Din, felsefe ve ilim arasındaki mücadele Batılı insanların ruhunu derinden sarstı, Hayatta nasıl davranılması icap ettiğini gösteren, münakaşa kabul etmez, kat’i bir kaide yoktu. Ahlâki prensipler gevşemişti. San’at ve şiir güzelliği fazilete tercih edildi. İnsan iradesi artık bu âlemden ötesine doğru yönelmiyordu Bu dünyanın servetlerini ele geçirmekle ıktifa ediyordu. Machiavel’in cüretkârca ilân ettiği gibi, hayatın gayesi Tanrıya ulaşmak değil, her şeyden istifade etmekti. O zaman iktisadi kuvvetler, iktidarın en üst basamagına ulaşmak üzere yükselmeğe başladı.
————————————————
Modern insan için Kendi keyfinden başka bir davranış kaidesi yoktur. Herkes yengeç gibi hodbinlik kabuğuna çekilerek komşusunu mahvetmeğe, çalışıyor. En esaslı içtimai bağlar bile çok degişti. Her yerde bir ayrılık göze çarpmaktadır. Evlilik kadınla ve erkek arasında daimi bir bağ olmaktan çıktı. Modern hayatın hem maddi hem mânevi şartları, aile hayatının bozulması için müsait bir iklim yaratmıştır. Bugün çocuk, imkânları tahdit eden bir şey, hattâ bazen bir belâ olarak telâkki edilmektedir. İşte vaktile Batı insanlarının hâkimene bir görüş ve büyük cesaretle ferdi ve içtimai davranışlarına tatbik ettikleri «kaidelerden ayrılma» hareketi böyle bitmiştir.
————————————————
İnsan emeği satın alınabilecek herhangi bir mal değildir. Makinayı idare eden, düşünce ve his sahibi bir varlığı kendi şahsiyetinden ayrı olarak düşünmek, onu bir sanayi müessesesinde alelâde bir «emekçi» seviyesi ne indirmek, hatadır. Zira «homo economicus.» zihnimizin uydurduğu bir şeydir. Müşahhas âlemde böyle bir varlık mevcut değildir.
————————————————
Umumiyetle zekâ seviyesinin alçalmasına ve aklı selimin azalmasına sebep olan şeylerin: alkol, şarap, her nevi ifrat ve bunların neticesinde de tamamen disiplinsiz bir yaşama tarzı olduğu görülüyor. Bir topluluğun alkole düşkünlüğü ile mânen alçalması arasında mutlak bir münasebet vardır. (İlimle meşgul olan milletler arasında en çok şarap içen Fransa’dır. En az Nobel mükâfatı alan da odur.) Tabit Fransadaki bu zihni buhrana sinema, radyo ve mektep programlarının o mânasız karışıklığı da tesir etmektedir. Maamafih vaktile dünyanın en zeki milleti olarak tanınan bu milletin alçalmasının en mühim sebeplerinden birinin içkiye düşkünlüğü olduğu da şüphe götürmez bir şeydir.
————————————————
Menfaat temin etme yarışı, iştihaların tatmini ve eğlence hayatı zekâya olduğu gibi hislere de derinden tesir etmiştir. Ahlâki duygunun yok olması, yalan, alçaklık ve itidalsizlik ayni zamanda hem hissi, hem zihni hem de organik faaliyetlerde bir teşevvüş meydana getirmektedir.
————————————————
Batı milletlerinin başına gelen olağanüstü felâketlerin -sebebini tâyin ederken, nesillerinin bozulmasından daha iyi bir izah tarzı bulunabilir mi? … İnsan ancak düştüğünü idrak ederse kalkınmak zaruretini duyar. Şunu kabul etmek lâzım ki, kendimizi idare etmesini bilmiyoruz.
————————————————
Hür insan uçsuz bucaksız göklerde uçan bir kartala benzetilemez. Daha ziyade evden kaçarak gürültü ile geçip giden otomobillerin arasında oradan oraya dolaşan serseri bir kö peğe benzer. Tabii bu bahsettiğimiz köpek gibi, keyfinin istediği yere gidebilir. Buna rağmen yolunu kaybetmiş bir zavallıdır, zira ne gideceği yeri, ne de etrafını çeviren tehlike lerden nasıl korunacağını bilir.
Halbuki bizim her şeyden evvel, herkesin yer alabileceği, maddiyat ile maneviyatın ayrılmadığı ve içinde nasıl hareket edeceğimizi kestirebileceğimiz, akla uygun bir dünyaya ihtiyacımız var. Zira artık hayat yolunda pusulasız ve kılavuzsuz yürümenin tehlikeli olduğunu anlamağa başlıyoruz.
Gariptir ki, bu tehlikeyi idrâk etmemiz bizi hayatımızı rasyonel bir şekilde tanzim etmenin çarelerini aramağa sevketmedi. Doğrusunu söylemek lâzım gelirse, şu anda bile, tehlikenin ne kadar büyük olduğunu idrâk edenlerin sayısı pek azdır. Hemen hemen hiç kimse «bırakınız yapsın» politikasının, fertlerin hayatında, milletlerin hayatında olduğu kadar feci neticeler doğurduğunu anlamıyor.
————————————————
İnsanlar modern medeniyetin kendileri. ne temin ettiği imtiyazların hiçbirinden vazgeçmek is’temezler. Bir derenin suyu nasıl kayıtsız bir şekilde kendini göle, çölün kumlarına yahut bataklıklara atıp kayboluyorsa, hayat da ayni şekilde arzularımızın teşkil ettikleri meyil üzerinden, bayağılığın, alçaklığın bütün çeşitlerine doğru kayıyor. Böylece, bugün, hayatımız kendiliğinden menfaate, iştihaların tatminine ve eğlenceye doğru yöneliyor.
Menfaat fikri, liberalizmin yarattığı hava içinde bütün vicdanımizı istilâ etmiştir. Zenginlik en büyük saadet olarak görünüyor. Hayatta muvaffakiyet parayla ölçülmektedir. Para temin etme arzusu, bankadan, sanayi ve ticaret âleminden insanların bütün diğer faaliyetlerine kadar sirayet etmiştir.
————————————————
Bugün müşahede edilen ahlâk bozukluğunu kismen alkollü içkilere düşkünlük doğurmuştur. Medeni insanlar ayni zamanda cinsi insiyaklarına da uymaktadırlar, ki bu insiyakların ters ve marazi şekilleri hem gençler, hem yaşlılar için son derece zararlıdır. Fakat daha hoş ve ayni zamanda görünüşte alkole düşkünlük yahut ters cinsi zevkler kadar tehlikeli olmıyan bazı ihtiraslar da vardır ki, bunların tatmini daha kolaydır. Meselâ fesatlıktan, yalandan hoşlanma, başkalarını aldatma arzusu, gevezelikten, fazla söz söyliyerek başkalarını kandırmaktan, başkalarını mânen iğnelemekten zevk alma gibi. Birçok insanların içinde bulunmaktan zevk duydukları bu ruhi bozukluk, hemen hemen, alkol kadar tehlikelidir.
————————————————
Gençliği mânevi ve organik kıymetlerin rol oynamadığı bir takım imtihanlara göre tasnif etmek bir hatadır. Düşünce kabiliyetine gaye olarak yine düşünceyi almak bir nevi zihni bozukluktur. Zekânın faaliyeti tıpkı cinsi faaliyet gibi tamamen tabii bir şekilde cereyan etmelidir. Bu faaliyet, yalnız kendi kendini tatmin etmeğe değil, diğer ruhi ve organik faaliyetlerle beraber insanın bütün ihtiyaçlarını tatmine matuf olmalıdır.
————————————————
Hayat disiplinsiz ve gayesiz olduğu zaman, tabiatile eğlence denen bataklığa dökülür. İştihalarını şiddetli bir şekilde tatmin etmekte belki kendine göre bir azamet vardır. Fakat eğlence içinde geçmiş bir hayat kadar mânasız bir şey yoktur. Hayat, dansetmekten, delice otomobil sürmekten, sinemaya gitmekten yahut radyo dinlemekten ibaretse, yaşamak neye yarar?
————————————————
İnsan hayatının da bir takım kaidelere tâbi olması gerektigini düşünmeliydik. Kâinattaki nizame boyun eğmek zorunda olmadığımızı ve keyfimize göre yaşamakta serbest olduğumuzu zannettik. Otomobil yollarında olduğu gibi, hayat yolunda da bir nevi «Seyrüsefer nizamnamesine» uymak mecburiyetinde olduğumuzu kabul etmek istemiyorduk, Yemek yemek, uyumak, cinsi arzuları tatmin etmek, bir otomobil, bir radyo sahibi olmak, sinemaya, danslı toplantıya gitmek, para kazanmak… İşte insanın hakiki gayeleri bunlar görünüyordu. Herkes sigara dumanları arasında, tembelliğin ve alkolün yarattığı gevşeklik içinde, hayattan istediği şekilde zevk alıyordu.
————————————————
İnsanların çoğu kendi kendilerini, başkalarını yahut her hangi bir şeyi, derinliklerine nüfuz ederek anlamak kabiliyetinden mahrumdurlar. Bu insanlar gördükleri terbiyenin ve yaşadıkları hayat icabı edindikleri alışkanlıkların kurbanıdırlar. Umumiyetle kültürleri orta okul yahut lisenin verdiği kültürden ibaret kalır. Fabrikaların, yazıhanelerin ve kahvelerin o sun’i havası içinde müşahhas realiteyi tetkik etmek imkânını bulamazlar. Ayak basılmamış tertemiz karın, derin sessizlik içinde bulunan dağların, sevinçlerinden yerlerinde duramıyan ve uçuşup duran kuşların, öğle sıcağında hareketsiz duran buğday tarlalarının güzel liğini ve ıssız bir çiftlikte hastalığın uyandırdığı dehşeti bilmezler.
————————————————
İnsanların hürriyeti ancak, hayat kanunlarından hiç birine tecavuz etmediği alanda’ tehlikesizce faaliyette bulunabilir. Atalarımız, tehlikeli bölgelere dair an’anevi bir bilgiye, bir nevi sezişe sahiptiler. Biz bu bilgiye ehemmiyet vermedik. Bunun içindir ki, mübah olanın nerede bittiğini, yasakların nerede başladiğını bilmiyoruz.
————————————————
Hürriyet tıpkı dinamit gibi tesirli fakat tehlikeli bir vasıtadır. Onu kullanmasını öğrenmek lâzımdır.
————————————————
Fedakârlık etmeden kâinatta mevcut nizama uymak imkânsızdır. Feragat bir hayat kanunudur. Bir çocuk dünyaya getirmek bir kadın için, birçok fedakârlıklara Katlanmak demektir. Atlet, artist yahut âlim olmak için seri bir disipline katlanmak lâzımdır. Sıhhat, kuvvet, uzun ömür ancak bir takım iştihalara karşı koymakla elde edilir. Feragatsiz ulviyet, güzellik ve kudsiyet olamaz.
————————————————
Jean Jacgues Rousseau: «Halikin elinden çıkan herşey iyidir, insan elinin değdiği herşey soysuzlaşır» diye yazmıştır.
————————————————
Adam Smith menfaat peşinde koşmayı, göklere çıkarmış, onu tabiatın en esaslı kanunları kadar asil bir şey olarak göstermiştir. On sekizinci asır ekonomi âlimleri tecrübesizlikleri yüzünden, insanların arasındaki münasebetlerin sırrını, bilgilerin cisimler arasındaki münasebetlerin sırrını keşfettikleri gibi, kolaylıkla bulacaklarını sanmışlardır. Meselâ: Newton madde ile ilgili ilimler için ne yaptı ise, Jeremy Bentham da ayni şeyi, beşeri ilimler alanında yapabileceğini zannetti. Marksistler doktrinlerinin kurulmasında ilmi metodları kullandıklarını iddia ederek, bu hususta ütilitaristleri de geride bıraktılar.
Ne Marx ne Engels ne de Lenin ilmi araştırmalarda bulunmuşlardır, Ameli mefhumların varlığından haberleri yoktu. Farkında olmadan aklın iki kategorisini birbirlerile karıştırdılar. Hayatın felsefi bir tefsirini insanı inceliyen ilimden ayıramadılar. Bunun içindir ki, marksizm, tıpkı liberalizra gibi ön plâna ekonomiyi aldı. Bu gibi hatalar, hayat kanunları arasında hakikaten temel kanun olanlarını ararken ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini gösteriyor.
————————————————
Gariptir ki, medeni insanlar yaşamayı imkânsız bir hale getiren kaideler ortaya atmışlardır. Meselâ: Kalabalık halk kitlelerinin sanayi şehirlerinde toplanması, hayatın tabii şartlarının ortadan kalkması, alkol düşkünlüğü, her türlü ahlâk kaidelerinden sıyrılma gibi… Fakat bu hatalar her şeyden evvel hayatın icaplarının tanınmamasından ileri gelmektedir. Zira Batılı insanlarda bir yaşama ihtirası vardır. Bu ihtirasın şiddeti insanın kendini ölümden korumak hususunda gösterdiği gayretle ölçülmektedir. Fakat zekâ, insana hayatını korumak hususunda iradesinden hangi sahada istifade edebileceğini, ancak kısmen göstermektedir.
————————————————
Aşk, tabiatın. neslin idamesi ve ferdin yükselmesi için kullandığı vasıtaların en zarifi, en muhteşemidir.
————————————————
Kadın ve erkek birbirlerinden farklıdırlar amma birbirlerini tamamlarlar. Onları birbirlerinden ayıran şey, yalnız tenasül âletleri değildir. Hücreleri, ruhi halleri, hattâ kanları bile cinsiyetlerinin anatomik ve kimyevi hususiyetlerini taşır. Nesli idame kanunu âdeta insan dokularında yazılıdır.
————————————————
Bir öğrenci bilgi edinmek arzusunu duymazsa en mahir öğretmen bile ona birşey öğretemez. İnsan bir ahlâk nazariyesini okumakla faziletli olmaz. Hiç kimse bizim yerimize geçip de ruhumuzu geliştiremez.
————————————————
Medeni insanlar garip bir şekilde doğru yoldan ayrılârak ruhlarının gelişmesi ile hiç ilgilenmezler. Daha evvel de söylediğimiz gibi halkın çoğu, psikolojik olarak on iki yahut on üç yaşından yukarı çıkmaz. Bu feci zekâ durgunlugunun sebepleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. Ruhen çocuk kalmış insanlar, ekseriya alkol müptelâlarının, frengililerin, zihnen geri kalmış insanların yahut ahlâken sukut etmiş olanların ahfadındandır. Fakat zekânın bu durgunluğu gıda mahrumiyetinden, vücuda bir takım toksik maddelerin girmesinden kötü fizyolojik itiyatlardan ve bazı virüslerin musallat olmasından da ileri gelebilir. Zekâları daha uzun bir müddet gelişen insanlardan birçoğu da zihni olgunluğa erişemezler. Halbuki makinelerin mükemmelleşmesi sayesinde kazandıkları zamanı maddi ve mânevi gelişmelerini temin edecek şeylere sarfedilebilirdi.
Tarihin bütün devirlerinde en çok tekâmül etmiş insanlar mânevi gelişmeleri için iradelerini kullanmışlardır. Maalesef modern cemiyette bu gayret iyi yola yönelmemiştir: zekâyı histen ayırmıştır. Bu gayret bazen insanın içinde bilgi edinmek arzusunu, müşahede, kavrama,hatırlama, hüküm verme istintaç ve istidlâl etme, bir takım mantıki ibdalarda bulunma, tahayyül etme, keşfetme kabiliyetini uyandırmakta, fakat ruhun cesaret, cür’et, hakikat sevgisi, sadakat, feragat, kahramanlık ve aşk gibi zihni olmayan faaliyetlerine tesir etmemektedir. Maeter – «Sevmeden seyretmek karanlıklara bakmaktan farksızdır”. diye yazmıştır.
————————————————
Cemiyet bir ceza müessesesi değildir, fakat fertlerini korumak vazifesidir. Binaenaleyh diğer insanların hayatı ve maddi yahut mânevi terakkileri içir ‘bir tehlike teşkil edenleri, zarar vermeyecek bir hale getirmesi lâzımdır.
Kanuni mevzuatta bir inkilâp yapılmalıdır. Halkta iyi bir tesir meydana getirecek refleksleri inkişaf ettirmek kolaydır. Meselâ bir sarhoş otomobille birisini çiğnediği zaman, idam cezası görürse, ayyaşlık derhal herkesin gözünde tehlikeli ve kaçınılması icap eden bir şey olur. Herkesin ahlâki bakımdan istediği şekilde hareket etmekte serbest olduğuna yalnız hırsızların, kalpazanların ve katillerin devlet tarafından cezalandırılmaları gerektiğine inanmak liberalizmin bir hatasıdır. Hakikatte ferdin iradi yahut gayri iradi olarak işlediği günahlar yalnız kendisine değil aynı zamanda komşularına da zarar verir. Cemiyet fertlerini tifo ve kolera basiline karşı nasıl koruyorsa aynı şekilde onları iftiracılara, insanların ahlâkını bozan kimselere, alkol düşkünlerine ve akli muvazenesi bozuk olanlara karşı da korunması lâzım gelmez mi?
————————————————
(…)Meselâ bir milletin gerilemesinde, alkol düşkünlüğünün, egoizmin ve çekememezliğin oynadığı rolü ancak şimdi anlıyoruz. Komşusuna iftira etmek, tanıdıklar arasında düşmanlık yaratmak, dostlara ihanet etmek, bu suçu işliyenin kendisinden ziyade millete zarar verir. Gurur, Kıskançlık ve itidalsizlik göstermek gibi eski günahların yanında birçok yeni ve gayet ağır günahlar türemiştir. Bir taraftan tabii kanunların daha iyi öğrenilmesi bize eskiden hiç ehemmiyeti yokmuş gibi görünen suçların hakiki mânasını daha iyi kavramamızı mümkün kıldı. Diğer taraftan modern teknoloji, bize gerek organik gerek zihni hayatımıza tecavüzü mümkün kılan ve şimdiye kadar bilinmiyen yepyeni vasıtalar temin etmiştir. Meselâ, yeni gıdalanma ilmi bize, fena tertip edilmiş gıdanın çocuğun vücudünde ve ruhunda tamir edilmesi imkânsız bozukluklara sebep olabileceğini öğretiyor.
————————————————
İlmin ve teknolojinin yarattığı muhitte, yani bu sert makine âleminde bile, fazilet mefhumu, modern insanların bilmemezliğe gelmelerine rağmen, mekanik ve kimya mefhumları kadar lüzumludur. Fazilet müşahedenin çok eski bir donesidir. Gerçi modern sosyetede de fazilete rastlanmaktadır, fakat maddiyatçılığın sancağı altında yaşıyan topluluklarda ona pek az yer verilir. Ekonomiyi her şeyin üstünde sayan bir topluluk faziletli olamaz, zira fazilet esas itibarile hayatın kanunlarına itaat etmektir ve insan kendisini yalnız ekonomik faaliyete hasrettiği zaman hayat kanunlarına tamamen itaat etmiş olmaz. Fazilet bir ütopi olmaktan uzaktır, bilâkis realiteye nüfuz etmemize imkân verir. Bütün bedeni ve ruhi faaliyetlerimizi vücudümüzün ve ruhumuzun özüne, yapısına uygun bir şekilde idare eder. Faziletli bir insan gayet iyi işliyen bir motora benzer. Modern cemiyetin karışıklıkları ve kudretsizliği fazilet noksanlığından ileri gelmektedir. Faziletler beşeri faaliyetler kadar çok tur.
————————————————
Kötü huylar, bilindiği gibi, ferdi hayatın akışına mâni olur ve onu çürütür. Diğer taraftan ailede ve cemiyette bütün fertler arasında bir birlik vardır. Bir kimsenin kötü huylara kapılarak ahlâken düşmesi, mensup olduğu bütün zümreye zarar verir. Buna mukabil ferdi hayatın fazilet sayesinde daha yüksek bir seviyeye ulaşması bütün topluluğa faydalıdır. Kötülüğü hoş görmek tehlikeye meydan veren bir hatadır. Herkes keyfinin istediği gibi hareket etmekte serbest değildir. İtidalsiz ve tembel olan, iftira eden yahut herhangi bir başka kötü huyu görülen insan halka zarar veren bir kimse olarak telâkki edilmelidir.
Faziletli olan insan bulunduğu toplulukta kendisinin sahip olduğu meziyeti, daha doğrusu kendisinde tezahür eden hayati kıymeti etrafındakilerle paylaşır. En bozuk cemiyetlerde bile faziletin kıymetini az çok takdir ederler. Halk kahramanlara ve şehitlere insiyaki olarak hürmet gösterir.
————————————————
Hayatın korunması prensibinin bizden istediği nedir?
Herşeyden evvel hayata hürmet etmemiz lâzımdır. İnsanın başka insanları yahut kendisini yok etmesi katiyen menedilmiştir. Daha Evamiri Aşeere’de «Öldürmiyeceksin» deniliyordu. Öldürmenin birçok çeşitleri vardır. Medeniyet bize, vahşi atalarımızın ve bugün şehirlerimizi dolduran gangsterlerin kullandıkları cinayet usullerinden çok daha ince bir cinayet tekniği temin etmiştir. Yaşamak için zaruri olan gıda maddelerinin fiatını arttıran fırsat düşkunü, mütevazi kimselerin biriktirdikleri parayı ellerinden alan maliyeci, işçilerini zehirli maddelerin tesirlerine karşı korumayan fabrika tör, çocuğunu aldıran kadın ve kürtaj yapan doktor birer canidir. İçki istihlâkini arttırmak için politikacılarla anlaşan likör fabrikatörü ile bağ sahibi, morfin, kokain yahut esrar satan kimse, arkadaşını içkiye alıştıran adam, işçilerini ruha ve vücuda son.derece zararlı şartlar altında çalışmağa bu şartlar altında yaşamaga yorlayan patron da bu kategoriye girerler.
Yalnız hayatı mahvetmek değil aynı zamanda onur akışını sekteye uğratmak, ıstıraplı bir hale getirmek ve seviyesini düşürmek de yasaktır. Hodbinlikleri, cehaletleri yahut tembellikleri yüzünden çocuklarının mânevi ve fizyolojik terbiyesini ihmal eden ana babalar, eşlerini sık sık hâmile bırakarak yıpratan Kocalar, huysuzlukları, pislikleri yahut intizamsızlıkları yüzünden günlük hayatı kocalarına zehir eden kadınlar, gençlere kupkuru ve ağır ders programları yükleyen pedagoglar, nankörlukleri ve merhametsizlik deri ile anne ve babalarına işkence eden çocuklar, her gün bu kaideye karşı gelirler. Bütün bu hareketler nüve halinde olan cinayetlerden başka birşey değildirler. İnsanların hayatına kastetmenin daha birçok çeşitleri vardır. Durmadan alay etmek, dedikodu yapmak, sinsice iftira etmek gibi hareketlerle; kin, ihanet ve hakaret, bunlara hedef olan kimseleri derinden yaralar, huzurunu bozar ve çok defa nazarlarında hayatın kiymetini düşünür.
Modern cemiyet bu hareketlerin ne kadar ağır olduğu nu idrak etmemektedir. Halbuki bunlar bir kardeşi arkadan vurmak kadar nefret edilecek şeylerdir.
————————————————
Kadın için anne olmayı kabul etmemek kadar ağır bir suç yoktur. Modern sosyetenin en büyük hatası, genç kızlara erkek çocuklarınki gibi bir zihni, ahlâki ve bedeni terbiye vererek onları kendilerine has fonksiyondan uzaklaştırması ve bu suretle kendilerine tabiat tarafından(!) verilmiş olan role aykırı bir takım alışkanlıklar edinmelerine sebep olmasıdır.
————————————————
İnsan olarak vazifesini yapmış yani bütün hayat kanunlarına itaat etmiş; bilhassa ruhun yükselmesi kanununa göre hareket etmiş olan Kimseler, mükâfat olarak asabi mukavemet ve akli muvazene sahibi olurlar; hattâ bazılarının içinde bir ruh süküneti, hayatın yalnız müstesna Kimselere bahşettiği bir huzur vardır. Bunlar aynı zamanda Tanrının inayetine mazhar olurlar, Felaket asla bu huzuru bozamaz; bu ruh süküneti, her şeye rağmen hayatın sessiz emirlerine sadık kalmış insanlara kaçınılması imkânsız ıstırabın şiddet anlarında ve ölüm döşeğinde hoş bir destek olur.
————————————————
Çocuklar âzami derecede gelişebilmek için istikrarlı ve intizamlı bir aile hayatına muhtaçtırlar. Bu istikrar ve intizam ise ancak bazı kaidelere uymakla elde edilebilir. Her şeyden evvel hayat arkadaşını dikkatle seçmek, sonra evlilik hayatını imkânsız bir hale getiren egoizmden kurtulmak, nihayet çocukların doğması ve yetişmesi için müsait maddi şartlar hazırlamak lâzımdır. Modern cemiyette, kadının hariçte çalışması, mesken darlığı, yahut teminat altına alınmıyan iş ve ana – babaların cehaleti, bu şartların meydana gelmesini güçleştirmektedir. Bunun içindir ki, Devlet, sağlam çocuklar dünyaya getirebilecek çiftlere cömertçe yardım etmelidir. Bundan başka müstakbel anne ve baba ne kadar cahil olduklarını anlamalı ve gayet güç olan terbiyeyi öğrenmelidirler. Zira ailenin gözden düşmesinin bir sebebi de terbiye usullerine riayet edilmemesidir.
————————————————
Modern çocuklar aile için hakikaten taşınması çok ağır bir yük teşkil etmektedirler. Merhametsizlikleri, kabalıkları, anne ve babalarına karşı nankörlükleri hakikatte anne ve babalarının egoizmlerinin, cehaletlerinin ve zaaflarının neticesidir.
————————————————
Fertleri birbirine düşman eden ve hepimizi mahva sürükliyen, cemiyette zararlı antisosyal alışkanlıkları kökünden yok etmek kadar güç birşey yoktur. Binaenaleyh, çocuklara en küçük yaşlarından itibaren, nezaketi, sabrı, cömertliği, doğru sözlülüğü, verilen sözde sadakati, hakaretleri affetme itiyadını ve Kardeş sevgisini aşılıyarak kötü alışkanlıkların gelişmesine mâni olmak lâzımdır. Ancak bu suretledir ki beşeriyet tekâmül esnasında kazandığı meziyetleri geliştirebilecektir. Ancak bu suretledir ki, beşeriyet binlerce yıl zarfında, kendisini o meşhul mukadderatına doğru götüren yolda yürümeğe devam edebilecektir:
————————————————
İnsanın ruhunu geliştirmesi, hayatı koruma ve nevi idame etme kadar kat’i bir mecburiyettir. Buna rağmen biz bu mecburiyete hiç ehemmiyet vermiyoruz. Okullarla üniversiteler yalnız zekâyı inkişaf ettirmekle iktifa etmektedirler; halbuki zekânın terbiyesi ruhun terbiyesine muadil değildir. Zira ruh bütün bakımlardan zekânın hudutlarını aşar. Ruhun gayri mantıki faaliyetleri mantıki faaliyetlerinden çok daha geniştir; bu faaliyetler. şahsiyetin asıl özünü teşkil etmektedirler.
————————————————
Ralph Waldo Emerson, «Hiçbir insan yoktur ki, dua ederken’bir şeyler öğrenmesin,» diyordu. Dua, beklediğimiz şekilde olmasa bile daima insana tesir eder. Bunun içindir ki, çocukları daha küçük yaşta iken günün muayyen bir ânında, kısa bir müddet sessizlik içinde kalmağa, kendilerini dinlemeğe ve bilhassa dua etmeğe alıştırmalıdır.
————————————————
Demek ki, beşeri varlığın içinde bulunduğu şartların imkânı nispetinde yükselmek isteyenler, her şeyden evvel entellektüel gururdan sıyrılmalı, sarih düşüncenin her şeyi kavramağa muktedir olduğu hayalinden kurtulmalı, mantığın mutlak hâkimiyetine olan inancı bırakmalı ve nihayet içlerinde güzellik duygusu ile kutsiyet duygusunun gelişmesine çalışmalıdırlar.
————————————————
Ruh, ancak tasavvuf kanatları ile yükselebileceği en son noktaya ulaşabilir. İşte o zamandır ki, dinin oynadığı rolün ehemmiyeti belli olur, zira zaman ve mekânın dört buudunun haricine, yani aklın hudutları dışına çıkıp entellektüel stratosfere doğru yükselmek tehlikeli bir şeydir
————————————————
Davranış kaidelerinin tatbik edilmesine mâni teşkil eden şeyler yalnız zekâda değil aynı zamanda mizaçta da mevcuttur. İnsanların çoğu hayatın sert kaidelerine boyun eğmek için elzem olan manevi kuvveti haiz değildirler. Bu insanlara kendilerine hâkim olmaları öğretilmemiştir. En küçük yaşlarımdan beri bütün heveslerine itaat etmişlerdir. Ailede ve okulda disiplinsizliğe, vurdum duymazlığa, dağınıklığa alışmışlardır. Asla iradelerini şiddetle arzu edilen bir gayeye tevcih edip güçlükleri yenerek, uzun müddet sabretmemişlerdir. Velhasıl genç, ihtiyar, kadın, erkek, zengin, fakir hepsi havası boşaltılmış birer lâstiğe yahut delik bir balona benzerler. Nefse hâkimiyetin mânasını bile bilmezler; halbuki dür yada nefse hâkim olmadan hiçbir büyük iş başarılamamıştır.
Dini ahlâk, atalarımızdaki disiplin alışkanlığını asırlarca beslemiştir. Bugün bile dini ahlâk, Kaidelerine tam mânasile itaat edenlere nefislerine hâkim olmak imkânını ve yaşamak için elzem olan kuvveti veriyor.
