Kasım Küçükalp – Zamansız Düşünceler 2 ”Alıntılar”
Paylaş:

KB9786058062825-190x300 Kasım Küçükalp - Zamansız Düşünceler 2 ''Alıntılar''

Nihai Öğretmen Olarak Zaman

Bir ömre değil birkaç ömre bile sığmayacak kadar çok ve büyük hayaller, umutlar ve beklentiler biriktirir de cahil insan, ansızın çat kapı gelen bir an içinde hepsini yitiriverir. “Allah’tan iyi şeyler iste.” demişti avam irfanı nasip buyurulmuş rahmetli nenem. Şimdi tüm isteklerin, İyi’ye raci olmadığı müddetçe boş ve anlamsız olduğunu haykırıyor, yaşanmış her şeyi bir an’a dönüştüren zaman. Anlatıyor insana İyi’den gayrı ideal, fani olandan gayrı gerçek olmadığını.

Sayfa 81
————————————-
Deleuze, Marksizm ve Yeni-Hümanizm
Deleuze Marksizmin kapitalizmi meşrulaştıran bir ideoloji olduğunu söylerken devletin kodlarının, her şeyin temelinde ekonomik ilişkilerin olduğu düşüncesini savunan Marksizm dolayımıyla tam da kapitalist yaşam pratiğini meşrulaştıracak bir biçimde inşa edildiğini vurgular. Zira kapitalist olmanın imkânı ekonomik özneye imandır. Bu bağlamda kapitalist yaşam pratiğinin, öncelikle ekonomik özneyi yarattığı, daha sonra da söz konusu özneyi, arzularından kıskıvrak yakalamak suretiyle arzu-nesne diyalektiğine nesne kıldığı söylenebilir. Arzu felsefeleri her ne kadar insanın, söz konusu arzu nesne diyalektiğinden kurtulması yoluyla özgürleşeceğine itimat ediyor olsalar da tüm kodlarından koparılmış beşeri arzular, özgülüğe değil, gittikçe büyüyen çölün zuhura gelmesinin yol açtığı nihilizme duçar olmak durumundadır. Hümanistik olanların yanı sıra her türlü aşkınlık fikrine açık bir savaş açan çağdaş Fransız felsefeleri, gerçekte değer, anlam ve amacın mutlak kod bozumuna uğratılmış beşeri arzuların irrasyonalliğiyle tebarüz eden yeni-hümanizmine kurban edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir.
Sayfa 72
————————————-
Benlik İnşası Yanılsaması Üzerine
Benlik inşası diye bir şey yoktur, yalnızca insana kendi asli varlığını/benliğini gizleyen benlik yanılsamaları vardır. Zira benlik, inşa edilen değil, teorik ve pratik boyutları olan derin bir tefekkür ameliyesiyle keşfedilen bir mahiyet arz eder. Çağdaş dünyada kişisel gelişim adı altında, sözde kişileri kendileri olmaya davet eden söylem biçimleri de gerçekte hakiki benlikleri gizleme ve yok sayma formlarından başka bir şey değildir.
Sayfa 69
————————————-
İnsan Olusun Açmazı Üzerine
Zavallı insanoğlu, insanı parçalayıp Hakikat’inden bihaber kıldıktan sonra atomu parçalamakla övünüp durmakta. En zor olanı başardıktan sonra, bir marifet yapmış gibi bununla övünmenin yersizliğinin bile farkında değil.
Sayfa 66
————————————-
İlerleme Mithosu ve Müslümanlığımız
İlerleme mitosu ekseninde Batıyı geçme veya batılı ilerleme standartlarına kavuşma idealiyle yanıp tutuşan Müslümanlara bir sormak lazım, zalimi zalimlikte, Allahsızı Allahsızlıkta, sömürgeciyi sömürgecilikte, pozitivisti pozitivizmde, hümanisti hümanizmde geçtikten sonra hala Müslüman Olarak kalabilecekler mi?
Sayfa 63
————————————-
Tarihselcilik gibi tarih yüzyılı olarak bilinen 19. yüzyıl Batı dünyasında zuhur etmiş ve meşruiyetini içine doğduğu dünyaya borçlu olan bir kavramı alıp Kur’an ve Sünnete uyguladıktan sonra, “Ben onu şu veya bu anlamda kullandım, zaten Batıda da tek tip bir tarihselcilik yok, üstelik bizim geleneğimizde de benzer içerikli (makasıd, esbabı nüzul vb.) kavramlar var” demek, en hafif ifadesiyle episternik bir rölativizme davetiye çıkarmaktır.

Tarihselcilik

Tarih toplum ve kültür bilimlerindeki metodolojik tartışmalardan neşet etmiş bir yöntem olmanın yanı sıra varlık ve hakikatin zamansallığına işaret eden ontolojik içerimlere de sahip bir kavram olarak tarihselcilik, tarihsel bir bağlamda zuhur etmiş olup, özünde Avrupamerkezci bir dünya görüşüne aittir.

Sayfa 61
————————————-
Akıl ve Hakikate Açıklık
Eleştirel bir düşünce içerisinde, Hakikat’e vasıl olmak bakımından aklın imkân ve sınırlarını tartışmak, aklı reddetmek değil, Hakikat’e açmak demektir, aksini iddia etmek ise hümanistik düşünceyi Hakikat’e sınır kılmaktan başka bir anlama gelmez.
Sayfa 58
————————————-
Bilerek Olmak mı, Olarak Bilmek mi?
Bilerek var olmak ile var olarak bilmek arasındaki fark anlaşılmadan, enformasyon ile ilim arasındaki farkın anlaşılması mümkün değildir. Siz hiç ahlak felsefesi okuyarak ahlaklı olan birini duydunuz mu?
Sayfa 57
————————————-
Erkek-Kadın Ayrımı Yerine İnsan
İnsanın küçülerek yok olmaya yüz tuttuğu çağımızda, erkeklik ve kadınlık üzerinden dışlayıcı söylemler geliştirmek yerine, “İnsan» olmanın anlam ve önemini, eşrefi mahlükat olarak İnsan’ı bir hayat memat meselesi kılmak gerekmektedir.
Sayfa 56
————————————-
İnsanın Yegâne İmkânı Olarak İslam
Sanki Müslüman olmak seçeneklerden bir seçeneği benimsemekmiş gibi İslam’ı başka metafizik düşünce pratikleriyle mukayese ederek değerlendirmek doğru değildir. İslam şeylerden bir şey olmadığı gibi çeşitli alternatifler arasında tercihe şayan herhangi bir alternatif de değildir. İslam mümin olsun kâfır olsun insan için yegâne imkândır.
Sayfa 53
————————————-
Günahın Estetizasyonu

Ahlaksızlık ve günahı estetize eden modern-kapitalist yaşam dünyasında değer aramak, foseptik çukuru içinde hiçbir
pisliğin bulaşmadığı temiz bir su kaynağı aramaya benzer. Bulana aşk olsun.

Sayfa 53
————————————-
Hakiki Düsünme Üzerine
Ey Yolcu! Kafası kafatasından, göğsü ise göğüs kafesinden müteşekkil olup da içinde sakladıklarından bihaber olmaktan sakın.

Bil ki hakiki bir düşünme eylemi, akıl ve yüreğin birlikteliğiyle vicdan olur, insaf olur, feraset olur, basiret olur, iffet olur, ilim olur, irfan olur, farka yönelik ihtimam olur ve büyük bir teyakkuz içinde adalet kaygısı olur.

Ve anlatır Hakikat yolcusuna, öyle ki olmanın yaşamak ve ölmekten çok daha zor olduğunu.

Sayfa 51
————————————-
Kapitalizm ve Kadın İmajı
Kapitalist yaşam pratiği, karizmatik zengin patronu tarafından aşağılanmak için adeta yarışa soktuğu kadınların kulağına, “siz eşit ve özgür bir bireysiniz” diye fısıldayarak daha önce eşine hiç rastlanmadık bir biçimde, kadının varlığına çeki düzen verirken, aynı zamanda insanın onurunu da rencide etmektedir aslında.
Sayfa 48
————————————-
Gülüm
Yarın çok geç gülüm, vakit an içre olma vaktidir.

Birçok şey ertelenebilir hayatta, lakin ölüme bu denli yakınken olmayı ertelemek kayıpların en büyüğüdür.

Varsın insanların çoğu mal, mülk ve imaj biriktirsin faniliğinden bihaber olarak. Sen dürüstlük, adalet, vefa, hakkaniyet ve rıza biriktir.

Varsın herkes matematiksel hesaplarla ölçsün zamanı, sen takdir, mukadderat ve kaderle tan hesaba kitaba gelmez zamansız hakikatleri.

Varsın herkes bilinç, zekâ ve zihin diye bahsededursun insandan, senin varlığını akıl, kalp, basiret ve Fıraset tanımlasın.

Varsın herkes büyük bir ad koyma yarışı içerisinde her şeyi beşeri idrake indirgenmiş nesneler kılsın, sen tüm beşeri hesapların ötesinde olana hasret varlığını ve vazgeçerek adlandırmaktan sonsuza tanıklık et.

Varsın herkes akın akın dağıtılan ganimetlere koşsun, sen Kâbe’ye doğru kol kola yürüyen kırk kişiden biri ol.

Varsın herkesin yüreğini dünyayı kaybetme korkusu sanversin, sen kaybetme korkusunu kaybetmiş bir mümin olarak selamla ölümü gülüm.

Sayfa 48
————————————-
Hümanizm ve Hakikat
Hakikat’in açıklığını gizleyen insanın hümanistik yorumlarıdır. Hümanistik yorumlarıyla insan Hakikat’in yalınlığını epistemik darbelerle yok ederek onu kendi sübjektif bilincinin soyut bir nesnesi haline getirir. Hümanizmin kaçınılmaz bir biçimde bilgi, varlık ve değer rölativizrniyle sonuçlanması bundan dolayıdır.
Sayfa 46
————————————-
Kapitalizm ve Dünyevi Imtihanımız

Gerektiğinde ölmeyi göze alabilecek kadar Hakikat’e sadık olabilseydik ya da Hakka sadakati kendimiz için en önemli ve yegâne imkân olarak görebilseydik kapitalizm, dünyamızı elimizden almakla tehdit ederek sözde can evimizden vurabilir miydi bizi hiç?

Sayfa 46
————————————-
Cinsellik ve Haz
Epiküros hazları değerlendirirken cinselliği doğal fakat zorunlu olmayan hazlar arasında zikreder. Buna karşın günümüz kapitalist ve liberal yaşam dünyasının ufku neredeyse yegâne haz olarak cinselliğe kilitlenmiş bir görünüm arz etmektedir. Epiküros düzeyinde bile düşünmekten aciz olan çağdaş insana İnsan oluşun ehemmiyetini anlatmak ne mümkün!
Sayfa 39
————————————-
Akletme Üzerine
Akletme eyleminin, bırakın mahiyetini, nasıllığını dahi akletmeksizin; akletmenin öneminden bahsetmek ile akla gelen her şeyi konuşmak arasında herhangi bir fark yoktur. Bunu en çok da akletme iddiasında olanlar, pratiğe dökmekte ne yazık ki!
Sayfa 38
————————————-
İstemenin Yorduğu Çağdas İnsan
Arzuların mutlak kod bozumuna uğratılması gerektiğini ileri süren çağdaş arzu felsefeleri, özgürlük kisvesi altında arzuları tarafından kuşatılmış olan insanın kendi hakikatine gafil bırakıldığı gerçeğini manipüle etmektedir aslında. İstemekten yorgun düşmüş de tıpkı deniz suyuyla susuzluğunu giderme telaşındaki bir insan gibi, hakikatine yönelik tam bir gaflet hali içinde, istekleriyle yorgunluğuna çare arama derdine düşmüş çağdaş zamanlarda insanlık. Zira şehevi duygular tıpkı deniz suyu gibidir, içtikçe daha fazla susatır ve nihayet bizatihi arzu edilen şeyin, arzulayan varlığı istila etmek suretiyle tüketmesine yol açar.
Sayfa 37
————————————-
Spekülatif Dini Rölativizm
Çağımız Müslümanlarının en büyük imtihanı, pratik düzlemde kendisini bu denli basit ve anlaşılabilir kılan bir dini, hiçbir biçimde sonuçlandırılması mümkün olmayan spekülatif tartışmalar yoluyla rölativize etme sürecinde veriliyor olsa gerek.
Sayfa 36
————————————-
Kimliğin Gücü vs. Gücün Kimliği
Kimliğimiz kendisini en bariz bir biçimde zorluklar karşısında takınacağımız tavırda ifşa eder. Birtakım zorlukların/ zaruretlerin haramları mubah kılarken zayıf karakterli kimlikleri de ifşa etmesi bundan dolayıdır aslında. Kimliğin gücü varoluşu dönüştüren bir karakter arz ederken gücün kimliği ise varoluşun gücünün zayıf karakterdeki insanların varoluşa dair algılarını belirleyip dönüştürmesiyle gösterir kendisini.
Sayfa 34
————————————-
Modern Akademik Kültür
Adına ister kültür endüstrisi, ister entelektüel kültürleşme, isterse enformasyon kültürü diyelim, modern akademik kültür “Cehalet, mutluluktur” sözünü kanıtlarcasına üretmiş olduğu akademik bilgiler yoluyla sürekli bir biçimde insanı asıl meselesinden koparan karakteriyle adeta cehaleti meşrulaştıran bir mahiyet arz etmektedir.
Sayfa 33
————————————-
Bakmakla Görmek Zıtlığı
Nazar etmenin unutulduğu bu çağa, bakmayı değil, görmeyi öğretmek gerekmektedir. Herkes bakıp duruyor lakin imajların gerçeği gizlediği bir çağda görme eylemi bir türlü gerçekleşemiyor ne yazık ki! Nazar etmeden görmek, görmeden de bilmek mümkün değilken sürekli bir biçimde bakma telaşındaki çağdaş insan görme imkânını da kaybetmek durumunda kalmıştır imaj dünyası içerisinde.
Sayfa 30
————————————-
Müslüman Oluşumuzun Paradoksu Üzerine
Sanki canı gönülden Müslüman olmayı istedik de İslam nasip edilmedi bize. İslam üzerine konuşmayı bırakıp Müslüman olmayı denemeye ne dersiniz? Doğru söyleyelim bizler Müslüman olmayı gizleyen ve dünyayı mutlaklaştıran bir İslam imajını arzu ettik hep beraber.

Şimdi kalkmış sanki meselemiz entelektüel ve epistemolojik bir mevzuymuş gibi İslam’ın imkân ve geleceğini kılı kırk yararcasına tartışmaktayız. Oysa bu durum kapitalist bir yaşam pratiği içerisinde, liberal bir varoluşa müptela hale gelmiş Müslümanların biriken gazını almaktan gayrı bir anlam taşımamaktadır ne yazık ki!

İnceleyin:  Sabır: Bekleme sanatı
Sayfa 29
————————————-
Insan Olusun Anlamı
Sanki insan dünyevi varoluşunda sahip olmadığı güç veya yetilerle insan oluş imtihanını veriyormuş gibi birileri eşcinsellik ve pedofilinin bilimsel dayanaklarına referansla onları meşrulaştırma çabası vermektedir. İnsan oluş, sahip olunan güç ve yetileri kimi zaman koruyarak kimi zaman geliştirerek kimi zaman aşarak kimi zaman da ortadan kaldıtarak varlığı süfli olandan ulvi olana doğru taşıma mücadelesinden başka bir şey değildir. Bundan dolayı insanın sahip olduğu hayvani yönler, hayvanca eylemeyi meşrulaştırmadığı gibi bilakis insanı hayvandan ayıran düşünme ve temyiz etme melekesi yoluyla insan oluş yönünde disipline edilip aşılması gereken bir mahiyet arz eder.
Sayfa 28
————————————-
Haz, Güzellik ve Hakikat Rölativizmi
Hazzı arındıracak güzellikle irtibatını büsbütün kaybetmiş bir çağda, derinliğin imkânı da yitirildiği için hakikat fikrinin kaygan ve kırılgan bir yüzeye raptolmasının sonucunda, tam bir rölativizme duçar olmuştur insanlık.
Sayfa 27
————————————-
Epistemik Özne ve Terk Fikrinin Unutulması

Hakikat’e vasıl olmak için hiçbir şeyi terk etmeye gerek olmadığını düşündüğümüz andan itibaren Hakikat’le sahih bir irtibat kurma imkânını da kaybettik modern zamanlarda.

Epistemik öznenin zuhuruyla birlikte Hakikat’le temasın ve insanî kemalin yegâne imkânı olan terk fikri, imgelemin, gerçekliğin yerine ikame edilmesiyle birlikte büsbütün zayıfladı. Artık epistemik Özne düşünce yoluyla hem imgelemindeki temsili gerçekliğin yerine ikame ettiği hem de varlık,hakikat, değer ve anlamın yegâne ontolojik referans noktası olarak görüldüğünden ötürü, hakikate ulaşmak da yalnızca öznenin gerçekleştireceği epistemik temsil eylemiyle ilgili bir mevzu olup çıkmıştır. Oysa epistemik bir temsil pratiğinde zuhura gelen şey, Hakikat’in soluk bir kopyası olmaktan bile çok uzak bir biçimde, hümanistik bir kurgudan başka bir şey değildir aslında! Tam da bu yüzden Hakikat’in kendi idrak düzlemimizde zuhura gelenlerden ibaret olduğunu sanmak, gerçekliği görünüşe kurban etmekten başka bir şey olmayacaktır.

Sayfa 26
————————————-
Hakikate Açılan Bir Imkân Olarak Ölüm

En yakındaki, en olağan, en yalın ve sürekli bir biçimde tezahür eden Ölümü, olağandışı bir şey addedip yadsımak, olsa olsa bu dünyanın itibari varlığını mutlaklaştırmak suretiyle Ölümü kendine bir türlü yakıştırmayan gaflet içindeki bir beşerin yapabileceği bir şeydir. Dünya asıl anlam ve önemini Ölümle kazanırken gaflet ve nisyan varlığı olan insan, ölümü olağandışı addetmek suretiyle hakikatle kurması mümkün en hakiki imkân kapısını dahi kapamaktadır kendi yüzüne.

Sayfa 25
————————————-
Zamanımızın en büyük alametifarikalarından biri de artistik kavramlar, sözde entelektüalist bir tutum ve zamanın ruhunun açtığı düşünce ufkunun parametrelerine tam bir sadakat içerisinde son derece yalın olan hakikatlerin çarpıtılmasıdır. Zira modern entelektüel kültürleşme Hakikat’in yalınlığını bilgi/enformasyon yoluyla perdelemektedir ne yazık ki!
————————————-
Zekâ mı, Akıl mı?

Mutluluk kavramı niceliksel terimlere döküldüğünde insan varlığının kemal boyutu ortadan kalkar, düşünen ve temyiz eden insanın yerine ise problem çözmekte mahir ve sonuçlara endeksli bir düşünme pratiğine müptela olan zeki bir içgüdü varlığı ikame ediliverir.

Akıl mı? Zekâ sahibi bir beşer akla ihtiyaç duymaz. Zira akıl insana, zekâ ise içgüdü varlığı olarak beşere aittir. Aslına bakılırsa bütün kötülüklerin kaynağında, zekâ sahibi beşerin, aklını körelterek etkisiz kılmasının sonucunda, aklını dahi araçsallaştırması bulunmaktadır. Sokrates’in dediği gibi “İnsan bilerek kötülük yapmaz. ” Gerçekten de bilgi ve erdemin düşmanı olduğu gibi tüm ahlaki problemlerin kaynağı da zemininde bulunmaktadır.

Sayfa 22
————————————-
Sekülarizm Üzerine
Batı düşüncesi açısından bakıldığında sekülerleşme İsa’nın çarmıha gerilmesi düşüncesiyle paralel bir iç mantığa sahiptir. Batı, önce Tanrı’sını ete kemiğe büründürüp Tanrı’ya dair ufkunu zamansal-mekânsal varlık âlemiyle sınırlandırdı sonra da bilimsel ve rasyonel gerekçelerle bu dünyadan gayrı bir dünya fıkrini kapı dışarı edecek şekilde göklere açılan kapılarını kendi yüzüne kapayıverdi.
Sayfa 22
————————————-
Mülksüzlüğümüzün Hakikati
Gerçekte hiçbir şeyin sahibi olmadığımız halde “Benim bedenim, benim varlığım, benim mülküm, benim aklım ve idrâkim” diye diye insan olma imkânımızı gitgide zorlaşmıyoruz ne yazık ki.
Sayfa 19
————————————-
Modern-Gelenek Açmazımız

Kuşkusuz tarihsel değişim ve dönüşümü bir çırpıda yok sayarak kaybedildiği düşünülen bir geçmişin nostaljik takipçileri olmak çözüm olmadığı gibi yeni olanın kayıtsız şartsız bir biçimde kutsandığı ve vücuda gelen yeninin varlık oluşsal anlam ufku bakımından hiçbir kritiğe tabi tutulmadığı bir meşrulaştırma pratiği içinde olmak da çözüm değildir.

Hele hele adeta şımarık bir çocuk gibi her şeyi “Ben keşfedip anlamlandıracağım” edasıyla varlığın, varoluşun, insanın, ahlakın, “Allah-insan-âlem” ilişkisinin anlamına ilişkin son derece kıymetli bir mahiyet arz eden kadim dini ve düşünsel birikimi yok saymak suretiyle her seferinde Amerika’yı yeniden keşfetmek çabasına koyulmak ise kelimenin en hafif anlamıyla düşüncesizlik ve aymazlık olacaktır.

————————————-
Hakikat ve İnsan

Nefislerin çarpıştığı bir diyalogda kazanan olmaz.

İnceleyin:  Zaman ve İnsan

Hakikat, diyalog içinde kaybetme muradında olmayı salık verir insana. Zira hakiki bir diyalogda insan, hakikati konuşma cüretinde bulunmaz, bir kıvılcım misali çakan hakikat, hiç umulmadık bir anda konuşuverir, varlığını kendisine adayan insana. Tıpkı kaybedilen bir yolda, selamete kavuşma umudunu artıran yol işaretleri gibi düşünce ufkunun hakikat kaygısı tarafından belirlendiği bir diyalogda da insan, susar ve büyük bir teyakkuz içinde hakikatin, tüm sesleri kesen sessiz çığlığını duymaya koyulur. Tüm sesler kesilmeden hakikat konuşmadığı içindir ki hakikate perde olan varlığı çekmelidir aradan, işitip ait olmak için Hakikat ufkuna.

Sayfa 17
————————————-
Tatminsiz Bedenler, Acı Ceken Ruhlar
Çağdaş kapitalist yaşam pratiği içerisinde mahremiyetin kaybedilmesiyle birlikte ortaya çıkan bedene ait imaj bolluğu, hakikatinden kopmuş insan bedenlerini tatminsizliğe, ruhlarını da ıstıraba duçar etmiştir. Çağdaş zamanlarda insanın bitmek bilmeyen iç sıkıntısının bir sebebi de bu olsa gerek. Platon’un yağız atı almış başını gitmiş de aklın haberi bile olmamış bu gidişten, şimdilerde ise akıl/ruh başına gelenleri anlamlandırma çabasına düşmüş bir telaş içinde. Tam da bu nedenle insan bedeninin kutsandığı bir çağda, akışkan karakteriyle kendinden gayrı hiçbir şeyi istemeyen bir arzunun esiri kılınmış olan tatminsiz bedenlere ilahi bir nefha olan ruh ne yapsın?
Sayfa 16
————————————-
Dua belli bir yola gönüllü bir şekilde girmek ve o yolun bize açacağı yolları tereddütsüz olarak benimsemekle eş anlamlıdır. Bu yol ise her şeyden önce Allah’ın isteklerinin öncelikliliği esasına dayalıdır. Bizim isteklerimizin değerinin tayini de onların Allah’ın isteklerine tekabüliyetinden geçmektedir. Yani duadaki aslolan şey, yürekli ve açık bir biçimde duanın gereğince amel etmektir. Duanın gereğince amel ise hiçbir biçimde riyaya ve ikiyüzlülüğe başvurmaksızın dua edilmeye muktedir gördüğümüz Varlık’ın bizim dualarımızı kabulünün kendisinin rızasından geçtiği bilincine varmak ve o bilincin gereğince eylem alanlarımızı belirlemektir. Bu tespitin anlamı, duanın kesinlikle bir aktivite olduğu gerçeğinde kendisini bulmaktadır. Hem de Öyle bir aktivite ki bir yönü ile ne olacağımızı belirleyip bizi olmamız gerekenin yoluna sokarken diğer bir yönü ile de isteklerimizin mümkün ufkunu tayin ederek bizi onları elde etmenin meşru ve bazen de oldukça çetin yollarına sokmaktadır.
————————————-
Şayet dünya bizim için salt bir özgürlük alanı şeklinde tecelli etmiyorsa özgürlüğümüz de sürekli bir biçimde bir şeylerle ilişkisi içerisinde anlam kazanıyorsa özgürlüğün yolu da Allah’ın bize biçmiş olduğu yaşama biçiminden geçmektedir. Tıpkı bir çiçek misali, nasıl ki çiçek kendisini en iyi şekilde kendisine en elverişli topraklarda gerçekleştirebiliyorsa ve o toprakların dışında çiçek için özgürlüğün ve kendini ifşa etmenin esamesi okunamıyorsa bizlerin özgürlüğü de Allah’ın bizim için biçmiş olduğu yaşama ve tefekkür biçiminden geçmektedir. Bu da olduğumuz hali sorgulamamızı ve onun ötesine geçmenin yollarını aramamızı gerekli kılar. İşte olduğumuz hali, ilahi olan yönünde dönüştürmenin yollarından birisi de duadır.
————————————-
Satır satır okurken hayat sayfalarını atlamak olmaz, özeti olmaz, her şey anlamlıdır hayat sayfaları arasında.

Ve şöyle yazar küçük puntolarla büyük yürekler için: Hiçbir şey anlamsız değildir bu sokaklarda.

Paradoksaldır anlamı çoğu kez, acı tatlı, tatlı acı oluverir buralarda. Bir anlamı vardır çekilenlerin, sabırla ölçülür ağırlıkları, bir örümcek edasıyla örülür ağları. Bir de uyarı vardır korkusuz yüreklere: “Sakın sabrı elden bırakmayın, sakın eldekinden şükür kesmeyin ve unutmayın, unutmayın ki beşer planı hep eksiktir, eksiktir bütün hesaplar, tamlığı olmayan bir dünyanın eksiklikleridir olup bitenler.” “İbnulvakt” derler bazıları “anlamlılar”a, bazıları “hesapsız” derler ve “deli” derler bazıları.

————————————-
Niteliksel ayrımların belirleyici olduğu klasik dünya görüşü açısından bakıldığında, maddeden Tanrı’ya doğru gidildikçe “değer”, “anlam”, “doğruluk” ve “gerçeklik”in arttığı bir varlık hiyerarşisi söz konusu olup her varlığın aynı zamanda özünü de oluşturan bir telosu olduğu kabul edilmekteydi. Aslına bakılırsa insan varlığının küçültülmediği klasik zamanlarda, insan için geçerli olan varoluş düzlemi kemal kavramlar ekseninde şekillendiğinden ötürü, insan olmak ile alelade varlığın dürtü ve güdülerinin etkisi altında olmak birbirini dışlayan bir mahiyet arz etmekteydi. Foucault’nun da vurguladığı üzere klasik dünyanın düşünce parametreleri, insanın hakikatle temas kurabilmesinin imkânını ruhani bir dönüşüme bağlı bir mesele kılarken gerek Descartes gerekse Kant felsefelerinde müşahede edilebileceği şekliyle modern düşünceyle birlikte insan, herhangi bir ruhani dönüşüme gerek duymaksızın, hakikati bilmeye muktedir epistemik bir özne hüviyetine sahip olarak görülmeye başlanmıştır.
————————————-
Her tezahür, tezahür edene bir işaretti lakin tezahür edenin varlığı aynı zamanda tezahürle perdelenmekteydi. Düşünmek perdeyi aralamak, kendisi de bir perde olan ben’i aradan kaldırmak, tezahür edende gizlenene odaklanmak demekti aynı zamanda. Bundan dolayı her ne kadar klasik dünyada bilme eylemi, modern zamanlarda karşılaşıldığı şekliyle kesinlik ideali ve keskinlik ufkunda belirlenmiş bir karakter arz etmese de hiçbir biçimde ele geçirilip tüketilmesi mümkün olmayan ulvi meselelere yönelmekle alakalıydı. Schumacher’in Thomas Aquinas’a referansla vurguladığı şekliyle klasik dünyada, “yüce şeylerden elde edilecek en zayıf bilgi,küçük şeylerden elde edilecek en emin bilgiden daha arzuya şayan” kabul edilmekteydi.
————————————-
Bilhassa İslam düşüncesindeki Tevhid anlayışı bağlamında düşünüldüğünde; “Allah”, “insan” ve “evren” arasındaki ilişkinin merkezinde bütün varlıkları kendi varlığında mezceden Allah’ın bulunması, insanî düşünümün de mahiyetini köklü bir biçimde belirlemiş ve insanı, Allah ile olan ilişkisiyle bağlantılı bir biçimde, diğer insan varlıkları ve var olanlarla ilişkisinde sorumluluk sahibi bir varlık statüsüne taşımıştır. Zira insanın bütün yapıp etmelerinin ufkunu Allah, insan ve evren arasındaki hakiki bağlantı zemininden hareketle tayin eden bir düşünce tarzının nazarında, insanın ister insanla isterse bir bütün olarak varlık ve var olanlarla ilişkisi söz konusu olsun, kendini varlığın merkezine koymak ve diğer var olanları kendi tahakküm nesnesine dönüştürmek gibi bir tutum içerisinde olması mümkün değildir. Son derece “ekolojik” diye niteleyebileceğimiz böyle bir düşünme tarzında, insan da dahil olmak üzere bütün var olanlar birbirleriyle bağlantılı bir biçimde düşünüleceğinden ötürü düşünme de soyut zihinsel bir faaliyet değil, insanın varlık bütünlüğünün anlamına odaklanan kalbî bir etkinlik olarak anlaşılmak durumunda olacaktır.
————————————-
İnsanı, kendi varoluşunun hakiki anlamından koparan ve varlığın merkezine koyan modern düşünce, bilimsel gelişmelerden almış olduğu güce bağlı olarak bütünüyle araçsal bir akıl yoluyla bir yandan eşya ve var olanlar, diğer yandan da insan üzerindeki tahakkümün zeminini hazırlamıştır. Zira en kamil biçimini “Aydınlama” düşüncesinde kazanan modern düşünce tarzı, “düşünen Özne”yi, dolayısıyla da “insan”ı varlığın merkezinde konumlandıran ve bilgiyi de daha başlangıçta egemen olmakla ilişkilendiren bir paradigma olarak hem dış dünyanın hem de insanın nihayetinde dönüştürülmelerine ve bir tahakküm nesnesi olacak şekilde teorileştirilmelerine yol açacak bir soru sorma veya düşünme mantığı tarafından şekillenmiştir.

Böyle bir düşünme mantığı için soruşturma konusu kılınacak olan her şey, en nihayetinde insanın tahakkümü altındaki bir düşünce nesnesi olmanın dışında herhangi bir anlama sahip değildir. Bu düşünce tarzına göre insanın dışındaki her şey, yer kaplayan mekanik bir varlık alanına gönderme yapmakta olup insanın söz konusu varlık alanını istediği gibi çekip çevirmesinin ve kendi hizmetinde pervasızca konumlandırmasının önünde, ne ahlâkî ne dinî ne de insanî herhangi bir engel söz konusu değildir. Çünkü Aydınlanma düşüncesi tarih, gelenek, din, kültür, değer, mit Vb. kavramları değersizleştirmenin yanı sıra her şeyden önemlisi de insanı varlık bütünlüğü içerisindeki yerinden etmiştir.