Her şeyiyle tastamam olması umulan bir tasavvur ve beklenti, çoğunlukla evlilikle ilişkilendirilmektedir. Büyük oranda toplumsal beklentiler ve görgüler tarafindan şekillenen evlilik ilişkisi, bir birlerini imrendirme ve kıyaslama ile de oluşabil- mektedir. Eşlerde, birinin diğerinden maddiyada, fiziksel güzellikle ve birtakım uyumlu kişilik özellikleriyle değerlendirilmeye başlandığı gözlenmektedir. Kadınların erkeklerle ilgili statü ve ekonomik varlık aradıkları, erkeklerin de daha çok kadınlardan bekledikleri görsel güzellik kriterlerinin çoğunun bazı toplumsal zeminlerde kabul gördüğü söylenebilir. Aşırı beklentili ve talepkâr yaklaşımların ise, psikolojik olarak kişisel haklılıkla ve layık olmayla/hak etmeyle ilgili bir benmer- kezcilikle ilişkili olabileceği de belirtilebilir.
İçinde bazı abartılar içerse de eşlerin birbirleriyle ilgili beklentileri, zamanın değişimiyle ya da şartlarıyla gelişen bir nitelik taşıması normaldir. Para gibi bir servetin, umulan bir mutluluğa hizmet edeceği varsayımı, her zaman gerçeklik göstermemektedir. Belki görece kısa, anlık, geçici haz ve muduluk- ların, ekonomik durumla oluşması mümkünken, sadakat ve kanaat gibi evlilik doyumu ve eşlerin mutluluğunu daha doğrudan etkileyebilen etkenlerin göz önünde tutulması da gerekmektedir (Çağ, 2013).
Özellikle modern insanın ihtiyaç algılarını sosyal medyalar ve reklamlar etkilemekte ve “keşke benim de olsalar” artmaktadır. Bu kışkırtıcı tüketim gösterilerinin ticari bir reklam olduğu bilinse dahi sürekli maruz kalındığı için çoğu defa etki- lenilmektedir. İzleme ve gözetleme kültürü ve alışkanlığı içinde görülenin, istenilen bir şeye dönüşmesi kolaylaşmaktadır.
Ruhsal bakım ve manevi güç kaynakları eksik olduğunda sabır, kanaat, şükür, rızk, nasip, kısmet yerine kıyaslama birçok insan için huzursuzluk nedeni haline gelmektedir. Yukarı doğru sosyo-ekonomik karşılaştırmalar huzuru bozarak ihtiyaç algısına tavan yaptırmaktadır. Rızk inancı, emanet bilinci ve imtihan sırrı gibi manevi ve inanma yaklaşımları ile fanilik farkındalığı da kişiyi koruyucu mekanizmalar olarak desteklemelidir. Fakat var olanla yetinme, insani-manevi değerler işlevselliğini kaybetme riski içinde olduğu için, kişiyi vahşi, rekabetçi, kapitalist, materyalist dünyadan korumada bazı sorunlar görülmektedir.
Dindarlık ve Evlilik Doyumu
Dinin eviilik-aile yaşamı konusundaki yaklaşımı, genellikle dengeli ve koruyucu bir anlayışa dayanmaktadır. Evlilik kararı ile hem her iki eşin birbirine karşı hak ve hukukunun sevgi ve saygı temelinde oluşması, hem de yetiştirilecek çocuklar için üstlenilecek görev ve sorumlulukların paylaşılması ön görülmektedir. Belirli bir dindarlık seviyesindekilerin dinin önerdiği sınırlar ve yönlere dikkat etmekle mutluluğa, sadakate, bağlılığa, uzun süreli ilişkiye daha önem verdikleri belirtilmektedir. Evlilikte uyuma, mutluluğa, düşük boşanmaya, evlilik dışı cinselliğe, aile içi şiddet davranışlarına karşı dindarların yine dikkatli olmaları beklenmektedir. Dinin ilişkileri düzenleyen kural ve değerlerin, ilişkinin negatif yöne evrilmesini engelleyebilecek detaylı düzenlemeler içerdiği bilinmektedir (Fard vd., 2013).
Eşler arasındaki benzer dini yönelim ve aktivite benzerliğinin, evliliği sağlamlaştırıp güçlendirerek, uyumla birlikte doyum duygusunu artırdığı düşünülmektedir. Çocuk yetiştirmenin dini yönü üzerinde uzlaşmayla ortak hareket etme eşlerin ebeveynlik rollerini netleştirmektedir. Babanın ailedeki çocuklarla iletişimine annenin destek olması- ya da tam tersi- ilişkilerde tutarsızlık duygusundan uzaklaştırmaktadır. Dinin eş ve çocuklara ortak aktivitelerden dua ve ibadet etme imkanı sunduğu için ilişkilerde yumuşama ve iyileşme görülebilmektedir. Dinin ideal ve hedeflerine adanmışlık ve ortak amaç duygusunun eşlerin ruhsal olgunluğuna katkısından da söz edilebilir (bkz. Uysal, 2006).
Ortak faaliyetlerle aile içindeki ilişkilerde yakınlaşma ve birlikte zaman geçirme fırsatı oluşmaktadır. Çiftlerin birbirlerinin inançlarını destekleme ve ortak değerler geliştirmeleri sayesinde duygusal yakınlıklar güçlenmektedir. Evliliğe dünyevi olanın ötesinde ilahi bir nitelik katıldığı için bu ilişkinin korunması için birçok düşünce ve davranışın gelişimi de desteklenmiş olmaktadır. Ayrıca eşler arasında belki de en çok gündeme gelen sorun kaynaklarından birisi evlilik beklentileridir. Din bu aşamada evliliğin anlamına birtakım nitelikler ekleyerek ya da yeni katkılar sunarak beklentileri şekillendire- bilmektedir. Dindeki emir ve yasaklar ailedeki kural bilincine destek olduğu için oluşabilecek sorumsuzluk, ilgisizlik ve anlayışsızlık gibi tutumların Önüne geçmeyi hedeflemektedir.
Evlilikte İlişki Yönetimi
Kim, kimi, neyi, ne kadar, nasıl yönetebiliyor? şeklinde bir soruyla aile içi ilişki yönetim becerisi sorgulaması yapılmaktadır. Bu süreç bazen ilişkinin belirlenme ve oluşumunda so- runlaşma haline de dönüşebilmektedir. Kadın ya da erkeğin doğal/biyolojik üstünlüğü üzerinden değil, sorumlulukları yönetme ve paylaşma yaklaşımının daha tatmin edici olacağı söylenebilir. Yani bir anlamda yönetimi istişare ve ikna ile paylaşım düzeyine çıkarmak gerekmektedir.
Aile kavramı içeriğinde, eşlerin görev ve sorumluluk alması yarımda sevgi ve saygının karşılıklı geliştiği bir ortamı kapsamaktadır. Ev içi paylaşılan birtakım yükümlülüklerden söz edilebilir. Geleneksel ailedeki eşlerin görev ve rol tanımları ile kapsam alanlarında erkeğin ve kadının uzlaşması söz konusu iken artık modern zamanların yeni çalışma koşulları bu anlaşmayı değişime zorlamaktadır.
İlişkiye dayalı bir aile ilişkisinde yeni durumlara adaptasyonun mümkün olması için eşler arası iletişim ve etkileşim yönetiminin bir şekilde sağlanması zorunluluk göstermektedir. Zira aile muduluğu için artık kadının da ev dışı iş hayatında yer alması sonucu ortaya çıkan hak talebini garanti altına alma durumu oluşmaktadır. Duygusal bir esneklik kazandırabilecek bu tarz ev içi paylaşılan görevler, eşler arası sevgi ve anlayışa da katkı sunmaktadır (Tarhan, 2010).
Evlilikte ilişkinin içeriği ve süreci nasılsa o şekilde yönetilmeye ihtiyacı gündeme gelmektedir. Çocukların da oluşturduğu bir iş ve görevlerin artışı kadının ev içi stres yükünü artıracağından dolayı dengeli ve adil bir yaklaşımın hâkim olması beklenmektedir. Dolayısıyla ailede oluşabilecek sorun ve problemler için ön alıcı tedbirleri ve sürecin yönetilmesi için “ilişki bakımı” gibi kavramların geliştirilmesi de önem göstermektedir.
Ailede Gûç Dengesinin Değişimi
Günümüz ailesinde cinsiyet rolleri ve sorumluluklarında değişim yaşanmaktadır. Özellikle ekonomik gücü elde eden kadınlar da ailede ve evde eşit ya da ortak paylaşımlar talep etmektedirler. Böylesine yeni bir gelişmenin aile ilişkilerine getirdiği bazı belirsizlikler oluşmaktadır. Bir yandan geleneksel rollerin ne olacağı ve yeni duruma nasıl tepki verileceği ya da nasıl uyum gösterileceği gibi cevapları aranan sorular akla gelmektedir. Bu minvalde erkeğin geleneksel rolü, yeni gelişen hak ve talepler karşısında nasıl bir değişim yaşayacak? Değişime direnç ya da uyumun elbette farklı sonuçları olmaktadır. Bu konu, annelik ve babalık rolleriyle çocuk eğitiminde söz sahibi olma ve etkili olma tarzında farklı boyutlara taşınabilen bir boyutta da tartışılmaktadır. Ekonomik güçle kadınların daha fazla aile içinde oluşturmak istedikleri etkiyi sağlayıp sağlayamayacağının zamanla görülebileceği belirtilebilir. Ailenin birlikteliği ve sürekliliği ile ulaşılmak ya da korunmak istenen huzur ve mutluluk en sonunda bir uyum ve uzlaşmayı gerekli kılmaktadır (Günay – Bener, 2011).
Bu süreçte daha çok günümüzde erkeğin bu durumu kabullenememesi sorunu görülmektedir. Ya da bu duruma en azından çözüm üretememe sorunu da denilebilir. Burada karşılıklı anlaşmalı bir çözüm gelişimi önemlidir. Erkek bu. durumu kabul etse bile etkili bir model eksikliği dikkat çekmektedir. Genellikle erkek tepkisel ve öfkeli bir hale dönüşen taleplere iki tür cevap vermektedir. Ya tam teslim olup kendi eşitliğinden dahi vazgeçiyor yeter ki evlilik sürsün diye. Ya da kendi üstünlüğünü sürdürme adına toplumsal baskılarla daha da katılık ve şiddet gösteriyor. İkisinin ortasını ya da dengesini bulabilenlerin nispeten az olduğu görülmektedir. Kadın-erkek arasındaki çözümsüz gibi düşünülen problemler karşısında çocukların mutsuzlukları da kronikleşmektedir. Bu tür ikili boyutu olan durumlarda bir model geliştirilmeli ki eşler arasında denge ve adalet olsun. Evlilikte güç çatışması, mücadelesi, savaşı ve etkileri ile çözüm yollarına dair literatür her iki cinsiyetin toplumsal rollerine uygun çeşitli önerilerde bulunmaktadır. Son tahlilde yetiştirilme tarzı ve maruz kalınan rol model tutumlarının, bireylerin güç mücadelesine girmesinde veya çözüm üretmesinde etkili olduğuna şahit olunmaktadır (Vatandaş, 2007).
Daha iyi sonuç alıcı sürecin ihtiyaç duyduğu şey ise eğitimin aile ilişkilerindeki olgunluğa sağlayacağı katkılardır. An- nelik-babalık ya da eşler arasındaki denge ve uyumun yeni durumlarla karşı karşıya geldiğinde bocalaması yerine, çözümler üretebilecek sağlam temelleri üzerinde durmak önemlidir. Bir birlerinin yenilmesi gereken rakipler olarak algılatılması, popüler kültürün aile yapısını tehdit edici bir stratejisi olarak değerlendirmek bir yana, ailenin sadece maddi-ekonomik bir değeri üzerine değil manevi-ideal boyutlarının geliştirilmesi ve vurgulanması da gerekmektedir. Bu sayede dinin aileye verdiği değersel yaklaşımı daha da anlaşılır hale gelebilecektir. Çünkü aileye dinlerin yüklediği sorumlulukların ekonomik çıkarlarla kurulan bir kurum olarak değil ölüm sonrasına dahi aşabilen vizyoner bir bağ olarak görülmesi dikkat çekicidir.
Günümüz Ailesindeki Yeni Sorunlar
Aile ilişkilerinin gelişiminde ev içi-dışı zaman geçirme ve eğlenme alışkanlıklarından kaynaklanan sorunlar günümüz ai- leşinin temel sorunları şeklinde sıralanmaktadır. Ailede dijital imkânların da etkisi ile bireyselleşmenin izleri yoğun bir biçimde görülmektedir. Yalnız başına, kendi izledikleri ya da eğlendikleri ekranların karşısında, birbirinden kopuk iletişimin olduğu ailelerde, maalesef pek çok sorunlar tartışılmaktadır. Anne-babanın da bu tarz zaman geçirme faaliyetlerine katıldığı bir ev ortamında, üzerine alınması gereken görev ve sorumlulukların ihmali gelişebilmektedir (Karsli, 2019).
Çocukların eğitimi yanında, verimli iletişime yol açabilecek boş zaman ve zeminler geliştirilmediğinde, psikolojik olduğu kadar sosyal beceriler de gelişememektedir. Duygu ve davranışların bilindiği gibi olumlu sosyal modeller ve rehberlikler sayesinde düzenlenmesi vç kontrolü sağlanabilir. Sıra- dan bir etkinlik olarak ailenin tüm üyelerinin bir arada akşam yemeği yemeleri ve günlerinin nasıl geçtiği hakkında sohbet etmeleri oldukça sağaltıcı bir işlev görebilmektedir. Hem kendilerini ifade etme firsatı hem de verilen tepkilerle kişisel eğilim ve arzuların, toplümca kabul görebileceği düzeyde sergilenebildiği fırsatlar, aile mutluluğuna ve sağlıklı nesillerin gelişimine katkı sağlayacaktır.
Ayrıca aile içindeki iletişim eksikliğinden dolayı çocuklarla ilgili olarak bilgi-görgü, adabı muaşeret kurallarının öğrenilme sürecindeki sorunlar da belirtilmektedir. Çocuk terbiyesi ve ahlak kazanımında örneklik ve rol model gereksinimi bağlamında ise ebeveyn tutum ve rollerine dikkat çekilmektedir. Çocuklarını sürekli eleştiren ya da eksiğini bulup mahcup eden bir anne-babanın çocuklarına olumlu bir katkı sunması pek mümkün değildir. Kendi toplumsal ve kültürel değerlerini aktarmayı düşünen ebeveynin çocuklarıyla empatik ve sempatik bir ilişki geliştirmesi gerekmektedir. Öncelikle çocuklar anne-babasının ideal bir algısını korumak için abartılı bir bağlanma geliştirebilirler. Ancak aralarında oluşabilen kırgınlık ve kızgınlıklar bu olumlu imajı ve sonuçta gerekli etkileşimi bozucu bir rol oynayabilir.
Ailede aidiyet ve bağlanmanın önemi ve etkileri hağlamm– da karşılıksız sevgi, fedakârlık, güzel söz ve fiiller, ortak etkinlikler, benzer inanç ve uygulamalar birlikteliği artıran, saygı sağlayan özgür yaklaşım ve sorumluluk kazanma imkân ve fırsatları çocukların gelişim alanlarını kapsamaktadır. Ebeveyn- çocuk iletişiminde özellikle ders-ödev takibi ve sorunları, inanç, ibadet, duygu, bilgi ve etki boyudarında aksaklıkları da öne çıkardığı bilinmektedir. Gerçek dindarlığın oluşum ve gelişiminin psikolojik zaaf ve eğilimleri aşmadıkça mümkün olmayacağı düşünülmektedir, Yani aile içinde birtakım iletişim çatışmalarından kaynaklı psikolojik sorunlar varsa ahlaki ya da dini değerlerin aktarımı ve yaşanması zorlaşmaktadır. Diğer yandan aile içinde çıkarcılık, bencillik, art niyet, kurnazlık ve sinsiliğin öğrenilmesi ve gelişimi, sonuçları, etkilerinin de aile iletişimine yansıması oluştuğu durumlarda daha çok olumsuz kişilik özelliklerinin gelişimi söz konusu olmaktadır (Günay – Bener, 2011).
Ebeveyn-çocuk iletişimi elbette önce huzurlu bir ortamın sağlanması ile olumlu bir seyir izler. Materyalist ve ilerlemeci başarıyı sırf bir hedef olarak göstermek çocukların ailesine karşı olduğu kadar topluma karşı da ahlaki kişiliğini olumsuz biçimde etkileyebilir. Aileyi çok yönlü bir gelişim ve olgunlaşma alanı olarak gördüğümüzde, anne-babanın da kendilerini gözden geçirme gereği ortaya çıkmaktadır. Hem bireysel hem de sosyal boyutu ve hem maddi hem de manevi refah ve mudulukları geliştirmeye çalışan bir ailenin, zamanın bilinç ve rollerini daha iyi üstlenebileceği söylenebilir.
Abdulvahid Sezen – Yeni Bireysellikler ve Din,syf:80-87
0 Yorumlar