Müslümanların Yabancılarla İlk Etkileşimleri
Müslümanların yabancı kültürlerle temaslarının ilk neticesi düşünsel alanda olmuştur. Yabancı kültürün edebi-sosyal-siyasal-bilimsel yazın birikimi dikkatleri çekmiş ve bu yönde bir yandan fetihler sürerken bir yandan da bu eserlerin Arapça hakim dile kazandırılması çalışmaları hız kazanmıştır.
Temasların bir sonucu olarak, felsefe ve bilim birikimini elde etmeye yönelik olarak gerçekleştirdikleri ilk tercüme faaliyeti hakkında, Emevi prensi Halid b. Yezid (85-704) anılır. İlk Emevi Halifesi Muaviye’nin torunu olan ve ‘Mervan ailesinin filozofu’ olarak isimlendirilen Halid, ilk tercüme faaliyetlerini başlatmakla özellikle İslam bilim tarihinde önemli dönüm noktasına damgasını vurmuştur. Halid, İskenderiyeli Rum asıllı Mar Yuhanna’dan kimya öğrendiği gibi Mısır’da yaşayan ve aynı zamanda iyi Arapça bilen bir grup felsefe alimini Dımaşk’a davet ederek Yunanca ve Kıptice’den tıp, astronomi ve kimya ile ilgili bir çok eseri Arapça’ya tercüme etmelerini sağlamıştır.
Bu devirde bütün ilim dallarını ihtiva eden sistematik ve tedrici tercüme faaliyeti bu sayede büyük ölçüde gelişmiştir. Yabancı eserleri toplama faaliyeti Abbasiler tarafından daha da ileri götürülmüş, diplomatik yollar kullanılarak orijinal el yazmaları elde edilmiştir. En fazla göz önünde tuttukları Yunan eserleri olmakla birlikte Fars ve Hind literatüründen tıp, matematik, astronomi ve coğrafyaya ait eserler de tercüme edilmiştir. Daha sonraki asırlarda bilgin ve sanatçılar, Şam, Buhara, Bağdat, Kahire, Fez, Kayravan, Zeytuna, Kurtuba, İsfehan, İstanbul, Delhi gibi İslam dünyasının en önemli şehirlerinde ikamet ederek buraları ilim merkezleri haline getirmişlerdir.
Aşağıda geniş hinterlandları ile ele alınacak olan medeneniyetlerle İslam medeniyetinin etkileşimleri siyasi, kültürel, sosyal, ekonomik bir çok alanda gerçekleşmiş fakat; kalıcı, yayılımcı, etkileyici ve değiştirici olması dolayısıyla kültür etkileşimleri bu medeniyetler arasında asırlarca süren ve nesilleri peyderpey etkileyen –halihazırda etkilemeye de devam eden- uzun soluklu bir etkileşim alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. İslam’ın ilk yıllarındaki sahih dini öğretinin ve yalın dünya tsavvurunun değişmesi ve karmaşıklaşması pahasına kültür etkileşimleri her yeni coğrafi fetih ile birlikte daha da girift hale gelmiş, bununla birlikte İslam’ın temel öğretileri yeryüzüne yayılmaya devam etmiştir.
Etkileşimleri sağlayan sınıfların en başta tüccarlar olması manidardır. Tüccarlar, güvenli sınır hareketlerine ihtiyaç duyan, savaş, husumet ve güvensiz devletlerarası ilişkilerden ilk ve en fazla etkilenecek olan sınıf olması hasebiyle kültür etkileşimlerinde öncü vazifesi görmüşlerdir. Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) in öğretilerinden sonra İslam’ı kabul eden ilk Araplar’ın sürdürdükleri ticari ilişkilerinin yanına, İslam’ın öngördüğü ve herkeste güven uyandıran düsturları eklediklerinde diğer kültürlerle olan çatışmalar da ortadan kalkmış, ‘İnananlar ancak kardeştir’ ilkesi temel hedef olarak benimsenmek suretiyle karşılıklı güvenin dini boyutu yavaş yavaş inşa edilmiştir. (Gönül Yonar- Hece Edebiyat, İslam Medeniyeti Özel Sayı, 2013)
Dünya, her dönemde çok boyutlu bilgi kaynaklarına ihtiyaç duymuştur. Günümüz modernist paradigmaları ‘global’ tektipliliği önerse de, müslümanın algısı bu konuda berrak olmalıdır. Çünkü İslam medeniyetinin dinamikleri bizzat Kur’an merkezli bir evrenselliği işaret eder.
‘Doğu’da Batı’da Allah’ındır; nereye dönerseniz dönün Allah oradadır.’ ayetinin İslam medeniyetine sağladığı perspektif, onun toplumlarla kurduğu bağın temel kriterlerini oluşturur. Olumlu olumsuz günümüzde dek süren etkileşimlerin, medeniyet havzaları arasında sağladığı potansiyeller artık ‘global’ algının tek merkez idrakine indirgenmiş durumdadır.
Bugün artık dünya, gittikçe anlamsız bir hal alan ve baskın kültürün gücü ile birer robot haline dönüşmüş durumdadır. Doğu’nun Batı karşısındaki bu durumu için tarihsel geçmiş hiç de uzak değilken, Doğu, yenilmişliği, geri kalmışlığı çoktan benimsemiş olarak, kendisinde varolan dinamikleri bir türlü harekete geçirememekte ve kendi kültürel mirasının üzerinde yükselen Batı’nın, günümüzde artık yozlaşmış politikalarına küresel ölçekte maruz kalmaktadır. Uzun süren sömürgeleştirme hareketlerinde neredeyse paramparça olan Doğu dünyası, düşmanlığın, husumetin, savaşların ve katliamların sıradanlaştığı bir coğrafya haline gelmiştir.
Kanımız odur ki, eğer Batı, gerçekleştirdiği rönesans sonrası bilimsel ilerlemelerine devam etmesine rağmen, Doğu coğrafyasına yönelip başta küçük eyaletlerden başlamak üzere sömürgeleştirme hareketine girişmemiş olsaydı, salt kendi bilimsel teknolojik gelişmeleri bağlamında yoluna devam etseydi, Doğu kendi geri kalmışlığını bir süre sonra aşabilirdi. Sömürgeleştirme; sosyal-ekonomik-kültürel-siyasal boyutlarıyla, aynı coğrafyayı paylaşan insanların birbirlerine olan güvenlerini, inançlarını, sadakatlerini yerle bir etmeyi başarmış bir proje olarak, bir medeniyeti bir daha ayağa kalkamaz şekilde sakatlamanın da adı olmuştur.
Birkaç asır önce birbiri ile ciddi etkileşimlerde bulunan iki medeniyetten birinin ilerlemesinin, diğerinin bu denli bir ölümüne neden olması doğrusu ancak sömürgeleştirme gibi son derece ‘alçakça’ bir girişimle açıklanabilir. Bu nedenle kurumlarına, siyasal yapısına, dini değerlerine, siyasal dengelerine, ilmi zenginliğine, kültürel kuşatıcılığına karşı oynanmış bu oyunu bozmak Doğu’nun her evladının boynuna bir borçtur. Elbette bunun başta siyasal olmak üzere birçok nedeni vardır. Hilafet kurumunun ortadan kaldırılmasıyla idare eden odak mevzusundan yoksun kalan Doğu dünyası, kültüründen, dini değerlerinden ve tarihsel birikiminden yola çıkarak yeniden kendi rönesansını gerçekleştirebilir.
Yukarıdaki değindiğimiz ‘ Doğu da Batı da Allah’ındır.’ ayetinin sağladığı kozmolojik gerçek, müslüman idrakin maddi ve coğrafi sınır algısına esir olmaması sonucunu doğurur. Zamanın doğrusal olmasından ziyade devrî olduğu düşüncesini de buna eklediğimizde, İslam medeniyetinin teorik olarak medeniyeti tektipleştirme tehlikesine karşı tedbir aldığı da gözden kaçmamalıdır. İslam medeniyetinin böyle bir gücü vardır ve bu güç, bizzat onu vareden iç dinamiklerinde mevcuttur.
Global dünya düzeninin, medeniyetler çatışması senaryolarına karşı İslam’ın kadim medeniyetlerle kurduğu sağlam iletişimin en azından teorik sonucu bize ‘Doğu’da Batı’da Allah’ındır.’ ayetinde gizli olan ortak insanlık mirasını işaret etmektedir.
Gönül Yonar- Hece Edebiyat, İslam Medeniyeti Özel Sayı, 2013