İman

iman_esaslari2-702x336-1-300x144 İman

İnsanoğlu, ilk idrak basamaklarında, kendi iç yolculuğuna, imân ihtiyacı ve amacıyla başlar. İskender-i Zülkarneyn ile Hızırın karanlıklar içinde yolculuklar yapıp âb-ı hayatı aramalarıyla sembolize edilmişti klasik edebiyatta insanın bu iç yolculuğu.

İnsanoğlu, varlığını sezer sezmez, bilerek bilme­yerek yaratıcısını aramaya koyulur. Allah’ı aramak, bulmak ve hep onunla olmak, biricik varoluş sebebi­miz, dünya zorluklarına karşı tesellimiz ve gönlü­müzü dolduran iç sevincimizdir.

İnsanın işi, Tanrıyladır. Gerisi, çer çöp ve köpük­ten ibarettir. Aradığımız hep O. Kaybeder gibi olun­ca da, bunalım uçurumlarına yuvarlanışımız bu yüz­den. Şiddetle inkâr ve red bataklığına saplanan kişi, farkında değildir ki, ızdırabı, O’nu kaybedişinden kaynaklanmaktadır. İnançsız kişi, Allahı bulsa, can havliyle sarılacaktır ona. înkân, ters tarafından bir tasdiktir çünkü.

İnkâr, red, küfür, imânın lekesizliğini, kar gibi beyazlığını, etkinliğini, zaruretini daha iyi belirtmek için varedilmiş dekorlar, siyah fonlardır.

İmâna giden yol, pürüzlü, dikenli ve tuzaklarla dolu. Karanlıklarla, yalancı ışıklarla, gulyabanilerle. Bu yüzden, hedefe varış, son derece değer kazanıyor. Nice bulmaca ve aldatmacaları aşıp da Tanrı’ya ulaşmak, elbet, hayatın en büyük ve gerçek başarısı, en değerli ve kalıcı kazancıdır.

(Ben)in (ben) olması, hakiki ve tek Ben olan Al­lah’ı bilmesi, tanıması, sevgi yoluyla ona ulaşmasıy­la mümkündür. Yani, (ben)in (ben) olması, benliğin ortadan kalkması, kaldırılması sonucunda kavuşu­lan bir nimet.

Ebedi yalnızlıktan kurtuluştur imân. Korkmak gereğiyle Allah’tan korkmak, inanmak, güvenmek gereğiyle Allah’a inanmak ve güvenmek, sevmek ge­reğiyle Allah’ı sevmek. îmânın özü budur ve ruhu burda gizli.

Bayezid-i Bestami ya da Hallac-ı Mansur, Var olan olarak yalnız Allah’ı gördüler. Kendi benlikleri­ni var saymadılar. İnancın cezbesiyle konuştular ve söylediler. Aşk ve vecdle perdelerin ötesinden seslen­diler. İmânın yakıcılığında kavrulmuş bir ruhun çığ­lığıyla haykırdılar.

İnceleyin:  Hazreti Musa Asası Gibi

Cansız eşyanın, bitkinin, hayvanın ve insanın, her varlığın ve yaratığın kendine göre Tann’ya inan­cı, Tanrı’yı bilişi ve anışı vardır. Atomların içinde elektronların dönüşünden, bin güneşten büyük yıl­dızların dönüşüne kadar, kâinat bir imân alanı, bir semahane gibi gözüküyor. Toprak, secde için, alnın ona değmesi için yaratılmış gibi. Dünya bir secdegâh gibi bağışlanmış bize.

Allah’a inanan insanlık, sonra da bu inancında tam kıvamında kalamadı. İfratın kurbanı oldu. Me­lekleri tanrılaştırmak, peygamberleri tanrılaştırmak, hükümdarları, insanları tanrılaştırmak, hatta bazı hayvanları, taşlan topraklan tanrılaştırmak gi­bi yoz inanç girdaplarında boğuldu. Tabiat kuvvetle­rini tanrılaştırmak istedi. Güneşe ve aya tapmaya kalkıştı. Tek Tanrıya inanma kararlılığını her za­man koruyamadı. Gereksiz somutlaştırma, dizginsiz tahayyül, estetiğin kendi alanının dışında, metafizik planda kullanılırken sının geçmesi, imân sapıklıklarının kaynağı oldu.

Oysa, imân, kaynağında, dupduru, pırıl pırıl, berrak ve çağlayanlar gibi coşkulu, tertemiz bir su gibidir. Gönlü yıkar ve İlâhî tecelliler için passız bir ayna haline getirir.

Çağımızda, sanki geçmişin ifratlı ya da ifratsız dindarlığına bir tepki olarak, tefriti, inançsızlığı baş- tacı etmek istiyor insanlık. Bu yüzden, çağımızın uf­ku, kuzgunların kanat çırpışlarıyla kapkara ve ha­vası çirkin karga sesleriyle dopdolu.

Ama, kuşkusuz, imânın yeniden gönüllerde şah­lanacağı günler gelecek, ruhun manevi kılıcı karan­lıkları sıyıracak, kurtarıcılar nesli, en büyük aydın­lıkla aydınlanmış diriliş nesli, ruh ve imân dirilişi­nin büyük nesli, çağın dönüşümünde belirecektir.

Sezai Karakoç – Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi 2,syf:36-39

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir