Müçtehid İmamların Hadislere Karşı Tutumu
…Müctehid İmamlar’ın, “Hadis sahih ise mezhebim odur” sözünün manası budur. Şu kadar var ki, bazı kimseler bu sözden şunu anlıyor: Hadis, imamlardan herhangi birisine ulaştığı zaman, imam o hadisin zahiri doğrultusunda görüş beyan etmek ve muktezasında hüküm vermek zorundadır! Eğer böyle yapmazsa nassı terk etmiş ve hadisten yüz yüz çevirmiş olur!
Müslümanların imamlarından herhangiBirisinin içtihadı muktezasınca delaleti ve hükmü geçerli olan bir hadisi şeriften yüz çevirmesi -haşa- söz konusu olamaz.Onlar,dindarlıklarıyla meşhur, adaletleriyle tanınan,takvalarıyla bilinen imamlardır. Allah onlardan razı olsun
Meseleye öyle bakanlar anlamıyor olmalılar ki, bir Hadisin bir imama sadece ‘ulaşmış” olması başka şeydir, o hadisin 0 imam nazarında “sabit olması” ve tercihe daha layık bir muarrızın bulunmaması başka şeydir.
Oysa şu nokta tartışmasızdır: İmamlardan her birinin hüküm istinbatında esas aldığı kendine mahsus kaide, usul ve esasları vardır Bunlar hadisin sübut veya ademi sübutuna dair olabilceği gibi, delaletine ve manasına yahut muarızının bulunup bulunmamasına vb. ilişkin de olabaiir
Bu kaide ve esaslarda diğer müctehidler ona muvafık da olabilir,muhalif de. Müctehidin veya müctehidlerin göruşu,, usul ve fürunda muhalif bir müctehid için bağlayıcı bir hüccet değildir!
Müçtehid imamların istinbattaki tutumları ve nasslar karşısındaki tavırları bu söylediklerimizi teyit eder. .İmamlardan, diğer imamlar nazarında sahih olduğu halde kendi nazarında sahih olmayan hadislerin ifade ettiği hükümlerde onlarınkine muhalif bir görüş benim-semeyen yoktur. Veya tam aksi olarak, kendi nazarında sahih olduğu gerekçesiyle bir takım hadislerle amel eden bazı imamlar vardır ki, o hadisler diğer imamlar nazarında sahih değildir (Dolayısıyla onlar o hadislerin bil¬dirdiği doğrultuda amel etmemişlerdir.)
Vakfın satılabileceği görüşünde İmam Ebû Hanîfe (rh a)’e muhalif olan ve çoğunluğu teşkil eden imamlarla aynı görüşü benimsemiş bulunan İmam Ebû Yusuf (rh.a)’in şu sözü ne güzeldir: “Eğer bu hadis Ebû Hanîfe’ye ulaşmış olsaydı, mutlaka gereğince hüküm verir ve vakfın satılabileceği görüşünden rücu ederdi.”
Muhakkik alimler bu noktada kınanacak bir husus görmemiştir. Sadece kendilerine muhalefet edenlere karşı geniş yürekli olmayı beceremeyen veya ihtilaf sebeplerini gereği gibi anlayıp idrak edemeyecek kadar kıt anlayışlı olan bazı kimseler bu hususa farklı bakarlar; ayakları kayar ve meseleyi şüpheci bir nazarla ele alırlar. Böyle kimselere bu Ümmetin geçmişinde rastlandığı gibi bugününde de rastlanmaktadır…
Muhaddis İbn Ebî Zi’b el-Medenî (rh.a)’in, hicret yurdu imamı İmam Mâlik (rh.a) hakkındaki tavrı öteden beri çirkin bulunmuştur. İmam Mâlik, Muvat- ta’ında rivayet ettiği “İki kişi alışveriş ettiğinde, ayrılmadıkça muhayyerdirler…” şeklindeki hadisin zahiriyle amel etmemiştir.
İmam Mâlik (rh.a), hadiste geçen “ayrılma”yı, “sözle ayrılmak” (alışverişten vaz geçmek) olarak almıştır. Nitekim İmam Ebû Hanîfe (rh.a)’in görüşü de böyledir. İmam Mâlik, bu hadisin sabit olduğuna inanmakta, ancak onun, daha kuvvetli gördüğü bir başka delil ile muaraza (çatışma) halinde olduğu kanaatini taşımaktadır ki, kuvvetli gördüğü söz konusu delil “Medine ehlinin amelimdir. İmam Mâlik, Medine ehlinin amelini, Usul ilkelerinden ve teşride ve hüküm istinbatında başvurulan kaynaklardan biri olarak görmektedir.
İbn Ebî Zi’b, İmam Mâlik’i (söz konusu hadis hakkın- daki bu değerlendirmesi sebebiyle) şiddetli bir şekilde kınamıştır. Hatta şöyle dediği rivayet edilir: “Mâlik tev- beye davet edilir. Tevbe ederse ne ala, etmezse boynu vurulur.” Bunu İbn Ebî Zi’b’den İmam Ahmed b. Hanbel nakleder ve şöyle diyerek eleştirir: “Mâlik hadisi reddetmemiş, o şekilde tevil etmiştir.”
Müctehidler ve diğer âlimler, hadislerin kabulü için birtakım kaide ve esaslar tesbit etmiştir. Konuya gereği gibi vakıf olmayan bazı kimseler, söz konusu kaide ve esaslarda ihtilafa yer olmadığını ve müctehidlerin bu noktada muhaddislerin kabul ettiği esaslar çerçevesinde hareket etmek zorunda olduğunu düşünür. Bu hatalı bir düşüncedir. Zira pratik durum bize şunu öğretiyor ki, müctehidlerin -ki onlar hem Hadis hem de Fıkıh konu-sunda “imam”dırlar- hüküm istinbatında belirledikleri ve başkalarınıkine nazaran tercihe daha şayan olan (kendilerine mahsus) kaide ve esasları vardır. Bu itibarla o imamlar, başkalarının içtihadıyla ilzam edilmezler.
Hiçbir imam yoktur ki insanlardan bazılarını, içtihadlarında ve hükümlerinde zahiren hadisi şeriflere muhalefet ettiği ve şer’î naslardan yüz zannnına sevk edecek bir tavır benimsememiş olsun.
Oysa bu noktada imamların herhangi bir sorumluğu yoktur. Mademki onlar, delili bilme ve delilden hüküm çıkarma işini hakkıyla yerine getirebilmek için bütün gayretlerini sarf etmişlerdir; öyleyse her hûlükârda sevap alacaklardır.
Mağrib hafızı İbn Abdilberr (rh.a), bu kabil şüpheleri bertaraf etme ve cahillerin, şer’î nasslara muhalefetle it¬ham ettiği müçtehid imamları savunma zımnında güzel bir tesbitte bulunmuş ve şöyle demiştir:
“Bu ümmetin âlimlerinden hiç kimse, Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen bir hadis tesbit ettikten sonra gerekçesiz olarak ona muhalefet etmemiştir. Bu gerekçe, söz konusu hadisin kendisi gibi bir hadis ile, icma ile veya kabul ettiği asıl doğrultusunda esas alınması gereken amel ile nesh edildiğini, yahut senedinde (sıhhati yaralayıcı) bir kusur bulunduğunu söylemesidir. Bu tarz bir gerekçe olmadan hadise muhalefet eden bir kimse, “imam” olarak kabul edilmesi şöyle dursun, “adalet” sıfatını kaybeder ve fasık olur…”
İbn Abdilberr’in bu beyanı ulemanın şer’î nasslar kar-şısındaki durumunu son derece çarpıcı bir şekilde ortaya koymakta, halkı fıkıh ve fukaha hakkında tereddüde dü-şüren cahillerin ulemanın ihtilaf sebepleri konusunda yaydığı şüpheleri son derece beliğ bir şekilde bertaraf etmektedir…
Mezhep Meselesi ve Fıkhi İhtilaflar-Ebu’l-Feth el-Beyanuni