başarısız görünmesi yoruma muhtaçtır. Türk yetkilileri istedikleri zaman bu kadar ayrıntılı ve anlık istihbaratı önleyebildiklerine göre, bunu neden daha önce yapmamışlardır? TBMM’nin gizli oturumlarından bilgi sızdırılması bir dereceye kadar açıklanabilir bir husus olmakla birlikte, ordu karargâhından bilgi sızdırılmasının izahı güçtür, hatta mümkün değildir. Sakarya Savaşı’ndan sonra Yunanlıların netice alamıyacağına kesin kanaat getiren îngilizlerin, Büyük Taarruz’la ilgili harekatın bilgilerinin Yunanlıların eline geçmesini istemediklerinden böyle bir istihbarat akışından kaçınmış olabilir mi, sorusu da akla gelmektedir.
D.Mehmed Doğan – Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş