Kaos/kargaşa ortamlarında fikir beyan etmek kolay olmayan bir teşebbüstür. Kaos ortamının verdiği panikle düşünce geliştirenlerin fikirleri; ya olgunlaşmamış fikirlerdir ya da yerini bulamayan salvolardır. Hele ki hâkim güç karşısında afallayanlar, savrulan biri gibi tutunacak tutamaklar ararlar kendilerine, işte böylesi bir ortamda Tanzimat düşüncesi, hareketi, kurgusu ve psikolojisi dağınıklık içeren Türk düşünürünü ve döneme ait bir düşünce türünü üretmiştir.18. yüzyılda başlayan Osmanlı modernleşmesi, en etkin varlığını Tanzimat’ta sürdürür. Ama Tanzimat’tan önce 18. yüzyılda Osmanlı dünyası, Avrupa’yı ve Rusya’yı ustaca gözlemlemiştir. 1
III. Selim döneminde Batı düşüncesi ve uygarlığıyla yüzleşen Osmanlı Devleti, özellikle askerî ve bürokrat kanattan olanları Batıya göndererek Batılılaşma politikalarını benimsemiştir. Bu dönemde, yalnızca gittiği ülkenin (özellikle Fransa) dilini öğrenmekle kalmayan Latince öğrenen Osmanlı-Türk aydınları vardır. Osmanlı Aydınları arasında Batıya karşı baş döndürücü hayranlık duyan aydınlar (Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza vb.) olduğu kadar Batıya ve Batı düşüncesine karşı kuşkucu ve ihtiyatlı davranan aydınlar da (Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat Efendi vb.) vardır.
Osmanlı Aydınları arasında Batı’ya karşı baş döndürücü hayranlık duyan aydınların (Abdullah Cevdet, Ahmet Rıza vb.) olduğu kadar Batı’ya ve Batı düşüncesine karşı kuşkucu ve ihtiyatlı davranan aydınlar da (Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat Efendi vb.) vardır. Batı düşüncesiyle ve fikir hareketleriyle ilgilenen şahsiyetler genellikle Bürokrasi sınıfının üyeleriydiler. Hem aydın hem de devlet adamı vasfına ve statüsüne sahip aydınlar, Gramsci’nin isimlendirdiği iki aydın grubun niteliklerine de sahiptiler. Yani kendini toplumdan ayrı bir sınıf gibi gören ‘geleneksel’ aydınlar ile her sınıfın, kendi safları arasından ‘organik’ olarak ürettiği aydın tipiydiler. Ahmet Rıza ya da Abdullah Cevdet gibi kendi toplumunun davranış kalıplarını eleştiren, bazen hor gören aydınlar olduğu gibi toplumun karakter ve yaşantısından hareketle yeni nitelikli kadrolar yetiştirmeyi amaç edinen Ahmet Cevdet Paşa gibi “Organik Aydın” tipleri söz konusuydu. 1839 Gülhane Hattı Hümayunu’nu hazırlayan bürokratik gruba ‘Babıâli diktatörleri’ denilmiştir. Tanzimat’ta sadrazamlarla birlikte bürokratlar da yönetime hâkim olmuştur. Yakın tarihin en becerikli yaratıcı kadroları olarak görülen Tanzimat döneminin yöneticileri, bürokrasinin içinde yetişip yükselen devlet memurlarıydı.2 Hakkında çok şeyler yazılan, bazen övülen bazen köklü eleştirilere muhatap olan Tanzimat’ı İlber Ortaylı şu cümlelerle tasvir ediyor: Tanzimat, Osmanlı modernleşmesini hazırlayan tarihtir. Tanzimat hareketi, Türkiye Tarihinde, toplumu ileriye götüren ve çığır açan bir rol oynamıştır. Tanzimat devri tarihi, ne dramatik ne protest ne de mutantan bir tarihtir. Kelimenin tam anlamıyla trajedidir. Trajik bir çözülmezliğin, içten içe ağır ağır kaynamazıyla tarihin ilerlediği bir zamandır. Bir toplumun kurumlarıyla, gelenekleriyle, devlet adamlarıyla kaçınılmaz bir yazgıya doğru ilerlediği, karanlığın ve gafletin yanında fazilet ve aydınlığın ortaya çıktığı,
çöküşle ilerleyişin boğuştuğu,Osmanlı Tarihinin en uzun asrıdır. 19. yüzyıl bütün Osmanlı camiasının en hareketli, sancılı, yorucu uzun bir asrıdır. Geleceği hazırlayan en önemli olaylar ve kurumlar bu asrın tarihini oluşturur.3
Tanzimat dönemi, XI. yüzyıldan beri Batı ile ilişkide olan çarpışan bir toplumun, iktisadi sınaî Batı uygarlığı karşısındaki bir direnişidir. Tanzimat devri tarihi, her şeye rağmen önemli bir dünya parçasının bir geniş coğrafya üzerindeki kavimlerin tarihidir. Kapanmış bir bilinç değildir, dramatik gelişmelerle halen yaşayan bir tarihtir…4
Comte, Tanzimat’ı bünyevi bir zaruret olarak değil enerjik bir hükümdarın teşebbüsü ve dirayetli bir vezirin sebatından ibaret olarak görür. Comte, kendi inşa ettiği insanlık dinini yayması için Mustafa Reşit Paşaya müracaat etmiştir. Nitekim bu dönemin aydınları, Tanzimat’ın babası Mustafa Reşit Paşa tarafından muhafaza edilmişlerdir. Pozitivizm, Comte un Ordre et Progres/Nizam ve Terakki düşüncesinden mülhem olan ittihat ve Terakkiyle birlikte girmiştir.5
İnkılâpçı değil reformcu bir dünya görüşüne sahip olan Tanzimat döneminde, Avrupa ve Rusya’ya karşı direnebil- mek için askerî alanda yapılan reformlar, edebiyata, mimariye ve günlük hayata yansımıştır. Nitekim askerî alanda yapılan reformların toplumsal yönünün az bulunuşu, bu alanda ciddi sosyo-kültürel kırılmaların yaşanmasına yol açmamıştır. Askerî alandaki reformların toplumsal yansımaları toplumda ciddi olarak ontolojik ve epistemolojik kırılmalara yol açmıştır.
Kendinden önceki tarihî hadiselerden beslenen Tanzimat dönemi, çeşitli fikir akımlarının da (Batıcılık, İslamcılık, Osmanlılık ve Türkçülük) ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Tanzimat tamamıyla kendi içinde bulunduğu durumdan esinlenmeyip dış etkilerden mülhem bir hareket olarak nitelendirilemez. Osmanlı modernleşmesi, paket proje olmaktan ve daha önceden bilinçli olarak kurgulanmaktan daha çok, zaman ve süreçler içinde yaşanan olayların sonucunda şekillenmiş bir modernleşmedir. Nitekim Ortaylı, Tanzimat Osmanlıcığinı Fransız döneminde etkilerle değil ona tepki olarak düşünülüp geliştirilmeyecek olan bir düşünce olarak yorumlar. Ona göre Tanzimat, hüzünlü ve boğucu bir atmosferde başlamış ve öyle devam etmiş bir harekettir. Yaygın kanaat, Tanzimat aydınlarının İngiltere ve Fransa’dan çok Prusya ve Avusturya’dan etkilendiği, topyekûn bir zihniyet kopuşu değil mevcut olan zihniyetin kendi içinde dönüşümüdür.6
Re-organizasyonu karşılamak için kullanılan Tanzimat sözcüğü ile, hukuki yapının ıslahı, kanun ve düzenlemeler getirilmesi kastedilmiştir.7 Askerî alandaki reformların bir uzantısı olan Tanzimat dönemi, özellikle hayat ve kazanç güvenliğini sağlamaya yönelik hareketler ve yasama girişimleriyle başlamıştır. Bu dönemde köleliğin kaldırılması, Müslim ve Gayri-Müslimler arasında eşitliğin sağlanması, gayri-Müslimlerin görüşlerinin dikkate alınması, can-mal güvenliklerinin ve haysiyetlerinin kazanılması çabaları söz konusudur.8
Bir Arayış Nesli’nin Fikirleri
Tanzimat döneminde ve sonrasında değişmenin ve olaylara yön vermenin zorunlu olduğunu düşünen önemli düşünürler vardı. “Yobazları mat etmiş medrese bilgini” Ahmet Cevdet Paşa, “sefaretnamelerde yetişmiş” Mustafa Reşit Paşa, “nüktedan ve lafını sakınmayan” Fuat Paşa, “pozitivist” Ahmet Rıza, “bilimden başka hiçbir şeyi kabul görmeyen” Dr. Abdullah Cevdet, “Le Play ci ve liberal” Prens Sabahad- din bu dönemin önemli düşünürlerindendir. Tanzimat döneminin getirdiği sosyo-kültürel değişim hiç değilse üst ve orta tabaka kadınının toplumsal hayata girişini hazırlayan altın bir dönem olmuştur. Fatma Aliye ve Şair Nigar Hanım ise kültürel açılımı olan üst sınıf kadınlardandır.
Reformları, devletin kadrolarıyla çatışan dil ve dinden grupların olduğu ortamda yürütmek zorunda olan Tanzimat aydınları kişiliklerinde tutuculuk ve pragmatik reformculuğu birleştirmiş, dünya görüşleri, davranış biçimleri ve politikalarıyla 19. yüzyıl Osmanlı toplumundaki yeni insan tipinin tipik temsilcileri veya öncüleri olmuştur. Toplumsal değişimin lokomotifi aydınları romanlarında, özdeşleştikleri ideal tipler yarattılar ve toplum öncülüğü misyonunu bu karakterlerle yüklendiler. Nitekim vatansever (Cezmi), Batı ve Doğu arasında iyi bir denge kurmuş (Rakım Efendi), dönemine eleştirel gözle bakan (Mansur Bey) yazarların düşünce ve karakterlerini yansıtır. 9Tanzimat bürokrasisinin, yabancı dil bilen, dış dünyayı izleyebilen yetenekli üyeleri yanında yeni derin kültürel atmosferine, çalışma yöntemlerine uyum sağlayamayanlarının da bulunduğu açıktır. Yabancı dili yanlış yazıp konuşanlar, koltuğunun altında laf olsun diye Fransızca gazetelerle dolaşanlar, kayırıldığı görevlerde gülünç işler yapanlar da boldu. Nitekim Ahmet Mithat Efendi nin “Felatun Bey” tiplemesi böyle bir tiplemeydi. Yine mektep- li-alaylı ayrımı, bu dönemde başlamıştır.
Bu dönemin önemli bürokrat ve aydınlardan biri olan Mithat Paşa; 10 yaşında hafız olmuş, 12 yaşında Arapça ve Farsça öğrenmiş ve dönemin ünlü âlimlerinden ders almış, valilikten sadrazamlığa kadar yükselen Tanzimat’ın önemli figürlerinden biridir. Abdülaziz’i tahtından indiren kadronun içinde bulunan Mithat Paşa, Taife sürülmüş ve hapiste boğularak öldürülmüştür. Milletleri kaynaştırmak için yeni bir anayasayı zorunlu görmüş, gerekirse kısmi federalizme değinmiştir. Türk siyasal hayatında bir mit hâline gelen, anayasal ve parlamenter rejimin simgesi sayılan “hürriyet şehidi” Mithat Paşanın, Jön Türk hareketinden Türk soluna kadar farklı kesimlerin kahramanı olarak her dönemde “geri” karşısında “ileri’yi temsil ettiği varsayılmıştır.10
Diğer bir düşünür Lofça doğumlu olan ve büyükbabası tarafından 16 yaşında iyi eğitim almak için İstanbul’a gönderilen Ahmet Cevdet Paşa aklî ilimler, fıkıh, tasavvuf ve edebiyat sahasında olağanüstü çalışkanlık göstermiştir. Mustafa Reşit Paşanın sadık, izdeş ve yandaşı olmuş, ölümüne kadar daima Reşit Paşa ekolüne bağlı bir Tanzimat siyasetçisi olmuştur. Sadrazam olma umuduyla yaşayan Cevdet Paşa, Hanefi fıkhından hareketle Osmanlı medeni hukuku anlamına gelen “Mecelle-i Ahkam-ı Adliye’yi oluşturmuştur. Devleti ayakta tutabilecek devlet adamlarını yetiştirme amacını taşıyan Cevdet Paşa, doğru insanları doğru görevlere getirme ve bunu sağlayan idare mekanizmasını kurma gayesini gütmüştür. “Yenilikçi”, “İslamcı”, “İbn Halduncu” olarak isimlendirilmiştir. C. Neumann, onu 19. yüzyıl Os- manlı düşüncesinin Hobbes’i olmaktan ziyade Machiavvel- li’si olarak niteler. Ortaylı ya göre ise eski hakimiyet kavramlarının mirasçısı hem de her şeyi tek elden halletmeye çalışan otoriter ve pragmatik Tanzimat BabIali’sinin mensubudur.11
Kuleli Askerî Tıbbiye öğrencisi olan Dr. Abdullah Cevdet, 1897’de Jön Türklere katılmıştır. Avusturya Viyana Sefaret Tabipliğinde çalışırken sefirle arası açılmış, Kahi- re’de “içtihat” mecmuasını yayımlamış, hanedan karşıtlığı içeren yazılar yazmıştır. II. Meşrutiyetten sonra 1911’de İstanbul’a dönmüştür. Ingiliz taraftarı bir cemiyet olan İngiliz Muhipler Cemiyeti ve Kürt Teali Cemiyetinde önemli roller oynamıştır. Osmanlının içinde bulunduğu durumu, hastanın durumuna benzeten Abdullah Cevdet aklınca hekim olarak yaraya neşterini vurur. Ona göre ilim ve fennin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Ölümden sonraki hayata inanmayan Cevdet, dinin dinamik kılıcı toplumsal özelliğine inanıyordu. Ona göre Müslümanların zulüm ve hakaret görmelerinin nedeni dinleri değil cahil ve tembel olmalarından dolayıdır. Dr. Abdullah Cevdet, uşak olmak konumundan kurtulmak gerektiğini söyleyen, ütopik olmaktan daha çok ideolojik bir Tanzimat aydınıdır.12
Galatasaray Sultanisi’ni bitiren “pozitivist” Ahmet Rıza, Montesquie, Locke, Voltaire, Helvetius, Holbach, Renan ve H. Spencer gibi 18. yüzyıl Batı düşünürlerinden etkilenmiştir. ilerlemenin düzen içinde olacağını iddia eden Comtehin bu düşüncesi dönemin şartlarından dolayı Ahmet Rızayı etkilemiştir. Uhrevi özünden boşaltılmış bir din mefhumunun Ahmet Rızanın toplumsal tahayyülünde işlevsel bir rolü vardır. Fikirleri “aşırı pozitivist” ve “beynelmilelci” bulunduğu için cemiyetin mahalli örgütlerinden çokça eleştiri almış ve Jön Türkler arasında hep biraz muhalif ve sivri bir kişilik olarak görülen Ahmet Rıza, 1910’da merkez komiteden çıkarılmıştır. Millî Mücadeleye Paris’ten yazdığı yazılarla katkıda bulunan Rıza, Lozan Antlaşmasından sonra İstanbul a dönmüş ve 1930’da ölmüştür.13
Ahmet Rıza, ablası Fahriye Hanıma yazdığı mektupta, metafiziği alaya alan pozitivist yaklaşımını şu cümlelerle sergiler:
“…O çocukluklardan vazgeç, namaz kılacağım diye ayaklarını üşütme, namazına, orucuna itirazen yazdığım şeyler biliyorum ki gücüne gidiyor, seni hiddetlendiriyor… Ah Fahriyeciğim, seni, anlamayarak okuduğun Kur an dan, dünyadan ve ne olduğunu bilmeyerek inandığın cennetten daha çok severim. …ben kadın olsaydım dinsizliği ihtiyar eder ve İslam olmasını istemezdim. Üzerime üç karı ve istediği kadar odalıklar almasına cevaz veren, kocama cennette huriler hazırlayan, başımı yüzümü dolap beygiri gibi örttükten maada beni her eğlenceden men eden kocamı boşamamak, döver ise sesimi çıkartmamak gibi daima erkeklere hayırlı, kadınlara muzır kanunlar vazeden bir din benden uzak dursun derim. Tuhaf! Bu da bir nevi sinir hastalığı olmalı, dine dair bahis açıldı mı kendimi zapta muktedir olamıyorum.”14
Dinden bahis açılınca kendisini “zapta muktedir olamayan” durumunu ise “bir çeşit sinir hastalığı” olarak yorumlayan Ahmet Rıza ya göre pozitivist düşünce hâkim olunca dinden vazgeçilmesinde hiçbir mahsur yoktur. Kısaca Ahmet Rıza, pozitivizmin iliklerine kadar işlemiş bir Tanzimat aydınıdır. Tanzimat döneminin en farklı aydınlarından biri, bazı yaklaşımlarıyla Osmanlıcı denilebilecek Prens Sa- bahaddin dir. O da babası Damat Mahmud Celaleddin Paşa gibi sert bir Abdülhamit muhâlifidir. Yetiştiği ortam Ab- dülhamite ve istibdadına karşı olan Jön Türkler’in ortamıdır. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetini kuran Prens Sabahaddin’in, I. Osmanlı Liberal Kongresinde program ilkelerinin özeti şudur.
1. Şahsi teşebbüsü geliştirmek ve adem-i merkeziyet yolunu tutmak için Türk halkı arasında İçtimaî eserler okumak zevkini uyandırmaktır.
2. Osmanlıdaki muhtelif kuvvetler arasında anlaşma zemini uyandırmak.
3. İleri ülkelerde Osmanlı hakkını korumak.
4. Cemiyet ve komiteler kurarak programı tatbike çalışmak.
Gençler, azınlıklar ve tüccarlar arasında taraftar bulan Prens Sabahaddin, Abdülhamit’i ortadan kaldırmakla hürriyet ve bireysel serbestliğin gerçekleştirilemeyeceğini savunarak, iktidar üzerindeki denetimini gerçekleştiren İTC ye muhalefet etmiştir. ITC toplumcu bir organizasyonu temsil ederken onun hareketi yabancı sermayeye, gelişen ve zenginleşen azınlık ve eşrafa dayanır. Ortak noktaları, millî burjuvazi yaratmak düşüncesidir. ITC modernist dönüşümlerle devleti kurtarmaya çalışırken Prens Sabahaddin eleştiri yoluyla yeni bir düzen tasarlamaktadır. Prens Sabahaddin eserlerinde, Osmanlı toplumunun geri kalmasının sebeplerini tahlil etmiş ve Le Play Okulu’nun sınıflandırma metodolojisine göre çözüm önerilerinde bulunmuştur. Prens Sabahaddin için iki önemli kavram vardır: Bunlar “şahs-i teşebbüse” ve adem-i merkeziyet” tir.15
Tanzimat’ın tarihi, belli kronolojik bir takvime mahkûm edilmemelidir. Nitekim Orhan Koloğlu, Tanzimat’ın, Âli Paşanın 1871’de ölümüyle sona erdiği düşüncesini yanlışb ulur ve Tanzimat’ı Osmanlı’nın sonuna kadar hep devam eden bir yeniden yapılanma çabası olarak yorumlar. Dolayısıyla ona göre Abdülhamit de bir Tanzimatçı sayılır. Tanzimat düşünürlerinin bu bulanık düşüncelerinden en fazla etkilenenler, hâliyle dönemin yöneticileridir. Tanzimat’ın getirmiş olduğu anlayış karşısında tutum geliştiren Abdülhamit, Batıya karşı önyargılı değildi. Romanı, tiyatroyu, müziği ve Avrupa kültürünü Saray’a taşımış, kafa karışıklığı yaşayan bürokrat aydınların teorilerinin geçersizliğini görmüştür. O, birbirine düşen yöneticilerin durumunu fark eden bir yöneticidir. Dönemin en büyük sloganı olan hürriyete karşı olmadığını, hürriyetin en büyük savunucularından olan Ahmet Mithat’ı sözcülüğüne getirerek göstermiştir. Abdülhamit, eğitim kuramlarına önem vermiş, gerek iç gerekse dış dengeleri korumuş, tam bir Tanzimatçı olarak dine özel bir önem vermiştir. Dönemin düşünsel akımlarına (Batıcılık, İslamcılık, Osmanlılık, Türkçülük) eşit mesafede yaklaşmıştır. Namık Kemal’in sentezci yaklaşımını; reform yoluyla restorasyon yanlısı olmayı tercih etmiştir. Abdülhamit, hem modern düşünceye yatkın kuşak yetiştirmiş hem de bu düşünürlere sınırlamalar getirmiştir.16
Sonuç
Tanzimat’ın fikir adamlığı, büyük bir medeniyet geleneği oluşturan köklerle ilişkisi olmayan bir fikir adamlığıdır. Tanzimat’ın bazı düşünürleri, yer yer İslam’dan koparılmış bir devlet ve hayat yapılanması vaat etmiştir. Tanzimat’taki kafa karışıklığı Cumhuriyet dönemi düşüncesi ve aydınlarında zaman zaman devam etmiştir. Meşrutiyet döneminin düşünürlerinden olan bu kafa karışıklığı, Hüseyin Cahit Yalçın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Falih Rıfkı vb. yazarlarda devam etmiştir. Bugün yaşanan sosyo-kültürel sıkıntıların en büyük nedeni Tanzimat döneminde yaşanan kafa karışıklıkları ve aydın tipinin perişan hâlidir.
Nitekim gelinen durumu son dönem Türk düşünce hayatının en önemli fikir adamlarından Yusuf Kaplan şu şekilde özetler:
Tanzimat, bir tereddüt hikâyesi olarak başladı; ama bu tereddüt ve kendinden şüphe, zamanla, Tanpınar’ın deyişiyle, ‘kendini inkâr’ hikâyesine dönüşerek epistemolojik ve ontolojik kopuşla, kendi medeniyet dinamiklerimizle, ruhumuzla, iddialarımızla ve kaynaklarımızla ilişkilerimizi koparıp atmamızla sonuçlandı. Önce kendimize ait ne varsa her şeyi elimizin tersiyle ittik. Sonra da, reddettiğimiz, inkâr ettiğimiz şeylerin yerine onlarla boy ölçüşebilecek kalibrede ve çapta yeni ve esaslı şeyler ikame edemedik, kaçınılmaz olarak.17
Ahmet Dağ – Türk Modernleşmesi,syf:45,55
Dipnotlar:
1 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: İletişim Yayınları, 1997, s. 15.
2 Ortaylı, s. 89.
3 Ortaylı, s. 32.
4 Ortaylı, s.274–275.
5 Ortaylı, s. 214.
6 Gökhan Çetinsaya, Kalemiye’den Mülkiye’ye Tanzimat Zihniyeti, Mehmet O. Alkan (Editör), Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi, (54-72), İstanbul: İletişim Yayınları, 2009, s. 71.
7 Ortaylı, s. 111.
8 Ortaylı, s.26–92
9 Jale Parla, Tanzimat Edebiyatında Siyasi Fikirler, (223-226) a.g.e. s. 223–224.
10 Gökhan Çetinsaya, Mithat Paşa,a.g.e. s. 60–65.
11 C. K. Neumann, Tanzimat Bağlamında Ahmet Cevdet Paşa’nın Siyasi Fikirleri, a.g.e. s. 83-85
12 Kerem Ünüvar, Abdullah Cevdet, a.g.e. s. 98-103.
13 Barış Alp Özden, Ahmet Rıza, a.g.e. s.120–123.
14 Murtaza Korlaelçi, Pozitivist Düşüncenin İthali, (214-222), a.g.e. s. 217.
15 Cenk Reyhan, Prens Sabahaddin, a.g.e., s. 146-151
16 Korlaelçi, s. 217
17 Yusuf Kaplan, Frankfurt Nasihatnâmesi–2: Ne söylüyoruz dünyaya?, Yenişafak, 03.11.2008, s.10.
0 Yorumlar