Genel anlamda “kimlik, özel anlamda ‘ulusal kimlik fikri insanlık deneyiminde “doğal yollarla döllenmemiş, tabii biçimde kuluçkaya yatırılmamıştır. Aynı şekilde, “hayatın apaçık gerçeği sayılabilecek bir deneyimden de türememiştir. Bu fikir, modern insanın Lebenswel’ine (canlılar âlemi, yaşam dünyası) zorla sokulmuş ve bir kurgu olarak ortaya çıkmıştır. Kimlik fikri, tam da kurgu olduğu için ve bu fikrin ima ettikleri, hatırlattıkları veya harekete geçirdikleriyle status guo ante (insan müdahalesinden azade, mukaddem olgular bütünü) arasında uzandığı acıyla hissedilen boşluk sayesinde ‘gerçeğe dönüşüp ‘verili” hale gelmiştir. Kimlik fikri aidiyet krizinden ve bu krizin “olması gereken ile ‘olan’ arasındaki uçurumu kapatmak ve gerçeği bu fikir tarafından oluşturulmuş standartlar seviyesine çekmek için tetiklediği çabadan doğmuştur. Bu, gerçeği zehabın suretinde yeniden yaratmaktır.
Sayfa 30
—————————————————
“Ulusal kimlik”, en başından itibaren agonistik (kavgacı) bir nosyon ve savaş narası idi; uzun süre de öyle kaldı. Devlet reayasının kümelenmesiyle benzeşen birleştirici bir ulusal cemaat sadece sonsuza kadar başarısız olmaya değil, aynı zamanda ebediyen kırılgan olmaya da mahkümdur.
Sayfa 31
—————————————————
Ulusal kimlik, ‘biz ve “onlar” arasında sınır çizmek için tekelci bir hakkı amaç edinen devlet ve onun temsilcileri tarafından (veya uluslaşmayı amaçlayan ‘gölge hükümetler ve “sürgündeki hükümetler” örneğinde olduğu gibi -sadece kendi devletleri için haykıran petrol ülkelerinde yaşayan uluslar” tarafından-) titizlikle inşa edildi. Tekel oluşturmalarının yanında devletler, sınırları aşarak su götürmez biçimde yüksek mahkemenin pozisyonunu üstlendiler ve dava açan kimliklerin iddialarına dayanarak itirazı mümkün olmayan cezalar verdiler.
Sayfa 32
—————————————————
1994’te Berlin caddelerine asılan bir posterde, artık dünya gerçeklerini içermeyen referans çerçevelerine uyulan sadakatle şu şekilde dalga geçilmiştir: “Sizin İsa’nız bir Yahudi; arabanız Japon; pizzanız İtalyan; demokrasiniz Yunan; Kahveniz Brezilyadan; tatiliniz Türkiyede; sayılarınız Araplardan; harfleriniz Latin; tek komşunuz ise bir yabancı.”1? Polonya’nın ulus inşası döneminde çocuklara kimlik sorularına şu cevapları vermeleri salık verilirdi: Sen kimsin? Küçük bir Lehim. Simgen nedir? Beyaz kartal. Çağdaş kültürün yetkin bir sosyoloğu olan Monika Kostera’nın öne sürdüğüne göre bugünün cevapları oldukça farklı olurdu: “Kimsin? Kırklı yaşlarda, mizah anlayışına sahip yakışıklı bir erkeğim. Simgen nedir (burada “sign” kelimesinin burç anlamı kullanılıyor)? İkizler.”!3
Berlin’deki poster küreselleşmeyi ima ederken, “kimsin sorusuna verilen muhtemel cevaptaki değişiklik, kimliklerdeki (hakiki ve koyutlanmış) hiyerarşinin yıkılışına işaret eder. Bu iki olgu birbiriyle yakından alakalıdır.
Sayfa 39
—————————————————
Emek-ve-sermaye yoğun görevlerinin büyük bölümünü küresel piyasalara devreden devletler, vatanperverce coşkunluklara dayalı arza çok daha az ihtiyaç duyarlar. Ulus devletlerin büyük bir kıskançlıkla korudukları varlıkları olan vatanperverlik duyguları bile piyasa güçlerine devredilmiş ve onlar tarafından spor, eğlence sektörü, yıllık festival ve anma programı endüstrisinin organizatörlerinin kârlarını maksimize etmek için yeniden düzenlenmiştir. Öte yandan, kimlik peşinde koşanlar, bir zamanların boğun eğmez ve bölünmez bölgesel egemenliğinden arta kalan kifayetsiz bakiyesiyle kalakalmış devlet güçlerinden tam garanti ümit etmek şöyle dursun, küçük bir teminat bile bekleyemezler.
Sayfa 40
—————————————————
Aidiyet hissinin geleneksel olarak hasredildiği yerler (meslek, aile, çevre ve komşuluk), birliktelik hasretini dindiremez veya yalnızlık ve terk edilmişlik hissini gideremez olduklarında artık ya kullanışlı değillerdir ya da güvenilmezlerdir.
Dolayısıyla, “vestiyer cemaatler” diye adlandırılabilecek birlikteliklere yönelik giderek artan bir talep peyda oldu -tıpkı tiyatroya gidenlerin kabanlarını astıkları vestiyerler gibi, insanların en azından görünürde bireysel gailelerini astıkları vestiyer cemaatler -. Herhangi bir abartılmış veya şok edici olay böyle yapmayı gerektirecek bir vesile yaratabilir: Birinci sıraya yükselen bir halk düşmanı, heyecan verici bir futbol maçı, bir ünlünün özel bir anını fotoğraflama imkânı, akıllıca veya vahşice bir suç, olabildiğince abartılmış bir filmin ilk gösterimi veya o dönemde gündemde olan bir ünlünün evlenmesi, boşanması veya yaşadığı bir talihsizlik. Vestiyer cemaatler gösteri için geçici olarak bir araya getirilir ve izleyiciler kabanlarını vestiyerdeki askılardan alır almaz dağıtılırlar.
Sayfa 42
—————————————————
Pierre Bourdieu ve Richard Sennett, daha önceki sabit düzen ve alışılmış çalışma biçimlerinin neden parçalandığını, yeni ortaya çıkmış, daha büyük ve görünürde daha sağlam katılıkların neden birleşik ve dayanışmaya dayalı bir duruşu desteklemediğini ve bireysel kaygılarla sıkıntıların bir sınıf çatışmasına dönüşmesini niçin engellemediğini açıklamışlardır. Boltanski ve Chipapello’nun ortaya koydukları gibi, işçiler kendilerini istihdam projelerinin hâlihazırda hazırlık aşamasında olan tek bir projeye indirgendiği bir ci4f par projets (proje toplumu) içinde bulmuşlardır. Dolayısıyla, hayat süreçleri ardışık kısa vadeli projeler halinde dilimlenmiş olup bir projeden diğerine koşan insanlar arasında hoşnutsuzluklardan kurtulup daha iyi bir dünya hayaline yoğunlaşmaya zaman yoktur. Bu tür insanlar herkes için daha iyi bir yarın üzerine ciddiyetle düşünmek yerine #er fert için farklı bir bugün dileyeceklerdir. Sadece hayat mücadelesinden ibaret olan bir gündelik hayatta, iyi toplum vizyonuna ne yer vardır ne de zaman.
Sözün özü, fabrika binaları ve avluları artık köklü toplumsal değişim umutlarının bağlanacağı bir yatırım güvenliğine sahip değillerdir.
Sayfa 47
—————————————————
Kimliğin tabakalaşmada da güçlü bir faktör olduğunu belirteyim. Kimlik, tabakalaşmanın en ayırıcı ve fark yaratıcı yönlerinden biridir. Bir anda belirmiş küresel hiyerarşinin bir kutbunda, kimliklerini görülmemiş büyüklükte ve dünya çapında bir teklif havuzundan çekip öyle ya da böyle kendi rızalarıyla oluşturup yine ondan vazgeçebilenler bulunur. Öteki kutupta ise, kendilerine tercih hakkı tanınmayan ve sonunda başkaları tarafından zorla dayatılmış bir kimlik yükünü sırtlanan, kimlik tercihinden men edilmiş kalabalıklar bulunur. O kimlikler ki, taşıyanların gücüne gider fakat ne atmalarına izin verilir ne de ondan kurtulabilirler. Tektipleştirici, aşağılayıcı, insandışılaştıran ve damgalayan kimlikler…
Sayfa 51
—————————————————
Sınıf-altının kötü kaderini paylaşmakla birlikte göçmenler, diğer tüm yoksunluklarının ötesinde, kendileri için özel olarak tasarlanmış, “yer olmayan yerler (non-places) dışında, egemenlik altındaki topraklarda gerçek anlamda bir fiziksel varoluştan bile mahrum bırakılırlar. Yer olmayan yerler”, geri kalan normal ve ‘tam’ insanların yaşayıp hareket ettiği alanlardan ayırt edilmeleri için, mülteci veya sığınmacı kampları olarak etiketlenirler.
