İslam’ın Sınırları
Islâm insanları hem bireysel faaliyetleri bakımından hem de toplum hayatına katıldıkları noktalarda sınırları sarahaten belirlenmiş ve fakat insanı bütün zaafları ve faziletleriyle tabii bir varlık olarak kabul eden bir yaşama düzenine çağırır. Bu hayat tarzında eğer zorlayıcı unsurlar varsa, bunlar insanın samimiyetinde, itikadı kuvvetlerinde işleyiş gösterirler. Yani İslam’da sınırlar dıştan konulmuş yasaklar olmaktan çok içten benimsenen mükellefiyetler biçimındendir. Bu yüzden Islâm’ın insana yükümlülük olarak sunduğu görevler, emir ve nehiyler münkir ve münafıklar için bir yük, külfet, baskı unsuru olarak görünecektir. Ama aynı davranışlara muhatap olan mü’min için bu sınırlar, kolaylığı kendi biçiminde saklı faaliyet alanlarıdır.
Dışardan bakan için İslâm’ın koyduğu esaslar çok sınırlayıcı, hareket serbestisini çok daraltıcı gibi görünebilir.
Nitekim Hıristiyan anlayışı Müslümanlığın insan hayatının her safhasına dair hükümler taşıyor olmasını çok daraltmış kayıtlar şeklinde anlamaktadır. Batı medeniyetinin değerleri gözönüne alınarak yapılan bir değerlendirme elbet meseleyi böyle anlar. Çünkü bu medeniyette beş duyunun mutlaklığı yaşanmakta, zihin tek boyutlu kalmaya zorlanmaktadır. Oysa algıların hâkimiyetini mutlaklaştırmayan İslâm’da her vecibe ferd için sınırsız bir yöneliş, bir içkinlik (immanence) taşıdığı için, her vecibe ufuk açıcı ve vâsıl edici özelliktedir. Batı hayatında insana baskın çıkan zorbalık İslâm yaşayışında sevginin kendisi olur.
İsmet Özel,Taşları Yemek Yasak