Samiha Ayverdi – Ateş Ağacı ”Notlarım”

atec59f-ac49facc4b1 Samiha Ayverdi - Ateş Ağacı  ''Notlarım''

Ben seni aramak için, senden başlayan, sende nihayetlenen bir yola girdim; girdiğim yol, insan ayağı ile fetholacak bir ülke değil.. Onun için ben de başı ayağı bıraktım, senden ibaret bir vücutla yollara düştüm, seferdeyim. *

——————————————————-

Ben şimdi bu hayret baskını altında büsbütün masumlaşan, çocuklaşan şu kızı, hemen ilk defa alıcı gözü ile seyrediyordum: Ufak taptaze bir yüzün üstünde iki iri ceylan gözü ve bu beyaz yüzü keskin bir tezatla büsbütün ağartan simsiyah kaşlar .. ağız küçük ve güzel, fakat hemen hiçbir mana ile kudretlenmemiş. Esa sen çok güzel denebilen bu çehrenin tek kusuru, bir bebek şahsiyetsizliği. Maamafıh harikulade güzel olan gözlerinde öyle temiz ve duru bir ifade var ki, insana gayriihtiyari, bu bana yeter, dedirtiyor. Bilhassa aralarından kaçtığım kadın karikatürlerine bakınca, bu nefis bir sanat şaheseri.

——————————————————-

Niçin değişiyorum? Niçin iki kere iki dört, dediğim gibi sabit bir hayat felsefem yok? Eğer beni sahile bağlayan ipi koparsam deniz olacağım; fakat o kopmuyor işte. Şu, raf raf kitaplar bana o ipi koparmak ilmini daha öğretemedi.

——————————————————-

Aynada bir parmak izi dahi leke sayılır; o, bir nefesten bile buğulanarak cilasını kaybeder; gönlümüz ki aslında bir aynadan daha cilalı olması lazım gelirken, onu, benliğimiz, gururumuz, kibir ve ceberutumuz çamuriyle sıvayıp hassalarından, asli istidadından uzaklaştırıyoruz.

——————————————————-

Hiçbir zerrem yok ki seninle ölüp dirilmiş olmasın, hiçbir nefesim yok ki senden gelip sana gitmiş olmasın. Senden kaçmak için attığım her adımla, sana biraz daha yaklaştığımı hissediyorum. Bu, mesafe ve zamana meydan okuyan baş döndürücü sürat, beni nereye götürecek bilmem ki ..

——————————————————-

Büyükler meşhur olmaya yeltenmeden meşhur olanlardır.

——————————————————-

Bakıyorum da dünyada her mevcut, bir kelime .. Ağaç, dediğimiz zaman anladığımız mana başka, çiçek dediğimiz zaman anladığımız mana başka, masa, iskemle, soba, hasılı her kelimenin delalet ettiği ayrı bir mana var. İnsanlar ve bütün mevcudat da böyle .. Her insanın, her mevcudun kelimesine ayrı ayrı manalar yerleştirilmiş. Her varlık ve her insan bir çeşit manaya delalet eden kelimeler … Ve bütün bu kelimeler bir araya getirilince ölümsüz bir eser meydana çıkı yor. Fakat nasıl ki ümmi’ kimseler için, değil yüksek eserler, alfabe bile hiçbir şey söylemezse, mana lisanının cahilleri için de kainat kitabını okumak aynı derecede imkansızdır. Bizi bu fasih lisanı öğrenmekten, bu şaheserin acemisi olmaktan kurtarmayan yaman bir derdimiz, müzmin, bulaşık bir hastalığımız var.

——————————————————-

İnsan güzelliğe, asâlete, zenginliğe, şerefe, hatta bilgi ve hünere de mâlik olsa, mânâ ile dirilmedikçe bir heykelden ibârettir.

——————————————————-

Bana gelsen, birgün değil bir lahza gelsen senden bir daha ayrılamam. Onun için beni dinleme, çağırsam da gelme. Tekrar senden ayrılmaya ben değil, hiçbir can takat getiremez. Gelme, gelme istemiyorum, gelme.

Fakat hiç olmazsa bana yalnız şunu söyle, şunu öğret: Sensiz yaşamaya gücüm yetmediği zaman ne yapayım? Evvelce bir gönlüm vardı, benimle dertleşir, gamlarımı paylaşırdı; o da şimdi sana kaçtı. Bu yalnızlığıma acımıyor musun?

——————————————————-

Mademki seviyorum, daha ne isterim? Sevgi, sırasında ıztıraptır, elemdir, gözyaşı ve feryattır. Iztırap ve zevk, aynı zamanda çırpınan iki kanat gibi, aşk uçuşlarını dengeliyor. Ben bu iki kanadın ortasındaki kuş gibi tanımadığım fezalarda uçuyor, uçuyorum.

İnceleyin:  Acıyı Karşılamak

——————————————————-

Dudaklarımdan bütün varlığıma yayılan leziz çeşni, bana çok şeyler söyledi, çok şeyler öğretti. Gerçi evvelce de ilim sahibi idim, fakat şuna kani oldum ki, ilim, sade cehli törpüleyip eritiyor; fakat iç hayatını allak bullak eden şüpheyi silemiyor.

——————————————————-

Seni beklemek, seni istemek, öyle bir tahassür ki, ben bu hasreti, her bir damarıma takılmış bir diken gibi feryatlarla çekiyor; çekiyorum .. Fakat kopmuyor.

——————————————————-

Hayat, canbazın üstünde gezdiği ip gibidir, iman da bu ipin üstünde yürüyenin elindeki muvazene değneği gibidir. Emin ve tehlikesiz adım atmak isteyenler, mutlaka bu değneğe sahip olmalıdırlar.

——————————————————-

Bence aczini bilmek, acizden kurtulmanın tek yolu. İşte ben bu teselll ile siperli olarak dünyası madde sayılan arzın sırlarını fethetmeye savaşanlardanım.

——————————————————-

Biz insanlar, bu dünyaya kaybımızı bulmak için geldiğimizi unuttuk; vaktimizi ve kendimizi hayatın gelişi güzel ve iptidai kıymetleriyle israf ediyoruz.

——————————————————-

Bir kere de bana, hilkattaki tesadüflerden ve zulümlerden bahsetmiştin. Hilkatta tesadüf yoktur ki zulüm olsun! Gerçi hayatın iç yüzü esrar dolu. Fakat bu sırlar, alemşümul bir şuurun kaleminden çıkmış şifrelere benzer. Bizim bu şifrelerin delalet ettiği manaları bilmememiz onların manasız olduklarını ispat etmez ki ..

Evet dostum her hadise bir kelime, bir manadır. Bun ları bir araya getiren ve çözenlerdir ki kainat kitabını kekelemeden okurlar ve haberdar oldukları azametli mananın önünde zevkten sarhoşa dönerler.

——————————————————-

Geçenlerde de gene bu adamcağız meşhur bir müellife atıp tutuyor: Bu mu cemiyetin hayran olduğu akıl, bu mu herkesi arkasından sürükleyen büyük dimağ? diyordu ve bana gene: Okuma, okuma, boşuna vaktini geçirme! teranesini savuruyordu.

Gene vaktimin az olduğu birgündü. Kısaca dedim ki: -İzzet Efendi, yanlış fikir de, doğru fikir de bilinmelidir; hiçbir şey yoktur ki ondan faydalanılmasın. Bilmek, kabul etmek demek değildir. Aksine, uzun ve dolaşık yolu bilmem, kestirme yolu ihtiyar etmeme sebep olur.

——————————————————-

Uçurumun kenarındaki insan, bulunduğu yüksekliğe rağmen ne kadar tehlikeye maruzsa, bence bilgisi kendisini uyandırmamış ve mana ile bilişiklik kurmamış kimsenin yükselişi ve sözleri de, uçurum kenarındaki kimsenin korkulu yükselişitıden farksızdı. Ufak bir ihtiyatsızlık, küçük bir gaflet hayatına maloluverir ve bir anda en yukardan en aşağıya düşebilirdi. Kendileri tehlikede olan kimselerin, bizi tehlikeden koruyacak kudretleri olur mu idi?

——————————————————-

Sen, özenilerek yontulup şekillenmiş bir kadehsin; fakat boş, bomboş bir kadeh .. Ben, yanan ve kuruyan dudaklarımı bu boş kadehle avutacak adam değilim.

Sen hilkat şaheserlerinin en sanatkarane düzülmüş bir örneğisin; fakat ben bir heykelin yalnız gözlerimin ihtiyacını doyuran sanat kıymetiyle kanacak adam değilim.

——————————————————-

Kadri ye o kadınlardandır ki, mevsimin ilk serin rüzgariyle yaprakları kavrulan, kuruyan nebatlara benzerler. Ben ise tabiatın hoş, nahoş bütün cilvelerine karşı koyan, her mevsimde hayat dolu bir ağacın gölgesinde yaşamak istiyorum; ki her el uzatışımda, bana yeşil ve taze bir dal versin ..

——————————————————-

Bütün basit esasları dallandırıp budaklandıran da bahanelerden başka nedir? Niçin onlari görüyor da, hareket ettiren ve tasarruf eyleyen manayı görmüyoruz? Görmüyoruz, zira bahanelerin kalın ve kesif örtüsü, mananın ince ve renksiz varlığına perde oluyor. Hatta bir denizin üstünde dalgaları ve köpüğü hasıl eden rüzgarı bile görmüyoruz. İşte ezeli buyruk da, varlık denizini çalkalamakla ve köpürtmektedir. Fakat onu gören yok. Mehmet yere düştü, derken kaba hatli olarak ayağına ilişen taşı görüyoruz. Ahmet öldü derken, gözümüzü gene bahaneye, Ahmet’in ölümüne sebep olan hastalığa dikiyoruz. Halbuki Mehmet’in düsüceği de, Ahmet’in öleceği de, bizim bilemediğimiz sebeplerden dolayı hüküm giyerek olmuş vak’alardır.

İnceleyin:  Samiha Ayverdi - Dile Gelen Taş -Notlarım

Şu var ki, bu hükümleri verdiren sebepleri de daha evvelden gönül yolu ile duyan kimseler de var. Bu nasıl mı olur? Bir barometre, insan eliyle dü zülmüş cansız bir aletken, havanın gelecekteki değişikliğini evvelinden haber veriyor. Bir beygir, bir kuş, hayvanken, olacak zelzeleyi evvelinden hissediyor da, bir insanın henüz açığa çıkmamış kararları vuküundan evvel sezmesi neden yadırganıyor? O, hilkatin harikulade nüktesidir. O hulasasında en geniş tafsilat, tafsilatında en büyük ihtisar olan sırlı mevcut..

——————————————————-

Biz insanlar, yorgunluksuz olduğu için daima inişleri, sukutları, yükselişlerin, çıkışların zahmetlerine tercih ederiz. Halbuki içimizi yoran hadiselerin bizi ne mertebe yükselttiğini asla hesaba katmayız da, başaşağı yuvarlayan alkış ve sitayiş uçurumuna kendimizi atarız.

Ben dünyaya, kaybolan topunu aramaya gelmiş bir insanım; bu yolculukta, yokuşlara, hendeklere, uçurumlara, deniz ve dağlara tesadüf etmem tabii de ğil midir?

——————————————————-

Güya ki ruhlar vücut elbisesi giymeden evvel, her birinin eline cilalı, gönül alıcı birer top verilmiş. Sonra bu topları veren, onları birden bire ellerinden kaparak fırlatıp atmış ve: Haydi arayın bulun! demiş. Her ruh, bir görüp bir kaybettiği o güzel şeyin telaşiyle yola düşünce, kendini dünyada bulmuş. Fakat dünyada topu unutturacak neler neler var…

——————————————————-

Eflatun da diyor ki: “Seyrettiğimiz hayat, hareket ve değişiklik çokluğu, aynı zamanda birliğin intizamıdır. Hayat ve birlik, eğer hareket ve ahengin esası olan ruhtan gelmezse, başka nereden gelebilir? Öyle ise eserden, eser sahibine yükseliniz ve sevginiz cismin güzelliğine takılı olacağına, ruhun güzelliğine bağlansın.

——————————————————-

Neden mi, dedim? Fakat hayatta olan şeylere “neden” diyen kimse acemidir. Vazgeçtim, olacak. Bunların hepsi, belki beterleri de olacak … Zehir bile sırasın da ve dozunu aşırmadan kullanılınca şifa getiriyor. Biz ise, zehir mahiyetinde olan hadiseleri iyi kullanmayı bilmediğimiz için “neden” diyor ve faydalanacağımız yerde zehirleniyoruz.

——————————————————-

Hayat bambaşka bir şey … o, bizim bildiğimiz gibi, doğmak, büyümek ve ölmekten ibaret değildi.

İşte ben, bu doğumla ölüm arasındaki kısacık ömrü, basit ve değersiz kıymetlere bağışlayan insanlardan kaçtım. Evet şimdi, dalgalarla mücadele edip, edip de sahile düşen yorgun bir kazazedeyim. Dinleneceğim; dinlenmek istiyorum.

——————————————————-

Biz insanlar, her şeyi bildiğimizi zan ve iddia ettiğimiz için hiçbir şey bilemiyorduk. Amcamın mensup olduğu aydınlar sınıfı: İki doktorası olan adamın başka bilgilere ne ihtiyacı olur? diyordu. Ben ise: Hayır, asıl icazet, sen bu kağıtla istediğin mevkle çıkabilirsin … diye verilen diploma değil, sen bu arınmış gönülle ulu kişilerden oldun … diye ruha verilen manevi fetvadır diyordum.

——————————————————-

İçgüdülerin ve menfaatlerin esareti, bence en zalim, en kopmaz bir kementti. İnsan için her zorluğu yenmek, her bağı koparmak belki mümkün, fakat hayvanla müşterek olduğu duyguların boyunduruğundan çıkmak müşkül, pek müşküldü.

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir