Daha Çok Tüketmek İçin Üreten Yeni İnsan
Modernliğin “hiper” ön eki; her türden aşırılığı, bütün isteklerin hemen/şimdi/burada karşılanması talebini, -bu noktada postmodernlikte kendisinden kurtulunmuş gibi görünen Freudizmin, her şeyi hemen/şimdi isteyen hayvan tabiatlı arsız idi geri dönüş gibi görünmektedir kendini aşmayı, tüketim ve ticaretin egemenliğini ve de yeni bir tür evrimi ifade etmektedir. Peki ama bu üç biçim arasında ne fark vardır? Postmodernite, modernizmin bir yorum biçimi idi. Hipermodernite ise bir yaşama tarzıdır. Bu eni yaşam biçimi yeni bir “insan teki” var etmiştir. Bu yeni “birey”, gittikçe daha çok tüketen bir toplumda yaşamaktadır. Bununla beraber her türlü “bağadan kurtulmaya çalışmakta, sadece kendini geliştirme ve daha çok tüketme kaygısı taşımaktadır. Hem tüketme kaygısı yaşamakta, hem de kaygısını tüketerek yatıştırmaktadır.
Bu yeni insan bireyselleştikçe (bireyleştikçe değil), işsizlik, boşanmalar, nikâhsız beraberlikler, babasız çocuklar, ruhsal bozukluklar artarken evlilikler azalmakta ve değerler Kaybolmaktadır. Nicelik egemen olurken -Guenon’un ifadesiyle- çağın alametleri, her yeri istila eden şişmiş bir “ben”, güvensizlik ve yalnızlık, korku ve hayalet gibi nereden geldiği belli olmayan, yeni bireyi sarıp sarmalayan “sıkıntıdır. Bu ruhsal tablo, yüzeyde, daha fazla tüketememenin ve “ben”leşememenin sıkıntısı olarak kendini gösterir. Fakat aslında burada belirsiz bir sıkıntı, kendine bilinebilir bir sebep bulmaya çalışmaktadır. Daha temelde ve derinde yatmakta olan Tanrı’dan ve değerlerden kopmuş olmanın sıkıntısıya da varoluşsal sıkıntı- daha çok tüketilerek yatıştırılır. Tüketmek bir müsekkîndir; oysa yeni bireyimizin ve hepimizin müzekkîne ihtiyacı vardır. Çünkü bireyler, gerçek/varoluşsal sıkıntılarıyla yüzleşince ancak sakinleşirler. Kendisinden kopup ayrıldığımız ana vatanımızı hatırladıkça (zikr) kalplerimiz sükûn bulur.
Daha çok tüketmek için üreten yeni insan, hormonlu veya genleriyle oynanmış gıdalarla beslendi ve AIDS gibi yeni bir “çağdaş veba” türü ortaya çıktı: Obezite. “Acıkmak yetersizliktir; bu yüzden yeni birey asla acıkmamalı ve her dem tok olmalıdır”. Diğer taraftan şişmanlık daha fazla tüketemeyecek olma korkusunu da tetikle- mektedir. Bu sefer, spor salonları (spor bağımlılığı çağın büyük alametlerindendir), jogging, organik gıdalar(bu gıdalar daha pahalıdır ve tüketene ayrı bir ideal imaj vermektedir), zayıflama diyetleri, fitoterapi vs. şeyler imdada yetişecektir.
Şüphesiz bu dönemin de bir ahlakı vardır. Bu ahlak, bireye hizmet eden, onun çatışmalarını dindiren, daha çok tüketmesine yardım eden bir ahlaktır. Pazar ekonomisinde dürüstlük, ürünü zamanında teslim etme gibi erdemler daha çok kazanmaya dolayısıyla da çok fazla tüketmeye yarayan araçlardır. Ahlakın Aşkın olanla bağı kalmadığı için, dürüstlük (vd), daha üst bir değere değil, aşağıda olana (dünyevî) hizmet eder. Dürüstlük kaybettirecekse dosdoğru olmanın lüzumu yoktur. Belki de bu yüzden J. Locke, Tanrıtanımazın şahitliğinin kabul edilmemesi gerektiğini söylüyordu.Öyle ya, bireyi kontrol edecek hesap soran, cezalandırıcı bir Tanrı yoksa. Tanrıtanımaz hangi değer üstüne yemin etsin ki!
Bu yeni ahlak türünün en belirgin özelliği suçluluk içermemesidir. Suç olmadığına göre suçlu da yoktur; dolayısıyla ceza da. Birey suç işlememişse, tevbeye de gerek kalmamıştır.Artık onun için tevbe kapıları çoktan kapanmıştır. Aslına bakarsanız suçluluk içermeyen ahlak anlayışının gelişimine en büyük katkıyı psikoloji ve psikiyatri yapmıştır. Dün ahlakın (ve dinin) alanında yer alan davranışlar, asıl toprağından kopartılmış, psikolojinin (bilimin) alanına ekilmiştir. Zaten psikoloji bilimi de davranışı incelemektedir; dolayısıyla bir şey psikolojinin/psikiyatrinin inceleme objesi-olgusu ise, o artık ayıp, günah, çirkin değil normal/anormaldir. Böylece ayıp olan sıradanlaşmış ve meşrulaşmıştır. Homoseksüalite, travestisizm, teşhircilik vs. bireysel tercihe dönüşmüştür; kınanmamalı ve saygı duyulmalıdır! Madem ki bu yeni insan teki her şeyin ölçüsüdür; varolanın varolduğunun, varolmayanın varolmadığının, ayıp olanın aslında ayıp olmadığının biricik belirleyicisidir. Öyleyse onun tercih ettiğine kim karşı çıkabilir! Çağdaş bir günah çıkarıcı papaz gibi iş gören psikanaliste çatışmalarını, sıkıntılarını ve tercihlerini anlattığında; bir leğenin içindeki kirli suyu fırlatıp attığımızda ondan kurtuluverdiğimiz gibi, bozukluklarından kurtulmamış mıdır? Ve böylece taze müçtehidimiz yeni bireyirmizin ahlaksızlıklarını tecviz etmiştir. Ortada vicdan azapları, kaçma/gizlenme eğilimlerine yol açan korku ve sıkıntı, ruhî çöküntü, tereyi hürriyetinden mahrum bırakan lekelenmişlik duygusu yani suçluluk duygusu olmadığına göre, yeni birey artık var gücü ile tüketebilir;kedini,tabitatı ve evreni.
Kaynak:
Hece Dergisi-Postomodernizm Özel Sayısı