Risale-i Nurda Zaman
Bediüzzaman’ın eserlerinde kullandığı zaman birimleri bir mekan üzerine oturtulmuş, bizim yıl ve bölümlerine dağılan zaman birimleri değildir. Belli tarihleri içine almaz. O dehaların zamanı olan bütün zamanlarda geçerli olan zaman birimleri kullanır, bunlar da bir zaman, bir süre sonra ve benzeri zaman kalıplarıdır.
Bediüzzaman zamanı çeşitli şekillerde tarif eder. Allah’ın bütün kâinatı içine alan faaliyetleri gösterdiği bir büyük levhası vardır, bu levha levh-i mahfuz-ı azamdır. Büyük levhaların muhafaza edildiği yer. Allah buradan yer- yüzündeki varlığın göründüğü levhaları canlıları ve varlıkları yansıtır. Bu levha ise levh-i mahv isbattır. Yani büyük levhadan, yeryüzünün küçük levhalarına yansıyanlar. Bu küçük levhaya yansıyanlar varlığın ve insanın hayatına endeksli bir yansımadır. Yoksa yukardaki büyük levhanın hakikatini biz anlayamayız. Yani bir nevi filmin sahneye yansıdığı yerden sahneye belli bir şey yansır, filmin bulunduğu noktanın keyfiyeti bizce meçhul, ama buraya yansıyanların bir kaynağı olduğu kesin. İşte aleme, yeryüzüne yansıyanlar zaman ve mekanın uzlaşmasından doğan levh-i mahv isbattır. Görünüp kaybolan levhalar. İşte bu yansımanın akışı zaman demektir. Bediüzzaman zamanı akmakta olan nehire benzetir. Bu zaman levhasına yansımalar da zerrelerin hareketi ile olur.
“Demek harekat-ı zerrat, o kitabetten, o istinsahtan, mevcudat alem-i gabyan alem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde bir ihtizazdır, bir harekattır, Amma levh-i mahv isbat ise sabit ve daim olan levh-i Mahfuz-ı Azam’ın daire-i mümkinatta, yani mevt ve hayata, vücut ve fenaya daima mazhar olan eşyada mütebeddil bir defteri ve yazar bozar bir tahtasıdır ki, hakikat-ı zaman odur. Evet her şeyin bir hakikati olduğu gibi zaman dediğimiz kâinatta cereyan eden bir nehr-i azim..” (Sözler, s. 505)
Burada zaman bir büyük nehire benzetilmiştir.
Zamanın nehir’e benzetilmesi daha da açılır.
Şu mahlukat zaman nehrinde mütemadiyen akıyor, alem-i gaybdan gönderiliyor, alem-i şehadette vucud-ı zahiri giydiriliyor, sonra alem-i gayba muntazaman yağıyor, iniyor. Ve emr-i Rabbani ile mütemadiyen istikbalden ‘ gelip hale uğrayarak teneffüs eder, maziye dökülür, işte şu mahlukatın şu seyelanı, gayet hakimane, rahmet ve ihsan dairesinde, şu seyeranı, gayet alimane hikmet ve intizam dairesinde, ve şu cereyanı gayet rahimane şefkat ve mizan dairesinde baştan aşağıya kadar hikmetlerle, maslahatlarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek bir kadir-i Zülcelal bir Hakim-i Zülkemal, mütemadiyen tavaif-i mahlukatı (mahlukat taifelerini) ve her taife içindeki cü- ziyyatı ve o taifelerden teşekkül eden alemleri kudretiyle hayat verip tavzif eder, sonra hikmetiyle terhis edip mevte mazhar eder, alem-i gayba gönderir, daire-i kudretten daire-i ilme çevirir.” (Mektubat, s. 223)
Bir sinema ve tiyatro sahnesi dardır, ama orada binlerce film gösterilebilir. Onun gibi yeryüzü bir dar dairedir, her yıl orada birbirinden farklı sayısız olay, insan, canlılar sahnelenir, sahne dar olduğu için sürekli yeni şeylerle yenilenir. Bu dünya denen sahne de dar ve mahdudtur, Allah’ın sanat ve saltanatı ise sonsuzdur, bu sonsuz olan şeylerin bu dar sahnede sahnelenmesi için sahnenin sürekli birbirinden farklı kimlikteki şeylerle yenilenmesi gerekir.
“Nihayetsiz kemalat-ı ilahiyeyi, hadsiz celevat-ı cemaliyeyi ve gayet- siz tecelliyat-ı celaliyeyi ve gayr-i mütenahi tesbihat-ı Rabbaniyeyi şu dar ve mahdud zeminde ve mütenahi ve az bir zamanda göstermek için zerratı kemal-i hikmetle kudretiyle tahrik edip, kemal-i intizamla tavzif ederek mütenahi bir zamanda mahdud bir zeminde gayr-i mütenahi bir tesbihat yaptırıyor, gayr-i mahdud tecelliyat-ı cemaliye ve celaliye ve kemaliyesini gösteriyor. ” (Sözler, s. 508)
Zamanın nehrinde zerrelerin hareketi ile canlılar vücuda gelirler, onların vücuda gelmesi ve zerrelerin hareketi “Beş bin hikmetle tahrik olunurlar. ” (aynı sayfa)
Bediüzzaman zamanı ipe de benzetir.
“Kâinatları kemal-i hikmet ile halkeden değiştiren ve asırlar ve seneler, belki günler adedince muntazam alemleri zaman ipine asan ve onunla azamet-i kudretini gösteren.* (Sözler, s. 485)
Ve mevcudat zerrelerin hareketi ve zamanın akışı ile çalkalanırlar. (Sözler, s. 536) İp imajı bir başka yorumda mazi, hal ve istikbale bölünür. Ve sinema şeridine dönüşür.
“Sonra intizam ile çıkarılıp geçmiş zamanın ipine asılan ve yeniden gelecek zamanlarda giydirilecek ve kemal-i intizam ile kader dairesinde programları ve biçimleri çizilen ve tayin olunan ve gelecek zamanın şeridine takılan. ’ (Sözler, s. 546)
Kur’ân’daki zaman yaşanmış bir bitmiş zamandır. Çünkü Amme ve Vakıa, Yasin ve daha birçok surede kıyametin ahvali hikâye edilir. Bu bizim zaman anlayışımıza göre gelecektir. Oradaki zaman ise bitmiş bir zamandır, o zamanın keyfiyeti bize meçhuldür. Bu üç surede kıyameti tasvir eden olaylar ve kıyametten sonraki olaylar imtihan meydanın kapanmasından sonra ki olaylardır. Allah için mazi -hal — istikbal diye bir kavram olmadığı için onun nazarında binlerce yıllık dünya zamanı ve kıyamet bizim bilmediğimiz bir za man tarzı ile ifade edilir. Bir andır.
Bediüzzaman gezegenlerle sağlanan hepsi birlikte kurgulanmış zamanı bir büyük saate benzetir ve ona “Saat-i Kübra der. Bu büyük saatin akre bi aydır. “Yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatlerin parlayan akrepleri mi- süllü, kubbe-i semada kameri zamanın saat-ı kübrasına bir akrep yapmak. ” (Sözler, s. 553) Demek ay fonksiyon itibariyle daha büyük bir göreve sahiptir. Zamanı ipe, şerite benzeten Bediüzzaman onu hareketin rengine, farklı renklere de benzetir.
Büyük saatin diğer cüzleri de söz konusudur.
“Gece gündüz o saat-i kübranın saniyelerini sayan iki başlı bir mil hükmündedir, sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetin dedir asır ise o saatin saatlerini tadad eden bir iğnedir. – (Sözler, s. 402) Bediüzzaman dünyayı da başka bir saate benzetir. Zelzeleli değişken bir saat: »Mekan itibariyle dahi yine dünya zelzele-i gayr-i sabit bir saat hükmündedir.” (Aynı sayfa) Zaman çünkü harekatın bir rengi bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan” (Sözler, s. 525) “Yirmi Üçüncü Söz”de zamanı bir trene benzetir, “O şimendifer ise zamandır. Her yıl bir vagondur. ” (Sözler, s. 295)
Zaman dünya, ay ve güneş arasındaki münasebetlerden dağan yaratılmış bir kavramdır. Ama bir karpuzun içindeki dünya ile dışındaki dünya ve şartlar bir değildir. Karpuzun dışına uzanan bir göz farklı şartlarla karşılaşacaktır. Dünya, güneş ve ay üçlüsünden dışarı uzanan bir bakış ve görüş farklı şartlar ile karşılacaktır. Dünyada insanlara göre zaman kavramı değişmektedir, onlar dünyadaki geçerli zamandan başlarını dışarı uzatmadalar ve farklı şartlar ile karşılaşmadalar. Bediüzzaman zamanın bu farklı görünüşleri konusunda uzun yorumlar yapar. Zaman büyük zatlara göre farklı uzunluklara sahiptir.
“Resul-i Ekrem Alehisselatü Vesselam Burak-ı Tevfik-i İlahiye biner, berk gibi bütün daire-i mümkinatı katedip acaib-i mülk ve melekutu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup, rüyet-i cemal-i ilahiye maz- har olarak fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir. Her zaman (iman sahibi) namazın efal ve erkanına fikrini bindirip, bir nevi Miraç ile kâinatı arkasına atıp, huzura kadar gider, her zikalp ve kamil veli seyr i sülük ile Arştan ve daire-i esma ve sıfattan kırk günde geçebilir. Hatta Şeyh-i Gey- lani imam-ı Rabbani gibi bazı zatların ihbarat-ı sadıkaları ile bir dakikada arşa uruc-ı ruhanileri oluyor. Hem ecsam-ı nurani olan melaikelerin Arştan Fer- şe kısa bir zamanda gitmeleri ve gelmeleri var. Hem eh-i Cennet mahşerden Cennet bağlarına kısa bir zamanda uruc ediyororlar.” (Sözler, s. 525)
Bu şahıslar nasıl bizim zamanımızı aşar bir başka zamana dahil olurlar. Onu da izah eder Bediüzzaman. Ruh zaman ile kayıtlı değil, insan hisleri ruh derecesine çıkınca bu tür insanlar için mazi ve gelecek kayıtları kalkar, hepsini hal hükmünde görebilir.
“Zamanla mukayyed olan cism-i maddi gılafından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselip dün geceki Lele-i Kadri öbür gün leyle-i id ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit o hazır zaman genişler.” (Sözler, s. 55)
Zaman bu şahıslar için açılabilir ve genişleyebilir. Buna zamanın açılması denir. Bir de bir başka zaman boyutu, onu aşmaktır. Bediüzzaman da bast-ı zaman hakikatina yani zamanın açılmasına mazhar olmuştur. 15 yılda okunabilecek kitapları altı ay gibi bir kısa sürede hem okumuş, hem de hafızasına almıştır. Zamanın açılmasına Bediüzzaman örnekler de verir.
“Şu bast-ı zaman herkesçe musaddak bir nevi rüyada görünüyor. Bazen bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, geçirdiği ahvali, konuştuğu sözleri, gördüğü lezzetleri veya çektiği elemleri görmek için yakaza aleminde bir gün belki günler lâzımdır.” (Lem’alar, s. 24)
Ashab-ı Kehf mağarada üç yüz yıl kalmışlar; ama değişmemişlerdir. Baş ka bir zaman boyutunda yaşamışlardır. Miraç hakikati da zamanın açılmasına dahildir, dünyadan ve ona bağlı sistemden çıkan Peygamberimiz başka bir zaman boyutuna girmiştir.
Evliya arasında da bu zaman açılmasiyle ilgili çok örnekler vardır. Bu bahsi Mesnevi isimli eserinde daha ayrıntılı anlatır.
“Med ve cezir gibi bast-ı zaman (zamanın açılması) tayy-ı mekan (mekanı aşma) meselesi şöhret bulmuştur. Ezcümle Kitab-ı Yuvakıt’ın rivayetine göre, İmam-ı Şarani bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekki- ye namındaki (Muhiddin-i Arabinin eseri) büyük mecmuayı mütalaa etmiştir.Bu gibi vukuat istiğrabla (garip ve aykırı görmekle) inkar edilmesin.Zira bu gibi garip meseleleri tasdike yaklaştıran misaller pek çoktur.Mesela rüyada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun. Eğer o saatten o işlere bedel Kur’ân okumuş olsaydın, birkaç hatim okumuş olurdun. Bu halet evliya için halet-i yakazada inkişaf eder. Zaman inbisat eder. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zaman ile mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galip olan evliyanın işleri, filleri sürat-ı ruh mizaniyle cereyan eder. Bast-ı zaman sırrıyla çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç, bu hakikatin vücudunu isbat eder. Ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Miraç’ın birkaç saat müddeti binlerseneler hükmünde vüsati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü Miraç yoliyle beka alemine girdi. Beka aleminin birkaç dakikası bu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. Peygamberimizin gelecek zamanla ilgili haberleri de zamanın aşılması ve geçilmesi örmekleridir. “Gaybdan olan ihbarat-ı kesiresidir. Güya tayyar olan ruh-u mücerredi zaman ve mekan-ı muayyenin kayıtlarını kırmış ve hudud-ı maziye ve müstakbeleyi çiğnemiş, her tarafını görerek bize söylemiş ve göstermiştir. ’ (Mucizat-ı Ahmediye)
“Risale-i Nur’un telifinde de bu bast-ı zaman hakikati çok defa vukua gelmiş. Ezcümle, On Dokuzuncu Mektup yüz elli sayfadır. Üç yüzden fazla mucizatı, kitaplara müracaat edilmeden ezber olarak, dağ, bağ köşelerinde dört gün zarfında her gün üçer beşer saat meşgul olmakla, mecmuu on iki saatte telif edilmesi, Ramazan risalesi kırk dakikada telif edilmesi, Yirmi Sekizinci Söz, yirmi dakikada telif edilmesi, bast-ı zamanın vukuunu isbat etmiştir.” (Mesnevi, s. 166)
Bediüzzaman anlatım teorisinde de maziye ve geleceğe gider. O uygulamayı eserlerinde de yapar. Bazen Asr-ı Saadet’e gider, Peygamberimizi (A. S. M.) vazife başında görür, bazen ölümü için geleceğe gider kabrinin başında ve içinde konuşur. Bazen bir hapishane bahçesinden rakseden kızların gelecekteki hayatlarını görür. Bazen Kur’ân’ın yeni indiği yıllara gider, o bedevi asrı ve yapılan harikalıkları şimdiki zamandaki gibi gözlemler. Buna bir örnek verelim.
“Şu zaman ve muhitin hayalatından çıkarak tayy-ı zaman ve mekanla hayalen cezire tül Arab’a gidelim ve Medine-i Münevvere’de nurani ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev-i beşere hitaben irşadatta bulunan o Zat-ı Mualiayı bizzat görüp sözlerini dinlemeliyiz. İşte hâyalen oraya gittik.” (Mesnevi, s. 23)
Bir karpuzun içinden çıkan bir canlı farklı şartlara tabi olduğu gibi Allah istediği kulunu o karpuzun içinden, bu dünyanın tabi olduğu şartlardan çıka- rıp farklı bir zaman boyutuna taşır. O şahıs “Zamanın cereyanına tabi olmayarak bir kuvvet-i kudsiye ile fevkazzaman çıkıp dünü bugün gibi hazır” görebilir. (Sözler, s. 454)
Felsefede zaman mekan üzerinde izah edilir. Bediüzzam zamanı varlığın tasarım dairesi ile biçimlendirme ve varlık kazandırma dairesi arasında var olma ve yok olma levhası olarak gösterir.
“Kitab-ı Mübin’in düsturları ve imlası tahtında ve zaman-ı hazır ve alem-i şehadetten teşkil ve icad-ı eşyada tasarrufa medar ve kudret ve irade i ilahiyenin bir unvanı olan Kitab-ı Mübin’den istinsah ile ve seyyal zamanın ha kikatı ve sahife-i misaliyesi olan levh-ımahv isbat’ta kelimat-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekattır ve manidar ihtizazattır.” (Sözler, s. 505)
Kitab-ı Mübin, varlığın meydana gelmeden önce fizyolojik ve manevî anlarının belirlenmesidir. Her varlığın bir planı, porgramı olduğu gibi bütün varlıklar birlikte birbirlerini maddi ve manevî programda tamamlarlar. Otun tasarımı, atın tasarımı insanı, insanın tasarımı kâinatın tasarımı gibi birbirini tamamlar. Sonsuz tasarım halkaları ile bütün kâinatın birden birbirine zıt düşmeyen bir tasarımdan geçmesi, Alah’ın ilminin tasarlama dairesi olan İmam-ı Mübin’de gerçekleşir. Sanatın 20. yüzyılda fark ettiği tasarım fikri ilk defa Paris’de fakülte açılmak suretiyle gerçekleştirilmiştir, bizde ise henüz yemdir bu tür teşebbüsler.
Zaman, canlıların görünüp kayboldukları bir yazı tahtası gibidir- zerreler bu tahtada varlığı gösterip,sonra silinip kaldırıyorlar.Lehv-i mahv ispat denilen zamanın sahıfe-ı misaliyesinde yazıyor,icad ediyor,zerratı tahrik ediyor.(Sözler, s. 505)
Zaman büyük filozofların uğraştığı bir kavramdır. Her birinin bu konuda farklı değerlendirmeleri vardır. Filozoflar zamanı umumiyetle Allah’tan bağımsız bizatihi bir kavram olarak yorumlarlar, bu yüzden anlamlılığı çok da belli değildir. Aristo, Heidegger ve Bergson’un zaman yorumları en belirgin zaman değerlendirmeleridir.
Bediüzzaman’ın zamanı bir değerlendirme şekli her zaman biriminin Allah tarafından bir model olarak kullanılmasıdır.
“Sani-i Hakim (hikmetli ve sanatlı yapan yaratıcı), Nakkaş-ı Alim (ilimle nakşeden sanatçı) şu alem sarayını müştemalitiyle (ona gereken içindekilerle) beraber bedi (en güzel surette) yaptıktan sonra, cüzi ve külli, cüz ve küll her şeye bir m o d e I hükmünde bir nizam-ı kaderi (kaderin birdüzeni) ile bir miktar-ı muayyen (muayyen bir miktar,belirli bir miktar)vermiştir. İşte bak o Nakkaş-ı Ezeli, her bir asrı bir model yaparak mucizat-ı kudretiyle murassa, taze bir alemi ona giydiriyor. Her bir seneyi bir mikyas ederek havarık-ı rahmetiyle musanna, taze bir kâinatı o kamete göre dikiyor. Her bir günü bir satır yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudat onda yazıyor.”
Şu küçücük paragraf o kadar anlam yoğunluğuna sahip ki insana hayret ve lezzet veren bir derinlikte… Metindeki kelimelerin en önemlileri sanat ile ilgili kelimelerden seçilmiş. Sani-i Hakim, Nakkaş-ı Alim, bedii, model, nizam-ı kaderi, miktar-ı muayyen, Nakkaş-ı Ezeli, murassa, mucizat-ı kudret, giydirme, taze, kamet, dikme, satır, dekaik-i hikmet, müzeyyen, mücedded, mikyas, havarık-ı rahmet. Bu kelimelerin her birinin ruhuna nüfuz edilirse buradaki anlamın ruha, kalbe, imana olan gıdası bütün inceliğiyle zerafetiyle ortaya çıkar. Bir şeyin sanat değeri onun biçimiyle ilgilidir, biçim de ancak biçimin sanatlı sınırını bilmekle yani hakim birisi ile mümkündür. Sani- Hakim, eşyanın sanatlı hudutlarını, sınırlarını ve limitlerini bilerek yaratan sanatlı yaratıcı demektir. Nakkaş sanatlı objeler tasarlayarak onları uygun zeminlere yerleştiren sanatçının adıdır. Klasik şark sanatıyle ilgilidir. Nakışlar iki şekilde yapılır; metal veya taş bir zeminde demir bir iğneyle veya demir bıçakla yapılan nakışlar. Veya bez üzerine yapılan geometrik şekiller. Nakşın farklı derinlikleri olur, bu yüzden her canimin vücudundaki azalar bir nakkaşın kalemi ile tgetılmış ve çizilmiştir. Alim olmasa nasıl çizilmesi gerektiğini bilemez. Bu yüzden Bediüzzaman, Allah için Nakkaş-ı Alim tamlamasını kullanmıştır. Bedii, en güzel, en ideal, en çarpıcı güzel demek. Allah’ın alemde yarattığı her şey en İdeal şekilde yaratılmıştır. Nizam-ı Kaderi, Her şeyin ruhsal ve biçimsel şekil kaderin belirlediği sınırlarla olur. Biçim de nizam ile gerçekleşir. Bu yüzden Nizam-ı Kaderi demiştir.
Ayrıca metni kaleme almak için büyük bir muhayyile gereklidir. Bir asrı bir model olarak görmek ve ona taze elbiseler giydirmek… Seneyi bir mikyas olarak görüp ona elbiseler giydirmek… Her günü bir satır olarak görmek… Onda yazı yazmak… Topyekün düşününce asır, sene ve gün. Burada zaman tovramına getirilen boyut… Bu zaman yorumunun içinden Allah’ı çıkar, hiçbir anlamlı şey kalmıyor. İşte Aristo, Heideggerve Bergson’un zaman yorum- ları da o kadar soğuk.
Bu Uluhiyyet şemsiyesi altındaki sanat, felsefe ve estetik bahsinin bizi ilgilendiren kısmı zamanın bir model olarak kullanılmasıdır. Şu an bizi ilgilendiren kısmı odur, bahsin gereği.
Buna yakın bir zaman yorumu da dünyanın bir büyük saat olarak görü «fesidir. Bu bahsin ana teması “büyük saat”tir, ama metnin satır aralarında zamanın mahlukiyeti ve tesirlerini belirlemesi noktasından önemlidir. “Kudret-i ilahiyenin bir saat-ı kübrası olan şu dünya, zahiri sabitiyetıyle beraber, daimi zelzele ve tagayyürde fena ve zevalde yuvarlanıyor. Evet dünyaya zaman girdiği için, gece ve gündüz, o saat-ı kübranın saniyelerini sayan ki başlı mil hükmündedir. Sene o saatin dakikalarını sayan bir ibre vaziyetin- dedir. Asır ise o saatin saatlerini tadad eden bir iğnedir. İşte zaman dünyayı emvac-ı zeval üstüne atar. Bütün mazi ve istikbali ademe verip yalnız zaman-ı hazırı vücuda bırakır.” (Sözler, Yirmi Beşinci Söz)
Burada dünyaya zaman girdiği için ifadesinde zamanın dünyayı ilgilendirdiği, dünyanın dışında zamanın tesiri olmadığını belirtir Ve zaman dünyayı zeval dalgalarını üstüne atar.Çok resimsel bir şey, zaman dünyayı azgın dalgalı bir denizin üstüne atar. Zamanın eşya üzerindeki eskitici tesirini netleştiren bir cümle. Bu mealde ancak ifadenin başka bir imajda gerçekleştirildiği bir cümlesi de şöyledir.
“Biçare cin ve ins, kararsız bir dünyada ve zelvele-i zeval ve firak içindeki mevcudatı, seyl-i zaman ve harekat-ı zerrat İle adem ve firak-ı ebedi denk I zine döküldüğü olan vaziyet-i mevhume-i canhıraşanede oldukları…” (Sözler, Otuz Birinci Söz)
Cümlede zamanın eşya ve insan ruhu üzerindeki tesirleri söz konusu edilmiştir.
İkinci bir zaman yorumu, geçmiş zaman, istikbal yani gelecek zaman, hazır gün, yukarı zaman, yani ömrün sonu, zamanın aşağısı yaratılışımızın toprağı, zamanın arkası, fani hiçllk derelerindeki dünya, zamanın ön tarafı varacağımız nokta vani kabir… Zamanın bu altı yönüne nurani bir gözle bakınca ortaya çıkan anlamlar, beşeri ve inançsız bir gözle bakılınca doğacak problemler anlatılır. (Sözler, On Yedinci Söz)
Heidegger’e göre varoluşun varlığı kaygı iledir. Kaygının anlam ve temeli de zaman veya daha çok zamanlılıktır. Varoluş, zaman içineverleşmiş değildir. Zaman varoluşun veya varlığın bir belirmesi de sayılamaz. Zaman yoktur fakat o kendi kendisini zamanlaştırır. Şu halde zaman, varoluş ya da varlık aracılığıyla anlaşılır. Varoluş zamanın bir somutlaşmasıdır, o belgin bir ifade kazanmış olan zamandır. Onun sisteminde zaman eleştirici ve ülkücü doktrinlerde oynadığı rolü yapar. Onun zaman tariflerinden bazıları, zaman tendi esirmeleri olan gelecek, hal ve geçmiş olaylar dışında yakalanamaz, o ancak bunların birliği içinde zamanlaşır. Zaman sürekli olarak kendi üstüne yığılmak suretiyle uzar gider. Zaman en ilk olarak gelecek aracılığıyla zamanla- şır. (Filozoflar Ansiklopedisi, s. 356) Heideger’in zaman anlayışı tesirlerinden yakalanan bir mahiyet arzeder. Bediüzzaman zerrenin gaybi bir el tarafından hareketi ile zamanın ortaya çıktığını söyler, ne kadar farklı iki bakış! Heideg- ger dar bir dairede kalır.
Zaman’ın varlığını olayların ekranı durumunda izah eder Bediüzzaman,zerrelerin hareketi, varlığın tasarlanıp, görünüp kaybolduğu levhalar, zamanın rengini ortaya koyar, yani varlığını belirler. “Seyyal zamanın hakikat” işte bu levhada olayların görünmesidir.
“Evet, tahavvülat-ı zerrat alem-i gaybdan her şeyin geçmiş aslında ve gelecek neslindeki intizamata medar ve ilim ve emr-i ilahinin bir ünvanı olan İmam-ı Mübin’in düsturları ve imlası tahtında ve zaman-ı hazır ve alem-i şa- hedetten teşkil ve icad-ı eşyada tasarrufa medar ve kudret ve irade-i nahiyenin bir ünvanı olan Kitab-ı Mübinden istinsah ile ve seyyal zaman hakikati ve sahife-i misaliyesi olan Levh-i Mahv, İsbat’ta kelimat-ı kudreti yazmak ve çizmekten gelen harekattır ve manidar ihtizazattır. (Sözler, Zerre)
Heidegger ihata cihetiyle, konuya hakimiyeti ile nerelerdedir, iki yorumun farkı ortadadır.
Zamanın bir tarifi de eşyanın ve mahlukatın asıldığı iptir. Zamanın geçmiş ve gelecek iki kanadına dizilmiş mucizat-ı kudreti” (Sözler, Yirmi Dördüncü Pencere) Bir değişik perspektif zaman bir aynadır. Allah’ın aynaları çoktur. Su, esir, misali alem, hava, ruhlar ve de zaman “Ervahtan ta zamana, zamandan ta hayale, hayalden fikre kadar muhtelif ayineler. ” (Lemaat) Ve zaman daha önce Allah tarafından tasarlanan bir plan dahilinde varlığın görülüp kaybolduğu bir sahifedir.