Sayfa 53
—————————————————
Kapitalist ekonominin genişlemesi nihayetinde Batı’nın küresel siyasi ve askeri egemenliğinin boyutlarına ulaştı ve böylelikle atık insan üretimi de küresel bir vaka haline geldi. Kapitalizm problemi”, kapitalist ekonominin en bariz ve her an patlamaya hazır arızası, hâlihazırdaki kendi küresel düzleminde sömürüden dışlamaya doğru kayıyor. Bugün toplumsal kutuplaşmanın, derinleşen eşitsizliğin, gitgide artan insan yoksulluğunun, sefaletinin ve zulmün en göze çarpan vakalarının altında yatan şey, 1,5 asır önce Marx tarafından öne sürüldüğü gibi bir sömürü olmaktan ziyade, dışlanmadır.
Sayfa 54
—————————————————
Daha önce de belirttiğim gibi, ulus devler artık insanların güveni için doğal bir yed-i emin değildir. Güven modern tarihin büyük bölümü boyunca ikamet ettiği evinden kovulmuş durumdadır. Havada süzülüyor ve yeni cennet arayışlarıyla dalışlar yapıyor -fakat sunulan tekliflerin hiçbiri şu ana kadar bir uğrak limanı olarak ulus devletin katılığını ve görünen ‘doğallığını’ yakalayabilmiş değil.
Sayfa 58
—————————————————
İnsan bir şeyin değerini tam anlamıyla ancak o gözden kaybolunca anlar. O şey ya tamamen kaybolunca ya da bakıma muhtaç hale gelince…
Sayfa 59
—————————————————
Modern hayatın en öngörülü gözlemcileri, daha on dokuzuncu yüzyılda, söz konusu güvenin “resmi sürümünün -baskın; hatta belki de tek öğreti olmaya çalışan- ima ettiği kadar katı biçimde kök salmadığını belirtmişlerdi. Bu zeki gözlemcilerden biri, bireylerin “hayata dair bilginin zirvesine ulaştığı on dokuzuncu yüzyılın başlarında ‘toplumun artık düzgün işlemediğini! belirten Robert Musildir.
Sayfa 65
—————————————————
Sürekli olarak parçaları birbirine uydurmaya devam ettiğinizde, evet, yapabileceğiniz başka bir şey yoktur. Fakat onları birbirine uydurmak bu uydurma oyununa son verecek en uygun hale ulaşmak mıdır? Hayır, teşekkürler. Bu, kişinin onsuz daha iyisini yapabileceği bir haldir.
—————————————————
Fakat şunu belirtmeliyim ki, günümüzde kendisi vasıtasıyla iki modelden birincisinin yaygın olarak tarif edildiği “kültürel kelimesi, “siyasal yerindeliğin’ güncel standartları tarafından dikte edilen bir yanlış adlandırmadır. Neticede “kültür” kelimesi kelime hazinemize tamamen zıt bir anlam taşıyarak iki yüzyıl önce girdi: Yani “doğa’nın zıt anlamlısı olarak ve insan tercihlerinin sonucu olan ürünler, tortular ve yan etkiler gibi doğanın değişmez gerçeklerine tamamen zıt insan özelliklerine gönderme yaparak. İnsan yapımı şeyler aslında prensip olarak insan bozumu şeylerdir.
Sayfa 76
—————————————————
Çoğumuz çoğu zaman “bağsız yaşamanın” getirdiği bu yeni hâlin – bağlarından kopmuş ilişkilerin – ikilemi içerisindeyiz. Aynı anda hem istiyor hem korkuyoruz. Geriye dönemeyiz, fakat bulunduğumuz yerden de memnun değiliz. Arzuladığımız ilişkileri nasıl kuracağımızdan emin değiliz; daha da kötüsü, ne tür ilişkiler istediğimizden de emin olamıyoruz.
Erich Fromm’un, bireylerin aşkında tatminin gerçek alçakgönüllülük, cesaret, inanç ve disiplin olmaksızın sağlanamayacağına dair gözlemiyle ikilemin özünü kavradığına inanıyorum. Fakat Fromm hemen ardından üzülerek şunu eklemiştir: bu niteliklerin nadiren görüldüğü bir toplumda sevme kapasitesine erişmek de ender bir başarı olmak zorundadır.
Sayfa 78
—————————————————
Eflatun’un Şölen’inde Mantinealı Diotima (Prophetville’in korkulan kadın peygamberi) Sokrat’a, Sokrat’ın da tüm kalbiyle onayladığı şu ifadeleri yöneltir: Aşk senin düşündüğün gibi güzele yönelmekle ilgili değildir; aşk güzeli doğurmak ve onda doğmaktır.” Sevmek doğurmayı ve hayat vermeyi” arzulamaktır ki, böylelikle âşık ‘doğurabildiği/hayat verebildiği güzelliği arar ve onun peşinden koşar”.
Sayfa 79
—————————————————
İlişkiyi kesmenin güç mücadelesi ve kendini gerçekleştirmenin yaygın stratejisi olarak kullanıldığı bir dünyada, hayatta devam edeceği salimen öngörülebilen hiç değilse birkaç kesin nokta vardır. Haliyle “şimdiki zaman ‘geleceği’ bağlamaz; şimdiki zamanda gelecek şeylerin şeklini resmetmek şöyle dursun, onların ne olduğunu tahmin etmemize imkân tanıyan bir şey dahi yoktur. Uzun vadeli düşünmek ve hatta uzun vadeli bağlılıklar ve yükümlülükler gerçekten anlamsız görünür. Daha da kötüsü, ters etkili, tamamen tehlikeli, atılması aptalca olan bir adım, denize atılması gereken, hatta en baştan güverteye hiç alınmaması daha isabetli olacak bir yük olarak algılanır.
Tüm bunlar endişe verici hatta korkutucu haberlerdir. Darbeler dünyada olmanın insani yanının tam kalbine iner. Hepsinden öte, benliği diğer insanlara rapteden bağlara ve bu bağların zamanla güvenilir ve istikrarlı hale geldiği varsayımlarına göndermede bulunulmadıkça kimliğin çekirdeği -‘ben kimim?” sorusunun cevabı ve daha da önemlisi, bu soruya ne cevap verilmiş olursa olsun o cevabin suregelen güvenilirliği- olusturulamaz.
Sayfa 84
—————————————————
Kaliteden emin olunmadığında, acaba nicelik bir kurtuluş getirebilir mi?
—————————————————
Sohbet etmek ve mesajlaşmak için cep telefonlarını tercih ediyoruz, çünkü böylelikle “gerçek temasın yanında getirdiği rahatsızlıklara maruz kalmadan temas halinde olmanın rahatlığını sürekli olarak hissediyoruz. Birkaç derin ilişkinin yerine onlarca zayıf ve sığ teması koyuyoruz.
Sayfa 86
—————————————————
Ezeli ve ebedi sonsuzluk tarafından emilen kısa hayat süremi, uzayda kapladığım küçücük alanı, hakkında hiçbir şey bilmediğim ve hakkımda hiçbir şey bilmeyen uzayın sonsuz büyüklüğünü düşündüğümde… Kendimi orada değil de burada, dünden ziyade bugünde görmekten korkuya ve şaşkınlığa kapılıyorum.” 30
***
30 Blaise Pascal, Pens&es, buradaki alıntı A.J. Krailsheimer’in tercümesinden (Penguin, 1966), s. 48.
Sayfa 88
—————————————————
Modern akıl mutlak manada ateistik değildi. Tanrı ile savaş ve “Tanrı’nın olmadığına ya da öldüğüne” dair hummalı delil arayışı radikal anlayışlara bırakılmıştı. Bununla birlikte modern aklın yaptığı şey, Tanrı’ya insanın dünyadaki işlerinden el çektirmek oldu. Modern bilim, dünya hakkında öğrenilen her şeyin teolojik olmayan terimlerle, yani mesaj” içermeden ve ilahi hikmete göndermede bulunmadan terimlerle anlatılmasını mümkün kılan bir dil inşa edilince ortaya çıktı.
Sayfa 90
—————————————————
Modern strateji, insan takatini aşan büyük meseleleri insanların halledebileceği küçük görevlere bölmeye dayalıdır (mesela kaçınılmaz olan ölüme karşı umutsuz savaşın yerine pek çok kaçınılabilir ve iyileştirilebilir hastalığın etkin tedavisini koymak). Büyük meseleler” halledilemese de ertelenir, ötelenir ve gündemden düşürülür; tamamen unutulmasa da nadiren hatırlanır. Şimdiye dair endişe sonsuz olana ne yer bırakır ne de onu düşünecek zaman. Akışkan ve sürekli değişen bir ortamda sonsuzluk fikrinin ve onun zamanın akışından muaf olan sonsuz sürekliliği ile kalıcı değerinin insanlık tecrübesinde yeri yoktur.
Değişimin hızı dayanıklılık ve süreklilik değerine kalıcı darbeyi vurur: “Eski” ve “dayanıklı” olan, eski moda, zamanı geçmiş ve “kullanım süresi dolmuş’ olanla eşanlamlı hale gelir ve en kısa sürede çöplükteki yerini almaya mahkumdur.
Sayfa 90
—————————————————
Modern birey için
Mutlak kırılganlıkları ve geçicilikleri düşünüldüğünde, bireysel beka dışındaki her şey kötü bir yatırım olarak görünmektedir. Şeylerin tek mantıklı kullanım şekli, bireyin hayatta kalmasına hizmet etmeleridir. Potansiyel hazlarına hemen şimdi varılmalı, tatlarına hemen burada bakılmalıdır; zira pek yakında solmaya başlayacakları kesindir.
Sayfa 91
—————————————————
Senecadan Durkheim’e kadar pek çok bilge, dinlemeye meyilli olan herkese gerçek mutluluğun ancak insanın cismani hayatını aşan şeylere bağlanmakla sağlanabileceğini hatırlatıp durdular. Ortalama günümüz okuru için bu tür tavsiyeler anlaşılmaz ve lüzumsuz görünmektedir. Binyıllar içinde zahmetle inşa edilen ve fani hayatı sonsuzluğa bağlayan köprüler kullanım dışı bırakıldı.
Daha önce böylesi köprülerden mahrum bırakılmış bir dünyada yaşamamıştık. Böyle bir dünyada yaşamakla neyle karşılaşabileceğimizi ya da kendimizi ne tür şartların içinde bulabileceğimizi söylemek için çok erken.
Sayfa 93
—————————————————
Kendi tercihimiz olan alternatif bir kimliği elde edebilmek için gereken vasıtaları seçmemiz artık bir sorun olarak görülmüyor (onun için zorunlu olan teçhizatı almaya yetecek paramız varsa). Bizi bir çırpıda olmak istediğimiz, görünmek istediğimiz, tanınmak istediğimiz karaktere dönüştürecek donanım mağazalarda beklemektedir. Bunun en güncel örneğini vermem gerekirse: Londra’nın merkezinde sürücüler için “trafik yoğunluğu! vergisi uygulanmaya başlayınca, moda bilincine sahip Londralılar arasında “mobilet sürücüsü olmak bir anda zorunlu” hale geliverdi (her ne kadar pek uzun sürmese de). Zorunlu hale gelen sadece ‘mobiler” değildi; “mobilet sürücüsü kimliğini” halk içinde göstermek isteyen herkes için olmazsa olmaz birtakım özel tasarım kıyafetler de devreye girdi -Dolce&Gabbana deri ceket, kırmızı ve yüksek tabanlı Adidas spor ayakkabılar, Gucci gümüş rengi kask, sarı çerçeveli Jill Sander güneş gözlükleri. ..
Sayfa 103
—————————————————
Sijepan Mestrovic’ten bir ipucu alan Hargeaves şunu öne sürüyor: “Günümüzde duygular daralan ilişkiler dünyasının ‘şu an’ harmanında hasat edilip tüketilebilir şeyler halinde yeniden ekiliyor. Reklamcılık otomobilleri arzu ve ihtirasla, cep telefonlarını ise ilham ve şehvetle ilişkilendirir.” Fakat tacirler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, gidermeye söz verdikleri açlığı gideremezler. İnsanlar tüketim maddelerine dönüştürülmüş olabilir fakat tüketim maddeleri tekrar insana dönüştürülemez. Yani umutsuzca köklerini, akrabalığı, arkadaşlığı ve aşkı arama ilhamını bize veren insanlara —birliktelikleriyle kendimizi tanımlayabildiğimiz insanlara-.
Sayfa 115
0 Yorumlar