”Naklin Doğruluğu Ancak Akılla Bilinir” Ne Demek?
Paylaş:

indir-3 ''Naklin Doğruluğu Ancak Akılla Bilinir'' Ne Demek?

 

Bu ifade kelamcılara aittir. Gazali ve Razî gibi… İlk planda çarpıcı ve sarsıcı olduğu görülür. Akla bu kadar vurgu, bu kadar ehemmiyet fazla olmadı mı? Naklin doğruluğu haber ve­renin doğruluğu ile bilinmiyor muydu?

Hemen belirtelim ki, burada nakilden kasıt hadis de­ğil, Kur’an’dır, Kelamullah’tır. Bu durumda yukarıdaki ifade “Kur’ahın doğruluğu ancak akılla bilinir” şeklinde anlaşılma­lıdır. Üstte dediğimiz gibi Kur’anın doğruluğu haber verenin doğruluğu ile bilinmiyor muydu? Şimdi burada önce başka ça­lışmalarımızda buna verdiğimiz cevaba değineceğim, ardından yeni ulaştığım bilgiler çerçevesinde daha önce verdiğim cevap­ları te’yid edeceğim. Daha önce şöyle yazdım:

“Naklin doğruluğu ancak akılla bilinebilir.” Bu cümlede el­bette “mutlak akıl”kastedilmemektedir. Metinde kuvvetliden za­yıfa bir kaç ihtimal zikretmiştik. Buna göre maksat şu olmalıdır:

1.Nakil kendi kendini ispat edemez.Mesela Kur’ahın Al­lah kelamı olduğu Kur’ahın kendisiyle ispat edilemez. Mesela Kur’an Allah kelamıdır, çünkü Kur’an Allah kelamı olduğunu söylüyor. Böyle olmaz. Kur’ahın Allah kelamı olduğu ancak akılla ispatlanabilir, doğrulanabilir. Mesela “Muhammed (a.s.) Peygamberdir” önermesini nasıl ispat ederiz? Kendi dışında bir şeyle. Kendiyle olmaz. “Muhammed (a.s.) Peygamberdir, çünkü peygamber olduğunu söylüyor” demek bir ispat şekli değildir. Zira bu bir şeyi kendisiyle ispat etmektir ki, ispat değildir. O halde kendi dışında bir şeyle ispat etmek gerekir. O da muci­zedir. Muhammed (a.s.) peygamberdir, çünkü mucize göster­mektedir. Muhammed (a.s.) peygamberdir, çünkü hayatında ya­lan söylediği vaki değildir. îşte “naklin doğruluğu ancak akılla bilinir.” demek nakli kendi dışında kesin bir delille -ki o akıl­dır- ispat etmek demektir. Kastedilen büyük ihtimalle budur, ama zayıf da olsa diğer ihtimaller şunlar olabilir.

2.Naklin doğruluğundan maksadın, tek tek ayetler değil, kelamın, yani Kuranın bütünü olduğu da söylenebilir. Allah’ın varlığı ve sıfatları akılla bilinmektedir. Kelam da Allah’ın sıfatı­dır. Kelam sıfatım ispat etmeden şeriatı da ispat etmek müm­kün değildir. Şeriat, yani din, yani Kur’an… Bu durumda nak­lin doğruluğu, yani Kur’an m Allah kelamı olduğu ancak akılla bilinir. Mucizeye bakarak peygamberin peygamberliğini bilmek de böyledir. Tebliğ ettiği vahiyden önce onun peygamber oldu­ğuna aklın ikna olması gerekir. Aslında bu maksad ile birinci maksad birbirini tamamlamaktadır. Birbirlerine zıt değillerdir. Netice itibariyle bir bütün olarak veya tek tek her bir ayetin anlaşılmasında akıl etkin olmaktadır.”

Evet, böyle söyledim. Sonra Razî’nin de bunları ifade etti­ğini gördüm. Şimdi de meseleyi ondan takip edelim. Razî el- Işâre kitabının başında kelam ilminin en üstün ilim olduğunu delilleriyle açıklamaya çalışır. Bu delillerin ilki, bir ilmin üstün­lüğünün konunun şerefi ile ilgili olmasıdır. Kelam, Allah’ın zat ve sıfatlarını incelediği için doğal olarak en üstün ilimdir. Bizi burada ilgilendiren ise ikinci delildir. Buna göre bütün ilimler kelama muhtaçtır. Kelam ise hiçbir ilme muhtaç değildir. Bu durumda o, diğer ilimlerden daha üstün demektir. Razi, şöyle ki, diyerek bunu açıklar:

İnceleyin:  Kalp,Aklın Ötesindedir

“Fakihin akıl yürütmesi şer’î hükümler; usulcünün akıl yü­rütmesi vucub, ibaha, umum ve hususa delalet etmesi açısından İlahî hitabın bilinmesi; müfessirin akıl yürütmesi Allah’ın kela­mının anlamları, muhaddisin akıl yürütmesi de sahihliği ve za­yıflığı açısından hadisler üzerinedir. Bütün bu ilimler Allah’ın bir hitabının olması hususuna bağlıdır. Bu hitap Kur’an, Ke- lamullah olduğuna göre peki bu hitap nasıl ispat edilecektir? Allah’ın zat ve sıfatları bilinmezse Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğu nasıl anlaşılacaktır? Allah’ın varlığı ve O’nun hayat sa­hibi, alim, iradeyle fiilde bulunan, mütekellim olduğu, peygam­ber gönderen oluşuna delil bulunmadığı, mucizelerin şartları ve bunların peygamberlerin doğruluğuna delalet biçimi bilinme­diği sürece yukarıda bahsi geçen ilimlerde araştırma yapmanın hiçbir anlamı yoktur. Böylece kelam ilminin diğer ilimlere ih­tiyacı yokken, diğer ilimlerin kelama muhtaç olduğu sabit ol­muştur.” (Bk. el-îşârefi usûli’l-kelam, s. 22)

Görüldüğü gibi önce nakil, yani Kuranın Allah kelamı olduğu, ondan önce de Allah’ın varlığının, hayat ve irade sa­hibi ve mütekellim olduğunun ispat edilmesi gerekir ki, Kuran araştırma ve incelemelerine geçilmesinin bir anlamı olsun. O halde denilebilir ki, naklin doğruluğu, yani naklin Allah’ın bir kelamı olduğu ancak akıl yürütmelerle bilinir.

Burada bir mesele kalıyor. Yukarıda şunu sormuştuk: Nak­lin doğruluğu haber verenin doğruluğu ile bilinmez mi? Yani Hz. Peygamber doğru ise, emin ise biz de Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna inanırız. Aslına bakarsanız burada da bir akıl yürütme vardır. Muhammed (a.s.) doğru sözlü, güvenilir biri­dir. Getirdiklerinin Allah’tan olduğunu söylüyor. Muhammed (a.s.)’ın yalan söylemesi düşünülemez. O halde bu sözler Al­lah’ın sözleridir. Ama mesele bu kadar değil. Razî Hanbeliler içerisinde bazı Haşvîler ile ehl-i hadisin kelam ilmi ile meş­gul olmanın haram olduğuna kail olduğunu belirtmektedir. Bu grupların çeşitli delilleri var, ama en aklî olanı şöyle: Sahabe, kesinlikle bu ilimler hakkında konuşmamış ve araştırma yap­mamıştır. Sahabenin konuşmadığı ve araştırma yapmadığı her şey bidattir. Dolayısıyla bu ilim de bid’attır.

Razî buna şöyle cevap vermiştir:

“Sahabenin, Yaratıcının varlığı ve sıfatlarının Muhammed (a.s.) ın nübüvvetinin ispatının delillerini araştırmadıklarını söylemek mümkün değildir. Çünkü onlar bunları bilmekle mü­kelleftir. Bilgileri elde etmenin yolu da ya duyu ya haber ya da akıl yürütmektir. Bu bilgilerin duyu ile elde edilmesinin imkanı yoktur. Çünkü onlar ne Allah’ı görmüşler ne de O’nun yüce hi­tabını işitmişlerdir. Bu bilgileri elde etme yolu haber de değil­dir. Zira bu konuda haber veren hakkında söylenebilecek şey, başka haber verenler hakkında söylenebilecek şey ile aynıdır.”

İnceleyin:  Akıl-vahiy çatışması (mı?)

Burada bir duralım. Razî ye göre Muhammed (a.s.) Allah’ın varlığından, birliğinden, sıfatlarından, kelamının olduğundan bahsediyor. Biz de bunun böyle olduğunu hemen kabul edelim, derseniz olmaz! Muhammed (a.s.) haber verme yönüyle diğer haber verenler gibidir. Diğer haber verenlerin verdiği haberin doğruluğu araştırıhyorsa Muhammed (a.s.)’ın verdiği habe­rin doğruluğu da akıl yürütmelerle ortaya konulmak zorunda­dır. İşte bu noktada mucize konusu gündeme gelmektedir. Ta­bii bunun yanında Muhammed (a.s.)’in ahlakî yönü de önem arzetmektedir. Ama belki de peygamberliği ispat cihetiyle en önemlisi mucizedir. Yine Muhammed (a.s.) Allah’ın varlığın­dan ve birliğinden bahsetmektedir. Elbette o diyorsa doğrudur, denilebilir. Ama Allah’ın varlığı ve birliği akıl yürütmelerle is­pat edilmek zorundadır.

Razî’nin sözlerine devam çdelim:

“Haberin doğru olduğu bilinmediği müddetçe kişide haber yoluyla bir bilgi hasıl olmayacağından, başka bir haber verenin haberi ile tahakkuk edecek bilgi geriye doğru sonsuz bir zincir halinde devam edek, teselsül ortaya çıkacaktır. Binaenaleyh bu haberin doğruluğuna dair bilgi de bir başka bilgiye bağlı ise bu da geriye doğru sonsuz bir zincir halinde devam edip gidecek­tir. Öyleyse bu bilgilerin elde edilmesinin akıl yürütmelerden başka bir yolu yoktur. Bu bilgilerin tahsili zorunludur ve zo­runlu olan şeyin ancak yerine getirilebileceği şey de zorunlu­dur. Dolayısıyla bu deliller üzerinde akıl yürütmek de zorun­ludur.” (Bk. el-lşârefi usûlıl-kelam, s. 24)

Razî’nin genel mantığı isabeti olsa da Allah’ın varlığı üze­rinde akıl yürütmelerin en azından sanki herkes için zorunlu olduğunu söylemesi tartışmaya açıktır. Herkes neden Allah hakkında felsefî akıl yürütmeleri öğrenmeye mecbur olsun İd?! Ama herkesin fıtrat cihetiyle basit anlamda da olsa bir tür akıl yürütmeye ihtiyacı olabilir. Kainatta bir nizam var. Bu nizamın elbette bir düzenleyicisi olmalıdır. Basit bir eşya yapıcısı bu­lunmadan olmaz. Kainatta bunca varlık var. Elbette bunların bir yaratıcısı olmalıdır. Bunların dışında cisim, cevher, araz, vucup, imkan, hudus, kıdem gibi lafızlarla yapılan ispat yöntem­leri herkesi ilgilendirmemektedir. Bu gibi deliller herkesi de­ğil, özel olarak o alanın uzmanlarım ilgilendirir.

Bu bir yana görüldüğü gibi Razî haberin doğruluğunun an­cak akıl yürütmeyle ispat edilebileceğini söylemektedir. Bunu başlıktaki ifadeye tercüme edersek naklin doğruluğu sadece akılla bilinir demektir. Önce akılla naklin, yani haberin varlı­ğının ispatı, sonra o naklin çeşitli açılardan anlaşılması yorum­lanması. .. Tabii anlama ve yorumlama da akıl işidir, o da ayrı bir konu. Bu noktada da bir önceki başlığı hatırlamak gerekir.

Yavuz Köktaş – Akademik Sohbetler 2(Kelam),syf:147-151