“İmam-ı Mübin’in imlasiyle yani kaderin hükmüyle ve düsturuyla kudret-i ilahiye, icad-ı eşyada her biri birer ayet olan silsile-i mevcudatı, levh -i mahv isbat denilen zamanın sahife-i misaliyesinde yazıyor, icad ediyor, zer- ratı, tahrik ediyor. Demek harekat-ı zerrat, o kitabetten o istinsahtan, mevcudat alem-i gaybdan alem-i şehadete ve ilimden kudrete geçmelerinde olan bir ihtizazdır, bir harekattır. (Mektubat, Onuncu Mektup) Ve zaman “süratle akan azim bir seldir. ” (Lem’alar, Yirmi Dokuzuncu Lema) “Zaman bir şerittir” (Şualar, Ellühccetüz -Zehra) Zaman “Sel dolabıdır. ” (Mesnevi Nuriye) Zaman “Bir şimendifer yani trendir” (Mesnevi) Zaman nehri Rabbani sanatların levhalarıdır. (Nokta) Zamanın yaratılmış olduğunu ifade eden şu cümle ise fev kaladedlr. Zaman insan ve mahlukatın hayat, üzerindeki tesirleri düşünülerek Allah’ın kâinata taalluk eden işlerinin mahlukatın yaşamına göre tanzim edildiği matbaada yaratılmıştır. “Meşiet-i Ezeliyenin matbaasında tab olunan zaman…” (Tuluat) ]
Miraç olayında Peygamberimiz evine döndüğünde yatağındaki sıcağın ’ soğumadığını görmüştür. Halbuki oradan ayrıldıktan sonra binler senelik mesafeleri katetmiş, harikalar görmüş ve dönmüştür. Miraç bahsinde bir soru olarak sorulan bu durumu Bediüzzaman izah ederken evrenin bizim zaman anlayışımıza ve boyutumuza sığmadığını farklı saatlerin olduğunu çok muhteşem bir örnekle anlatır.
“Yine hatıra gelir ki; Dersin “Birkaç daikada binler sene mesafeyi kat etmek alken muhaldir. ” Biz de deriz ki: Sani-i Zülcelalin san’atında harekat nihayet derecede muhteliftir. Meselâ, savtın süratiyle, ziya, elektirik, ruh, hayal süratleri ne kadar mütefavit olduğu malurn. Seyyaratın dahi fennen harekatı o kadar muhteliftir M akıl hayrettedir. Acaba latif cismi, uruçta süratli olan ulvi ruhuna tabi olmuş, ruh süratinde hareketi nasıl akla muhalif görünür? Hem on dakika yatsan, bazı olur ki bir sene kadar halata maruz olursun. Hatta bir dakikada insan gördüğü rüyayı onun içinde işittiği sözleri söylediği kelima- tı toplansa, uyanık aleminde bir gün, belki daha fazla zaman lâzımdır. Demek oluyor ki bir zaman-ı vahid, iki şahsa nisbeten birisine bir gün birisine de bir sene hükmüne geçer. Şu mânâya bir temsil ile bak ki: İnsanın hareketinden, güllenin hareketinden, savttan, ziyadan, elektirikten, ruhtan, hayalden tesa- hür eden sürat-ı herakatta bir mikyas olmak için şöyle bir saat farzediyoruz ki: O saatte on iğne var. Birisi saatleri gösterir. Biri de ondan altmış defa daha geniş bir dairede dakikayı sayar. Birisi altmış defa daha geniş bir daire içinde saniyeleri, diğeri yine altmış defa daha geniş bir dairede saliseleri ve hakeza rabiaları, hamiseleri, sadlse, sabla, samine, tasia, ta işareleri sayacak gayet muntazam azim bir dairede birer İbre farz ediyoruz. Faraza, saati sayan ibrenin dairesi küçük saatimiz kadar olsa, herhalde aşireleri sayan ibrenin dairesi arzın medar-ı senevisi kadar, belki daha fazla olmak lâzım gelir. Şimdi iki şahıs farz ediyoruz. Biri saati sayan ibreye binmiş gibi, o ibrenin harekatına göre temaşa ediyor. Diğeri aşireleri sayan ibreye binmiş. Bu iki şahsın bir zaman-ı vahidde müşahade ettikleri eşya saatimizle arzın medar-ı senevisi nisbeti gibi, meşhudatca pek çok farkları vardır. İşte zaman çünkü harekatın bir rengi, bir levni yahut bir şeridi hükmünde olduğundan harekatta cari olan bir hüküm zamanda dahi caridir, işte bir saatte meşhudatımız bir saatin saati sayan ibresine binaen zişuur şahsın meşhudatı kadar olduğu ve hakikat-ı ömrü de o kadar olduğu halde; aşire ibresine binaen şahıs gibi, aynı zamanda o muayyen saatte, Resul-i Ekrem Aleyhisselatü Vesselam, Burak-ı tevfik-i ilahiye biner, berk gibi bütün daire-i mümkinatı kat edip, acaib-i mülk ve melekutu görüp, daire-i vücub noktasına çıkıp, sohbete müşerref olup rüyet-i cemal-i ilahiye mazhar olarak fermanı alıp vazifesine dönebilir ve dönmüş ve öyledir. ” (Sözler, Otuz Birinci Söz)
Burada hareketin farklılığı, ona bağlı olarak zamanın da farklılığını ortaya koymaktadır. Buradaki zaman tarifi bunu ortaya koyar “Zaman, çünkü harekatın bir rengi, bir levni, yahut şeridi hükmünde olduğundan, harekatta cari olan bir hüküm, zamanda dahi caridir.” Heidegeer’in zaman tarifi ile karşılaştırılabilir ve fark görünür.
Miraç meselesi bir başka açıdan zamanın açılmasıdır. Zamanın açılması sırrı ile dünyevi zamanın birkaç dakikası binler seneler hükmündedir. “Bast-ı zaman sırrıyla, çok seneler hükmünde olan birkaç dakikalık zaman-ı Miraç, bu hakikatin vücudunu isbat eder ve bilfiil vukuunu gösteriyor. Miracın birkaç saat müddeti binler seneler hükmünde vüsati ve ihatası ve uzunluğu vardır. Çünkü o Miraç yoluyla beka alemine girdi. Beka aleminin birkaç dakikası şu dünyanın binler senesini tazammun etmiştir. ” (Lem’alar, Üçüncü Lema) Rüyada da zaman açılır, ayrıca veliler az bir süre de çok işler yapmışlardır. Buna bir de örnek verir Bediüzzaman.
“Kitab-ı Yuvakit’in rivayetine göre İmam-ı Şarani bir günde iki buçuk defa kocaman Fütuhat-ı Mekkiye namındaki büyük mecmuayı mütalaa etmiştir. Mesele ruhun dairesine yaklaşır. Ruh zaten zamanla mukayyed değildir. Ruhu cismaniyetine galib olan evliyanın işleri, fiilleri, sürat-ı ruh mizanıyla (ruhun süratiyle) cereyan eder. ” (Mesnevi)
Bediüzzaman da bir çuval dolusu eseri birkaç saat içinde tashih edermiş. Halbuki bir çuval dolusu eser en az bir yılda tashih edilebilir.
Bergson’un zaman yorumu, dünyada birçok düşünürü etkilediği gibi bizde de Necip Fazıl ve Tanpınar’ı etkilemiştir. Tanpınar’ın “Ne içindeyim Zamanın” isimli zaman ve uzam kavramını anlatan güzel bir şiiridir. Ona anlam kazandıran bizim geleneksel tasavvufumuzdur. Bergson’a göre, evrenin genel hayatını algılayabilmek için ise kendi hayatımızın duygusunu dış aleme yüklemeliyiz. Bu ise uzam (mekan) haline getirilmiş zaman demektir. Zaman da uzamlamı, geçmiş ve geleceğin tasarlanması, yani uzaysız zaman demektir. Saf bir süreden ibaret olan içrek hayat ile dış uzam alanı birbirine zıt iki alemdir. Bergson’da süre tüm felsefenin dayandığı en orijinal temeldir. O bunu şuuru çözümlemek suretiyle elde eder, şuur hal ile kaplanmış olmayıp geçmişin şimdiki hal içinde saklanma ve birikmesinden ve geleceğin önceliğinden ibaret olan bir hafızadır. Edimsel olarak algıladığımız şey, iki kısımdan oluşmuş bulunan sürenin herhangi bir kalınlığından ibarettir. Doğrudan doğruya geçmişimiz. Doğrudan doğruya geleceğimiz. Biz bu geçmişe dayanır ve geleceğe eğiliriz. Böylece şuur mevcut olmuş olanla mevcut olacak olan arasında bir bağlama çizgisi yani geçmişle gelecek arasına atılmış bir köprüdür. Güzel yorumlar ihtiva etmekle birlikte Bediüzzaman’ın zamana getirdiği ürpertici ve derin perspektifler yanında Bergson’un zaman yorumları insanın düşünce evrenini aşamaz. Heidegger ve Bergson tümel yani külli ve toplu perspektifle bakamazlar, Bediüzzaman ise hem mutlakın ışığında, hem külli bakar. Nerede onlar, nerede Bediüzzaman.
Zaman insanın fiziki yapısında onu ihtiyarlatma tesirine sahiptir.,Ama insan ruhu ile zamanın tesiri bedeni gibi değildir. Ruhun beden ara sıra kullandığı onunla kayıtlı olmadığı bir kafesidir. Ruh üzerinde zamanın olumsuz bir tesiri yoktur. Ruh bedenden çıkarak ayrı bir boyutta yaşamaya başlar. “Zamanla mukayyed olan cism-i maddi gılafından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselir. ” (Mektubat) Böyle yükselince önce, sonra kavramı aradan kalkar, tıpkı Miraç’daki gibi. Bediüzzaman Hz. Ömer ile ilgili bir tarihi olayı örnek vererek zamanın, mekan üzerindeki tesirinin farklılığını anlatır. Bu şunu gösterir: Zamanın hızı hayata endekslenmiştir, gerekirse bu hız değişebilir.
”Hazret-i Ömer’in (R. A.) minber üstünde bir aylık mesafede bulunan Sariye namındaki bir kumandanına “Ya Sariye, el cebel, elcebel (dağa çek)” deyip, Sariye’ye işittirip, sevkülceyş noktasından (askeri sevk) zaferine sebebiyet veren kerametkârâne kumandası…” (Mektubat)
Allah canibinden zamana bakarsak, O, bütün zamanlara hükmü geçen bir kudrete sahiptir. (Mektubat, Yirminci Mektup) İnsanı, mahlukatı ve yeryüzünü tesir altına aldığı için zamanın bu hakim niteliği yüzünden, onun, ilahı da kapsamına aldığı türünde bir yorum zaman zaman yapılmaktadır. Halbuki zaman da diğer canlılar gibi denetim altındadır ve bütün zamanlar, şimdi, mazi ve müstakbel onun hükmü altındadır. Ve Allah “Zamanı olmayan Zat-ı Ezelidir” (Şualar, Ayet-i Hasbiye) Zamanın yüzyılımızdaki en büyük yorumcusu Hawking’in görüşleri de bu yoldadır. “Zaman sadece Tanrının yarattığı evrenin bir özelliğidir. Bu dünyayı yarattığında da ne yaratmak istediğini biliyordu. ” (Muryy Hope, Dinlerde Bilimde ve Metafizikde Zaman Enerjisi, s. 256)
Allah’ın esmalarının tecellileri zamanı aşar, yeni bir boyuta geçer. Bu, zamanın enteresan bir boyutudur:
“Cenab-ı Hakkın baki isimlerinin cilveleri olan o vaziyetler daıre-ı ilimde ve elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı misaliyede baki oldukları gibi, nur ı ima nın verdiği bakiyane münasebet noktasında fevkazzaman bir vazıyette mevcutturlar. ” (Kastamonu Lahikası)
Bediüzzaman’ın zaman tarifleri çok çeşitlilik gösterir. Zamanın insan, eşya, nesneler, düşünce üzerindeki tesirlerini belirler. Allah ın yaratılış bilmecesi içindeki yerini, onunla münasebetini anlatır. Farklı dünyalarda fark- lı zaman birimleri ve özellikle zamanın insan hayatına endeksli tabiatını ve Allah’ın mahluku olduğunu belirtir. Zamanın aşılması konusundaki Miraç gibi en büyük mucizenin zaman açısından izahı.. . Bunun yanında insan hayatı üzerindeki edebiyatın en çok işlediği hüzün yanına da işaret eder. Beni hayretten hayrete düşüren asıl konu, koca bir külliyat içinde hic tekrara düsma.
Aristo’nun zaman kuramı ise Heidegger ve Bergson’dan farklılık gösterir, biraz daha şumüllüdür. Zaman ona göre hareketin sayısıdır. Zaman hareketin ölçüsüdür, bu nedenden bir sayıdır. Sayı ise ancak sayan için var olabildiğinden ruhun olmadığı yerde zaman da var olamaz. Az da olsa mutlak bir perspektiften zamanı görmüştür, bu büyük filozof.
Ezeliyet ve ebediyet daima önceden, ve bizden bağımsız var olan bir şeydir. O önceden sahip olduğumuz ancak bağlantımızı kaybettiğimiz bir mevcudiyettir. Ezeliyet ve ebediyet yitirilmiş aktüalitedir. Ezeliyet ve ebediyet insanın imanını koruduğu sürece ona verilecek bir ödüldür. Zaman sürekli ezeliyet ve ebediyetle kesişir, ezeliyet ve ebediyet zamana yayılır. Anı ezeli ve ebedi olan zamanın orta kesiti olarak görür.
Eflatun ise şöyle düşünür:
“Platon zaman ve hareketin felsefî spekülasyonlarla uzlaştırılamayaca- ğını açıkça görmüş ve bu yüzden felsefeyi kendisini onlardan kurtarma kapasitesine göre tanımlamıştı. Platonizm çok dürüsttü o yalnızca zamanın ve hareketin felsefî düşünceyle ölçülemeyeceğini itiraf etmiş ve felsefenin bu tür belirsiz gerçeklikleri ortadan kaldırmayı öğrenmesi gerektiğini vurgulamıştı.” (Prologemena, s. 134)
Onun bakış açısı da Bediüzzaman’a göre dardır.
Hegelci zaman otantik değil radikaldir. Hristiyan zamansallık içinde her şey an’a karara bağlıdır. Hegelci zaman akışa mümkinata açık olmayan kesinlikle onların etkisinden tecrid edilmiş zamandır. O ezeliyet ve ebediyetle teminat altına alınmış aklın sorumluluğunu üstlenmediği zorunlulukla düzenlenmiş zamandır. (Prologemena, s. 134)
Onlardan başka bazıları zamanın mahluk olduğunu anlamazlar.
“Zamanın kökeni üzerindeki entelektüel zorluklar yeni değildir. Arsitote- les ve St. Thomas Aquinas zamanın yaratıldığı fikrine, bir ilk olayın varolduğu anlamına geleceği için, karşı çıktılar. İlk olaya ne sebeb olmuştu? Daha önce önce bir olay varolmadığı için hiçbir şey” (Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 62)
Kant daha dar bir evrendedir bu konuda.
“Eğer evrenin zamanda bir başlangıcı olmadığını varsayarsak, o zaman her belli anda, şeylerin ard arda gelen durumlarının sonsuz bir serisi yok olmuştur. Şimdi ardışık sentez aracılığıyla asla tamamlanamayan sonsuzluk serileri olgularından ibarettirler. Sonsuz evren serilerinin yok olmuş olması imkânsızdır ve evrenin bir başlangıcının bundan dolayı evrenin varolmasının zorunlu şartı olduğu sonucu çıkar. ” (Paul Davies, Tanrı ve Yeni Fizik, s. 63)
Zaman konusunda son yüzyılın iki büyük yorumcusu Stephen W. Hawking’in Zamanın Kısa Tarihi isimli eseri ile filozof Heidegger’in Varlık ve Zaman isimli eserleridir. Ünlü hasta, büyük deha Havvking, dine bakmadan Tanrı’nın niyeti konusunda düşünür; ama Tanrı’nın niyetini bir bilim adamı ne kadar anlayabilir, ta ki Allah kendi niyetini belirlemiş olmasa, devamla ünlü fizikçi büyük patlamadan sonraki olayları yorumlar. Burada da yine patlamanın bir olay olarak üzerinde fikirlerini söyler, ama oluşumdaki patlamaların, neden böyle bir patlama sonrası olduğu konsunda ilahi kurgu üzerinde düşünmez. O da evreni yaratan geometrinin dansını anlatır. Bediüzzaman da evrendeki matematiksel ve geometrik oluşumlara dikkat çeker. Varlığın bu şekillerle oluşması yine büyük kurgu sahibine aittir. Heidegger’in Varlık ve Zaman’ın da ise zamanın yaratılmışlığı konusu hakim konulardan biridir. Fakat her iki yorumcu da zamanın türevleri konusunda Bediüzzaman’ın çok gerisinde kalırlar, felsefî bir zaman anlayışları olmadıkları gibi, gündelik zamanı da aşmazlar. Bu iki düşünürün zaman konusundaki fikirleri ile Bediüzzaman’ın yorumları ayrı bir etüt olacak boyuttadır.
Bediüzzaman zaman konusunda tüm zamanların en şaşırtıcı düşünü rüdür.
Prof.Dr.Himmet Uç – Bediüzzamanın Fikir ve Sanat Dünyası,syf:433-449