————————————————
Çağdaşlarımızın nazarında doğruyu söylemek, verilen söze sadık kalmak, dürüst bir şekilde çalışmak, başkalarına ihanet etmemek gülünçtür. Terbiyeciler ve öğretmenler şeref ve ahlâk duygusunun imtihanlarda ve müsabakalarda muvaffak olmaktan çok daha önemli olduğunu idrak etmiyorlar. Öğrenciler de aynı anlayışsızlığı göstermektedirler. İyilik ve kötülüğün mevcudiyetine inanan her insana «Saf» nazarı ile bakılmaktadır.
————————————————
İnsanı harekete sevkeden şey akıl.değil,imandır.
————————————————
Bir ev yandığı zaman herkes işini bırakıp yangını söndürmeğe çalışır. Aynı şekilde, büyük sosyal sarsıntılar oldugu vakit, bütün işleri bırakıp harekete geçmeliyiz. Yakınlarımızı ve kendimizi nasıl kurtarabiliriz?
————————————————
Ruh pisliği, bedeni pislik kadar iğrenç bir şeydir. Her insan günlük hayatına başlamadan evvel, vücudunu olduğu kadar ruhunu da yıkamalıdır.
————————————————
Çocuk, beşinci yahut altıncı yaşına bastığı andan itibaren onu yetiştirme mes’uliyeti ana babalarla gençleri davraniş kaidelerini tatbik edecek şekilde yetiştiren öğretmenler arasında paylaşılır, Bu işte öğretmenler de ana babalar da şimdiye kadar muvaffak olamamışlardır. Zira çocuğun entellektüel cephesini fizik ve ahlâki cephesinden ayrı olarak ele almaktadırlar. Halbuki son 30 – 40 senedir çocuklardan beklenilen o muazzam entellektüel gayretin hiçbir şeye yaramadığını pek âlâ görebilirler. Gençliğin ahlâki ve fizyolojik bakımdan düşkünlüğü açıkça bellidir. Hiçbir medeni memlekette nüfusa nispetle büyük bilgin, hayırsever insan ve atlet bizde olduğu kadar az değildir.
————————————————
Dua bize endişelere ve kederlere tahammül etme kudretini, hiçbir mantıki sebep olmadığı zamanda ümit etmek ve felâketlerin ortasında dimdik ayakta durmak imkânını verir. Bu olaylar herkesin içinde vukubulabilir, fakat bilhassa ruhlarının kapısını dış âleme ve modem hayatın karışıklıgına kapayan kimselerde görülür. İlim âlemi dualar âleminden çok farklıdır, fakat ona zıt değildir; nasıl ki akli olan şeyler gayri akli olanlara zıt değilse. Şunu unutmamak lâzımdır ki, ruh hem mantıki hem de gayri mantiki faaliyetterden mürekkeptir. Duanın neticeleri dine olduğu kadar ilme de bağlıdır; zira dua sadece teessüri hallerimize değil, aynı zamanda fizyolojik oluşumlara da tesir eder.
————————————————
Fenelon «Çocuklar, hareketlerine dikkat etmeğe lüzum görmeyen bir takım faziletsiz kimselere tevdi edildikleri takdirde, çocuklardaki bu taklit temayülü pek çok fenalıklara sebep olur» der. İnsan ancak inandığı şeyleri iyice öğretebilir. Çocuk iki yüzlülüğü derhal farkeder. Başkalarına iyi davranmasını öğretmeden evvel bizzat iyi davranmak lâzımdır.
Ekmek parası kazanma gayreti ve fikir cambazlığı oyunları beşeriyetin ihtiyaçlarını tatmine kâfi gelmemektedir. Materyalizm ve liberalizmin her ikisi de yanlıştır. Muvaffakıyetsizliklerini izah eden de budur.Yalnız maneviyatta, zihni kabiliyetlere yahut yalnız maddiyata dayanan her kes aynı şekilde muvaffakiyetsizliğe mahkümdur. Bir mimar, bir doktor, bir öğretmen, hattâ bir rahip veya bir siyaset adamı tek başına insanların hayatını tanzim edemez, zira hayatın yalnız bir cephesini tanır Rahip, öğretmen ve doktur ayrı ayrı oldukları takdirde, hayati muvaffakıyete ulaştıramazlar; buna ancak bilgilerini biırleştirdikleri takdirde muvaffak olurlar. Demek ki, hayatın muvaffakıyeti için hislerimizın ve zekâmızın heveslerine kapılmaktan vazgeçmeli ve bizzat hayatın müşahedesinden çıkan Kanunlarına itaat etmeliyiz.
0 Yorumlar