1923-50 Arası Türkiye’de Gündelik Hayat Üzerine Sosyolojik İz Düşümler
Paylaş:

images 1923-50 Arası Türkiye'de Gündelik Hayat Üzerine Sosyolojik İz Düşümler

Adem PALABIYIK[*]

Ülkemizin kuruluş yılları olan 19201i dönemlerden bugüne dek belli başlı tartışmaların süregelmesine sebep olan çeşitli gelişmeler ve değişmeler her zaman var olmuştur. Bu tartış­maların birçoğu din, siyaset, laiklik ve gündelik hayatın temel nitelikleri üzerinden devam etmiştir. Özellikle gündelik haya­tın kodları belirlendikçe gelenek ile modern olan arasındaki çatışmalar artmış, çizgiler netleşmiş ve belirli dönemlerde ciddi siyasal tartışmalara hatta cepheleşmelere sebep olmuştur. Uzun bir süre imparatorluğun şartları ve gelenekleri altında yaşayan toplumlar ve topluluklar, 1920li yillardan sonra batı ontolojili günlük yaşam ritüelleri ile tanışmış ve yeni yaşamın kodlarını sindirmeye çalışmıştır. Gelenek ile modern arasındaki çekişmeler hayatın her alanında kendisini göstermiş ve mü­cadele alanı, tartışmaya katılanların artmasıyla birlikte geniş­lemeye başlamıştır. Gündelik hayata da dâhil olan bu tartış­malar bireylerin aktivitelerinden diğer meşguliyetlerine kadar birçok işlevsel süreçte etkisini göstermiştir. Yıllardır devam eden alışkanlıkların yerini başka pratiklerin almaya başlaması, oluşan yeni pratiklerin de algılanma meselelerinde problemler doğurabilmiştir. özellikle batı rasyonalitesinin anlaşılması hususunda Osmanlı Devleti’nden miras kalan inanç referanslı yaşam biçimi aşılması gereken önemli bir misyon olarak gö­rülmüş ve batının temel yaşam paradigmalarını gündelik ha­yatın bir parçası haline getirilme süreci çeşitli sıkıntıları gün yüzüne çıkarmıştır. Ortaya çıkan sorunların aşılması adına atılan adımların daha farklı problemlere yol açması ve bireyi kendi geçmişine yabancılaştırması modernizm karşısında gelenekselliğin güçlenmesine ve halkın çeşitli vesilelerle gele­neğini koruma adına çaba göstermesine yahut direnmesinin de önünü açmıştır. Modernleşme genel anlamda bir akli süreci yöntem olarak benimserken öte taraftan kendisine karşı olan­ları eski yahut geri olarak konumlandırmış ve bütün okumalar bu yöntem üzerinden değerlendirilmiştir. Halkın geçmişine dair yapılan atıfların modern düzlem karşısında herhangi bir yeri yokmuş gibi tavır takınılması ileri dönemde yaşanabilecek sorunlara da kapı aralamıştır.

Geleneğin ve modernin birbirleri ile diyalektik ilişkisi gündelik hayatın temel kodları arasında kabul edilir. Çünkü her iki kavramsal sürecin kendi içerisinde oluşan teoriler birbirle­rinden beslenmektedir. Modern kavramının kendisini inşa ettiği diğer sacayakları ile gelenek kavramının kendisini inşa eden sacayaklarının farklılığı tam da aynı noktada teorikleşmektedir. Eleştirel teorinin ortaya çıkış serüveni de bu ilişki biçimine dayanmaktadır, özellikle sanayileşmenin etkili olduğu toplum­sal değişim sürecinin hızlı bir biçimde işlevselleştirilmesi ve toplumsal dönüşümün bu hıza ayak uyduramaması gündelik hayat pratiklerinin başını döndürmüş ve modernizmin temel kurgusunun her zaman daha iyiye doğru gideceği tezi bu anlamda eleştirilmiş ve kabul görmemiştir. Gelenek ile modern arasındaki çatışmanın kodları ise günümüzde hala kendisini belirli formlarla gösterebilmektedir.

1.Gündelik Hayat Sosyolojisi ve Temel Yaklaşımlar

Gündelik hayat sosyolojisinin asıl çıkış noktası moderniz- min temel vurgularına yapılan atıflarda aranmaktadır. Çünkü modernizm, bir ideoloji olarak geliştiği ve pratiğe döküldüğü andan itibaren gündelik hayatın klasik tutumları ile kavgaya tutuşmuştur. Modernizmin temel iddiasını aldığı Aydınlanma döneminde aklın ön plana çıkışı ve etkisi ne ise, gelenek karşı­sında modern olanın duruşu da benzer kabul edilmiştir. Modern olanın daha iyiye ve ileriye dönük olacağına dair teorik söylem sonraki yıllarda yaşanan felaketlerle (Atom bombası, Nükleer, vs.) değişmiş ve ön kabuller farklılaşmıştır. Çünkü gündelik hayat da kendisini belirleyen ideolojik tutumlardan farklı de­ğildir. Bu anlamda gündelik hayata dair sosyoloji, günlük haya­tın bütün ritüellerini ele alan, inceleyen, analiz eden, farklı bakış açılarıyla eleştirel bir tavır da sergileyen, daha çok II. Dünya Savaşı sonrası derinlik çalışmalarla ortaya çıkan (Moran, 2004: 83) ve sahip olunan anlamı ortaya çıkaran bir alt disiplin olarak ifade edilebilir. Günlük hayat pratiklerine dair her şeyin, gün­delik hayat sosyolojisinde yeri vardır ve anlamlıdır, gündelik hayat sosyolojisi de bu anlamlılığı görünür kılma amacındadır.

Gündelik hayatın sosyolojisindeki temel amaç gerçekliği teşhir etmek, çoğu zaman da yorumlanması zor olan görüntü­leri açığa çıkarmak ve bunun için olağanüstü bir çaba harca­maktır (Lefebvre, 1995: 16). Hayatın teşhir sürecinde hayatı olduğu gibi kabul etmek yerine ona eleştirel bakmak, toplumun kendi iç gerginlik ya da çatışmalarıyla birlikte toplumsal anlama ulaşmak daha gerçekçi olacaktır (Wills, 1991: 84). Böylelikle günlük yaşan ritüelleri daha net anlaşılacak ve toplumun kül­türel anlamda yaşayabileceği düzen çatışmasına sosyolojik gözle bakılabilecektir. özellikle nesneleri semboller veya simgeler aracılığı ile gündelik yaşam değişimlerinin gözlenebilmesi bu anlamda mümkün olacaktır. Çünkü bunların tümü sosyal alan ve bağları inşa etmektedir (Kellner, 2005: 23). İnşa edilen bu sürecin ise toplumun geçirdiği aşamaları anlamamız açısından önemi büyüktür, hatta daha ileri giderek, modernleşme süreci­nin gündelik hayat üzerinden takip edilmesinin mümkün olduğu bile söylenebilir. Bu şekilde toplumun yaşam algısı, dünya görüşü veya oluşan ast-üst yapılanmalar kolayca analiz edilebilir (Le- febvre, 2012: 50). Analiz edilecek süreçte bireylerin birbirleri ile olan ilişkileri, selamlaşma biçimleri, evlenme gelenekleri veya diğer günlük hayat ritüelleri, bizlerin ancak bunları incelemesi süreciyle anlaşılabilecek sosyolojik bir gerçekliğe dayanır (Gid- dens, 2012: 168). Hayatın içine dâhil olan sosyolog ancak bu şekilde gelişim ve değişimleri yorumlayabilir. Böylelikle de toplumsal değişmeyi yavaşlatan ya da hızlandıran sebepleri ortaya çıkarabilir. Bu bağlamda faizlerinde temel vurgusu, mo­dernleşme sürecine eleştirel bakarak yukarıda ifade ettiklerimizi metodolojik olarak değerlendirmek olacaktır. Karşımıza ilk çıkan ve bizlerin eleştirel bakmasını sağlayan düşünürler Frank­furt Okulu’nun temsilcileri Herbert Marcuse, Theodor W. Adordno, Marx Horkeimer ve Jurgen Habermas’tır. Bu düşü­nürlerin temel vurgusu modernizmin vaat ettikleriyle, moder- nizm sonrası ortaya çıkan gelişmelerin birbirleri ile zıt bir anlama sahip olmasıdır (Bottomore, 2016:112-115). Aklın ortaya koy­dukları geçmişteki hataların anlaşılması ve ortadan kaldırılma­sına yönelik hizmet etmekle birlikte sonrasında aynı akıl bazı araçsallaştırmalarla bir baskı aracına gelebilmektedir (Slattery, 2010: 427). Böylece ortaya çıkan yabancılaşma bireyin kendi içinde yok olmasına sebep olabilir (Marx, 2010:10-11).

Eleştirel Teori’nin yanında, gündelik hayata yönelik inşa teorileri de mevcuttur, özellikle P. Bourdieu ve A. Giddens bu anlam önde gelen isimlerdir. Borudieu’nün habitus, alan ve sermaye kav­ramları gündelik hayatta en çok kullanılan kavramlar arasında­dır. Habitus bireyin geçmişten şu ana kadar sahip olan bütün tecrübe ve yaşanmışlıkları içerirken (Palabıyık, 2011), alan ve sermaye kavramları ise habitus sonrası şekillenen toplumsal süreçlere atıf yapmaktadır (Ritzer- Stepnisky, 2012:156). Özel­likle gündelik hayatın kodlarının sahip olduğu habitusların, yani deneyim ve tecrübe bütününün, kendisine ait alana müdahale edilince ortaya koyduğu tepki, Cumhuriyet dönemi politikala­rında etkisini göstermiştir. Geleneksel Osmanlı toplum yapısı ile modern Cumhuriyet toplum yapısının gündelik hayat pra­tikleri üzerinden sık sık karşı karşıya gelmesinin de esas sebebi budur, her iki toplum biçimi sahip olduğu deneyim ve tecrübe gereğince birbirleri ile pek uzlaşamamaktadır. Modern olan deneyim ve tecrübesini batı toplumlarından almış olmasına karşın geleneksel toplum modelinin Osmanlı habituslu olması, Bourdieu’cü anlamda alan içinde yapılan mücadelenin kazana­nım belirleyecektir. Bourdieu ile birlikte inşa kuramlarının temsilcilerinden biri de Giddens’tır. Giddens’ın meşhur Yapılaşma Teorisi’nde aslında Durkheim’in önemli oranda etkisi vardır, çünkü Durkheim, toplumsal zemin üzerinde en fazla duran sosyologdur ve toplum ile birey arasındaki ilişkiyi her toplum üzerinden kurmaya çalışır. Giddens ise toplumların her zaman yapılaşma sürecinde olduğunu ve bu süreci sen-ben gibi insan­ların devam ettirdiğini çay örneği üzerinden anlatır (Giddens, 2009: 89). Yapı ve eylem birbirinden bağımsız değildir ve gün­delik hayat pratikleri, bu diyalektik üzerinden işlevselliğini sürdürür.

Tabi gündelik hayatın temel argümanları sadece yukarıdaki isimler aracılığı ile analiz edilmez çünkü yaşam içerisindeki bütün pratikleri sosyolojik olarak karşılığı mevcuttur. Bu anlamda özellikle Lefebvre, Certeau ve sembolik etkileşimci yaklaşımla­rın (Herbert Blumer) da etkisi önemlidir, özellikle Lefebvre, gündelik hayatı modernliğin temel bir ürünü olarak görür ve gündelik hayat ona göre bir sahnedir (Lefebvre, 1995:19). Ona göre gündelik hayat tekrarlardan oluşur, burada bireylerin benzer veya öğrenilmiş davranışlar-tutumlar sergilediğini ileri sürer. Ayrıca bu tekrarlanan davranış kalıpları ancak analiz edildiği süreçte gündelik hayatın kodları algılanabilir. Anlaşıldığı kadarıyla Lefebvre, alışkanlık haline gelmiş tutumlardan bir gündelik hayat sosyolojisi çıkarmaya çalışır. Modernizm ise bu tutumların benimsenmesindeki en önemli etkendir. Yukarıda bahsettiğimiz gelenek ve modern çatışması, özellikle Lefebvre’nin çalışmalarında kendisini gösterir. Toplumsal dönüşüm muhak­kak gündelik hayatı dönüştürmek zorundadır. Certeau ise gündelik hayatı bireyin faaliyetlerinden ziyade okuma, gülme veya yürüme gibi yaşam faaliyetleri üzerinden analize etmeye çalışır. Onu Lefebvre’den temel farkı, bireylerin yaşam pratik­lerini, modern hayatın getirdiği baskıcı tutuma karşı operasyo- nel hamleler yaparak kendilerine alan açmayı sağlayan pratikler olarak tanımlar; Lefebvre ise alan açma meselesini direniş olarak gösterir (Kırış, 2019: 137). Her iki düşünür de moder- nizmin temel olgularına karşı bireyin kendisini var ettiği alan olarak gündelik hayatı tanımlar fakat bireyin pratikleri ile yaşam pratikleri açısından farklılaşırlar (Deniz & Kentel, 2016: 748). örneğin Cumhuriyetin kuruluş yıllarında modernizm karşısında geleneğini muhafaza etmeye çalışan bireylerin bazılarının, modernizme verdiği tepki oldukça fazla ve aşırı iken, başka bireylerin sade bir yaşam ile modernizme karşı verdiği tepkile­rin farklı olması, Lefebvre ve Certeau’nun daha iyi anlaşılması açısından önemlidir. İki düşünürün dışında son değinilmesi gereken kuramsal yaklaşım ise sembolik etkileşimciliktir. Bu yaklaşımın temel argümanı, modernizmin bir getirisi olan po­zitivizmin, bireyin hayatının anlamını tamamen açıklayamaması ve bireyi ihmal ettiği düşüncesidir. Toplum içindeki nesnel çı­karımlar bireyi temsil etmeyebilir, bu sebepten birey, kendisinin de bir anlam bütünlüğü içerisinde olduğunu anlamayabilir. İşte bu sebepten sembolik etkileşimcilik, bir anlamıyla da bireye verdiği değer sebebiyle hümanist bir yaklaşıma da sahiptir (Po­loma, 2012:233).

2.Gündelik Hayatın Toplumsala Dönüşümü: Osmanlı Devleti’nde Modernleşemeye Kısa Bir Bakış

Gündelik hayat sosyolojisinin modernizme karşı bir baş­kaldırı projesi olarak anlaşılması doğru bir yaklaşım olmaya­caktır, temel diyalektik modernizmin bazı yönlerine gündelik hayatın getirdiği eleştirilerdir. Yani gündelik hayatın temel görevi, modernizmin açıklarını kapatmak ve çatışmayı önlemek adına tampon kurumlar oluşturmaktır. Böylece toplumsal değişimin veya dönüşümün can acıtıcı niteliği daha aza indirgenebilir ve kontrol edilebilir hale getirilebilir. Modernizm, her ne kadar akıl ile belirlenen bir metodolojik yöntem sunsa da kendisinden önceki dogmatik yapıya benzer şekilde ilerlemiştir. Kendisinden önceki toplumsal düzen dinin kodları ile bir yaşam biçimini olur kılarken; kendisi aklın ortaya koyduğu ve tartışılamaz gerçekleri dogma olarak kabul etmiş görünmektedir. Tam bu sırada, Osmanlı Devleti’nin son yıllarına denk gelen modernizm kasırgasının, Osmanlı Devleti sonrası kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nde görünür olması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü modernizmin, batıdan diğer topraklara yayılımı hızla ilerlemiş ve özellikle sanayi devrimi ile birlikte toplumların yapılarında ciddi çözülmeler ve değişikler yaşanmıştır. Modernizm ise bu değişimleri olağan görmüş hatta olması gerektiğine dair yöne­lim ortaya koymuştur. Bu ortaya koyuş biçimi ise yönetici elitlerin uygun gördükleri metodoloji aracılığıyladır (Smith, 2011:95). Böyle bir metodoloji ister istemez yönetenleri iktidar eliti yenilikçiler olarak tanımlayacaktır.

İnceleyin:  Sadık Güneş 'Enformasyon Toplumunun Putları' Alıntılar

Her ne kadar gündelik hayatta modernizmin etkisini görsek de kısaca Osmanlı Devleti’nde olanlar alakalı bazı süreçlere değinmek zorundayız. Çünkü Osmanlı Devleti’ndeki yönetim anlayışı Osmanlı’lara aitken halkın kozmopolit bir yapıya sahip olduğunu ve bu yapının modernleşme süreci ile heterojenleş­tiğini ileri sürebiliriz. Bunun esas sebebinin ise Osmanlı’nın kendisini her dair batıdan üstün görmesi kaynaklı olduğu söy­lenebilir (Mardin, 2012: 9). İlginç olanın ise Osmanlı’daki mo­dernleşme adımlarının daha çok zayıf olan imparatorluğu güçlendirme olarak algılanmasıdır, işte bu sebeplerden dolayı gelişmelerin en çok orduda olduğu söylenebilir, gündelik hayat hala dini kodlarla devam etmektedir. Yönetim kadrolarında ise batı yönelimli adımların atılmasıyla birlikte daha çok yetişmiş bürokrasi etkili olmaya başlamıştır ve Osmanlı’da kapitalistleşme süreci hızlanmıştır (Tekeli, 1985: 466). Tabi yöneticilerin mo­dernleşme çizgisini benimsemeleri başkent olan İstanbul’dan itibaren bir değişim rüzgarı estirmiş, eğlenceden giyim, oku­madan düşünmeye kadar birçok teorik ve pratik aşamada gözle görülür değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Toplumsal hayatın yavaş yavaş çözülmeye başlaması ve modern tercihler, saray dışı alanları da etkilemeye başlamıştır (Işın, 1995: 562). Saz yerine piyano rağbet görmeye başlamış, balolar tertip edil­miş, yabancı elçilere verilen davetlere eşlerle katılma merasimi başlatılmış ve yurt dışından ünlü isimler Osmanlı’da konserler vermişlerdir (Meriç, 2000: 57).

3.Türkiye’de Gündelik Hayatın Toplumsala Dönüşümü (1923-1950)

1920’li yıllardan itibaren ülkemizde başlayan yenilikler de böyle bir anlama sahiptir. İktidarın elitleri, gelenek karşıtı ye­nilikleri savundukları ve bu savunularını gündelik hayatın bir parçasına çevirdikleri için modernleşme kavramı, bu elit sınıfın algılarına göre içerik ve anlam kazanacaktır. Bourdieu’nün önemli kavramlarından biri olan “alan” kavramı tam da burada karşımıza çıkmaktadır. Osmanlı Devleti’nde kendisine güçlü bir alan edinen gelenek kavramının karşısına çıkarılan modernlik, böy- lece geleneğin varlığını sürdürdüğü alanı daralmış, gücünü azaltmış ve köklerini koparmıştır. Alan kavramının esası kavramsallaştırmaya ve her kavramın kendi alanım ontolojik olarak inşa etmeye dayanır (Bourdieu 2006:405). Modernleşmenin bu yönü ele alındığında riskler ve tehditler kaçınılmaz olacaktır (Giddens, 2014: 45). Bununla birlikte modernitenin disiplin altına alıcı ve sınırlandırıcı rolü de güçlenecektir (Kızılçelik, 2004: 10). Yukarıda değindiğimiz Frankfurt Okulu’na göre ise modernizm, geleneksel hayatın sağladığı güven duygusunu zayıflatmış, standartlaşma başlamış ve tektipleşme, temel savunu haline gelmiştir (Erdoğan & Alemdar, 2002: 410). Bir toplum içinde bireylerin tektipleştirilmeye çalışılması toplumun kültü­rünü kaybetmesiyle eşdeğer hale gelir. Bu girişim sonucunda ise yapay bir kültürün ortaya çıkması ve kabul görmesi kolay­laşır (Güngör, 2001: 230).

1920li yıllardan başlayan modernleşme sürecinin en önemli niteliği yeni bir devlet kurgusunun başlatılmasıdır, çünkü ulus devletin kurumsallaştığı bu süreçte vatandaşlık yeniden tanım­lanmış, kimliksel kodlar inşa edilmiş, okuma-yazma dili değiş­tirilmiş ve inanç kavramsallaştırmasına laiklik ile sekülerleşme gibi kavramlar dâhil edilmiştir. Yeni rejimin kimlik oluşturma süreci özellikle inkılaplarla sağlanmaya çalışılmıştır. Böylelikle Cumhuriyet modernleşmesi devleti, toplumu, bireyi ve bireyin anlayışını, düşüncesini, davranışını değiştirmeyi ve yeni bir millet oluşturmayı ülkü edinmiştir (Aksu, 1999:123). Cumhu­riyet modernleşmesinde değişimi sağlayan esas aygıt devlettir ve devletin istediği değişim pratikleri gerçekleşmediği zaman istenen değişimler bazen zorlama bazen de teşvik ile yapılmaya çalışılmıştır (Belge, 1983:84). Örneğin örtülü kadın olma nite­liği yerini yavaş yavaş zayıf, korseli kısa saçlı batılı bir güzellik anlayışına bırakmıştır; değişen güzellik algısı böylelikle günde­lik hayatta yer edinmeye başlamıştır. Cumhuriyet yıllarında düzenlenen güzellik yarışmaları da bu dönüşüme açıklayıcı bir örnek olabilir. 1929 Şubat’ında Cumhuriyet gazetesi bir ilan verir ve güzellik yarışmasına dair bilgiler sunar, ilana göre ulus­lararası güzellik yarışması ABD’de yapılacaktır ve Türk kızları da katılmalıdır. Katılan Türk kızları on beş yaş üstü olmalı,vücut ölçüleri uygun olmalı ve açık olmalıdır (Arıkan, 2015: 364). Düzenlenen yarışmalar diğer ulusları örnek alınarak ya­pılmıştır ve katılacak kızların isimlerinin gizli tutulma hakkı da sağlanmıştır. İlginç olan ise Türk kadınının Cumhuriyet gazetesine fotoğraf göndermiş olması ve yarışmalara katılma talepleridir. Buradan anlaşılıyor ki, kadınlar bu girişimi az da olsa benimsemiştir (Kocakaya, 2009:69). Lâkin bu eril moder­nleştirme süreci ve köklü toplumsal dönüşümler (Bonnafous, 1928) her zaman istenilen sonuçları vermemiş ve özellikle 19271i yıllarda kadın intiharlarının artmasına sebep olmuştur (Atlıhan, 2019:67-71). O yıllardaki kadınların yaşadığı olayların özellikle dönüşümler karşısında yaşadığı anomi üzerinde durulması gereken önemli bir sosyolojik vakadır. Kadınlar, modern topluma uymada yaşadıkları yabancılaşma ve içinde düştükleri girift durum, onların farklı adımlar atmasına sebep olmuştur. M. Kemal Atatürk’ün, devrimlerin amacını “halkı tümden uygar bir topluma ulaştırmak” olarak açıklaması da toplumsal dönü­şümün hangi boyutlarda olacağına dair ipuçları da vermektedir (Vatandaş, 2012:77). Bu ipuçları ise ortak dili olan bir toplum oluşturmak ve ulus devleti tam olarak şekillendirmek ile birlikte Osmanlı’nın ideolojik yapısını reddederek “laik” bir düzeni inşa etmektedir (Kongar, 1999: 123). İnşa edilen bu düzen zaman içinde sakalların kesilmesine, çarşafların çıkarılmasına ve fötr şapka ve mantolu hanımların artmasını da getirmiş, selamlaş­malar ve karşılıklı hitaplar değişmiş, konuşulacak konulara dahi müdahaleler edilmiştir (Meriç, 2000:129).

4.Epistemolojik Kopuş

Halkın geçmişinden ani ve değişken bir biçimde uzaklaş­tırılması geçmiş ile kurulmuş olan epistemolojik bağın da in­celmesine sebep olmuştur. Geleneksel toplumdan giderek uzak­laşan bireyler geçmişe dair toplumsal hafızalarında önemli tahribatlar yaşamışlardır. Bu süreci radikal bir kesinti olarak tanımlayan Göle ye göre (Göle, 1998:75) ise uzun bir gelenek­ten sonra batı dogmalarına dayanan toplumsal yaşam koşulla­rını anlama ve analiz etmede insanın doğası gereği hemen bir bağ kuramamışlar ve geçmişi anarak modern olana geçişi oldukça yavaş kabullenmişlerdir. Kabullenemeyenler ise hukuki yaptı­rımlarla karşı karşıya kamışlardır. Geleneksel alışkanlıkların ve geleneğe sırtını dayamış bilginin ortadan kaldırılması sonucu oluşan boşluk ve kopuş, başka değerlerden elde edilen bilgiler ile doldurulmalıdır, çünkü yeni bir toplumsal düzen bu pratiği gerektirmektedir. Mevcut uygulama yerine tercih edilen batı kökenli modernleştirici bilgi yaşam tarzından eğlenceye, konu­şulan dil ve okunulan kitaplardan başka bir dil bağlamına, sofra adabından yemek yeme alışkanlığına; yani gündelik hayatı oluşturan bilgi türünün revize edilmesine kadar birçok bağlamı batı literatürüne göre kodlamıştır.

Yukarıda bahsi geçen kodlama toplumun en küçük yapı birimi olan aileyi de yakından ilgilendirmektedir. Çünkü Cum­huriyetin kuruluş yıllarında ailelerin çoğunluğu kırsal alanlarda yaşamakta ve aile bağları kırsal geleneklerle muhafaza edilmek­teydi. Kentleşme süreci ile birlikte göç eden ailelerin çoğu geniş aileden çekirdek aileye dönüştü ve ailenin, devlet karşı sorum­luluğu yeniden belirlendi, hatta annelik kavramına da milli bir rol kazandırıldı (Turgut, 2010: 31). Aile içindeki kişi devlete karşı sorumluluğunu bilen birey haline getirildi, ilk görev aile yerine devlete karşı konumlandırıldı ve geleneksel bağ da bü­rokratikleştirildi (Doğan, 2012: 183). Ayrıca ev içi iş bölümü dahi meydana geldi ve kapitalizm ile birlikte ailenin pazarla tanışması sağlandı, bir nevi aile devletin iş gücü ve alanı haline getirildi. Piyasa şartlarına göre yeniden kodlanan aile, siyasal sürecin bir parçası haline getirildiği için ideolojik kamplaşma­lar başladı ve aile içinde üst sınıfların ideolojik tutumları alt sınıflara çarpıtılmış şekillerde yansıtıldı (Ortaylı, 2006:64). Aile içinde kuşaktan kuşağa aktırılan ve özellikle büyüklerin sözlü tarih görevi gördüğü tarihsel bilgi kaynağı da böylece ortadan kaldırılmış ve oldu. Ailedeki epistemolojik kopuş, modern olan üzerinden yeniden dizayn edilmeye çalışıldı. Aile içi bağların zayıflaması sadece aileyi ilgilendiren bir konu değildi, aile bağ­ları üzerinden kurulan komşuluk ve akrabalık ilişkileri de sekteye uğradı, özellikle kentleşmenin etkisi ve modern binaların yük­selmesi sonucu çekirdek ailelerin çoğu, komşuluk ilişkilerinin de sekteye uğramasına sebep oldu. Ailenin yuvarlak sofra etra­fında bir araya gelmesi ve aile büyüğünün duası ile başlayan emek yeme ritüeli dahi sandalye ve masalarla değiştirildi. Yu­varlak sinilerin yerini taşınabilir masa ve sandalye takımları aldı. Batının akşam yemeği geleneği olan dışarda yeme alışkanlığı çekirdek ailelerin Cumhuriyet dönemindeki en büyük alışkan­lığı haline geldi. Böylece gündelik hayata dair birçok geleneksel uygulama yerini batının paradigmalarına dayanan bir eylem- selliğe dönüştü. Yeni kurulan ulus-devlete için gerekli olan modern halk da yavaş yavaş oluşturulamaya başlandı. Dinin de toplumsal hayattan çıkarılması ile birlikte inanca dayalı episte­molojik bağlar ortadan kayboldu.

Epistemolojik kopuşun ikinci önemli gelişimi ise yeni Cumhuriyetin yeni aydınları tarafından hayata geçirildi. Yeni aydın sınıfı aynı zamanda batının pozitivist düşüncenin savu­nucusu haline geldiler. Aynı zamanda modern Türkiye’nin inşası için en büyük görevlerden biri de aydınlara düşüyordu. Aslında Cumhuriyet aydınlarına göre Türk halkı dinin etkisi altında kaldığı müddetçe ilerleyememiştir ve tahsilli olan bire­yin dinar olması pek kabul edilebilir değildir (Güngör, 1998: 37). Pres Sabahattin’den Koçi Bey’e, Ahmet Cevdet’ten Ziya Gökalp’e ve Yusuf Akçura’dan Şevket Süreyya Aydemir’e kadar birçok aydın Osmanlı Devleti’nden ziyade Cumhuriyet aydını görevi görmüştür (Yeniçeri, 2008: 200). Elbette bazı düşünür­ler direk olarak Cumhuriyet’e hizmet etmemiştir ama Cumhu­riyet aydınların, bu düşünürlerin ortaya koyduğu epistemolojik kopuşu, yeni Cumhuriyet’in inşası için başlangıç noktası olarak görmüşlerdir. Hâlbuki Karpat’ın ifade ettiği gibi moder­nleşme dönemindeki aydınları çoğu, kendi başarısızlıkların yükünü İslam’a yüklemişler (Karpat, 2014:43) ve halkı, üzerinde değişiklikler yapılacak bir obje haline getirmişlerdir. Epistemo- lojik olarak geleneğinden koparılan halk, M. Kemal Atatürk’ün ifadesiyle münevver aracılığı ile dönüştürülmelidir (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, 1997:140-141). Anlaşıldığı kadarıyla ulus inşa süreci Osmanlı’dan miras kalan halkın yaşam ritüel- lerinin devlet politikası olarak yüceltilmesine sebep olmuştur (Stokes, 2003: 324).

İnceleyin:  Teknoloji ve Geri Kalmışlık Söylemi

Sonuç

Gündelik hayat ve Cumhuriyet’in erken yılları arasındaki diyalektik ilişkiyi kaleme aldığımız çalışmamızda gündelik ha­yatın nasıl değiştiğine yönelik bazı yaklaşımlar ve sosyolojik analizler yapmaya çalıştık. Aslında siyaset ile iç içe giden gün­delik hayat ilişkilerinin her ne kadar sosyolojik analizini yapmış olsak da, modernizmin en çok bürokratik süreçler ve siyasal ilişkileri değiştirdiği ve bu sebepten dolayı da toplumsal deği­şimlerin, siyaset merkezli olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Osmanlı Devleti’nden sonra kurulan ve Osmanlı Devlet gele­neklerini terk eden Cumhuriyet yönetimi sonrası halkın gelenek ile modern olan arasında kaldığı ve ister istemez tökezlediği aşikârdır. Dini bir geleneğin mirasçısı olan Osmanlı halkının, modernizm karşısındaki direnişi bir süre sonra yaşayacağı toplumsal dönüşümün ardından her ne kadar düzene girmiş görünse de aslında öyle olmayacaktır. Batıya dair düşünme, yaşama ve inanma biçimini beraberinde getiren modernizm, İslam dinini benimsemiş bir toplumu ister istemez çeşitli zor­luklara itecektir. Modernizm, bireyi yalnız kılan, aile bağlarını yeniden inşa eden ve yemek yemekten sofra adabına, danstan eğlenme biçimine kadar bütün pratikleri değiştiren bir niteliğe sahip olduğu için kabul edilmede ciddi zorluklar yaşamıştır Modernizmin ontolojisini oluşturan sanayileşme ve pozitivizm kavramları ve gelişmeleri de Osmanlı toplumsal düzenine entegre edilmeye çalışılsa da uzun bir süre işler yolunda gitmeyecektir Tam bu sebepten dolayı gündelik hayat teorisi, modernizme karşı eleştirel bir yaklaşımı barındırmaktadır

Sosyolojik açıdan gündelik olan rutin bir uygulamaya sa­hiptir ve alışkanlıkların bütünüdür Bu sebepten gündelik ha­yatın sosyolojisinde hem bireylerin hem de toplumun sıradan devam eden yanları ele alınır Osmanlı toplumsal düzeninin halk açısından rutinleşmesi ve sıradan hale gelmesi sonrasında bir dalga gibi gelen modernizmi birden rutinleştirmesi yukarı­daki sebeplerden dolayı hemen mümkün olamamıştır Çünkü bireyler, içinde bulundukları sosyo-kültürel inşa sürecini sağ­layan soyut kavramşallaştırmaya aniden hayatlarını açamamış­tır. Aile ile başlayan modernlik süreci periyodik olarak ilerlemiş ve ailenin kodları, modernizme göre şekillenmiştir Böylece toplumsal düzenin en küçük yapı taşı olan aile içi bağlar deği­şince, toplumsal değişmenin olması kaçınılmaz hale gelmiştir. Berger ve Luckmanın gündelik hayatın sadece bir gerçeklik olarak kalmayacağı aynı zamanda bireylerin tutumlarını yeniden inşa eden bir bütün olduğunu ifade etmesi (Berger & Luckman, 2008), yazdıklarımızı neredeyse doğrulamaktadır. Çünkü gele­neksel toplumun niteliklerine sahip olan insanlar için gündelik hayata entegre olma biçimleri de onların yeni bir dünya içinde şekillenmesine sebep olabilmektedir Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş tam da böyle bir sentezi ortaya koymuştur Geleneğin tasfiyesi ancak ulus-devletin inşasını devam ettiren devletin aktif mücadelesiyle mümkün olmuş ve bu tasfiye yasaklama, bastırma, tek tipleştirme ve dışlama gibi faal yöntemlerle yapıl­mıştır özellikle eğitim sistemindeki yenilikler, Köy Enstitüleri ve benzeri eğitim kurumlan aracılığı ile aile sonrası toplumsal dinamikler değiştirilmeye yahut pozitivist yöntem ile güncel­lenmeye çalışılmıştır Aynı zamanda topluma sunulan rol modeller bizzat yönetim kadrosunun etrafındaki isimlerden seçil­miştir. örneğin Latife Hanım, M. Kemal Atatürk’ün eşi olarak ilk olarak modernleşmenin simgelerinden biri haline gelmiş ve diğer Türk kadınlara bu değişim teşvik amacıyla sunulmuştur. 1936 yılında Osmanlı-Türk müziği ve halk müzikleri yasaklan­mış ardından klasik batı müziği konservatuarlar aracılığı ile müzik, yeniden toplumsal yaşama entegre edilmiştir.

Son olarak gündelik hayat kavramı ile alakalı değinmemiz gereken husus, gündelik hayatın özellikle geçiş evresi olarak görülmesi ve direnişin bir alanı olarak tercih edilmesidir. Çünkü Lefebvre’cı yöntemle yaklaşırsak gündelik hayat bir meydan okuma alanı olarak kabul edilebilir. Bourdieu’cü anlamda gele­neğin sahip olduğu alana karşın modern olanın, alan içine dahil olmak için verdiği mücadele, alanın eski sahipleri için ciddi bir tehdit olarak algılanacaktır. Gündelik hayat, tüm dağınık un­surların bir araya gelerek oluşturduğu kolektif bir yaşamın inşa edildiği alandır. Bu kolektiflik, bir eylemlilik halidir ama top­lumsal ilişkilerin dönüşebildiği bir sığınma yeridir. Birey, varo­lan bu sığınma alanında yeni gelişmeleri ve değişmeleri anlamak için inzivaya çekilebilir, gündelik hayat bu bağlamda bireye kendisini dinlemesi ve kararlar alabilmesi için önemli fırsatlar sunar. Gündelik hayatın akıp gitmesi bireyin gözleri önünde gerçekleştiği için birey önemli iki tercih ile karşı kaşıya kalır; ya gündelik hayat kodlarını yeni inşa edilmiş hayat kodları ile sentezleyecek ve hayatın akışına kapılarak modern yaşama dahil olacaktır; ya da geleneğin kodları ile modern yaşam kod­lan arasında oluşabilecek diyalektik çatışma sonucunda günde­lik hayatın alanını bir savunma refleksi ile kalkan olarak kulla­nacaktır. Nitekim, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından bugüne kadar geçen zaman diliminde gündelik hayatın alanının hem savunma hem de senteze dahil olma bağlamında kullanan bir­çok toplumsal kesim olmuştur ve anlaşılıyor k, değişen hayatın toplumsal hayata yansıyan kodları güncellendiği müddetçe bu ikilem devam edecektir.

Editor: Adem Palabıyık,Yunus Koç – Türkiye’de Tek Partili Yıllar (1923-1950)Bir Dönem Panoraması,SYF:351-365

Kaynakça

Aksu, Ş. (1999). “Atatürk Devrimi Sürecinde Kıyafet Devrimin Yeri”, Ata­türk’ün Cumhuriyetin İlanından Sonraki Hedefleri Sempozyumu 4-6 Haziran 1998- İzmit Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara.

Arıkan, M. (2015). İnkılaplar Devrinde Bir Milli Mesele: Beyneminel gü­zellik Müsabakası, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(41), 360-370.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II. (1997). Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, TTK Basımevi, Ankara.

Atlıhan, T. O. (2019). Erken Dönem Cumhuriyet’te Genç Kadın İntiharları (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bi­limler Enstitüsü.

Belge, M. (1983). “Türkiye’de Günlük Hayat”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, 3-4. Ciltler, İletişim Yayınları, İstanbul.

Berger, P. L. & Luckmann, T. (2008). Gerçekliğin Sosyal İnşası-Bir Bilgi Sosyolojisi İncelemesi, Çev. V. S. Öğütle, Paradigma Yayıncılık, İstan­bul

Bonnafaus, M. (1928). İstanbul’da İntihar, Türk Antropoloji Mecmuası, (6), 19-28.

Bottomore, T. (2016). Frankfurt Okulu, Çev. A. Çiğdem, Vadi Yayınlan, Ankara.

Bourdieu, P. (2006). Sanatın Kuralları: Yazmsal Alanın Oluşumu ve Yapısı, Çev. N. K. Sevil, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

Deniz, A. Ç. & Kentel, E (2016). De Certeau: Operasyonlar, Strateji, Taktik ve Kent, Tarih Okulu Dergisi, (XXV), 747-761.

Doğan, İ. (2012). Sosyoloji, Pegem Akademi, Ankara.

Erdoğan, İ. & Alemdar, K. (2002). öteki Kuram, Erk Yayınevi, Ankara.

Giddens, A. (2009). Sociology, Sixth Edition, Polity Press, Uk/Cambridge.

Giddens, A. (2012). Sosyoloji, Çev. C. Güzel, Kırmızı Yayınları, İstanbul.

Giddens, A. (2014). Modernite Birey ve Kimlik, Çev. Ü. Tatlıcan, Say Ya­yınları, İstanbul.

Göle, N. (1998). Modern Mahrem (Medeniyet ve örtünme), Metis Yayın­ları, İstanbul.

Güngör, E. (1998). İslam’ın Bugünkü Meseleleri, ötüken Yayınları, İstanbul.

Güngör, S. (2001). Türkiye Cumhuriyeti’nin İlk Yıllarında Politikacı- Aydın İlişkisi, Nobel Yayınları, Ankara.

Işın, E. (1995). *19 YY. Modernleşme ve Gündelik Hayat”, Tanzimattan Cumhuriyet Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: II, İletişim Yayınları İstanbul.

Kellner, D. (2005). “Kültür Endüstrileri” Kitle İletişim Kuramları, Der. Erol Mutlu, Ütopya Yayınevi, Ankara.

Kırış, E. (2019). Fransız Sosyolojisinde Gündelik Hayat Çalışmaları, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, 5(9), 131-145.

Kızılçelik, S. (2004). Sosyal Bilimleri Yeniden Yapılandırmak, Anı Yayıncı­lık, Ankara.

Karpat, H. K. (2014). Osmanlı Modernleşmesi, Timaş Yayınları, İstanbul.

Kocakaya, A. H. (2009). Atatürk dönemi Güzellik Yarışmaları ve Keriman Halis (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsü.

Kongar, E. (2014J. Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitapevi, İstanbul.

Lefebvre, H. (1995). Yaşamla Söyleşi, Sosyalizm, Günlük Yaşam, Ütopya, Çev. E. Oğuz, Belge Yayınları, İstanbul.

Lefebvre, H. (2012). Gündelik Hayatın Eleştirisi, Çev. I. Ergüden, Sel Ya­yıncılık, İstanbul.

Mardin, Ş. (2012). Türk Modernleşmesi, İletişim Yayınları, İstanbul.

Marx, K. (2010). Yabancılaşma, Çev. B. Erdost, Sol Yayınları, Ankara.

Meriç, N. (2000). Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi, Kaknüs Yayınları, İstanbul.

Moran, J. (2004). History, Memory and the Everyday, Rethinking History, (8), 51- 68.

Ortaylı, İ. (2006). Osmanlı Barışı, Ufuk Kitap, İstanbul.

Palabıyık, A. (2011). Pierre Bourdieu Sosyolojisinde ‘Habitus’, ‘Sermaye’ve ‘Alan’ Üzerine, Liberal Düşünce Dergisi, (62), 1-21.

Poloma, M. M. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Çev. H. Erbaş, Palme Yayıncılık, Ankara.

Ritzer, G. & Stepnisky, J. (2012). Çağdaş Sosyoloji Kuramları ve Klasik Kökleri, De ki Basım Yayın, Ankara.

 

Slattery, M. (2010). Sosyolojide Temel Fikirler, Çev. Ü. Tatlıcan & G. De­miriz, Sentez Yayınları, İstanbul.

Smith, A. D. (2011). Toplumsal Değişme Anlayışı, Gündoğan Yayınları, İstanbul.

Stokes, M. (2003). “Gündelik Yaşamı Tanımak”, Kültür Fragmanları, Der. A. Saktanber & D. Kandiyoti, Çev. Z. Yelçe, Metis Yayınları, İstanbul.

Tekeli, 1. (1985). Moderniteye Aşılırken Siyaset, İmge Kitabevi, Ankara.

Turgut, M. (2010). Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, Ankara.

Vatandaş, C. (2012). “Kapsam ve Yöntem Açısmdan Türk Modernleşmesi* Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Ed. M. Zencirkıran, Dora Yayınlan, Bursa.

Willis, S. (1991). Gündelik Hayat Kılavuzu, Çev. A. Bora & A. Emre, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul.

Yeniçeri, Ö. (2008). Dünden Bugüne Türkiye’de Modernite ve Aydın Sorunu, 21. Yüzyıl Dergisi 4-2(Ocak-Şubat-Mart), 197-218.