Resûl-i Ekrem’e İmân ve İtaat Etmenin, Sünnetine Uymanın Farz Oluşu -2

sunnetin-korunmuslugu Resûl-i Ekrem'e İmân ve İtaat Etmenin, Sünnetine Uymanın Farz Oluşu -2

……..

Peygamber’e İtaat Etmek Ne Demektir?

Tefsir âlimleri ve ilim otoriteleri, Peygamber aleyhisselâma itâat sünnetine sarılmak, Allah’tan alarak ortaya koyduğu buyruklara boyun eğmek olduğunu söylemişler ve şöyle demişlerdir:

“Allah Teâlâ peygamber gönderdiği kimselere, gönderdiği peygam bere itâat etmeyi farz kılmıştır. ”

Şerh:Biraz yukarıda geçen şu âyet de bunu göstermektedir:

“Biz, gönderdiğimiz her peygamberi, Allah’ın izniyle yalnız kendisine itâat edilsin diye gönderdik.”(18)

“Peygamberin sünnetine sarılan kimse, Cenâb-ı Hakk’ın farzını yerine getirmiş olur. ”

Zâhid ve müfessir Sehl ibni Abdillah et-Tüsterî’ye (19) (v. 283/896) İslâm esaslarının ne olduğunu sordular, o da şu âyeti okudu:

“Peygamber size neyi emrettiyse ona uyun; neyi yasakladıysa ondan da kaçının.(20)

Tefsir âlimi ve Hanefî fakihi Ebü’l-Leys es-Semerkandî de (v. 373/973) şöyle demiştir:

“Allah’a ve Resulüne itâat edin” âyetinin mânasını âlimler şöyle açıklamışlardır: “Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de size farz kıldığı şeylere ve Resûlullah’ın sünnet olarak ortaya koyduğu esaslara itâat edin.”

Bu âyeti şöyle açıklayanlar da olmuştur: “Allah’ın size haram kıldığı, Resûlullah’ın ise size tebliğ ettiği her şeye itâat edin.’”

Yani Resûl-i Ekrem “Allah şöyle buyurdu” diye Allah-u Teâlâ’ya nisbet etmese bile, onun ağzından çıkan her buyruğa itâat etmek gerekir.

Bir başka yorum ise şöyledir: “Allah Teâlâ’nın her şeyin Rabbi, yaratıcisı ve sâhibi olduğunu kabul etmek, Muhammed aleyhisselâmm Allah’ın Peygamberi olduğuna şehâdet etmektir.”

Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivayetine göre Resülullah sallalahu ve aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Bana itâat eden Allah’a itâat etmiş,bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Benim emîrime itâat eden bana itâat etmiş, benim emîrime karşı gelen de bana karşı gelmiş olur.”(21)

Şerh;Allah ve Peygamber dışındaki şahısların emirlerine itaatin ölçüsü, onların buyruklarının Allah’ın ve Peygamber’in emirlerine aykırı olmamasıdır. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyurmuştur: “Yaratana isyân söz konusu olduğunda, yaratılana itâat edilmez.”(22)

Peygamber’e İtâat Etmek, Allah’a İtâat Etmektir

Bu hadîs-i şerîfe göre Resülullah’a itâat etmek, Allah’a itâat etmek tir. Çünkü ona itâat etmeyi Allah emretmiştir. Resülullah’a itâat etmek,Allah ’ın emrettiği şeyi yapmak ve O’na itâat etmektir.

Allah Teâlâ, Cehennem’in en alt tabakalarında cezâlanm çekmekte olan kâfirlerin şöyle diyeceklerini haber vermektedir:

Kâfirler,yüzleri ateşte çevrilip dururken, “Yazık bize!” derler. “Keşke Allah’a itâat etseydik, keşke Peygambere itâat etseydik!”(23)

Görüldüğü üzere kâfirler,| bir şeyi temenni etmenin kendilerine hiç fayda vermeyeceği bir zamanda Resülullah’a itâat etmeyi temenni edecekler.

Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Size herhangi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğini onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz.”

Şerh;Hadisin tamamı şöyledir: “Herhangi bir konuyu size emredip yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi hâlime bırakınız. Sizden önceki ümmetleri çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı münâkaşaya dalmaları helâk etti. Size herhangi bir şeyi yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz”(24)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resûlullah saliallahu aleyhi ve sellem:

“İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı Cennete girer.” buyurdu. Bunun üzerine ashâb-ı kiram:

“Ey Allah’ın Elçisi, Cennet’e girmeyi kim istemez ki?” diye sorunca Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi:

“Bana itaat edenler Cennet’e girer, bana karşı gelenler ise Cennet’i istememiş demektir.”(25)

Ona Itâat Eden Kurtulur

Bir başka sahîh hadise göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği İslâm’ın durumu, bir topluluğa gelip şöyle diyen kişinin durumuna benzer:

‘Ey Milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan bir orduyu göz-lerimle gördüm. Ben, size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın!’

‘Bu sözler üzerine ahâlinin bir kısmı ona itâat etti ve akşamdan yola çıkarak tabiî bir yürüyüşle bulundukları yeri terkedip gittiler ve kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladığı için yerlerinde kaldılar. Ordu onlara sabaha karşı baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte bu hâl, bana itâat, getirdiklerime ittibâ edenler ile bana isyan ve Hak’tan getirdiklerimi yalanlayan kimselerin durumudur.”(26)

Bir başka hadîs-i şerife göre Peygamber Efendimizle bizim durumumuz şuna benzer: “Bir kimse bir ev yapmış, orada vereceği ziyafete inanları davet etmek için bir dâvetçi göndermiştir. Daveti kabul edenler eve gitmiş, ziyafete katılmıştır. Daveti kabul etmeyenler ise eve gitmemiş ve ziyafete katılmamıştır. Bu misâldeki ev Cennet, dâvetçi de Muhammed aleyhisselâmdır. Muhammed aleyhisselâma itâat edenler Allah’a itâat etmiş olur. Muhammed aleyhisselâma karşı gelenler de Allah’a karşı gelmiş olurlar. Muhammed aleyhisselâm, mü’min ile kâfiri birbirinden ayırandır.”

Şerh;Hadisin baş tarafı şöyledir: Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhın rivâyet ettiğine göre bir gün Peygamber Efendimiz uyurken melekler onun yanına geldi ve bir kısmı “O uyuyor.” dedi. Bir kısmı ise “Onun gözü uyusa da kalbi uyanıktır” dedi. Yine melekler “Bu zâtı anlatan güzel bir misâl vardır; ona bu misâli anlatınız” dediler

Meleklerin bir kısmı aynı şekilde “İyi ama o uyuyor” dedi. Bir kısmı ise “Gözü uyusa da kalbi uyanıktır” dedi.

Sonra da: “Onun misâli bir ev yapan, orada vereceği ziyâfete insanları dâvet etmek için bir dâvetçi gönderen kimseye benzer” diye başlayan konuşmayı yaptılar.(27)

“Ey Peygamber Biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı, Onun izniyle Allah’a çağıran bir dâvetçi ve nûr saçan bir kandil olarak gönderdik”(28) âyetinde de de Resûlullah’ın bir dâvetçi olduğu belirtilmektedir.

Resûl-i Ekrem’e Tâbi Olmanın, Sünnetine ve Gösterdiği Yola Uymanın Farz Olduğu

Peygamber Efendimiz’e tâbi olmanın, sünnetine uymanın ve yolunda yürümenin farz olduğu konusunda şöyle âyet-i kerîmeler vardır:

“De ki.

Allahı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarını bağışlasın.”(29)

«Öyleyse Allah’a îmân edin, Allaha ve O’nun sözlerine îmân eden ümmî Peygambere de îmân edin. Ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.(30)

Şerh;Bu âyetin baş tarafı şöyledir: “Şöyle de: ‘Ey insanlar! Elbette ben, göklerin ve yerin sahibi olan, Kendisinden başka ilâh bulunmayan, dirilten ve öldüren Allah’ın hepinize birden gönderdiği elçisiyim.”’

“Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda seni hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümlere, içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça mü’min olamazlar.”(31)

Şerh:Bu âyet, Müslümanların, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin vereceği hükmü gönül rızâsıyla benimsemeleri gerektiğini anlatmaktadır. Âyetin nüzûl sebebi, Muhâcirlerden Zübeyr ibni Avvâm ile Ensârdan bir zât arasında çıkan bahçe sulama anlaşmazlığıdır. Su arkı önce Hz. Zübeyr’in hurmalığına uğruyor, sonra Medineli bir sahâbînin tarlasını suluyordu. Hz. Zübeyr hurmalığını sulayacağı sırada Medineli sahâbî suyu önce kendisinin kullanacağını söyleyerek ona itiraz edince, anlaşmazlığı Peygamber Efendimizi ilettiler; o da: “Zübeyr! Bahçeni sula, sonra suyu alıkoymayıp komşuna ver!” buyurdu. Fakat komşusu: “Ey Allah’ın Elçisi! O, halanın oğlu olduğu için mi böyle hükmediyorsun?” diye Resûl-i Ekrem’in verdiği karara itiraz etti. Peygamberlik makamına gerekli saygının gösterilmediğini gören Resûlullah’ın rengi attı ve Hz. Zübeyr’e su hakkını sonuna kadar kullanmasını tavsiye ederek: “Zübeyr! Tarlanı sula. Sonra suyu, hurma ağaçlarının köklerine ulaşıncaya kadar bahçende tut!’ buyurdu. İşte bu âyet de bu olay üzerine nazil oldu.(32)

Bu âyet-i kerîmedeki “tamamen teslim olmadıkça” ifâdesi, vereceğin hükme tam mânasıyla boyun eğmedikçe îmân etmiş sayılmazlar demektir.

İnceleyin:  Peygamber'e İttiba Etmenin Alameti Dört Haslettir

“Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı uman ve Allah ı çok anan kimseler için, Allah’ın Elçisinde size güzel bir örnek vardır.”(33)

Şerh;Hz. Ömer, Peygamber Efendimiz’in vefatından sonraki yıllarda Hacerülesved’i öpmüş ve Resûlullah’ı kendisine örnek aldığını belirterek ona şöyle hitap etmişti: “Senin bir taş olduğunu biliyorum; kimseye ne faydan dokunur ne de zararın. Eğer Resûlullah’ın öptüğünü görmeseydim, sen

i öpmezdim.”(34)

Peygamber’i Örnek Almak Ne Demektir?

Ünlü sûfîlerden Hakîm et-Tirmizî (35) (v. 320/932) şöyle demiştir: Resûlullah’ı örnek almak demek, onun getirdiği dini kabul etmek, sünnetine uymak, sözüne ve fiiline aykırı davranmamak demektir. Birçok müfessır de onu örnek almayı böyle açıklamıştır.

Bu âyette, Resûlullah Efendimiz ile birlikte savaşa katılmayanların ve davranışlarında ona uymayanların azarlandığı da söylenmiştir.

Tanınmış sûfî müfessir Sehl ibni Abdillah et-Tüsterî (36) (v. 283/896) şöyle demiştir: “Bizi kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet.”(37) demek, Peygamberin sünnetine tâbi olanların yoluna ilet, demektir.” Allah Teâla kullarına Resûlullah’ın sünnetine tâbi olmalarını emretmiş, ona tâbi olmak sûretiyle doğru yolu bulacaklarını belirtmiştir.(38) Çünkü Cenâb-ı Hak kullarını şirk ve günahtan temizlemek, onlara Kitâb ı ve hikmeti (sünneti öğretmek ve kendilerini doğru yola iletmek için Resûlünü hidâyet ve hak din ile göndermiştir.

Allah’ın Sevgisini Kazanmanın Yolu

Allah Teâlâ, bir başka âyet-i kerîmede ise kulları Resûlullaha uyduktan, onun görüşlerini kendi görüşlerine ve nefislerinin arzularına tercih ettikleri takdirde onları seveceğini va’detmiş;(39)Peygamberinin emirlerine boyun eğdikleri, ister lehlerine, ister aleyhlerine hükmetsin onun verdiği kararı kabul ettikleri takdirde sağlam bir îmâna sahip olacaklarını söylemiştir.

Ünlü tâbiîn âlimi Hasan-ı Basrî’den (v. 110/728) rivâyet edildiğine göre bazı kimseler: “Ey Allah’ın Resûlü! Biz Allah’ı seviyoruz.” deyince şu âyet nâzil oldu: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir. ”(40)

Şerh;Bu âyetin Yahudi reislerinden Kâ’b ibni’l-Eşref ve başka Yahûdîler hakkında nâzil olduğu söylenmektedir. Onlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz! Biz Allah’ı herkesten çok seviyoruz.” deyince, bu âyet inmişti.

Yahudiler, “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz!” derken, evlât babaya ne kadar yakın olursa, biz de Allaha öyle yakınız. Bizim onu sevdiğimiz gibi o da bizi sever, iddiasında bulunuyorlardı. Şu âyetler onların bu iftiralarını dile getirmektedir: “Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler; Hıristiyanlar da: “Mesîh Allah’ın oğludur” dediler. Onların geveleyip durduğu bu asılsız sözler daha önceki kâfirlerin sözlerine benzemektedir.

Allah kahretsin onları! Nasıl da haktan bâtıla doğru çevriliyorlar?”(41)

“Yahudiler ve Hıristiyanlar “Biz Allahın oğulları ve sevdikleriyiz.” dediler. Şöyle de: “Eğer öyleyse Allah sizi niçin günahlarınız yüzünden cezâlandırıp duruyor? Doğrusu siz de O’nun yarattığı sıradan bir insansınız. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder”(42)

Arap dili ve edebiyatı âlimi Ebû İshâk ez-Zeccâc da (v. 311/923) şöyle demiştir: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız” âyetinin mânası, eğer siz gerçekten Allah’a itâat etmek istiyorsanız, o Peygamberin size emrettiklerini yapın, demektir. Çünkü kulun Allah’ı ve Resûlullah’ı sevmesi, onlara itâat etmesi ve emrettiklerinden râzı olması anlamına gelir. Allah’ın kullarını sevmesi ise, onların günahlarını bağışlaması ve kendilerine merhamet edip Cennet’ine koyması demektir.

Allah’ın, Kulunu Sevmesi Ne Demektir?

Derler ki: “Allah’ın kulunu sevmesi; onu günahlardan koruması, ibâdet ve iyilik yapmasını sağlamasıdır. Kulun Allah’ı sevmesi ise, O’na itâat etmesidir. Nitekim bir şiirde(43) şöyle denmiştir:

Allah’ı sevdiğini söyler, ama O’na isyan edersin.

Yemin ederim ki, bu pek garip bir iştir.

Gerçekten sevseydin, O’na itâat ederdin.

Çünkü seven sevdiğine itâat eder.

Bu konuda şöyle de denmiştir:

Kulun Allah’ı sevmesi, O’na saygı beslemesi ve O’nun yüce saltanatı karşısında ürperip çekinmesidir.

Allah’ın kulunu sevmesi ise, ona nimetlerini ikrâm etmesidir. Bunu şöyle de ifâde etmişlerdir: Allah’ın kulunu sevmesi, onu meleklerin yanında veya peygamberlerin diliyle övmesidir.

Tasavvuf, kelâm, tefsir ve hadis âlimi Abdülkerîm el-Kuşeyrî (v. 465/)1072) şöyle demiştir: “Allah’ın kulunu sevmesi; kuluna merhamet ona nimetlerini ihsan etmesi ve onu övmesi anlamında ise, bu durumda söz konusu sıfatlar Allah’ın fiilî sıfatlarından değil, zâtî sıfatlarından olur.

Kulun Allah’ı sevmesi hususunda, ileride, Allah’ın izniyle bilgiler verilecektir.

Sünnet’e Var Gücüyle Sarılmak

Ashâb-ı kiramdan İrbâz ibni Sâriye’nin (v. 75/694) rivayet ettiğine göre Resûlullah Efendimiz sahâbîlerine yaptığı ünlü konuşmada şöyle buyurmuştur:

“Size gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yola ulaştırılmış Hule-fâ-i Râşidîn’in sünnetine yapışmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan dine sokuşturulan işlerden uzak durunuz. Çünkü sonradan dine sokulan her şey bid’attır, her bid’at ise sapıklıktır.”

Şerh:Bu hadisin tamamı şöyledir: İrbâz ibni Sâriye radıyallahu anhın anlattığına göre, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bir gün sabah namazından sonra, gözleri yaşartan, kalpleri ürperten bir konuşma yaptı. İrbâz radıyallahu anh sözüne şöyle devam etmiştir: Bunun üzerine: “Ey Allah’ın Elçisi!” dedik. “Ayrılıp gitmek üzere olan biri gibi konuştunuz. Bize ne yapmamızı tavsiye edersiniz?”

Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Sizi, gecesi tıpkı gündüzü gibi apaydınlık bir yol üzerinde bırakıyorum. Benden sonra o yoldan, ancak mahvolanlar sapar. Sizden ömrü uzun olanlar pek çok anlaşmazlık görecektir. O zaman üzerinize gerekli olan,bilip tanıdığınız sünnetime ve doğru yola ulaştırılmış Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine yapışmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Allah’a karşı gelmekten sakınınız. Başınıza Habeşli bir köle de geçse, ona itâat ediniz. Mü’min, uysal deve gibidir; çekildiği yöne doğru gider. Bir de sonradan dine sokuşturulan bid’atlardan uzak durunuz. Çünkü sonradan ortaya çıkan her şey bid’at, her bid’at sapıklıktır.”(44)

Câbir ibni Abdillah radıyallahu anhümânm rivayet ettiği bu mânadaki hadiste: “Sapıklık içinde olan herkes Cehennem’dedir.” ilâvesi vardır.

Şerh;Bu hadisin tamamı şöyledir: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir konuşmasında Allaha hamdü senâ ettikten sonra şöyle buyurmuştur: ‘Allah’ın doğru yola ilettiğini i kimse saptıramaz. Allah’ın sapıklık içinde bıraktığını da kimse doğru yola iletemez. Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitâbı, hidâyetlerin en güzeli Muhammed’in hidâyetidir,İşlerin en kötüsü sonradan ortaya çıkanlardır. Sonradan ortaya çıkan her iş bid’at, her bid’at ise sapıklıktır. Sapıklık içinde olan herkes de Cehennem’dedir’(45)

Peygamber Efendimiz’in hizmetkârı Ebû Râfi’in (v. 40/660) rivâyet ettiğine göre Allah’ın Resûlü şöyle buyurmuştur: “Sakın, sizden birini, kendisine benden bir emir veya yasak ulaştığı zaman, koltuğuna kurulup da ‘Ben Kur’an’dan başkasını bilmem; Allah’ın kitâbında ne gördüysek ona uyarız.” derken bulmayayım.”(46)

Hz. Âişe radıyallahu anhâ şöyle demiştir:

İnceleyin:  Cenâb-ı Hakk ın Adı Olur Olmaz Şekilde Anılmamalı

“Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şeyin yapılmasına ruhsat verdi ve onu yaptı.(47) Fakat bazıları onun verdiği bu ruhsatı kullanmak istemedi. Allah’ın Elçisi bunu duyunca bir konuşma yaptı. Allah’a hamdü senadan sonra şöyle buyurdu:

“Bazı kimselere ne oluyor da benim yaptığım bir şeyi yapmak istemiyor? Allah’a yemin ederim ki, onların arasında Allah’ı en iyi bilen ve O’ndan en çok korkan benim.”(48)

Resûlullah Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Kurân-ı Kerim; kendisini ezberlemek, anlamak, düşünmek, öğüt almak istemeyenlere zordur. O, içindeki hükümlerle insanlar arasında hü­küm veren âdil bir hâkimdir. Benim hadisime sıkıca tutunarak Kuranın mânasını anlayan, onun âyetlerini ve hükümlerini ezberleyenler, kıyâmet gününde Kur’an ile beraber haşrolunur. Kur’an’ı ve benim hadisimi önemsemeyip onların gereğini yapmayanlar ise hem dünyada hem de âhirette kaybeder. Allah Teâlâ benim ümmetime sözümü tutmalarını, buyruklarımı yapmalarını, sünnetime uymalarını emretmiştir. Hadislerde söylediklerimden râzı olanlar, Kur’an’dan da râzı olmuş’olurlar. Allah Teala:

‘Peygamber size neyi emrettiyse ona uyun; neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezâsı pek çetindir.’ buyurmuştur.(Haşir,7)

Şerh:Bu hadîs-i şerifteki bazı ifâdeleri açıklayalım:

Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kur’ân-ı Kerîm’in kendi­sini ezberlemek, anlamak, düşünmek ve öğüt almak istemeyenlere zor olduğunu söylerken, Allah Teâlâ’nın okuyup öğrenmek isteyenler için Kur an-ı Kerîmi ko­laylaştırdığını belirtirken şu âyetlere dayanmaktadır:

“Biz bu Kur’an’ı senin dilinde indirip kolaylaştırdık ki, takvâ sahiplerini onunla müjdeleyesin; boş bir inatla direnenleri de onunla uyarasın.”(Meryem,97)

“And olsun, Biz Kuran’ı düşünüp öğüt almak için ko­laylaştırdık. Fakat hani ibret alacak olan?” (Kamer 54/17, 22, 32, 40)

Demek oluyor ki Kur an-ı Kerîm kendisini sevenlere ve hükmünü baş tacı edenlere kolaydır.

Allah’ın Resûlü bu hadiste “Kur’an’ı ve Sünnet’i önem­semeyen ve onların gereğini yapmayanların hem dünya hem de âhirette kaybedeceklerini” bildiriyor.

Nitekim şu âyet Kurana gereken önemi vermeyenlerin korkunç âkıbetini gözler önüne sermektedir: “Kim Bnim zikrimden yüz çevirirse, onun dünya hayatı mutla­ka sıkıntılı geçecektir. Kıyâmet günü de onu kör olarak dirilteceğiz”(Taha,124)

Resûlullah Efendimiz bu hadîs-i şerifte: “Allah Teâlâ benim ümmetime sözümü tutmalarını, buyruklarımı yapmalarını, sünnetime uymalarını emretmiştir” bu­yuruyor. Allah Teâlâ bize bu hususları neden emredi­yor? Çünkü “O, kendi hevâ-hevesine göre konuşmaz.”(Necm,3) âyet-i kerîmesi, Peygamber Efendimiz’in kendiliğinden konuşmayacağını, onun sözlerinin İlâhî kontrol altın­da olduğunu göstermektedir. “Ona uyun ki doğru yolu bulasınız.”(A’raf,158) âyeti de ona uymadan doğru yolu bulmanın mümkün olmadığını göstermektedir.

Efendimiz yukarıdaki hadisinde bir de: “Hadislerde söylediklerimden râzı olanlar, Kur’an’dan da râzı olmuş olurlar’ buyuruyor. Elbette öyledir; çünkü hadisi de Kur an da Allah’ın buyruklarını dile getirmekte, her  ikisi de aynı şeyi söylemektedir.(49)

Peygamber Efendimiz bir hadisinde de şöyle buyurmuştur: “Benim yolumda yürüyenler bendendir; benim sünnetimden yüz çevirenler ise benden değildir.”(50)

Sünnete Göre Yaşamanın Güzelliği

Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivayet ettiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle buyurmuştur:

“Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabı, gidilecek yolların en hayırlısı Muhammed’in yolu, işlerin en kötüsü ise sonradan ortaya çıkanlardır “(51)

Şerh:Kur an-ı Kerîm kendisini böyle ifâde etmektedir: “Allah, sözün en güzelini, âyetleri birbirine benzeyen ve tekrarlanan bir kitâbı parça parça indirmiştir.”(52)

Abdullah ibni Amr ibni’l-As radıyallahu anhümânın rivayet ettiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“İlmin kaynağı üçtür. Biri kesin delillerle güçlendirilmiş âyetler (Kur’- ân-ı Kerîm),(53) diğeri devamlı sûrette uygulanan sünnet (hadîs-i şerif), üçüncüsü de Kur’an ve hadisten elde edilen hükümler (fıkıh, ferâiz). Bunların dışında kalanlar öğrenilmesi zaruri olmayan ilimlerdir.”(54)

Ünlü tabiîn âlimi Hasan-ı Basrî’den rivâyet edildiğine göre Peygam­ber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Sünnete uygun az amel, sünnete uymayan çok amelden hayırlıdır.”(55)

Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah Teâlâ sünnete göre yaşayan kulunu Cennet’e koyar.”(56)

Ebû Hüreyre radıyallahu anhın rivâyet ettiğine göre Allah’ın Resûlü şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin arasında kötülüğün (fesadın) yayıldığı bir sırada sünne­time yapışana yüz şehit sevâbı vardır.”(57)

Şerh:Peygamber Efendimiz başka hadislerinde de ileride “pek çok anlaşmazlık” çıkacağını haber vermiş, o sırada yaşayanların “sünnetine sımsıkı yapışmasını” tavsiye etmiştir.(58)

Ümmet, Peygamber aleyhisselâmın hadislerine göre ya­şamaktan uzaklaştığı, onun sünnetini bir yaşama tarzı kabul etmekten vazgeçtiği zaman kendi görüşlerini öne çıkarmış ve hayatlarını kendi anlayışlarına göre tanzim etmeye başlamış olur. Asıl kötülük, bozulma ve fesâd işte budur.’(59)

Bir defasında Peygamber Efendimiz: “İsrâiloğulları yetmiş iki fırkaya ayrılacak.Benim ümmetim de 73 cemaate ayrılacak. Onların biri dışında hepsi Cehennemliktir.” buyurdu. Ashâb-ı kiram “Yâ Resûlallah! O kur­tulan fırka hangisidir?” diye sorunca; “Onlar, benim ve ashabımın sahip olduğu inanç ve anlayışı devam ettirenlerdir.” buyurdu.(60)

Şerh:Yani Kitâba ve Sünnete göre yaşayan, İslâmiyet’te olma­yıp sonradan uydurulan yaşama biçimlerinden uzak du­ranlardır. Öte yandan bu hadis, Peygamber Efendimizin hem geçmişte olanı, hem de daha sonraki dönemlerde meydana geleceğini haber verdiği mucizelerden biridir.

Hadiste kastedilen ayrılıklar, ibâdetlerin uygulamasın­daki fıkhî farklılıklar değildir. Birbirini dinden çıkmak­la, kâfirlikle suçlayanların fikrî ve itikadı ayrılığıdır.

Enes ibni Mâlik radıyallahu anhın rivayetine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:«Benim sünnetim ihya eden, beni ihya etmiş olur. Beni ihyâ eden de Cennefte benimle beraber olur.»

Şerh:Hadisin tamamı şöyledir: Peygamber Efendimiz hiz­metkârı Enes’e: “Yavrum! Eğer kalbinde kimseye karşı kin beslemeden sabahlayabiliyor veya akşamı edebili­yorsan, bunu yap.” buyurduktan sonra sözüne şöyle de­vam etti: “Yavrum! Benim sünnetlerimden biri işte budur. Benim sünnetimi ihyâ eden, beni sevmiş demektir.

Beni seven de Cennette benimle beraber olur.”(61)

“Sünneti ihyâ etmek”, onu bizzat yaşamak ve başkalarına anlatıp öğretmektir. Bir sonraki hadiste geleceği üzere unutulan bir sünneti yaşamak ve başkalarına Öğ­retmek de onu ihyâ etmektir.“Peygamberi ihyâ etmek”, onun adını ve getirdiği dini yaşatmak demektir. Cennet’te onunla beraber olmak ise, onun yakınında bulunmak anlamındadır.

Ashâb-ı kiramdan Amr ibni Avf el-Müzenî’nin rivâyet ettiğine göre, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ashâb-ı kiramdan Bilâl ibni Haris’e şöyle buyurdu:

“Benden sonra uygulanmadığı için unutulan bir sünnetimi ihyâ ede­ne, o sünneti uygulayanların sevabı kadar bir sevâp verilir. Ötekilerin sevabından da hiçbir şey eksilmez. İnsanı doğru yoldan ayırana, Allah’ın ve Resûlullah’ın hoşnut olmadığı bir bid’atı ortaya çıkarana da, o bidati yapanların günahı kadar günah yazılır. O bid’atı yapanların günahından da hiçbir şey eksilmez.”

Şerh:Sünen-i Tirmizıdeki rivâyete göre Peygamber Efendi­miz sahâbîsi Bilâl ibni Hâris el-Müzenî ye bu hadisteki hususları söylemeden önce ona: “Bilâl ibni Hâris, şunu bil!” diye seslendi. Bilâl radıyallahu anh de: “Neyi bile­yim, Yâ Resulallah!” diye sordu. Peygamber Efendimiz sahâbîsinin dikkatini iyice toplamasını istediği için ona bir kere daha aynı şekilde seslendi. O da aynı soruyu tekrarladı. Efendimiz böylece sahâbîsini iyice uyardık­tan sonra ona: “Benden sonra uygulanmadığı için unu­tulan bir sünnetimi ihyâ edene” diye başlayan hadisini söyledi.(62)

 

Kadı İyaz,Şifai Şerif Şerhi(Yaşar Kandemir).cilt.2,syf;284-298

 

devamı:http://ilimcephesi.com/resul-i-ekremin-sunnetine-tabi-olma-konusunda-islam-buyuklerinin-sozleri/

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir