Evlilikte Maneviyat Huzur Mu, Kusur Mu?
Prof. Dr. Asım YAPICI
Çukurova Üniversitesi
DİNDARLIK VE MANEVİYATIN EVLİLİĞE
ETKİSİ
Giriş
Bu çalışmanın konusu eşlerin dindarlık ve maneviyat düzeylerinin evlilik ortamını nasıl ve ne yönde etkilediğini araştırmaktan ibarettir. Bu bağlamda dinî algı, dinî yönelim, dinî yaşayış biçimi, dünya görüşü ve mezhep farklılıkları, eşlerin yaşadıkları problemleri çözme ve evliliklerini sürdürme sürecinde destekleyici bir unsur olarak devreye girmekte midir, sorusunu tartışmak istiyoruz.
Araştırmada din, dindarlık, maneviyat, evlilik, cinsellik, uyum, huzur, mutsuzluk, gerilim, çatışma ve boşanma kavramları merkezi öneme sahiptir. Bu kavramların, geleneksel- likten modernliğe geçiş sürecinin psikososyal travmalarını atlatamadan postmodernlikle karşılaşan Türk toplumunda sürekli ve yeniden inşa edilmesi araştırmacılar açısından ciddi sorunlar oluşturmaktadır. Çünkü söz konusu kavramların tanımı her geçen gün değişmektedir. Ayrıca postmodern anlayışa göre gerçekliğin çoğul olduğu, aynı anda onlarca farklı düşüncenin doğru olabileceği yargısı da dikkate alınacak olursa problemi analizde yaşanan güçlüklerin ne denli köklü olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Kuramsal Çerçeve ve İlgili Araştırmalar
1) Dindarlık ve Maneviyatın Tanımlanması
Dindarlık denince zihnimizde bazı çağrışımlar oluşsa da dindarlığın tanımlanması hususunda akademik dünyada görüş birliği mevcut değildir[29]. Akademisyenler bir kavramı ele alırken genellikle “neye göre?” “kime göre?” sorularmdan hareket etmeyi tercih ederler. Bu durumda dindarlık nereden bakılırsa ona göre tanımlanan hem bireysel hem de sosyal bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefeciler apriori ilkeler üzerinden dindarlığı tanımlarken sosyal bilimciler olgular üzerinden hareket etmektedir. Resmi statüde sosyal bilimler, tin bilimleri ve insan bilimleri kategorisinde yer alan ilahiyatçıların dindarlık tanımlamalarında da farklılık vardır. Örneğin Tefsir, Hadis, Kelam ve Fıkıh gibi İslami Bilimlerle uğraşanlar Kur an-ı Kerim ve Sünnetten hareketle olması gereken (ideal) dindarlıkları, Din Psikolojisi ve Din Sosyolojisi gibi Din Bilimleri alanında iştigal edenlerse olgusal düzeyde mevcut (görünen/gözlenen) dindarlık eğilimlerini öne çıkarmaktadırlar. Bu arada gerek Din Psikolojisi gerekse Din Sosyolojisi alanında çalışma yapan akademisyenlerin dindarlık olgusunu bireysel ya da toplumsal temelli açıklama eğilimi içinde olduklarını söylemek gerekir. Dahası bir din psikoloğu bile benimsediği kuramsal yaklaşıma göre farklı bir dindarlık tanımından hareket edebilmektedir. Bu arada şu soruyu sormak da kuşkusuz anlamlı ve önemlidir: Bir konu hakkmdaki akademik birikim geleneksellik, modernite ve postmodernite süreçlerinden ne kadar etkilenmektedir? Her insan, doğal olarak her akademisyen kendi devrinin ve dünyasının ürünü ise tanımlamalar neye ve kime göre yapılmaktadır?
Her tanımlama ve kavramlaştırma aynı zamanda bir sınırlamadır. Bu nedenle birbirinden farklı, hatta her biri kendine özgü olan dinî yaşayışları dindarlık kavramı altında toplamak mümkün değildir. Ancak üzerinde konuşabilmemiz için kavramsal bir soyutlamaya ihtiyaç duymaktayız. Tam da bu noktada kavramsal bir soyutlama yaparak dindarlık kavramını kullanmak zorundayız (Yapıcı, 2002; 2007). Literatürde farklı şekillerde tanımlansa da biz bu çalışmada dindarlığı kişinin inandığı dinle ilgilenme düzeyi olarak kavramlaştırmak istiyoruz. Dikkat edilecek olursa burada “din” kelimesi geçmektedir. Bu ise özü ve işleviyle bir bütün olarak algılanan kurumsal bir yapıya işaret etmektedir. İslam, Yahudilik, Hıristiyanlık (Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık), Hinduizm ve Budizm mü- iesses bir yapı arz ettiği için din kategorisindedir. Buna göre bir Müslüman, bir Hıristiyan ya da bir Yahudi inandığı dinle I ne kadar ilgilenirse, inandığı dini, kurumsal olarak ne kadar {yaşamaya çalışırsa o nispette dindar olarak değerlendirilebi- lir. Bu noktada bir başka hususla karşılaşmaktayız: Bir dine : inanan insanın inancının gerekleriyle ilgilenmesi, inancını yaşamaya çalışması birden çok faktörün etkisi altında şekillenmektedir. Öncelikle belirtmek gerekir ki temel kutsal metinler inanç, ibadet ve ahlâk esaslarının, bu çerçevede dinin öngördüğü Tanrı, birey ve toplum anlayışının çerçevelerini çizicidir. Esasen bu çerçeve aynı zamanda dinî dünya görüşünü oluşturur. Dindarlıkta yeterli faktör budur ancak gerekli faktörler her zaman için hazır ve nazır olarak dindarlığın yönünü ve yoğunluğunu belirleyicidir. Dinin farklı sosyokültürel ve coğrafi yapılarla etkileşim içine girmesi, bu etkileşimin nasıl ve ne düzeyde olduğu meselesi, kır ve kent kökenli olmak, ekonomik durum, tahsil düzeyi, ebeveyn tutumları ve kişilik yapısı dinin algılanma, anlaşılma ve yaşanma biçimini etkileyicidir (Günay, 2006; Kayıklık, 2011; Yapıcı, 2002; 2007). Başka bir deyişle hem sosyokültürel yapı hem de bireyin kişisel tarihi dindarlıkların tebellür ve temayüz etmesinde etkin bir rol üstlenir. İşin içine bir de modernite ve postmodernite süreçleri gibi dünyayı dönüştüren küresel faktörler eklenince değişen din ve dindarlık algılarıyla karşılaşmak olasıdır.
Geleneksel ve teolojik bir bakış açısıyla düşünülecek olursa iman, ibadet ve ahlâktan oluşan din ve dindarlık hem toplumlarm hem de tek tek bireylerin hayatlarını düzenleyen bir yapı arz etmektedir. Çünkü hakikat, Tanrı/vahiy temellidir. Akıl, tek başına otorite değildir. Din ve bilim, metafizik ve fizik, kalp ve akıl, öz ve şekil ahenkli bir bütün oluşturur. Rönesans ve reform hareketleri, Descartes’ın Kartezyen Felsefesi ve Aydınlanma, pozitivizm, sekülerleşme ve nihayet modernite bu ahenkli bütünü fizik, bilim, dünya ve şekil lehine parçala- dığı/parçalamaya başladığı zaman beşeri ve toplumsal idrakte vahyin ve Tanrı’nın hakikati belirleme gücü akıl ve bilim üzerinden insana geçmeye başladı. îşte bu süreçte sadece insanın değil dinin de öz ve işlev olarak parçalandığını görmekteyiz. Nitekim modern dönem din tanımları özcü ve işlevselci olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Her iki tanımı birleştiren yani hem özcü hem de işlevselci tanımları kullananlar da bölünmüş iki parçayı birleştirmek için çaba sarfedenlerdi (Willaime, 1995). Dinin özü ile işlevinin ayrıştırılması, hatta bu süreçte daha ziyade dinin özünün ilahi/ aşkın/ metafizik tarafına ya hiç vurgu yapılmadan ya da sadece “aşkın bir güç” yahut “Kutsal” gibi flu kavramlarla ifade edilmesi Kartezyen felsefenin dinî düşünceyi, din algılarını ve dindarlık biçimlerini az ya da çok dönüştürdüğü anlamına gelmektedir. Kısaca değişen insan ve değişen toplumla birlikte din algıları ve dindarlık biçimleri de ciddi bir dönüşüm geçirmiştir, öyle ki geleneksel dönemde birbirinden ayrılmayan dindarlık ve maneviyat (bunları siyam ikizleri olarak kavramlaştırmak istiyorum) modernite ile birlikte tefrik edilmeye başlamıştır. Postmodern dönemde de bu ayrım olanca gücüyle devam etmektedir. Dahası postmo- dernite ile birlikte yeniden dine dönüş hareketleri geleneksel anlamda iman, ibadet ve ahlâk bütünlüğünü koruyan dindarlığın canlanması değil, zayıf bir ahlâk ve maneviyatla birlikte göstergesel olarak dinsel görüntülerin artmasıdır. Bu nedenle bu yeni duruma dindarlıkta artış yerine dinsellikte artış demek daha isabetlidir.
Her ne kadar modern psikoloji tarihinin büyük bir bölümünde din kavramı hem kurumsal hem de bireysel dindarlıkları içine alacak şekilde kullanılmış olsa da özellikle 1980’ler- .den sonra din kavramına yüklenen anlamların değişmeye başladığı görülmektedir. Dindarlık ve maneviyatı tefrik eden ^araştırmacılara göre geleneksel/kurumsal ve formel dinî yaşamışa dindarlık (Benson, Roehlkepartain & Rude, 2003); varo- luşa anlam veren bireysel inanç ve bağlanmalara ise maneviyat adı verilmektedir (Hill & Pargament, 2003). Bu çerçevede ibadetlerin yapılması, kiliseye devam etme, bir mezhebe mensup ı olarak dini yaşamaya çalışma, gündelik hayatta dinin etkisini hissetme gibi kutsalın dışta yaşanması “dindarlık” kavramı içerisinde değerlendirilirken, kutsala duygusal, içsel ve kişisel bağlılığı ifade eden duygu ve düşünceler “maneviyat” kapsamında ele alınmaktadır (Koenig, McCullough, & Larson, 2001;Yapıcı, 2007).
Kuşkusuz dindarlık tek biçimli, sabit ve değişmez bir durum değildir. Bireylerin ve grupların hayatından çeşitli faktörlere bağlı olarak özel olaylar ve durumlar kişilerin dinî bağlılığını artırabilir ya da azaltabilir. Ayrıca dindarlık birey ve toplumun hayatında belli bir alanla sınırlı olmayıp, hayatın her alanında etkisini gösterir. “İçsellik”, “öznel yaşantılar”, “dinî tecrübeler” ve “Tanrı ile doğrudan/vasıtasız ilişki kurmayı” çağrıştıran maneviyat ise varlığa ve hayata bir anlam arama, nihai gerçeğin ve en yüksek değerin peşinde olma, Aşkın (Transandantal) olan güçle duygusal karşılaşma, sağlam bir bağlanma hissi ve nihayetinde kişisel gelişim ve değişim özelliklerini taşımaktadır (Koenig, McCullough, & Larson, 2001; Hill & Pargament, 2003). Bununla birlikte dindarlık ve maneviyatın adeta birbirini dışlayan, birbirinden tamamen farklı biçimde algılanması isabetli değildir. Bu noktada şunu söylemek gerekir ki dindarlık ve maneviyat birbirinden bağımsız olmaktan ziyade birbiriyle ilişkili hususlardır. Hiç maneviyatın olmadığı bir dindarlık, hiç dindarlığın olmadığı bir maneviyat mevcut değildir. Çünkü her ikisi de ilahi ya da kutsal kabul edilene yönelik yaşantılardır (Hill & Pargament, 2003). Ancak Kartezyen bilim ve insan anlayışından beslenen paradigmalar ve bunlardan neşet eden dinî-dünya görüşleri, kurumsal dindarlığın veya bireysel maneviyatın ön plana çıktığı dinî yaşayışları ön plana çıkararak destelediğini görmekteyiz. Bu hususu daha iyi anlayabilmek için Büssing, Oster- mann ve Matthiessen’ın (2005) dindarlık-maneviyat ilişkisi bağlamında insanları dört temel kategoriye ayırarak yaptığı analizi hatırlatmak faydalı olacaktır.
- Hem dindarlığı hem de maneviyatı güçlü olanlar: Bu tür kişiler hem geleneksel ve kurumsal dinî yaşayışa sahiptir hem de dinî duyguları ve bireysel bağlanmaları çok kuvvetlidir. örneğin, hem namaz, oruç ve hac gibi ibadetleri ifa ederler hem de bireysel olarak dua etme, Kur’an okuma gibi davranışları da sergilerler. Yerine ve durumuna göre tasavvufa da yönelebilirler. Bu kişiler arasında yatır ve türbe ziyaretleri gibi halk dindarlığı içinde önemli olan pratikleri yerine getirenlere de sıklıkla rastlanır.
- Dindarlığı güçlü fakat maneviyatı zayıf olanlar: Kurumsal dine bağlıdırlar. Kitabî dindarlık bunların en belirgin özelliğidir. Ancak hem halk dindarlığına, hem de tasavvuf! dindarlığa mesafeli dururlar. Genellikle teologların dini anlama, algılama ve yaşama biçimi kısmen bu kategoride değerlendirilebilir.
- Dindarlığı zayıf fakat maneviyatı kuvvetli olanlar: Kurumsal dine bağlı uygulamalara pek önem vermezler, ancak maneviyatları güçlüdür. Namaz ve oruç gibi ibadetleri yapmazlar ancak mevlit okuturlar ve türbe ziyaretlerini sıklıkla yaparlar. Ayrıca cinci ve büyücü hoca olarak tanınan kişilerle temas halindedirler.
- Hem dindarlığı hem maneviyatı zayıf olanlar: Rasyonel, pozitivist ve seküler yaşam tarzmı önceleyen bu tür bireyler din ve maneviyatla ilişkilerini büyük oranda koparmıştır.
Buraya kadar yapılan açıklamalara iki önemli kavramı eklemek yerinde olacaktır. Bunlar aidiyetsiz inanma ve inanmadan ait olmadır (Davie, 2005). Dindarlık ile maneviyatı birbirinden ayırarak yürüyen araştırmacılar maneviyatı betimlemek için aidiyetsiz inanmak şeklinde bir kavram önermektedirler. Çünkü bireyin inançları, değerleri ve davranışlarını ifade eden maneviyatı dindarlıktan ayıran temel farklılık kurumsal değil bireysel olmasıdır. Buna göre dinden ayrıştırılmış maneviyat aidiyetsiz inanmak şeklinde karşımıza çıkmaktadır. İnanmadan ait olmak ise şudur: Bir dine inanmayan, hatta ateizmi benimsemiş bazı kişiler içinde büyüdükleri kültürün dinî uygulamalarını yerine getirirler (Davie, 2005). Örneğin, dinî temelli bir isim koymak, kulağa ezan okumak, erkek çocukları sünnet ettirmek, kurban kesmek, Ramazan ve Kurban Bayramlarında tebrikleşmek, akraba ya da yakınlarının cenaze namazlarına, cenaze ardından yapılan mevlit törenlerine katılmak vb. uygulamalara inanmadıkları halde katılan bireylerin durumu inanmadan ait olmak şeklinde tanımlanmaktadır. Kültürel Müslümanlık, kültürel Yahudilik ya da kültürel Hıristiyanlık denilen durum bu kapsamda değerlendirilebilir.
Görüleceği üzere dindarlık ve maneviyat konusunda çabucak karar vermek ve tanımlama yapmak oldukça zordur. Bu zorluk dindarlık ve maneviyatın eş seçimi, evlilik doyumu, evlilikte huzur/huzursuzluk hissi, evliliği devam ettirme ya da boşanma kararlarını nasıl ve ne yönde etkilediğinin öyle kolayca analiz edilemeyeceğini göstermektedir. Bu arada ısrarla söylemek gerekir ki evlilik, sorumluluk, doyum, mutluluk vb. hususlar değişen dünyada sürekli yeniden tanımlanan kavramlardır. Modernite ile başlayan, postmodernite ile devam eden süreçte ortaya çıkan aşırı bireyselcilik ve benlik güdümlü yaşayış yedisinden yetmişine hemen herkesi az ya da çok etkilemekte, ilişkilerin “biz” değil “ben” üzerinden kurulduğu egosantrik bir dünyaya doğru evrilmekteyiz.
Dindarlık ve Maneviyatın Evlilik ve Cinsel Yaşam Üzerine Etkisi
Hemen hemen her dinde, özellikle monoteist dinlerde evliliğin teşviki ile birlikte cinsel hayatı düzenlemeye yönelik emir ve yasaklar mevcuttur. Bu emir yasaklar dinlerin beraberlerinde getirdiği dünya görüşü, ahlâk anlayışı ve insan modeline bağlı olarak şekillenmektedir. Bu anlamda dinlerin toplumun temel taşı olan aileyi hem yapısal hem de işlevsel olarak korumak istediği, bu nedenle cinselliği de öncelikle ahlâkî gerekçelerle sınırlandırdığını söylemek mümkündür (Yapıcı, 2007). Ancak burada söz konusu edilen sınırlandırmanın her dinde aynı olmadığını, dinlerin bu konuda az ya da çok farklılık arz ettiğini de belirtmek durumundayız.
Toplumu ve ahlâkı korumak isteyen dinler birincisi evliliği teşvik ederek cinselliğin meşru bir zeminde yaşanmasını ister. İkincisi evlilik öncesi ve evlilik dışı cinselliği haram kategorisine koyarak yasaklar. Üçüncüsü homoseksüellik başta olmak üzere patolojik cinsel davranışları büyük günah kabul ederek reddeder. Kuşkusuz dinler beraberinde getirdikleri dünya görüşleri ve oluşturdukları sosyokültürel atmosferle mensuplarını bu yönde etkilemek, düzeltmek ve eğitmek arzusundadır. Bu noktada Beit-Hallahmi ve Argyle’yi (1997: 204) izleyerek şu soruyu ön plana çıkarmak mümkündür: “Batıda yaşanan cinsel devrimden sonra, acaba hâlâ din insanların cinsel tutum ve davranışlarını, nikâhlı birlikteliklerini etkilemeye devam etmekte midir?” Bu kışkırtıcı soruya birkaç araştırma bulgusu üzerinden cevap aramak mümkündür.
Özellikle semitik gelenek içerisinde yer alan monoteist dinlerin aile kurumunu koruma altına alarak cinselliği nikâh şartına bağlaması, dindarlık düzeyi yüksek olanların cinsel davranışlarını biçimlendirici bir etkiye sahiptir. Bu husus yapılan saha araştırmaların da teyit edilmiştir. Sözgelimi 38 ampirik çalışmayı inceleyen Johnson, Tompkins ve Webb’in (2002) tespitlerine göre, söz konusu araştırmaların % 97’sinde dindarlıkla nikahsız birliktelik ve kontrolsüz cinsellik arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Bu hususu destekleyen çok sayıda araştırma mevcuttur (Beckwith & Morrow, 2005; Hardy & Raffaelli, 2003; Holder, Durant, Harris, Daniel, Obeidallah & Goodman, 2000; Hubbard, Wingood, DiClemente, Davies & JHarrington, 2003).
Özellikle Caltabiano, Zuanna ve Rosina’nın (2006) ça- ılışması oldukça çarpıcı sonuçlar içermektedir. Söz konusu araştırmacı yaklaşık 5000 öğrencinin kurumsal dindarlıkları ile duygusal ve cinsel davranışları arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Elde ettikleri bulgular göstermektedir ki dindarlık cinsel deneyimler başta olmak üzere ferdin pek çok tutum ve davranışını biçimlendirmekte, bu sebeple kiliseye düzenli olarak gidenler bakireliğe daha fazla önem vermekte, hatta uzun süre bakire kalmayı tercih etmektedirler. Caltabiano, Zuanna ve Rosinaya (2006) göre İtalyan gençlerin evlilik öncesi cinsel deneyim yaşama oram, özellikle ABD ile kıyaslandığında oldukça düşüktür. Bu durum Katolik inancının bakirlik ve bakireliğe ziyadesiyle önem vermesi. Papalığın kurumsal olarak geleneksel ailevî değerleri önemsemesi, evliliği teşvik etmesi ve evlilik dışı cinselliği büyük günah kabul edilmesiyle doğrudan ilişkilidir[30]. Ayrıca Amerikalı gençlerin aksine İtalyan gençler evlilik öncesi ilk cinsel deneyimlerden sonra kiliseye daha fazla gitmektedirler. Bu da yine Katolik inançlarından ve buna bağlı olarak yaşanan suçluluk duygusundan kurtulma arzusu ile yakından ilişkilidir.
Yapılan araştırma sonuçlan göstermektedir ki, dinin evlilik öncesi ve evlilik dışı cinselliğe bakışı ile toplumun sosyo-kültürel olarak bunu içselleştirme düzeyi hem nikâhsız cinselliği belli ölçüde engellemekte, hem de aile kurumuna daha fazla önem verilmesini temin etmektedir. Bu kapsamda Wilcox ve Wolfinger in (2006) dinî pratikleri ifa düzeyiyle evlenip aile kurma arasındaki ilişkiyi sorguladığı çalışması da oldukça manidardır. 1998-2000 yılları arasında hastanede doğum yapan yaklaşık 4900 çocuğun ebeveyniyle görüşen bu iki araştırmacının tespitlerine göre bu çocukların yaklaşık 1200’ünün anne ve babası resmî nikâhla evlidir. 3700 u ise nikâhsız birliktelik yaşamaktadır. Elde edilen bulgulara göre, dindarlıklarını kurumsal olarak yaşayan kadınlar, genellikle evlendikten sonra çocuk sahibi olmaktadır. Evlilik dışı çocuk sahibi olan kadınlar arasında dindar olanların, doğumu izleyen bir yıl içerisinde nikâhlanma eğilimi oldukça yüksektir. Kiliseye ayda bir veya daha fazla giden kadınlar, kiliseye gitmeyenlere nispetle evliliği daha fazla tercih etmektedir. Wilcox ve Wolfinger’a (2006) göre bu bulgular evlilik hayatında dinin hala önemini koruduğunu gösterir mahiyettedir. Başka bir deyişle kurumsal dindarlığın beraberinde getirdiği sosyal ve ahlâkî değerler, günümüz dünyasında her geçen gün daha kırılgan bir hâl alan evlilik kurumunu korumaya hizmet etmektedir. Ancak Afro-Amerikanların durumunda kısmen farklılık mevcuttur. Zira onlar hem yüksek düzeyde kiliseye devam etmekte hem de daha düşük evlilik davranışı sergilemektedirler. Bu noktada ırkî ve kültürel sebepler başta olmak üzere çok çeşitli faktörün devreye girdiği, dolayısıyla kurumsal dinin bireyler üzerindeki etkilerinin farklı bir yön ve biçim kazandığı düşünülebilir (Yapıcı, 2007).
Hubbard ve arkadaşları (2003) dindarlıkla cinsel davranışlar ve güvenli seks arasındaki ilişkiyi ele aldıkları araştırma sonuçları göstermiştir ki dindarlık sadece cinsel davranışları biçimlendirici değil, aynı zamanda cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı da koruyucu olabilmektedir. Trinitapoli v£ Reg- nerus (2006) ile Miller ve Gur ın (2002) araştırmalarında da benzer sonuçlara ulaşılmıştır.
Tam da bu noktada: Acaba dindarlık ile nikâhsız cinsellik arasındaki ilişki kadının ya da erkeğin dindarlık düzeyine göre farklılaşmakta mıdır? sorusunu sormak hem anlamlı hem de işlevseldir. Bu soruya cevap arayan Lejeune ve arkadaşlarının (2005) tespitlerine göre, eşlerin her ikisi de dindarsa, onların nikâhsız cinsel ilişkide bulunma oranları anlamlı düzeyde düşüş göstermektedir. Bununla birlikte, eşlerden sadece birisi dindarsa, bu durumun nikâhsız cinsel birliktelik üzerinde daha az etkili olduğu bulunmuştur.
Buraya kadar aktardığımız çalışmalar, dindarların evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsellik yaşama oranının dindar olmayanlara kıyasla oldukça düşük olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, temelde dinî, ahlâkî ve sosyo-kültürel değerlerden beslenmektedir. Çünkü özellikle monoteist dinler sadece meşru zeminde, yani nikâh ve evlilik şartıyla cinsel ilişkilere izin vermektedir. Böylece evlilik ve aile kurumu din tarafindan özel koruma altına alınmaktadır. Esasen dinlerin zina ve aldatmayı haram kabul edip yasaklaması da kendi belirledikleri birey ve toplum modelini hayata geçirmek için yaşamsal öneme sahip olan evlilik ve aile kurumuna özel önem vermesinden kaynaklanmaktadır.
Yapılan çalışmalar dindarlıkla maneviyatın birleştiği bireylerin evlilik hayatlarını nikâhlı birliktelik üzerinden devam ettirdiğini göstermektedir. Kurumsal dindarlık düzeyi yüksek olanlarda da bu eğilim mevcuttur. Sadece maneviyat temelli bireysel dindarlıklarda ise korelasyonlar daha zayıf çıkmaktadır. Ayrıca kimi araştırmacılar iç güdümlü dindarlığın kimileri de dış güdümlü dindarlığın bu hususlarda etkili olduğunu söylemektedir (Yapıcı, 2007). Anlaşıldığı kadarıyla bu konuda yeni çalışmalar yapıldıkça daha rahat konuşma imkânına sahip olacağız.
- Dindarlık ve Aile Huzuru
Arkadaşlık ve evlilik başta olmak üzere hemen her türlü beşerî ilişkide zaman zaman sorunlar yaşanması doğaldır.
Çünkü biyo-psiko-sosyal bir varlık olan insan dış dünyadan gelen hemen her türlü uyaranı ve malumatı kendi kimliği, kişiliği, umutları, korkulan, beklentileri, yani kişisel öznelliği ile algılar ve anlamlandırır. Din, dindarlık ve maneviyatta söz konusu algılama ve anlamlandırma sürecinde etkin olarak devreye girer. Bununla birlikte şu hususu ısrarla vurgulamak gerekir ki İslam dini başta olmak üzere kültürle çok sıkı bir etkileşim içinde bulunan dinî sistemlerde çoğu kere dinî olan kültürel bir form, kültürel olan da dinî bir form altında tezahür edebilir. Bu durumda aile içinde huzur ve huzursuzlukların kaynağının din mi yoksa kültür mü olduğu meselesi önemini korumaktadır. Teolojik olarak sorgulanan bu husus psikolojik açıdan çok da önemli olmayabilir. Zira bir insan, kültürel yapının gereklerini dinin talepleri gibi algılamaya başlamışsa, bu durumda hissettiği etki sosyo-psikolojik bakımdan dinî olarak hissedilmektedir.
Kuşkusuz her din beraberinde getirdiği dünya görüşü ve hayat felsefesini harekete geçirebilmek için vaz ettiği ilke ve Uygulamalarla müntesiplerini korumak ve geliştirmek ister. Bu anlamda dinler hem tek tek bireylere hem de topluma nerede, nasıl davranılması gerektiği hususunda kılavuzluk yapar. Bu kılavuzluk bireyin dini algılama, yorumlama ve inandığı şekliyle dinin etkisini hissetme düzeyine göre farklılaşabilir.
Bilindiği üzere modernitenin beraberinde getirdiği yaşam biçimi özellikle ABD ve Avrupa’da aile kurumunu ciddi olarak sarsmış, evlenme oranları düşmeye, evlilik yaşı yükselmeye, çocuk sayısı azalmaya, boşanmalar, tekrar evlenmeler ya da nikâhsız birliktelikler artmaya başlamıştır.
Bu noktada acaba dindarlık ve maneviyat ile aile içi huzur ve mutluluk arasında nasıl bir ilişki vardır sorusuna cevap aramak anlamlı olacaktır. Bu hususta yapılan bazı çalışmalara |akdacak olursa şunları söylemek mümkündür:
Valenzuela (2004), evli çiftler üzerinde yaptığı çalışmaya dayanarak dindarlığın evlilik hayatına müspet etkide bulunduğunu, bu bağlamda eşlerin kendilerini huzurlu ve mutlu hissettiklerini söylemektedir. Bu çalışmadan elde edilen bulgulara göre ailede dinin canlı bir şekilde yaşanması, bu çerçevede eşlerin Tanrı’ya inanmaları, yaşadıkları problemlerin çözümünde birlikte dua ederek Tanrıdan yardım istemeleri, dinî pratiklere katılmaları ve dinî organizyonlarda görev almaları gibi hususlar evlilikte uyum ve mutluluğu artıran temel faktörler arasındadır. Brody, Stoneman ve Flor’un (1998) Afro-Amerikan aileler üzerinde yaptığı bir çalışmada, dindar hanelerdeki aile içi ilişkilerin, dinî aktivitelerin düşük olduğu ya da hiç olmadığı ailelere oranla daha pozitif olduğu rapor edilmiştir. Anket ve gözlemin birlikte kullanıldığı bu araştırmadan elde edilen bulgular dinî aktiviteleri yüksek ebeveynler arasında daha düşük çatışma, daha anlayışlı aile ilişkileri, hatta bu tür ailelerin ergen çocukları arasında daha az problem gözlenmiştir. Bu son husus başka çalışmalarda da tespit edilmiştir. Örneğin Steley, 120 İngiliz yetişkin üzerinde yürüttüğü nitel çalışmada dini anlamda daha aktif ebeyenlerin çocukları ile daha pozitif ilişkilere sahip olduklarını, dindar ebeveynlerin ergenlere daha az fiziksel ceza uyguladıklarını söylemektedir (akt. Loewenthal, 2017).
Yapılan çeşitli çalışmalarda eşlerin dindarlık düzeyiyle evlilikte huzur, mutluluk ve doyum hissi arasında olumlu ilişkiler tespit edilmiştir (Suhail & Chaudrym, 2004; Kimberly, 2009). Türkiye’de evli çiftler üzerinde bir araştırma yürüten Hünler’in (2002) bulguları göstermektedir ki dindarlık evlilik doyumu üzerinde tam yordayıcı iken, sorun çözme becerileri üzerinde aracı rol oynamıştır. Stutzer ve Frey (2006) birbirine benzer beklentiler, değerler ve inançlara sahip eşlerin evlilik doyumlarının daha yüksek olduğunu bulunmuştur. Şener ve Terzioğlu’nun (2002) bulguları da bu kapsam da değerlendirilebilir. Onlara göre aile içi değer benzerlikleri ve öncelikli değerlerde uzlaşma evlilik uyumunu anlamlı düzeyde etkilemektedir. Bununla birlikte şu hususu vurgulamak gerekir ki dindarlık ile evlilik uyumu arasında ilişki gösteren çalışmaların aksine (örn. Hünler, 2002; Stutzer ve Frey, 2006; Kimberly, 2009) her iki olgu arasında anlamlı bir ilişkinin tespit edilemediği araştırma sonuçları da mevcuttur (Hünler, & Gençöz, 2005; Mahperi-Uluyol, 2014).
Lambert ve Dollahite (2006) farklı dinlere mensup (Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman) 57 çift üzerinde yürüttükleri nitel bir araştırmadan elde ettikleri bulgulara göre dindarlık eşler arasında yaşanan geçimsizlikleri önleme, çözme ve üstesinden gelmede çok önemli roller üstlenmektedir. Bu bulgulardan hareketle Lambert ve Dollahite (2006) dindarlığı güvenli bir muhafaza kabına (safe Container) benzetmiştir. Muhafaza kabı terimini de dinî inanç ve pratiklerin aile içi geçimsizliklerden kaynaklanan olumsuzlukları önleyebileceği, arabuluculuk yapabileceği güvenli bir çevre anlamında kullanmışlardır.
Önerilen modelden izleneceği üzere birinci aşama problemi önlemedir. Burada ilk planda devreye giren kutsallıktan kaynaklanan ortak vizyon ve amaçtır. Eşlerin birlikte ibadet etmesi ve kutsal kitaplardan evlilik ve sabır konusunda öğütler alması önleyici etkinlikler kapsamındadır. Çünkü bu tür dinî faaliyetler evlilik stresini aşmada etkilidir. Problemi önlemede devreye giren ikinci faktör ilişki erdemleri olarak adlandırılan bencil olmamak, diğerkam olmak, empati yapabilmek ve koşulsuz sevgidir. Dinî inanç ve uygulamalar bu tür erdemleri beslediği için eşler arası olası problemleri önlenmesinde işlevsel olabilmektedir. Modeldeki ikinci aşama geçimsizliği çözümlemedir. Bu noktada kutsal kitap öğretileri, ibadetlere katılım ve duâ davranışının ön plana çıktığını görüyoruz. Eşler, aralarında tartışma, gerilim veya sorun çıktığı zaman kutsal kitaplarda önerilen çözüm yollarının devreye sokmakta, özellikle kutsal metinler onlara öykünecekleri rol modeller sunmaktadır. Dinî törenlere katılım ve dua davranışı çiftler arasında çoğu kere ufak tefek tartışmaların basit ve gereksiz olduğu düşüncesini harekete geçirmiştir. Psikolojik sağlamlık ve sabır duygusu kazandıran ibadet ve dua pratikleri eşlerin birbirlerine yönelik suçlamalarım, yani yansıtma mekanizmasıyla karşı tarafı suçlayan yaklaşımlarını azaltmakta, dahası dikkatlerini kendi iç dünyalarına, oradan da eşlerine yönelmesini sağlamaktadır, özellikle ibadetlere katılım ve duadan sonra çiftlerin öfke kontrolünü yapabilmesi önemli bir bulgudur. Bu da muhtemelen dua ve ibadet ortamında bilincin farklılaşması, öfkeyi harekete geçiren hususların geri plana atılması ve bireyin daha sakin düşünerek karar vermesiyle ilişkilidir. Bu noktada şunu da sormak mümkündür: İbadetlere katılım ve dua mı sorunlara çözüm getirmede işlevseldir yoksa ibadetlere katılınca ortaya çıkan huzur hissi mi sorunların algılanmasını farklılaştırmaktadır? önerilen modelde bu husus müphemliğini korumaktadır. Üçüncü aşama ilişkisel uzlaşmadır. Burada Tanrı’ya bağlılık ve bağışlamaya istekli olma duygulan ön plana çakmaktadır, özellikle ilişkide iletişimsizlik, geçimsizlik, tartışma vb. ciddi problemler yaşanırken “Tanrının boşanmadan nefret ettiği, evliliğin ebedî olduğu düşüncesi devreye girebilmekte, bu da sorunların çözümünde çiftlere destek sağlamaktadır, özellikle kutsal metinlerde geçen bağışlama/bağışlanma, tövbe, arınma, Tanrı’nın istediği kul olabilme arzusu yaşanan geçimsizliklerin çözümünde etkili olabilmektedir.
Aile hayatı, evlilik ve dindarlık konusunda ClarkTn (1998) tespitlerini özellikle hatırlamak gerekir. Dinî inançlar, kiliseye devamlılık, dinî hizmetlerden yararlanma, dua, me- ditasyon, dinî eserleri okuma vb. dinî aktivitelerin inanan insanların davranışlarını etkilediği düşüncesinden hareket eden Clark’m (1998) tespitlerine göre:
- Dinî pratikleri düzenli olarak yapanlar evlenmeye, aile hayatma ve çocuk sahibi olmaya daha fazla önem vermektedir. Bu sebeple onlar eşlerine ve çocuklarına daha fazla vakit ayırmaktadır.
- Haftada en az bir defa kiliseye gidenlerde boşanma oranı daha az olup bunlar aile birlikteliğini daha fazla sürdürme eğilimindedir.
- Dinî pratiklerini yapan eşler arasında, yapmayanlara nispetle sevgi, saygı ve sadakat daha fazla; aile içi şiddet ise daha azdır.
- Dindar eşler, aile hayatlarında daha uzun süre mutlu olabilmektedir.
- Dinî bağlılıkları kuvvetli olanlar ve ibadetlerini yapanlar, aileyle ilgili geleneksel değerleri daha fazla önemsemek- tedir.
Clarkın (1998) dinî bağlılık ve dinî ibadetlere katılımla aile içi mutluluk ve boşanma oranlarının düşüklüğü arasında sıkı bir bağ olduğunu söylemesi, Katolik inancıyla yakından ilişkilidir. Zira Katoliklik evlenme ve çoğalmayı emrederken, boşanmayı açık bir dille yasaklamaktadır. Ancak modernite ve sekülarite süreçleriyle birlikte, boşanma oranlan Katolikler arasında da önemli ölçüde artış göstermiştir. Konuyu Kanada örneğinde analiz eden Ambert’e (2005:13-14) göre; “Kurumsal dinin insanlar üzerindeki etkisinin azalması, bireysel dindarlıkların zayıflaması, kişisel tercihleri belirleyen değerlerin liberalleşmesi ve sekülerleşme eğiliminin hızlı bir şekilde yaşanması, boşanma oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Aşırı gelişen bireyselcilik çiftlere, özellikle cinsel ve ruhsal doyumun olmadığı evlilikleri devam ettirmenin anlamlı ve sağlıklı olmadığı duygu ve düşüncesini kazandırmaktadır.” Aile içi mutsuzluklar ve boşanmalar konusunda daha farklı gerekçelere de atıf yapan Ambert (2005), modern dünyada din ve dindarlığın yaşadığı krizi en önemli sebepler arasmda saymaktadır.
Yapılan çalışmalar göstermektedir ki dindarlık ve maneviyat aile içi uyum ve huzuru sağlamada işlevseldir. Ayrıca dindarlık ve maneviyatın aile içi iletişimsizlik, çatışma ve boşanma kararı almayla ters yönlü ilişki içinde olduğu da bulunmuştur. Bu noktada “alan yazmda yer alan bilgi ve bulgular, Müslüman Türk kimliğine sahip yüksek tahsilli bireylere genellenebilir mi?” sorusu karşımıza çıkmaktadır.
Araştırma ve Yöntem
Araştırmanın Problemi ve Cevap Aranan Sorular
Araştırmanın temel problemi “modernlikten postmo- dernliğe doğru evrilen dünyada eşlerin dindarlık ve maneviyat düzeyleri evlilik hayatının huzurlu olmasına, sorunların çözülmesine ve boşanmaların önlenmesine destek sağlayabilir mi? sorusudur.
Bu bağlamda cevap aranan sorularımızı şöyle ifade edebiliriz.
- Eşlerin benzer ya da farklı dinî kimliklere sahip olması evlilik hayatını nasıl etkilemektedir?
- Evlilikte uyum ya da uyumsuzluğun tezahür etmesinde dindarlık ve maneviyatın rolü ve değeri nedir?
- Dindarlık ve maneviyat evlilikteki sorunların çözümlenmesinde ve boşanmanın önlenmesinde hala güvenli bir muhafaza kabı işlevi üstleniyor mu?
- Cinselliğin yeniden keşfedildiği günümüz dünyasında kadın ve erkekler açısından dindarlık ve maneviyatın ifade ettiği anlam nedir?
Çalışma Grubu ve Özellikleri
Çalışmaya Adana’da ikamet eden 17’si evli, 9uboşanmış, 1 l’i bekâr olmak üzere toplam 37 kişi katılmıştır. Tamamı yüksek öğretim mezunu olan katılımcıların yaş aralığı 23-42’dir.
Verilerin Toplanması ve Çözümlenmesi
Veriler, 20 Mayıs 2017 ile 30 Eylül 2017 arasında yarı yapılandırılmış mülakat tekniği ile toplanmıştır. Bu bağlamda katılımcılara: “Size göre bireylerin inançları, dindarlık düzeyleri ve maneviyat eğilimleri eş seçimini nasıl ve ne yönde etkiler?”, “Evlilik hayatında ortaya çıkan sorunların çözümünde din ve maneviyatın etkisi konusunda ne düşünüyorsunuz?” Günümüz dünyasında din ve maneviyat boşanmalara karşı koruyucu bir faktör rolü üstlenmekte midir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” gibi sorular sorulmuştur. Elde edilen veriler önce gruplandırılmış daha sonra anlayıcı geleneğe bağlı olarak yorumlanmıştır.
Bulgular ve Yorum
Güvenli Muhafaza Kabından Eskiyerek İncelmiş Paltoya
Yapılan görüşmeler analiz edildiğinde görülmektedir ki dindarlık ve maneviyat evlilik hayatını farklı şekillerde etkilemektedir. Elde edilen bulgular din, dindarlık ve maneviyatın öncesi ve sonrasıyla evlilik hayatım etkilediğini göstermektedir. Ancak bu etki tek yönlü değil çift kutuplu bir karakter arz etmektedir. Bu nedenle evlilik hayatındaki çatışmaları çözmede dindarlık ve maneviyatın rolünü soğuktan koruma özelliği zayıflayan eskidikçe incelmiş palto[31] kavramlaştırmasıyla izah edebilmek mümkündür. Eskidikçe incelmiş palto vücudu belli oranda korumakta fakat bu koruma soğuk şiddetlendiği zaman pek etkili olamamaktadır. Bunun anlamı şudur: Aile içi çatışma hafif bir düzeyde seyrediyorsa, yaşanan sorunların aşılmasında dindarlık ve maneviyat etkili olmaktadır. Ancak söz konusu çatışma başta cinsellik olmak üzere aileyi yapısal olarak etkileyen faktörlerden kaynaklanıyorsa dindarlık ve maneviyat, çiftleri bir arada tutan empatik davranma, öfke kontrolü yapabilme, diğerkâm olma, bağışlama, şefkat ve merhametle davranma gibi erdemleri sorun çözücü düzeyde harekete geçirememektedir.
Elde edilen veriler göstermiştir ki dindarlık ve maneviyat “evlilik öncesinde eş seçimi”, “evlikte huzuru yakalama problemi” ve “evliliği sürdürme çabaları” ve “boşanma” olmak üzere en azından dört temel boyutta etkisini devam ettirmektedir.
- Evlilik öncesinde Eş Seçimi: Eş mi, Partner mi?
Bireyler evlenecekleri kişide fiziksel çekicilik, ruhsal olgunluk, asalet, statü, zenginlik, dindarlık ve ahlakilik olmak üzere çok farklı kriterler arayabilir. Kişinin dünya görüşü, inançlarıyla bütünleşme düzeyi, nasıl bir hayat yaşamak istediği gibi hususlar hangi ölçütün ön plana çıkacağını belirlemede etkindir.
Kadın ya da erkeğin dindarlık düzeyi arttıkça eş seçiminde “dindar olanı tercih ediniz” hadisi gereğince inançlı ve inançlarına göre yaşayan bir kişiyi eş olarak seçmek önemli kabul edilmektedir. Bu konuda üç açıklama dikkat çekmektedir: İlahiyat Fakültesi mezunu bir DKAB öğretmeni bu konudaki kanaatlerini şöyle açıklıyor:
“Evliliğin ilk aşamasında belirlenen bazı kriterler tarafları etkileyebilir, etkiliyor da. Örneğin ‘namaz kılmayanla evlenmem ya da dindarlar mı, aman aman, uzak dursun benden’ şeklinde eş seçiminde devreye giren ölçütler var. Bir de sevdikten sonra önemli değil diyenler var. Benim açımdan evleneceğim kişinin inançlarıma saygılı olması gerekir, ama bu yetmez. O da dindar olmalı. Çünkü Peygamberimiz ‘dindar olanı tercih ediniz’ diyor” (K, 26, Nişanlı).
Katılımcı bu ifadeleriyle, insanların dini dünya görüşlerinin eş seçimini etkilediğini, bu anlamda kimilerinin dindarları kimilerinin ise tam tersine dinden uzak yaşayanları tercih ettiklerini söylemektedir. Bununla birlikte katılımcı, muhtemelen dini hassasiyetleri nedeniyle dindar bir eş istediğini açıkça vurgulamaktadır. Bu isteğini de “dindar olanı tercih ediniz” hadisine dayandırmaktadır. Bu konuda İktisat Anabi- lim dalında yüksek lisans yapan bir kız öğrenci şöyle diyor:
“Bir de örneğin dindar bir kadının yine kendini dindar olarak tanımlayan bir beyle nişanlılık döneminde yaşadığı sorunlar var. Mesela erkeğin, elini tutmaması. Erkek bu durumu güvensizlik olarak algılayabiliyor. Hatta nişan bozulabiliyor. Nikâhsız el ele tutuşma kızda günah duygusu oluşturabiliyor. Erkek sarılıp öpmek istiyor. Kızlar, uzak durmaya çalışıyor. Bir bakıyorsun buradan sen beni istiyorsun ya da istemiyorsun, seviyorsun ya da sevmiyorsun9 sonucu çıkarılıyor. Nişanlılık dönemi ya da henüz nişan yok; tanışma, huyunu huşunu öğrenme safhasında kadının ya da erkeğin dinî hassasiyetlerindeki farklılık uygulamalardaki uyum ya da uyumsuzluğu beraberinde getiriyor. Bazen şu da olabiliyor: Erkek, kadının elini tutmak istiyor, kadın elini uzatmıyor, işte tam da burada erkek kadına gerçekten dindar ve dinî hassasiyeti yüksek diyerek bağlanabiliyor” (K, 24, Bekâr).
Bu ifadeler göstermektedir ki evlilik öncesindeki ilişkinin mahiyeti konusunda kadın ve erkek arasında dindarlık ve maneviyat temelinde bir uzlaşma olmadığı zaman ciddi sorunlar zuhur etmektedir. Özellikle “nikâhsız el ele tutuşmak” olarak dillendirilen bu durumun sevgi yahut sevgisizlik olarak değerlendirilmesi dikkat çekicidir. Olaylara aynı pencereden bakmak şeklinde özetleyebileceğimiz dünya görüşüne göre nikâhsız el ele tutuşmak doğal bir davranış ya da günah kategorisinde değerlendirilebilir. Hatta dinî hassasiyetleri yüksek olanlar tanışma, flört ve nişanlılık döneminde tensel temasından sakınıcı davranışları olumlu algılayabilirler. Anlaşıldığı kadarıyla kadın ya da erkeğin her ikisi de dinî konularda duyarlı ise, yani takvalı davranıyorsa, birbiriyle daha uyumlu olabilmektedir. Şayet kadın ya da erkekten birisi diğerine nispetle daha dindarsa, özellikle kadının dinî hassasiyeti (belki de geleneksel kültürel duyarlılığı) daha yüksekse tanışma ve nişanlılık döneminde üstesinden gelinmesi oldukça zor sorunlar ortaya çıkabilmektedir.
Katılımcılar arasında evliliğin haram olan nikâhsız cinsellikten korunmak amacıyla yapıldığı ya da yapılması gerektiği düşüncesinde olanlara da rastlanmaktadır. Sınıf öğretmeni bekâr bir erkeğin şu ifadesi bu noktaya dikkat çekmektedir:
“Evlilik kararında dinî hassasiyetler etkilidir. Karşı cinsle yakın arkadaşlığın veya hayatı paylaşmak gibi psikolojik ihtiyaçları karşılamak için dinin evlilik dışı ilişkiye müsaade etmemesinden ötürü evliliğe karar vermeleri bu hususa örnek verilebilir. Hadisi Şerifte ‘evleniniz dininizi koruyunuz’ buyuruluyor ya. Aslında dini inançlarımız burada etkili oluyor” (E, I 25, Bekâr).
Görüleceği üzere burada insanın, İslam dininin evlilik : dışı cinselliği yasaklamasının doğal bir sonucu olarak evlenme ihtiyacı içinde olduğu söylenmektedir. Zira ifadeden anlaşıldığı kadarıyla cinsel hazların meşru zeminde yaşanma arzusu dinin/inancın koruması adına evliliğe teşvik etmektedir. Ancak bu yaklaşım bir başka sorunu gündeme getirmektedir. Cinselliği yaşamak için evlenme acaba ilerde ne tür sorunlar doğurmaktadır? Şayet evliliğin ilerleyen yıllarında, eşlerin birbirine duygusal ve cinsel bakımdan yabancılaşması söz konusu olursa, acaba dini inançlar süreci nasıl etkilemektedir? Bu sorulara diğer katılımcıların açıklamalarından hareketle cevap aramak mümkündür.
“Evlenirken eş seçiminde dinî hassasiyetlerin çok fazla olduğunu düşünmüyorum. Tabii ki dinin etkisini hiç yok saymam. İster istemez inançlı olması, benimle aynı görüşte olması önemli. Fakat günümüzde “dindarlık mı, çalışan kadın mı?” diye sorsak sanırım, çalışan kadın aranıyor. Her şey ekonomi olmuş. Sanki ekonomik durum yüksek olursa evlilikte sorunlar ya hiç yaşanmayacak ya da yaşansa da kolaylıkla atlatılacak- mış gibi. Hatta kadın ya da erkeğin sağlam bir işte çalışması, maaşının iyi olması, güzellik ve yakışıklılığın da önüne geçiyor. İki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyor” (E, 34, Evli).
Bu yaklaşım biçimi evlilik öncesinde din ve dindarlık algısının eş seçiminde geri planda kaldığını, kapitalist bir dünyada eşlerin ne kadar çok şeye sahip olursa o nispette mutlu olacağı zannına kapıldıklarını ifade etmesi bakmamdan ilginçtir. Yüksek gelir düzeyinin hem dindarlık hem de duygusal bağlanmalardan daha önemli, hatta belirleyici olduğu vurgusu bilhassa dikkat çekicidir. Kuşkusuz kadın ya da erkeğin din ve maneviyat bakımından uyumlu olması da talep edilmektedir. Ancak bu talep “olma”nm değil, “sahip olma”- ntn önemsendiği tüketim kültüründe yeterli neden olmaktan çıkmış, gerekli nedenlerden herhangi birisine dönüşmüştür. Bunun anlamı şudur: Yeterli neden tutumları harekete geçiren asıl faktördür. O olmadan tutumlar tezahür etmemektedir. Gerekli nedenler ise yeterli neden ortaya çıktıktan sonra devreye giren tali unsurlar içermektedir. Neo liberal kapitalizmin yeni yüzü olan postmodern dünyada her şeyin alınıp satılabilen meta haline gelmesi, tükettikçe değerli olunacağı yanılgısını beslemekte, bu süreçte maddi refah hayatın anlamını belirleyen asıl faktör konumuna geçmektedir. Kuşkusuz çok şeye, hatta her şeye sahip olma tutkusu dünyevi hazlan doyasıya yaşama arzusundan beslenmektedir. Dünyevî bazların başında ise cinsellik gelmektedir. İngilizce öğretmeni bir katılımcı bu konuda şöyle demektedir:
“Eskiden insanlar kendilerini yarım kabul eder, seçtikleri eşle tamamlarlarmış. Kadın ve erkek bir elmanın iki yansı derler ya aynen öyleymiş. Artık kimse eksik olduğunu kabul etmiyor. Dolayısıyla tamamlanmak için de eşe ihtiyaç duymuyor. Bu durum dindarlar için de sekülerler için de böyle. Cinsellik merkezde. Evlenirken eş değil de partner aranıyor gibi. Cinsel duyguları harekete geçiren, cinsel tatmin yaşatacak kişiler tercih ediliyor. Evet, maddiyat da önemli. İyi yaşamak, başkalarından geri kalmamak. Ancak cinsel hazlar merkezde” (K, 26, Bekâr).
Şüphesiz gelir düzeyinin iyi olması, bu anlamda maddi açıdan başkalarından geri kalmadan yaşamak evlilik hayatında önemli bir yere sahiptir. Ancak cinsel hazlann günden güne daha fazla ön plana çıktığı görülmektedir. Bu nedenle katılımcı eş seçiminde tek başına dindarlık ve maneviyatın yeterli olmadığını, cinsel çekicilik ve maddiyatın ilişkileri belirlediği ifade edilmektedir. Bu açıklamaya göre evliliği kuracak ve devam ettirecek olan yeterli neden cinselliktir. Cinsel hazlar tatmin bulmadığı sürece dindarlık, maneviyat ve yüksek gelir düzeyi sorunları çözme yerine görmezden gelme, örtme ve baskılama anlamı taşımaktadır. Katılımcının “eş değil, partner aranıyor” demesi özellikle dikkat çekicidir. “Partner” ifadesi cinselliğe vurgu yaparken “eş” bireysel ve sosyal fonksiyonlarıyla aile hayatına atıf yapan bir kavramdır. Bu da değişen dünyada her geçen gün daha fazla dönüşen bireyin cinsellik merkezli bir yaşama odaklandığı anlamına gelmektedir.
Evlikte Huzur: Mümkünün Gittikçe İmkânsızlaşması
Kuşkusuz İnsanî ilişkiler hep aynı çizgide devam etmez. İçsel ve dışsal pek çok faktörün etkisiyle zaman zaman sorunlar yaşanabilir. Bu sorunların çözümünde dindarlık ve maneviyat bazen etkili bir faktör olarak devreye girerken bazen de hiç etkili olmamakta, hatta yerine ve durumuna göre eşlerin din algıları ve dinî yaşayış biçimleri çok çeşitli sorunları beraberinde getirebilmektedir. Bu bağlamda mülakat yaptığımız kişilerin ziyadesiyle düşündürücü ve içerik olarak oldukça zengin açıklamalarda bulunduklarını söylemek durumundayız.
“Evlilikte en önemli nokta benzeşme psikolojisidir. Dindarlık, maneviyat ya da dinî yaşantı beklentileri karşılıyorsa yapıcı ve kurucu öğe iken, beklentileri karşılamıyorsa ya da beklentilere uymuyorsa evlilikte yıkıcı ve bozucu bir öğe olabilmektedir. Benzeşme, birbiriyle uyumlu olan iki değer arasında gerçekleşir. Eşi ateist iken kendisi fazla dindar olanlar ciddi sorunlar yaşar.” (E, 35, Evli).
Görüleceği üzere evlilikte uyum ve mutluluk için bir yandan eşlerin dünya görüşünün birbirine benzer olmasının önemi vurgulanırken bir yandan da farklı değerlerden beslenen eşlerin zamanla beklentilerinin de farklılaşacağı bunun da çok çeşitli sorunları beraberinde getirebileceği, hatta severek evlenmenin bile evlilikte uyum ve huzuru yakalama hususunda yeterli olmadığı belirtilmektedir.
“Tabi ki uyumlu olmak çok önemli. Kadın ve erkeğin her ikisinin dindar olmast da iyidir, her ikisinin sektiler olması da iyidir. Seviyorum evlenirim tarzı ifadeler var. Evet evlenebilir. Ancak balım cicim ayları bitince olayın rengi değişebiliyor. Yaptıklarımız da göze batmaya başlıyor, yapmadıklarımız da” (K, 33, Evli).
Katılımcı bu görüşüyle, evlilikte huzurun uyum ile gerçekleşebileceği üstünde ısrar etmektedir. Uyumdan kasıt ise eşlerin dinî-dünya görüşlerindeki benzerliktir. Çünkü ifadeleri yakından analiz edecek olursak şunları söylemek mümkündür: Duygusal ve cinsel açlık sürecinde ön plana çıkmayan din ve maneviyat farklılığı, dolayısıyla eşlerin farklı dünya görüşlerine sahip olması, zamanla ciddi sorunlar oluşturma potansiyeli taşımaktadır.
“Kadınla erkek arasında farklı din anlayışları varsa zaman içinde içinden çıkılmaz sorunlar yumağı oluşuyor. Kişinin eşi tarafından duygu, düşünce ve eylemlerinden dolayı yargılanması, ruhsal hayatında yıpranmasına sebep oluyor” (K, 27, Evli).
Geleneksel ve modern yapılarda büyüyen bireylerin birbirlerini duygu, düşünce ve davranışlarından dolayı yargılaması, suçlaması, dahası birbirlerine empati yapamaması ister istemez duygusal kopuşu beraberinde getirebilir. Katılımcının farklılıkların zaman içinde içinden çıkılmaz sorunlar yumağına dönüştüğünü söylemesi bu anlamda dikkat çekicidir. Ayrıca bu açıklamada geçen “zaman içinde” vurgununun altını önemle çizmek gerekir. Bunun anlamı şudur: Evliliğin ilk yıllarında görmezden gelinen sorunlar, farklılıklar, başka dünyaların insanı olma olgusu duygusal, cinsel ve sosyal uyumun her geçen gün azalmasıyla gün yüzüne çıkmaktadır. Alışma etkisi kavramıyla ilişkilendirebileceğimiz bu durum kişiye haz veren pekiştireçlerin artık haz vermemeye başlamasıdır. Hâlbukı günümüz dünyası insanın bazlarını sınırsızca yaşaması I üstüne kuruludur. Haz yoksa yaşam anlamlı değildir. Hazzın en belirgin yaşandığı alansa cinsellik ve zenginliktir. Hatta cinsel uyum azaldığında ya da tamamen ortadan kalktığında sadece ekonomik uyum evlilikte huzuru sağlama noktasında yeterli olmamaktadır.
“Evlilik hayatı sorumluluk demektir. Dinde sorumluluk üzerine kurulu. Ben dindar olanı, sorumluluğunu daha iyi bilir diye tercih ettim. Ancak şunu gördüm. Eşin namaz kılmadaki sorumluluğu, bazen ev hayatına yansımayabiliyor. Bu da çeşitli sorunları beraberinde getiriyor. Dindar bir insana sürekli sorumluluklarını hatırlatmak, bana garip geliyor. Bazen ezanı duymasa namaz kılmaz herhalde diye düşünüyorum. Orada da sorumluluğunu hatırlatan ezan sesi” (K, 42, Evli).
Sorumluluk duygusu ile dindarlığın birleştirildiği bu yaklaşımda ideal ile mevcudun farklı olduğuna temas edilmektedir. Din insana sorumluluklar yükler. Dindar ise sorumluluklarının farkında olan kişidir. Ancak dinin bireyde nasıl şekil aldığı, inançların, ibadetlerin ve değerlerin içselleşme düzeyi, bireyin iç ya da dış güdümlü olması, bu anlamda içten ya da dıştan denetimli olması gibi hususlar sorumluluğun nasıl yerine getirileceğini belirlemede önemli bir rol üstlenmektedir. Dinî sorumlulukları yerine getirmek ile aile içi sorumlulukları yerine getirme arasında çoğu kez farklılık olduğu/olabileceği düşüncesinden hareket eden bu yaklaşım evlilik hayatında sadece dindarlığın değil, bununla birlikte özellikle sorumluluk duygusunun önemli olduğunun altını çizmektedir.
“Dindarlık eşler arasında sorun üretebiliyor, hatta genelde üretiyor diye düşünüyorum. Çünkü iki taraftan birinin diğerine göre dindarlık ve maneviyat bakımından düzeyinin yüksek olmasının diğer tarafa psikolojik baskı yaptığını düşünüyorum. Evli değilim, gözlemlerim bu yönde” (K, 23, Bekâr).
Katılımcının bekâr olduğunu, bu nedenle yaşadıklarını değil de gözlemlerini paylaştığı vurgusu paranteze alınarak yorumlayacak olursak, eşlerin dindarlık ve maneviyat düzeylerindeki farklılık evlilik hayatında çok çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir, özellikle eşler arasında ortaya çıkan dini algılama ve yaşama farklılığı, bu anlamda dini hassasiyetlerde oluşan çeşitlilikler aile içi ilişkilerde gerilim kaynağı olabilmektedir. Katılımcının dinî hususlarda daha hassas olanların karşı tarafı psikolojik bakımdan baskıladığını söylemesi bu anlamda dikkat çekicidir. Kuşkusuz bu tür baskılamalar bir yandan engellenmişlik duygusunu ve hayal kırıklıklarını beraberinde getirirken bir yandan da psikolojik tepkisellikleri ortaya çıkartabilir.
“Eşlerin dindarlık ve maneviyat düzeyleri evliliği etkiliyor. Özellikle eşlerin yetiştikleri aile ortamı, ailede öğrendikleri din, yaşadıkları din birbirine yakınsa ortak dinî anlayış ortak duygu diline dönüşebiliyor. Hani aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir’ denir ya. Aynen işte öyle. Aksi halde dinî yaşantı ortak değilse sorunlar çıkabiliyor. Bu anlamda eşler arası uyum düzeyine göre de evlilik mutluya da mutsuz olabiliyor” (K, 34, Evli)
Bu ifadelerde; “ortak dinî anlayış ortak duygu diline dönüşebiliyor” ve “aynı dili konuşanlar değil aynı duygulan paylaşanlar anlaşır” şeklinde dile getirilen hususlar bilhassa dikkat çekmektedir. Bu ise aslında kadın ya da erkeğin evlenmeden önce başta aile olmak üzere sosyokültürel çevreden edindiği dinî yaşantı ile doğrudan ilişkilidir. Kuşkusuz aile ve sosyal çevre sadece bireysel dindarlıkları şekillendirmemek- te, kişinin dünya görüşünü, hayat felsefesini, dilini, yemek ve eğlence kültürünü, dostluk ve arkadaşlık ilişkilerini, kısaca kimlik ve kişiliğini etkilemektedir. Bu hususlarda ortak bir dil yakalanabilir, bu da eşler arasında ortak duyguya dönüşürse evlilik hayatı daha uyumlu ve huzurlu olabilmekte, aksi halde mutsuzluk, uyumsuzluk, anlayışsızlık, empatik davranmama gibi olumsuzluklar tezahür etmektedir.
“Eğer inanç ve dindarlık bakımından kadın ve erkek farklı dünyaların insanıysa çatışma muhakkaktır. Belki ilk yıllarda bu çok net bir biçimde ortaya çıkmaz. Ama zamanla volkan gibi patlar, hatta etrafı kül eder. Bu nedenle erkek ve kadın din ve inanç yönünden ne kadar benzerse ilişki o kadar iyi olur, sorunlar daha çabuk çözülür, evlilikte doyum yüksek olur (E, 38, Evli).
Farklı dünyaların insanlarının aynı çatı altında bir araya gelmesinden kaynaklanan çatışma ve gerilimler evliliğin ilk yıllarında adeta görmezden gelinmekte, fakat daha sonra olanca şiddetiyle tezahür etmektedir. Özellikle dini algı, yaşayış ve inanç farklılıklarından neşet eden gerilimler ilerleyen yıllarda çatışma ortamını besleyen bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda “volkan gibi patlar hatta etrafı kül eder” benzetmesi bilhassa dikkat çekicidir. Anlaşıldığı kadarıyla evli çiftler arasındaki çatışmadan sadece eşler değil, çocuklar ve akrabalar da zarar görmektedir. Bununla birlikte daha önce geçen açıklamalarda olduğu gibi burada da din ve inanç benzerliğinin hem yaşanan sorunları çözmede hem de evlilikte uyumu ve doyumu yakalayabilmede önemli olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.
“Dindarlık ve maneviyat bazen huzur getirir bazen de huzursuzluk. Taraflardan biri dindarsa diğerini yetersiz, günahkâr ve suçlu görür. Dindar olmayan da eşini aşırı giden, abartan, takıntılı hatta yobaz diye niteleyebilir. Dolayısıyla bu düşünceler tabii ki davranışlara da yansır ve bir takım huzursuzluklar meydana gelebilir” (K, 21, Bekâr)
Eşler, inanç ve dindarlık bakımından aynı dünyanın insanlarıysa bu durum doğal olarak uyum ve huzuru getirebilir, ancak onlar farklı dinî-dünya görüşlerine mensuplarsa aile ortamında gerilim ve çatışma yaşanabilir. Çünkü dinî inanç ve uygulamalar çoğu kere bireysel bir tercih olarak kalmamakta,dahası gündelik hayata ve sosyal ilişkilere de yansımaktadır. Bu konuda özellikle inanç ve dünya görüşünde aynılık ya da benzerliğin önemini vurgulayan bir başka katılımcı şöyle diyor:
“Dindarlık ve maneviyat düzeyleri yüksek olanlar karşılıklı olarak Allah korkusunu daha fazla hissedecekleri için aile içi sorunların üstesinden daha kolay gelebilirler. İşin sırrı Allah korkusudur. Bunun için eşlerin her ikisinin de dindar olması gerekir. Ancak her dindar da Allah korkusu var mıdır? Orasını ayrıca değerlendirmek gerek” (E, 37, Boşanmış).
Erkek ve kadının her ikisinde de dindarlık ve maneviyat düzeyinin yüksek oluşu, Allah korkusunu iç dünyalarında derinden hissetmeleri temelde dinî hassasiyet benzerliği, dinî-dünya görüşünde uyum, ortak inanç ve duygu yaşantısına atıf yapan vurgulardır. Eşinden boşanmış erkek katılımcı aile içi sorunların çözümünde çiftlerin her ikisinin de dindar olması gerektiğini iddia etmektedir. Çünkü dindarlık Allah korkusunu harekete geçiren bir olgudur. Tam da bu noktada adeta “hangi dindarlık?” sorusuna cevap arar gibi Allah korkusunu hisseden ve hissetmeyen dindarlar şeklinde ikili bir ayrım karşımıza çıkmaktadır. Çünkü üstünde fazla durmamakla birlikte katılımcının: “Ancak her dindar da Allah korkusu var mıdır?” şeklinde yönelttiği soruya “hayır” cevabını verdiğini görmekteyiz.
“Tarafların maneviyat düzeyi pozitif anlamda birbiriyle paralel ise evin huzuru artar. Çünkü sevgi, saygı ve hoşgörü manevi anlamda birbirini tamamlarsa huzur gelir. Yaşanan sıkıntıları göğüslemek de kolay olur. Eğer taraflar arasında zıt yönlü dindarlık ve dinî yaşam varsa, dinî açıdan birbirlerini anlayamıyorlarsa, hassasiyetlerini göz ardı ediyorlarsa vicdanî rahatsızlık, pişmanlık ve sıkıntı yaşanır. Bu durum kadını da, erkeği de huzursuz eder” (E, 26, Evli)
Maneviyat açısından eşlerin birbirine benzer olmasının sevgi, saygı ve hoşgörü getireceğini iddia eden bu yaklaşıma göre benzerlik ne kadar çok olursa yaşanan sıkıntıları birlikte çözümlemek, bu anlamda sorunların üstesinden gelmek o nispette kolaylaşmaktadır. Şayet eşler arasında maneviyat bakımından benzerlik yoksa bu durum ister istemez dinî hassasiyetlerin anlaşılmamasına, eleştirilmesine, vicdanî rahatsızlık ve pişmanlığa neden olabilir. Görüleceği üzere burada benzer din anlayış ve maneviyatın sevgi, saygı ve anlayış başta olmak üzere aileyi ayakta tutan erdemleri geliştirdiği ifade edilmektedir.
“Din bize neyi öğretir, sabretmeyi. Dindar insan sabredebi- len insandır. Kuran-ı Kerimde ‘birbirinize hakkı ve sabrı tavsiye edin” deniyor.. Günümüz insanı sabrı unuttu. Sâbredemeyen toplumun dindarlığı bana göre problemli. Modern dünya iyice dönüştürüyor bizi. Helaller ve haramlar karışıyor. Allah rızasını gözetemez olduk. Sâbredemeyen Allah’ın rızasının ne olduğunu nasıl anlayacak? Eşler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etseler sorunlarını birer birer çözebilirler.” (E, 38, Evli).
Dindarlık ve maneviyatı sabır, sabrı da Allah’ın rızası ile ilişkileri katılımcı, bu ifadeleriyle modern dünyada sabretmenin adeta nostalji haline geldiğini, acelecilik, yaşanan sorunlara katlanamaza, problemlerin üstesinden gelmek için sabırla mücadele edememenin aile hayatını olumsuz etkilediğine gönderme yapmaktadır. Din insana sabrı hem öğretmekte hem de tutum ve davranışlarında göstermesini talep etmektedir. Bununla birlikte değişen dünyada dindarlık ve maneviyat algıları da değişmekte, haramlara helal muamelesi yapılmakta, özellikle hakkı tavsiye etmenin anlamı kaybolmakta, esasen bu değişim de hem bireyin kendine ve kültürüne yabancılaşmasına hem de aile hayatı başta olmak üzere eşlerin birbirlerini anlayamamasına neden olmaktadır. Katılımcının görüşleri analiz edildiğinde ideal ve mevcut dindarlıkların birbirinden ferklı olduğu görülmektedir. Allah rızasını gözeterek yaşanan dindarlık ideali ortaya koyarken, modern dünyanın bunalımı içinde Allah rızasının gözetilmemesinden mülhem hakkın ve sabrın kaybolduğu dindarlıklar ise mevcut durumu betimlemektedir. Anlaşıldığı kadarıyla ideal dindarlıklar evlilik hayatı üzerinde olumlu etkide bulunurken mevcut dindarlıklar böyle bir tesir icra edememekledir.
“Hayatta her şey var. Sakin limanlar da var, sarp yokuşlar var. Evlilik asıl o sarp yokuşlarda yaşanan kederlere sabır ve tevekkülle birlikte göğüs germektir. En ufak bir sarsıntıda sürekli şikâyet eden bir eş, evliliğin ruhunu ne kadar sindirmiş olabilir? Bu durumda eşlerin dini inanç ve ibadet birliği, onlara huzur verir mi?” (K, 27, Evli)
Katılımcıya göre evlilikte huzur eşlerin birbirlerine verdiği destekle doğrudan ilişkilidir, özellikle gündelik hayat içinde yaşanan hastalıklar, kayıplar ve yoksunluklar aileyi yapısal olarak zorlamaktadır. İşte bu noktada dinî inanç ve ibadet birliği tek başına yeterli olmamakta, bireyin kişilik yapısı daha önemli bir hale gelmektedir. Sabır konusu burada da karşımıza çıkmaktadır.
“Dindarlık ve maneviyatın evlilikte etkisi yoktur denilemez. Ancak dinî inançlarına, dini geleneklere bağlı olduğu halde anlaşamayan çiftlere bakılırsa, insanın fıtrî karakterinin, huyunun, kişiliğinin, aile anlayışının, hayattan beklentilerinin evlilikte daha önemli olduğunu düşünüyorum. Dindarlık ve maneviyat birbirini seven kişilerin uyumlu bir evlilikte karşılaştığı problemleri aşmak için daha etkili. Birbirini sevmeyen ya da sevgisi azalmış kişilere dindarlık ve maneviyat çözüm olur mu, bilmem. Belki boşanmazlar, ancak bu ilişkinin sağlıklı olduğundan, birbirlerini anladıklarından değil iç dünyalarından, dış dünyalarından ya da her ikisinden gelen baskılardan kaynaklanmış olabilir. Sorun çözümlenmemiştir, başka bir yerde başka bir şekilde ortaya çıkabilir” (K, 25, Evli).
Dindarlık ve maneviyatın evlilikte etkili olduğunu reddetmeyen evli bir kadın konuya daha farklı bir perspektiften bakmakta ve aynı dini gelenek içinde benzer dindarlık algısına sahip çiftlerin evliliklerinde mutlu olamadıklarını söylemektedir. Ona göre evlilik hayatının mutlu ya da mutsuz, uyumlu ya da uyumsuz olmasında din ve inançtan önce insanın fıtri özellikleri, karakteri, kişiliği, aile anlayışı ve hayattan beklentileri daha etkilidir. Birbirini seven ve anlayan kişilerin yaşadıkları sorunların çözümünde din ve maneviyat kuşkusuz etkilidir. Ancak arada sevgi kalmamışsa, anlayış yoksa din ve maneviyatın benzer olması işe yaramamaktadır. Bu açıklamalara ilave olarak vurgulanan husus dikkat çekicidir: Boşanmanın gerçekleşmemesi yaşanan sorunların çözüldüğü anlamına gelmemektedir. Görüleceği üzere burada ince bir ayrım yapılarak aile ortamında uyum ve huzuru sağlamada dindarlık ve maneviyatın başat değil aracı bir rol üstlendiği vurgulanmaktadır. “Dindarların evliliğe bakış açısını, evlilikte huzur ya da huzursuzluklarını, doyumlarını dinden ziyade meslek, ekonomik şartlar, çağdaş yaşam düzeyi, cinsellik daha çok etkiliyor. Buralarda uyum varsa din ve inanç bakımından uyumsuzluklar göz ardı edilebiliyor. (E, Evli 28) diyen bir katılmacıya göre evlilikte uyum-uyumsuzluk dindarlıktan ziyade statü, gelir düzeyi ve cinsellikle ilişkilidir. Söz konusu bu alanlarda ortaya çıkan doyum, din ve inanç uyumsuzluklarının görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Bu durumda şu soruyu sormak gerekir: Acaba eşler arasmda statü, gelir düzeyi ve cinsellik bakımından uyumsuzluk başlarsa, din, inanç ve dünya görüşü farklılıkları yeniden ön plana çıkar mı? Bu soruya evet’ demek durumundayız. Bunun da ötesinde din ve inanç farklılıklarının eşler arasında dini olmayan konularda yaşanan gerilimleri bile meşrulaştırmak ve sürdürmek için ön plana çıkarılabilir.
Annem mutlu mu? Bana göre mutlu. Huzurlu mu? Bana göre huzurlu. Hayatına anlam veren şeylerin farkında mı? Bana göre farkında. Ben evliyim, mutlu muyum? Bilmiyorum.
Huzurlu muyum? Bilmiyorum. Hayatıma anlam veren şeylerin ne olduğunu kestiremiyorum. Dindar mıyım? Bana göre değilim, başkaları dindarsın diyor. Allah’a güveniyor muyum? Görünüşte evet, güveniyorum. Ama takdir-i ilahi denilecek şeyleri kabulde zorlanıyorum. Daha dün bana mutluluk ve keyif veren şeyler bugün vermiyor. Her geçen gün mutluluk da imkânsızlaşıyor gibi. Her şey sabun gibi eriyip gidiyor.” (K, 32, Evli)
Değişen dünyanın birey ve toplum üzerindeki etkilerini özetleyen bu ifadeler göstermektedir ki hayata bakış, evlilik, anlam arayışı, huzur, mutluluk ve sabır konularında kuşaklar arasında ciddi farklılık oluşmuştur. Üstelik bu fark gittikçe de açılmaktadır. Anne babayı mutlu eden hususlar artık çocukları mutlu etmemektedir. İnsanın sadece bilinci değil, duygulan da ciddi bir değişim ve dönüşüme uğramıştır. Hayata anlam veren kodları devşirmek her geçen gün zorlaşmaktadır. Bu durum, evlilik hayatına da yansımaktadır. Katılımcının ifadeleri arasında Allaha güven konusu özellikle dikkat çekicidir. Görünüşte Allaha güvenmek fakat bir musibet, bela veya sıkıntı karşısında sanki kulunu koruyup kollayan bir varlık yokmuş gibi davranmak, akıl-kalp ve biliş-duyuş farklılaşmasının travmatik yansımaları olarak değerlendirilebilir. Katılımcının açıklamaları analiz edilecek olursa yaşadığımız dünyada Allah’a güvenen dindarlıktan Allaha güvenmeyen dindarlıklara doğru bir evrilme içinde oldukları söylenebilir.
“Bana göre günümüzde hem evlilik hayatında hem de normal hayatımızdaki çıkmazların sebebi kanaatsizlik ve özenti. Babalarımızda ve annelerimizde kanaat, sabır, şükür, yardımlaşma vardı, üstelik çok çalışıyorlardı az kazanıyorlardı, buna rağmen şimdikilerden daha mutluydular. Şimdiki neslin hali belli: Saygı yok, terbiye yok, sabır yok. Bencillik almış yürümüş, sadece kendisi düşünen bir gençlik. Dindarlık dini bilgiyle olmuyor. önce ahlâk olacak, o zaman sorun biter diyorum” (E, 53, Evli).
Katılımcının açıklamalarına göre evlilik hayatı başta olmak üzere gündelik hayatta yaşanan sorunların kaynağı kanaatsizlik, sabırsızlık ve bencilliktir. Bunlar ahlâkî zafiyetler olarak kavramlaştırmak da mümkündür. Katılımcıya göre dindarlık bilgi düzeyinde kalmakta, davranışlara yansıma- maktadır. Ahlâkî değerlerin kazandırılması anlamında verilen eğitim yetersizdir. Postmodern dünyanın beraberinde getirdiği insan ve toplum anlayışına direnç gösterilememekte, daha bencillik ve çok şeye sahip olma arzusu dizginlenemediği için gelir düzeyi ve ferah seviyesi artsa da huzur ve mutluluk gittikçe azalmaktadır. Evlilik hayatı da doğal olarak bu süreçten etkilenmektedir.
“Dindarlık ve maneviyat eskiden ailede huzurun kaynağı olarak görülebilirdi, ancak kadınlar mutluluk değil eşitlik, huzur masalları değil ‘ben de hayatımı yaşayacağım’ demeye başladığından beri durum değişti. Dinin değil belki ama dinsel kültür ve geleneğin kadına az verip kadından çok şey çaldığı kesin. Yani erkeklerce dinle aldatılan kadınların bir kısmı uyandı gibi. Zaten postmodern dönemin içini boşalttığı dindarlığı hiç söylemeye bile gerek yok. Böyle bir dindarlığın değil aileye, kişinin, kendisine de fayda sağlamlamadığına şahit oluyoruz. (E, 25, Bekâr)
Katılımcı bu görüşleriyle erkekler tarafından sınırları çizilen dinsel kültür ve geleneğin kadınlar üzerindeki baskısının azaldığını, dahası bedenini, arzularını ve varoluşunu fark eden kadınların dindarlık ve maneviyatı pek önemsemediğini söylemektedir. “Dinin değil belki.. ” derken idealize ettiği dini istisna tutmaya çalışarak özünden uzaklaşmış geleneksel dindarlıkları suçlamaktadır. Ayrıca postmodernitenin din ve dindarlık olgusunun içini boşalttığını, dolayısıyla postmodern dünyada dindarlık ve maneviyatın evlilik hayatına olumlu bir etkide bulunmasının söz konusu olmadığını belirtmektedir.
“Açıkçası ben, kendilerini dindar olarak nitelendiren aile- lerdeki iç huzursuzluğunun diğer kesimlere göre çok daha fazla olduğu kanaatindeyim. Bu durum ‘huzur İslam’dadır’ algısını boşa çıkarıyor gibi görünse de, problemin dinden değil din algısından kaynaklandığı açıktır. Demem odur ki; günah, haram, mekruh gibi abartılı yaklaşımlarla eşlerin fıtrî özellikleri itibariyle kendilerini özgürce gerçekleştirebilmelerini engelleyen bağnaz bir din anlayışı huzur yerine huzursuzluk doğurmaktadır. Yatak odasında bile açık giyinmenin meleklerin girişi engellediği bir din anlayışı her şeyden önce insanı kendisine yabancılaştırır!” (E, 51, Boşanmış).
Bir din olarak İslam’ın değil, fakat tarihsel süreçte oluşan İslam algısının bireysel ve sosyal hayata cevap veremediği, geleneksellik ile modernlik kıskacında sıkışmışlık yaşayan Müs- lümanlara huzursuzluk verdiği üzerinde duran katılımcıya göre günümüz dindarlarında iç huzursuzluğu sekülerlere göre daha yüksektir. Bu noktada katılımcı, kadın erkek ilişkilerinde günah, haram ve mekruh gibi değerlendirmelerin her iki cinsiyetin fıtrî, yani doğal eğilimlerini baskıladığım düşünmektedir. Bu noktada dindarlardaki huzursuzluğun kaynağı da yasaklarla çevrili bir alanda eşlerin arzularını, duygularını ve düşüncelerini açığa çıkaramaması ve kendilerini gerçekleş- tirmemesiyle ilişkili görülmektedir. Dikkat edilecek olursa katılımcı gayr-i meşru ilişkilerden bahsetmemekte, nikâhlı eşlerin dinsel geleneklerden beslenen dogmatik ve bağnaz yapıyla birbirine yabancılaştığını ifade etmektedir.
Tam da bu noktada evlilikte dindarlık ve maneviyatın etkisinin tek yönlü olmadığını söylemek durumundayız. Bu konuda: “öncelikle dindarlık ve maneviyat dediğimiz hadiseyi açıklamak gerekir. Bana göre farklı, sana göre farklı. Evlilikte ne beklendiği de farklılaşıyor” (K, 35, Evli). “Dindarlık ve maneviyata şekli ve düzeyi, algılanış biçimi, kişiden kişiye değişmektedir” (K, 27, Evli) şeklinde dile getirilen görüşlerde din ile dindarlığın hem tanım hem de olgusal olarak ayrıştırıldı- ğını görmekteyiz. Savunmacı bir biçimde mevcut sorunların dinden/lslam’dan uzaklaşıldığı için yaşandığı da söyleyenlere de rastlanmaktadır: Söz gelimi: “Realiteye bakacak olursak tek başına dindarlık bir evliliği mutlu, huzurlu yapmaya yetmiyor. Ancak bu durum müntesiplerine dünya ve ahiret saadeti vadeden dinden mi kaynaklanıyor yoksa dindar olduğunu iddia eden bireylerin dinden uzaklaşmalarından mı? İşte asıl sorun burada” (K, 27, Evli) diyen katılımcı bu bağlamda değerlendirilebilir. Benzer şekilde görüşlerini: “Dindarlık ve maneviyat bize zorluklara sabır göstermeyi, affedici olmayı, alttan almayı, bu da benim imtihandır diyebilmeyi öğretir. Dini bir ruhsat olsa da boşanmanın tavsiye edilmeyen bir davranış olduğu inancımız söylüyor. Bu açıdan bakılacak olursa din ve inanç evlilikte huzur kaynağı olabilir. Din bunları söylüyor ancak dindarlar veya dindar görünenler böyle davranıyor mu? Kocaman bir soru işareti” (K, 21, Bekâr) şeklinde dile getiren katılımcı da dinin insan modelinin, dini inanç ve öğretilerin dindar görüntü verenlerde içselleşmediğine temas etmektedir. Dindarlık ve maneviyatta bireysel farklılıkların olduğunu söyleyen bir başka katılımcı ise şöyle demektedir: “Dindarlık ve maneviyatın evlilik üzerindeki etkisi kişiden kişiye değişir. Kimisi dinde hoşgörü var diye eşine sabrediyor, zorluklara tahammül edebiliyor, kimileri de dine kendi yaşam şekillerine göre kılıf biçiyor. Evliliklerinde de zorlamalar çıkıyor ortaya, bu da evliliği zora sokuyor” (K, 30, Evli). Dinin talepleri doğrultusunda eşlerin birbirine sabredebilmesi evlilik hayatında yaşanan zorlukların üstesinden gelmeye destek sağlarken kişisel beklentilerin ve arzuların dine uydurulması çok çeşitli sorunlar ortaya çıkartmaktadır. Katılımcı bu konuda pek fazla açıklama yapmamaktadır, ancak konuşmanın genel içerisinden dinin arzuları ve gündelik hayatı değil, tam tersine arzuların ve gündelik hayatın dini düşünceyi biçimlendirmesinin beraberinde getirdiği olumsuzluklara dikkat çekmektedir. Her halükarda modern
dünyada değişen ve dönüşen din algısı ve dindarlık biçimle, rinin evlilikte huzur getirmediği, ortaya çıkan problemlerin çözümlenmesinde işlevsel olmadığı, tam tersine huzursuzluk oluşturabildiği vurgulanmaktadır.
Evliliği Sürdürme ya da Boşanma İkilemi: İmanın Hazzmdan Dünyanın Hazzına
Dünya Görüşü mü, Mezhep Farklılığı mı?
Katılımcıların ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla dindarlık ve maneviyat yerine ve durumuna göre boşanmaya karşı zayıf, yerine ve durumuna göre kuvvetli bir kalkan olabilmektedir. Hatta bazen eşlerin din algılarındaki farklılık boşanmayı hızlandırıcı bir işlev üstlenebilmektedir. İlahiyat mezunu DKAB öğretmeni bir kadın şunları söylüyor:
“Severek evlendik. Ama kafasını bir türlü değiştiremedi. Pantolon giymek zinhar haramdı ona göre. Erkeklere hiçbir şekilde selam verilmezdi. İzinsiz markete bile gidilemezdi. Hatta hadis olarak eğer dünyada biri birine secde edecek olsa, evlat anne-babaya, kadın kocasına secde ederdi’ diyordu. Kadının hiç söz hakkı yok. Erkeğin eşine karşı vazifeleri yok. Sadece kendini düşünürdü. Mesaj yazarken Allah kelimesinin Asını büyük yazardı. Ama gelin görün ki asla kitap almaz, kitap okumazdı. Duyduğu bir dine inanmaktaydı. Sonuç: İftiralar, yalanlar ve ayrılık” (K, 27, Boşanmış).
Katılımcının görüşleri bütüncül bir şekilde değerlendirilecek olursa geleneksel halk dindarlığı ile kitabi-rasyonel dindarlık arasındaki farklılığın eşler arasmda gerilim ve çatışma oluşturduğu görülmektedir. Ayrıca bu ifadelerden, gelenek- sel-halk inançlarının değişime karşı ziyadesiyle dirençli olduğu da anlaşılmaktadır. Kadının tamamen mahkum erkeğin ise mutlak hakim olarak algılanması özellikle yüksek tahsilli kızlar tarafından kolayca kabullenilecek bir tutum değildir. Üstelik ilahiyat fakültesi gibi yüksek din öğretimi veren kurumlar- I dan öğrenim görenler ilkesel olarak dinî konularda sahih bilgi ile sahih olmayan bilgiyi ayırt edebilme potansiyeli ile mezun olmaktadırlar. Bu durum özellikle kadın erkek ilişkilerin nasıl s olması gerektiği hususunda geleneksel düşünceden beslenenlerle çatışmayı tahrik etmektedir. Mezhep farklılığına temas eden ilahiyat fakültesi mezunu bir başka kadının anlattıkları da bu bağlamda dikkat çekicidir.
“Mezheplerimiz farklıydı. Eşim Şafiydi, ben Hanefi. Bir keresinde mezheplerden konu açılınca bunların din olmadığından bahsettim. Bana sinirlendi. ‘Asla Hanefi olmam’ dedi. O, kendi I inananı savundu, ben de kendi inancımı. Ancak o savundukça ben de savunmaya başladım. Sonra kendimi bir anda ne olduğunu anlamadığım bir savaşın içerisinde buldum. Bu savaş mahrem alanlarımıza da yansıdı. Ona göre ilahiyat okumuşum ancak maneviyatım zayıfmış, bu halimle onu yoldan çıkaracakmışım. Yoldan çıkarmak diye tabir edilen şeyse kulaktan dolma dinî bilgileri bırakması, biraz okuyup kendini geliştirmesini istemem. Hayatını başkalarının sözleriyle değil, kendi düşünceleriyle idame ettirmesini istemem. Annesinin sözünden çıkamazdı. Annesi sanki hayalet gibi her daim evdeydi. Evde olan biteni annesine anlatmak farzdı. Mahremiyetimiz yoktu. Bu da benim kendimi ondan uzak tutmama neden oldu. Mutlak itaat isterdi her konuda. Kadın erkeğe secde edecek derdi. Çok mücadele ettim. Baktım olmuyor, yaşantımız cehenneme dönmüştü, ayrılma kararı aldım” (K, 29, Boşanmış).
Katılımcının ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla burada da geleneksel halk dindarlığı ile kitabi-rasyonel dindarlık eğilimlerinin çatışmasından kaynaklanan bir gerilim söz konusudur. Eşlerden birisi Hanefi, diğeri Şafi mezhebine mensuptur. Hanefilik daha akli (rey ekolü) bir duruşa sahipken Şafiilik (hadis ekolü) daha nakli bir karakter arz etmektedir. Bu durum her iki mezhebin hadislere bakışını etkilemektedir.
Bununla birlikte her iki mezhep arasında var olan kısmi farklılıklar gerçek bir çatışmayı tahrik edecek mahiyette değildir. Sorunun asıl kaynağı ataerkil sosyokültürel yapıda gelişen din algısı, dindarlık şekli ve toplumsal cinsiyet kalıplarıdır.
Evliliklerinin ilk üç yılında boşanma kararı alan ve boşanan ilahiyat tahsilli her iki kadın katılımcı dinin/lslam’ın değil, dini anlama ve yaşama hususundaki farklılıkların boşanma sürecini hızlandırdığını ifade etmektedir. Burada gelenekten beslenen kadın algısı, aile içi ilişkiler ve kulaktan dolma din bilgiler üzerine inşa edilen dindarlıkların eşler arasında benzeşimi değil farklılaşmayı beraberinde getirdiği görülmektedir. Dolayısıyla sadece dindarlık-sekülerlik, inançlılık-inanç- sızlık, Sünnilik-Alevilik, Hanefilik-Şafilik değil aynı mezhebe mensup olanların da geleneksel dindarlık-modern dindarlık, halk dindarlığı-kitabi dindarlık, hurafeci dindarlık-rasyo- nel dindarlık gibi dinî yaşayıştaki farklılaşmaların da evlilik içinde boşanmayla sonuçlanan ciddi krizler neden olduğunu söylemek mümkündür. İfadelere dikkat edecek olursak her iki katılımcı da muhafazakâr ve dindar bir görüntü arz etmektedir. Ancak kadının erkeğe secde edecek kadar bağlanması gerektiği anlayışının beraberinde getirdiği sorunlar, buna karşın ilahiyat tahsili yapan kadınların hadisleri ya da hadis gibi aktarılan görüşleri akademik ve entelektüel birikimlerinden beslenen bir tarzda rasyonel eleştiriye tabi tutması eşler arasındaki çatışmayı tetikleyen unsurlardandır. Kitap okumama, dini bilmeme ve kulaktan dolma bilgilerle tezahür eden dini bağlanmalar da mezhep taassubu ve hakikat tekelciliğim beraberinde getirmektedir. Bu da rasyonel temelli olan ve olmayan, hurafelerden arındırılmış ve hurafelerden beslenen din anlayışlarının bireysel ve toplumsal düşüncede oluşturduğu ikilemi ve kutuplaşmayı gösterir mahiyettedir. Kuşkusuz ge- lin-kaynana gerilimi de bu hususta etkindir. Tüm bunların ötesinde söz konusu her iki katılımcının ifadeleri arasında duygusallığın, yani sevginin azaldığı, dahası cinselliğin de tatmin edici bir biçimde yaşanmadığı anlaşılmaktadır.
Eşler arasında duygusal ve cinsel uyum sağlandıktan sonra evlilikte dünya görüşü ve mezhep farklılığının pek sorun oluşturmayacağı düşünülebilir. Alevî bir katılımcının görüşleri bu konuda oldukça dikkat çekicidir:
“Ben mezhep farkı ile evlilik gerçekleştirdim, fakat ev içinde yaşadığımız hiç bir tartışma dini yönden değildi! İnsanlar birbirlerine saygı duyduğu sürece zaten problem olmuyor. Tabi ki bu saygıda aile faktörü de çok önemli. Biz şanslı bir çiftiz, her iki aile de sonsuz saygı duydu hem birbirilerine hem de bize. İnanışlar sorgulanırken seviyeli bir şekilde sorular sorulup alınan cevaplar karşısında da saygı duyulduğu zaman sıkıntı yaşanmaz ki. Toplumumuzda ne yazık ki var olan tabuları yıkamadığımız için sorunlar yaşanıyor. Öyle ki “Alevi-Sünni”, “inançlı-inançsız”, “açık-kapalı”, “aşırı açık-aşırı kapalı”, “kapalı ama tam kapalı gibi değil” ,”açık ama tam açık değil” gibi insanlar arasında ayırımlar ve dışlamalar yapılıyor. İnsanların kendi dışındaki diğerlerinin görüşüne saygısı yok. İnsanları olduğu gibi sevmeyi bildiğimiz ve dinimizi kendimiz için yaşadığımız sürece hiç bir sıkıntı yaşanmaz. Biz her açıdan uyumlu bir çift olduk, bunların üstesinden geldik” (K, 30, Evli).
Katılımcının hem sosyal çevreden gelen etiket ve baskı- lamaların farkında oluşu, hem de eşiyle birlikte bunların üstesinden gelmesi büyük ölçüde: “Biz, her açıdan uyumlu bir çift olduk, bunların üstesinden geldik.” cümlesinde gizlidir. Zira tarafların birisinin Sünnî, diğerinin Alevî olmasından kaynaklanan göreceli sosyal uyumsuzluk, duygusal ve cinsel uyumdan (her açıdan ifadesi bunları da içine almaktadır) mütevellit karşılıklı saygı ile ortadan kaldırılabilmektedir. Yine burada da ı evliliğin devamlılığının sadece mezhebi uyum ve inanç benzerliği ile sağlanmadığını görmekteyiz. Bu düşünceyi destekleyen bir başka örnek de şudur:
“Ben bu konuları pek bilmem ama benim ailem Sünniydi, kocamınki Alevi. Üniversitede okurken birbirimizi sevdik. Ailelerimiz istemedi, ama yine de evlendik. Balım cicim aylarında hiç sorun yoktu. Sonra sorunlar başladı, ilk zamanlar küçük olan sorunlar gözümde büyüdükçe büyüdü. Sosyal baskılar da eklenince boşandık” (K, 30, Boşanmış).
Dikkat edilecek olursa bu katılımcının ifadelerinde duygusal ve cinsel hazzm ön planda olduğu “balım cicim aylarında” halının altına süpürülerek baskılanan uyumsuzluk sorunlarının zamanla güçlü bir şekilde yeniden ortaya çıktığından söz edilmektedir. “Kız oğlanı sevmiş, oğlan kızı. Birisi ateist, diğeri inançlı. Birbirleriyle görüşmeye başladıkları zaman önce hoş entelektüel tartışmalar yaparlar. Ancak vuslat aşkı öldürür ve gerçekler su yüzüne çıkar. İki farklı dünyanın karşılaşması değil çarpışması ve çatışması yaşanın Sonuç boşanma.” (E, 45, Evli) diyen katılımcı da hemen hemen aynı hususa temas etmektedir.
Evlilikte uyum, huzur, mutluluk ve doyum bulabilmenin, yaşanan sıkıntılarla mücadele edebilmenin, boşanmaya hemen karar vermemenin din ve maneviyatla ilişkili olmadığı konusunda dillendirilen görüşler bir yönüyle dindarlık ve maneviyatın güvenli muhafaza kabı olmaktan çıktığını gösterir mahiyettedir. Bu bağlamda bir katılımcı şunları söylemektedir:
“Tabii ki evlenilecek kişinin İslam olma ve iman şartı göz önünde bulundurabilir. Ama çok dindar olmasını değil de en başta uyum, aşk, fizikî beklenti, anlayış, olgunluk, beraber aynı perspektiften bakabilme, sorumlulukların bilincinde olma, sorunlarla beraber baş edebilme, beraber çocuk yetiştirebilme… Bence üzerinde durulması gereken asıl konular bunlar. Türkiye’de boşanma oranları gittikçe yükseliyor. Bu oran dindarlarda az, sektiler de fazla diye bir genelleme yok. Dindarda boşanıyor, sektiler de” (E, 35, Evli).
Buradaki ifadeler din ve dindarlığın evliliğin devamlılığını sağlama ve boşanmaya karşı önleyici bir faktör olmadığını ortaya koymaktadır. Katılımcının ilk planda bahsettiği “uyum”, “aşk” ve “fiziksel beklenti” kriterleri sadece din ve dünya görüşü açısından uyumlu olmakla değil, aynı zamanda cinsel uyumu da içine almaktadır. Esasen cinsel uyum gerçekleştikten sonra dindarlık, maneviyat, hayata aynı pencereden bakabilme ve sorunları birlikte göğüsleyebilme gibi özellikler işlevsel faktörler olarak devreye girmektedir.
Değişen Dindarlık ve Maneviyat Anlayışları
Katılımcılar günümüzde dindarlık ve maneviyat anlayışlarının değişime uğradığını düşünmektedir. Esasen dinin güvenli muhafaza kabı olmaktan çıkması da bu hususla yalandan ilişkilidir.
“Evlilikte dindarlık ve maneviyat konusunu düşünürken şu ayrımı yapmak gerekir: Birincisi olması gerektiği gibi zühtü ve takva ile yaşanan dindarlık İkincisi ise işine geldiği gibi yaşanılan dindarlık. Birincisi evliliğe huzur verir, diğeri ise sıkıntı” (K, 35, Evli).
Dile getirdiği bu görüşleriyle katılımcının dindarlığı olması gereken (ideal), var olan (mevcut) şeklinde iki kategoride ele aldığını görmekteyiz. Ona göre olması gereken dindarlık züht ve takva üstüne kurulu olup evlilik hayatmda huzur verici özelliğiyle ön plana çıkmaktadır. Ancak dinin insana kazandırmaya çalıştığı ahlâklı insan modelinden uzakta yer alan mevcut dindarlıklar ise bireyin işine geldiği gibi yaşanmasıyla temayüz etmektedir. Egosantrik bir insan modelinden beslenen bu dindarlık biçimi evlilik hayatında sıkıntı kaynağı olmaktadır. Bir başka katılımcı günümüz yaşanan dindarlıkların genellikle bu kapsamda olduğundan yakınmaktadır.
“Günümüzde dindar olanlarla dindar olmayanların birbirine çok fazla benzemeye başladığını düşünüyorum. Artık bireycilik ön plana çıkmakta, toplumsal değerler ve toplumsallaşma yok olmaktadır. Ayrıca eşlerin evlilikten aldıkları doyum da çıkar beklentileriyle paralellik göstermektedir. Sonuç mutsuzum ayrılmak istiyorum” (K, 28, Boşanmış).
Dikkat edilecek olursa burada katılımcı üç şeyi vurgulamaktadır: Birincisi günümüzdeki dindarlar ile sekülerler arasındaki makas iyice kapanmıştır. İkincisi bireycilik ön plana çıkmıştır. Üçüncüsü ise evlilik çıkar ve haz merkezli bir olgu haline gelmiştir. Bu üç husus iç içe girince dindarlık ve maneviyatın olumlu etkisi ortadan kalkmaktadır. Hatta haz ve çıkar uyuşmazlığı dindarlarda da mutsuzluğu tahrik etmekte, bu da boşanmaları tetiklemektedir.
“Dindarlık deyince Peygamberimizin buyurduğu gibi aklımıza önce ‘güzel ahlâk’ gelmiyorsa gerek evlilikte, gerek sosyal hayatta çok büyük sorunlar ortaya çıkar. Allah sevgisi ve korkusuyla kendi kalbi yumuşamamış bir insanın, eşinin kalbine dokunabilmesi mümkün değil ya da eşlerin her ikisinin de dindarlıktan, dinden, maneviyattan ne kazandığı ya da ne beklediği bile eşit değilse geriye doldurulamaz boşluklar kalır. ‘Sen beni anlamıyorsunlar hep devam eder durur” (K, 32, Evli).
Dini, güzel ahlâk olarak tanımlayan katılımcı, erdemli davranışların Allah sevgisi ve korusu, yani kulluk bilinciyle ilişkilendirmekte, buradan da eşlerin karşılıklı olarak birbirlerinin kalplerine dokunmalarının önemli olduğunu belirtmektedir. “Kalbe dokunma” ifadesi özellikle dikkat çekicidir. Katılımcıya göre bir insanda Allah sevgisi ve korkusu varsa onun kalbi katı değildir, tam tersine yumuşamıştır. Bu hali yaşayan kişiler eşlerinin duygu ve düşüncelerini anlayabilir. Ancak eşlerin dinden ve maneviyattan anlayışları farklıysa, söz gelimi birisi Allah’tan korktuğu halde diğeri Allah’ı umursamıyorsa, birisi dini sadece uhrevi hayata mahsus kılıyor diğeri dünya ve ahiret ayrımı yapmıyorsa, kısaca aynı gönül dilini kullana- [ iniyorlarsa mutsuzluk ve boşanma gerçekleşebilir. Görüleceği I üzere burada da ideal din ile mevcut dindarlıklar arasında ayrım yapmaktadır. Bu noktada sormak gerekir: Acaba mevcut dindarlıkların ideal dinden kopuk olmasının nedenleri nelerdir? Kuşkusuz bu soruya Kartezyen düşünceden mülhem I akıl-kalp ayrışması, sanayileşme, kentlileşme, modernleşme, bireyselleşme, küreselleşme, Anglosakson kültürün etkisiyle yerel insan modelinden ve değerlerden uzaklaşma, hayata ve varlığa tüketim üstünden anlam bulma, sırf haz merkezli cinselliğin yeniden keşfi, geleneksel din algılarının bu süreçte modern bireyi tatmin edememesi, yeni dini yorumların Batılı düşünceden beslenerek sunulmasının toplumsal yapıda taban bulmaması, îslam kültür ve medeniyetinin kendini yenileyememesi üzerinden çok farklı cevaplar vermek mümkündür.
Din ve dindarlığın eşler arasında ortaya çıkan sorunların ! çözümünde ve evliliğin devamlılığının sağlanmasında hâlâ etkili bir faktör olabileceğini düşünen bir katılımcı şöyle delmektedir:
“Dua, şükür, sabır ve tefekkür başta olmak üzere dinî yaşantının evliliğe olumlu etki ettiğini söyleyebilirim. Özelikle mamazları cemaatle kılmak çok önemli. Bir de tartışma veya anlaşmazlık konularında hakem tayin edilmesi, sorun olan konuda dinin ne dediğinin kıstas alınması yaşanan problemlerin çözümünde etkili olabilmektedir”(E> 25, Bekar).
Katılımcı eşlerin her ikisinin de dindar ve ahlâklı olmasının evlilik hayatında hem yaşanması muhtemel sorunların önlenmesinde hem de yaşanan sorunların üstesinden gelinmesinde etkili olduğu kanısındadır. Bu bağlamda o, gerek dua ve ibadetin birlikte yapılmasının, gerekse sabır ve şükür gibi ^erdemlerin önemine dikkat çekmektedir. Ayrıca dini Kur’an-ı Kerimde de geçtiği üzere anlaşmazlık durumunda hakeme müracaat edilmesini önermektedir. Açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla katılımcıya göre İslam’ın önerdiği insan modeli iman, ibadet ve ahlâk birlikteliğinden oluşmaktadır. Dolayısıyla bu modele uygun davranılırsa eşler arasında ortaya çıkan problemler rahatlıkla çözüme kavuşturulabilir.
Sonuç ve öneriler
Yapılan bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre dindarlık ve maneviyat evlilik öncesinde, evlilik esnasında ve boşanma sürecinde devreye girebilmektedir. Özellikle aile ortamındaki dinî ve manevî atmosfer belli ölçüde etkinliğini korumaktadır.
Aile içi ilişkilerde ortaya çıkan gerilim, çatışma, uyumsuzluk ve mutsuzluklarda dindarlık ve maneviyatın etkisi üç başlıkta toplanabilir:
Dindarlık ve maneviyat eşler arası sorunları çözmede olumlu bir rol oynamaktadır. Bu yaklaşımı sergileyenler dinin bireylere Allah korkusu, sorumluluk, anlayış, empati, sabır ve erdemli davranışlar kazandırdığını, bunun da hem çatışma öncesinde, hem bizzat çatışma yaşanırken hem de çözüm arayışlarında etkili olabileceğini düşünmektedirler. Anlaşıldığı kadarıyla bu tarz ifadeleri kullananlar ideal bir din ve dindarlıktan hareket etmektedirler.
- Dindarlık ve maneviyat eşler arası sorunları çözmede durumsal ve bağlamsal olarak olumlu ya da olumsuz etki yapabilir. Bu görüşü savunanlara göre eşlerin dindarlık ve maneviyat algısı birbirine yakınsa, benzeşiyorsa, aile içinde inanç dahil ortak bir dil ve ortak bir duygu oluşmuşsa yaşanan sorunlar ya daha çabuk çözülebilmekte ya da emareler belirir belirmez önleyici tedbirler alınmakta, böylece problem büyümeden çö- zümlenebilmektedir. Ancak eşlerden birisi dindar diğeri değilse ya da dinî yaşayışları ve dindarlık algıları köklü biçimde farklıysa din ve maneviyat onlara yeterli desteği sunamamaktadır. Tarikat ehli birisiyle tarikat ehli olmayan ya da tarikata karşı olan bir kişi, farklı itlkadî ve amelî mezheplere mensup olanlar, bu bağlamda ilahiyatçı dindarlığıyla tarikat ve cemaat dindarlıklarına mensup olanlar, keza dini kitabi-rasyonel ya da sıhrî-mitik unsurların karıştığı halk dindarlığı üzerinden yaşamaya çalışanlar arasında sıklıkla dinî gerilim yaşanmaktadır. Bu noktada eşlerin birbirinden farklı dindarlık ve maneviyat anlayışları sorunları çözücü değil, bizzat sorun oluşturucu bir işlev üstlenmektedir.
- Değişen ve dönüşen din algısıyla birlikte dindarlık ve maneviyat bireyler üzerindeki etkisini gittikçe kaybetmekte, imanın hazzı yerini dünyanın hazzına bırakmaktadır. Bu yönde açıklamalarda bulunanlar dinin insanları eskisi gibi etkilemediği, görüntüsel dindarlığın ruha yansımadığı, akıl ve kalp dengesinin kurulamadığı, dahası Allah’ın her yerde bizi gördüğü bilincinin kaybolduğunu vurgulamışlardır. Anlaşıldığı kadarıyla Kartezyen felsefeden beslenen modernite ve akabinde onun yeni bir formu olarak çıkan postmodernite bireylere hayata bir defa geldikleri duygusunu kazandırmakta, cinsel hazları öncelemekte, tüketim kültürünü ve daha çok şeye sahip olmayı kutsamakta, böylece dinin dünyayı düzenleyen özelliğini törpülemektedir. Geleneksel dönemde ölüm doğal cinsellik tabuyken günümüzde cinsellik doğal ölüm tabu haline gelmiştir, öyle ki günümüzde hem dinsellik hem de hazcılık artış göstermektedir. Tam da bu noktada dindarlık ve maneviyatın “incelmiş palto” gibi işlev üstlendiği, bu haliyle insanları hafif rüzgârdan koruduğu, şiddetli soğuğa karşı ise koruma vazifesini gereği gibi yapamadığı görülmektedir. Aile içindeki ufak tefek sorunların çözümünde etkili olan dindarlık ve maneviyatın cinsellik temelli sorunlar başta olmak üzere tüketim, sahip olma ve hazcılıktan mülhem problemlerle başa çıkmada yetersiz kaldığı, “boşanmak da haktır” denilerek evliliklerin sonlandırıldığı ifade edilmektedir.
Editör:Mustafa Atak – Maneviyat Psikolojisi 3”Evlilik ve Aile”,syf:67-117
Kaynakça
Ambert, A.-M. (2005). Tendances contemporaines de la fatnille / di- vorces: Faits, causes, et cons&quences. Canada: L’lnstitut Vanier de la Famille
Beckwith, H. D. & Morrow, J. A. (2005). Sexual attitudes of college students: The impact of religiosity and spirituality. College Student Journal 39 (2), 357-366.
Beit-Hallahmi, B. & Argyle, M. (1997). The psychology of religious behavoir: Belief and experience. London & New York: Routledge.
Benson, P. L., Roehlkepartain, E. C. & Rude, S. P. (2003). Spiritu- al development in childhood and adolescence: Toward a field of inquiry. Applied Developmental Science 7 (3), 205-213.
Brody, G. A., Stoneman, Z. & Flor, D. (1998). Parental religiosty and youth competence. Developmental Psychology 32, 696- 707.
Büssing, A., Ostermann, T. & Matthiessen, P. E (2005). Role of re- ligion and spirituality in medical patients: Confirmatory results with the SpREUK questionnaire. Health and Qua- lity of Life Outcomes 3,1-10.
Caltabiano, M., Zuanna G. D. & Rosina, A. (2006). Interdependence between sexual debut and church attendance in Italy. De- mographic Research 14 (19), 453-484.
Clark, W. (1998). Pratique religieuse, mariage et famille. Tendances Sociales Canadiennes 50,2-7.
Davie, G. (2005). Din sosyolojisinde yeni yaklaşmalar: Batılı bir bakış (Çev. M. Akgül & t Çapçıoğlu). Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi XLVI (I), 203-216.
Günay, Ü. (2006). Dindarlığın sosyolojisi. Ü. Günay & C. Çelik (Ed.) Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi (ss. 1-59) içinde. Adana: Karahan Kitabevi.
I Hardy, S. A. & Raffaelli, M. (2003). Adolescent religiosity and sexu- ality: An investigation of reciprocal influences. Journal of Adolescence 26, 731-739.
Hill. P C. & Pargament, K. I. (2003). Advances in the conceptualiza- tion and measurement of religion and spirituality: Imp- lications for physical and mental health research. Ameri- can Psychologist 58 (1), 64-74.
Holder, D. W., Durant, R. H., Harris, T. L., Daniel, J. H.» Obeidallah, D. & Goodman, E. (2000). The association between adolescent spirituality and voluntary sexual activity. Journal of Adolescent Health 26 (4), 295-302.
Hubbard, D. M., Wingood, G. M., DiClemente, R., Davies, S. & Har- rington, K. E (2003). Religiosity and risky sexual beha- vior in African-American adolescent females. Journal of Adolescent Health 33 (1) 2-8.
Hûnler, O. S. & Gençöz, T. (2005). The effect of religiousness on marital satisfaction: Testing the mediator role of marital problem solving between religiousness and marital satisfaction relationship. Contemporary Family Therapy 27 (1), 123-136.
Hûnler, O.S. (2002). Dindarlığın evlilik doyumu üzerindeki etkileri ve algılanan evlilik sorunları çözümü becerilerinin, dindarlık ve evlilik doyumu ilişkisi üzerindeki arabulucu rolü. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara
Johnson, B. R„ Tompkins, R. B. & Webb, D. (2002). Objective hope assessing the effectiveness of faith-based organizations: a review of the literatüre. Çenter for Research on Religion and Urban Civil Society.
Kayıldık, H. (2011). Din Psikolojisi: Bireysel Dindarlık Üzerine. Adana: Karahan Kitabevi.
Kimberly, C. L. (2009). An Exploratory Study of Religious Conver- sion Motivated by Marriage: Adult Attachment Style and the Marital Relationship. Yüksek Lisans Tezi, California
School of Professional Psychology at Alliant International University, San Diego.
Koenig, H. G.» McCullough, M. E., & Larson, D. B. (2001). Hand- book of religion and health. New York: Oxford University Press.
Lambert» N. M. & Dollahite, D. C. (2006). How religiosty help coup- les prevent, resolve and overcome marital conflict. Family Relation 55, 439-449. (Bu metin Volkan Tekdemir tarafindan “Dindarlık Aile içi Geçimsizliğin Önlenmesine, Çözümlenmesine ve Üstesinden Gelinmesine Nasıl yardıma Oluyor?” adıyla tercüme edilmiş ve Aile Akademisi internet sitesinde yayınlanmıştır.)
Lejeune, B. C., Aalsma, M. C., Zimet, G. D., Azzouz, E & Fortenber- ry, J. D. (2005). Dyad religiosity and sexual behaviors of adolescent couples: evidence for assortive pairing. Journal of Adolescent Health 36 (2), 111-112.
Loewenthal, K. M. (2017). Din psikolojisi: Kısa bir giriş (Çev. M. Ulu). Kayseri: Kimlik Yayınları.
Mahperi-Uluyol, F. (2014). Bağlanma örüntüleri, eşe yönelik kişilera- rası şemalar ve evlilik sorunlarıyla başa çıkabilme düzeyleri arasındaki ilişkiler. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
Miller, L. & Gur, M. (2002). Religiousness and sexual responsibility in adolescent giriş. Journal of Adolescent Health 31 (5), 401-406.
Stutzer, A., ve Frey, B. S. (2006). Does marriage make people happy, or do happy people get married?. The Journal of Socio-E- conomics 35,326-347.
Suhail, K. & Chaudry, H. R. (2004). Predictors of subjective well-be- ing in an eastern muslim culture. Journal of Social and Clinical Psychology 23(3), 359-376.
Şener, A. & Terzioğlu, R. G. (2002). Ailede eşler arası uyuma etki eden faktörlerin araştırılması. Ankara: Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınlan.
Trinitapoli, J. & Regnerus, M. D. (2006). Religion and HIV risk be- haviors among married men: Initial results from a study in rural Sub-Saharan Africa. Journal for the Scientific Study ofReligion 45 (4) 505-528.
Valenzuela, A. (2004). Mari6s mais heureux. Revue Internationale de fi>it de Penste et d’Action: Dialogue 16 (3), 14-16.
Wilcox, W. B. & Wölfinger> N. H. (2006). Then comes marriage? Re- ligion, race and marriage in urban America. Social Science Research 36 (2), 569-589.
Willaime, J. P. (1995). Sociologie des religions. Paris: PUF.
Yapıcı, A. (2002). Dinî yaşayışın farklı görüntüleri ve dogmatik dindarlık. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2 (2), 75-117.
Yapıcı, A. (2007). Ruh sağlığı ve din: Psikososyal uyum ve dindarlık. Adana: Karahan Kitabevi.
Dipnotlar:
[29] Özellikle sosyal bilimlerde akademik dünyanın ittifak ettiği bir kavram bulmak abesle iştigaldir. Esasen tanımlamalarda görüş birliği ya da eskilerin ifadesiyle “icma”nın olmaması insanı ve toplumu makineleşmekten, biyolojik determinizme indirgemekten, ütopik yaklaşımlardan kısaca insan ve toplum mühendisliğinden koruyucudur. Pozitivist paradigmalardan mülhem bilim anlayışları doğa bilimlerinde olduğu gibi insan bilimlerinde de temel olgular üstünde gözlem ve deneyler yapmak, nesnel bulgulara ulaşmak, bunları genellemek ve tekrarlayarak doğruluklarını sınamak, son tahlilde evrensel insan bilimleri ile ilgili yasaları bulmak istemiştir. Bu yönde ciddi araştırmalar yapılmış, tüm insanlığın evrimini tamamlamış Batılı insan modeline göre analizi yapılmaya gayret edilmiştir. Gelinen son noktada yapılan tanım ve kavramlaştırmaların gerçekliği resmetme ve analiz etme hususunda yetersiz olduğu, insan ve toplumun fen bilimlerinin formülasyonu gibi belli bir kalıba sığdınlamayacağı fark edilmiştir.
[30] Araştırma bulguları şu şekildedir: İtalyan erkeklerin 13-20 yaş arasında kiliseye gitme oranları % 70.1’den % 22.6’ya, bakirlik düzeyleri ise % 100’den % 46.2’ye düşmektedir. Kadınlar için de benzer bir eğilim söz konusudur. Çünkü onların da 13-20 yaş arasında kiliseye devamlılıkları % 82.8’den % 35.9’a, bakirelik oranları ise % 100’den % 47.8’e gerilemektedir. Buradaki rakamlara dikkat edilecek olursa, hem kiliseye devam etme ile bakirlik/ba- kirelik arasında doğrusal bir ilişki vardır, hem de bakirlik/baki- relik oranı kiliseye devam etme oranından daha yüksektir. Bu da Katolik dünya görüşünün hâkim olduğu bir toplumsal yapıda geleneksel dinî değerlerin yaygın bir şekilde içselleştirilmesinden kaynaklanmış olabilir. Ayrıca 19-21 yaş arası İtalyan gençlerden kiliseye düzenli devam edenler arasında evlilik öncesi cinsellik yaşayan erkekler % 36, bayanlar ise % 39 oranındadır. Nikâhsız cinsellik yaşadığı halde kiliseye giden erkeklerin oranı % 23, bayanlarınki ise % 30’dur. Hem bakir/bakire olan hem de kiliseye devam edenlere gelince, erkekler arasında bu oran % 15.2; bayanlar arasında ise % 20.4’tür (Caltabiano, Zuanna & Rosina, 2006).
[31] Bu kavram Gogol’un Palto isimli eserinden mülhem olarak oluşturulmuştur.