Ayna-Vitrin Olarak Beden

unnamed-300x216 Ayna-Vitrin Olarak Beden

Bazen şeylerin değerini büyütür, bazen yadsır ayna. Aynanın yüzeyinde değerli görünen her şey yansımaya dayanamaz.

Italo Calvino1

Beden politikasında herkes bir diğerinin kaderidir. Bu noktada beden, Foucault’un birçok kere söylediği gibi gözetlenen olsa da; daha da fazla gözetilendir. Çünkü beden-gözû kendisin­den çok başkasına dönüktür. Bu monitorizasyon amaçsız bir fantezi değildir; aksine başkaları üzerinde/n yansıyan ayna, bi­reyin kendi bedenine açılan tek yoldur. Bu ayna yalnızca gös­teren değildir. O, görüntünün kaynağı olan objeyi ve onu sey­reden gözü tüketici döngüye dâhil edendir. Bu nedenle modern birey kendi bedenine ya başkaları üzerinden ya da kendine-bir- başkası olarak yaklaşabilmektedir.

Bedenin görselliği, kendisi hakkında aşırı odaklayıcı olduğu kadar; dış dünya hakkında da yoğun uyarıcılarla yüklüdür. Be­den toplumu, bireylerinin birbirleri tarafından izlendiği ve her­kesin kendi ben’ine bu başka beden-benler ve ben-bedenler aracı­lığıyla hükmettiği çeldiricilerle dolu bir yabancılaşmayı yansıtır. Richard Sennett’in insanların birer tiyatro oyuncusu gibi mo­dern paylaşım sitelerinde ya da bloglarında, kendilerini izleyen seyirci kitlesine oynadığını söylemesi bundan olabilir.[2] Aran­dıkça daha fazla uzaklaşan bir tahayyül de olsa, görünüm-algısını kusursuzlaştırmanın yolu, tüm bir yaşamı, içindekilerinin birer aynaya dönüştüğü bir tür işletim mekânizması şeklinde modellemektir çünkü.

Bu uzak mükemmel imge filmlerde ya da reklam afişlerinde üretilir ve bir düş olarak hep orada kalır. Uzak tutulur, çünkü genelde şöhredere benzeyen ideal bedenler, değerini -daha doğ­rusu arzulanırlığını açıkça-görülür fakat kesinlikle- yakınlaşılamaz oluşundan alır. Star olmak yıldızlar kadar erişilmez olmayı gerektirir. Hiç şüphesiz ki, şöhret kalkanının aşılıp bedensel ya­kınlığın sağlanması cilalı yüzeyin, parıltılı vitrinin ve göz alıcı makyajın kışkırttığı ayartıcı büyünün çözülmesidir. Yine de şöhretlinin bedeni, parıldamayı bekleyen tüm sıradanlar için en çarpıcı aynadır. Beden, bu aynada, sürgit yenilenen ölçülerle ve karşılaştırmalı olarak idealize edilen esnek bir inşaatı çağrıştırır.

Her beden, başkalarının bedeniyle hem birlikte hem de re­kabet halinde form kazanır. Her bireyin beden imgesi diğerleri üzerinde doğrudan ya da dolaylı kıstastır. Bu nedenle her be­den kendisinden çok bu başkaları için uygulanabilir bir proto­tiptir. Masal dinleyerek uyuyan bebekler gibi, modern birey de kendi bedensel kimliğini başkalarının masallarını dinleyerek ve önemseyerek uyumlulaştırır. Olası partnerlerin ya da gölge gibi takip eden rakiplerin gözünden bakarak yapılandırılan bir portredir bu beden. Bu nedenle bedenin sahibi -yoksa taşıyıcısı mı demeli- herkesten çok kendi bakışının ebedî gözetimi al­tındadır. Bu öz-gözetim, modernitenin en asli terbiye edicisidir.

Madem modern yaşam bedeni her türlü ürünle doldurula­bilir tuzaklarla dolu bir vitrine çevirir ve madem bedenin aziz ilan edilmesi onun bastırılması ya da çözülmesi değil; cilalan- ması ve çoğaltılmasıdır, öyleyse varlık aynası, bedene indirgen­miş narsistik yansımaları aracılığıyla bir ayartı nesnesi olarak işletilmeli ve girdaplaşan gölge-kalabalıklar arasından sıynla- rak kolayca fark edilir konuma getirilmelidir. Bu, oyunun ku­ralıdır. Bedenin piyasadaki norm ve beklentilerden kurtulama­mış olması da bundandır. Ne var ki beden oyunu çelişkilerle doludur. Çünkü görüntü örüntüleriyle çevrilmiş toplum pota­sında farklılaşmak adına yapılan her girişim, kolektif aynılaş- maya neden olur. Başka bir deyişle toplumdaki tüm anormal­ler ve marjinaller, farklılaşmanın aynılaştirıcılığında istisnaları olmayan bir tektipliliği hayata geçirirler.

İnceleyin:  Ailede Mahremiyet Eğitimi

Buna rağmen yaşam umudu olarak vitrindeki ya da podyum­daki beden -ki bugün sokağın ve ekranın kendisi en geniş pod­yumdur-, sonu gelmeyen rol ve tarz değişimine müpteladır. Be­denin başkasına dönük hapsedici bakışı, varlığı yalnızca müşteri olarak kodlayan kapital istenci yeniden üretir. Fakat bu istenç Foucault’un tartıştığı[3] disiplin kültürünü aşmış; beden formü- lasyonu baskıdan ziyade serbestlik ve irade söylemleri üzerine kurgulamıştır. Gözetim artık klinik, tımarhane veya cezaevi yo­luyla gerçekleşmemektedir. Aksine artık sokaklara inmiştir. Gö- zetleyici olan iktidar değil; içinde herkesin birbirini izleyebildiği çoklu aynada toplumun kendisidir. Bu ayna lanetlidir. Çünkü kolektif huzursuzluk yaratan mukayese kipinin membaıdır o.

Higgins tarafından 1987 yılında geliştirilen Özbenlik Çelişki Teorisi,[4] kendisini başkalarıyla kıyaslayan bireylerin kendi dışında yapılanan ideal normlara uygun hareket edeceğini; bu ikisi arasında olası bir uyumsuzluk durumunda ise bireyin ka­çınılmaz yıkıma uğrayacağını iddia eder. Modern toplumun körüklediği hasetçilik de, bireyin bakışını diğerlerine odakla­yan bu aynanın marifetidir. Ayna, bireyi sahip olduğu şekil ve şeyle yetinmenin budalalık olduğuna inandırdıktan sonra, ba­şarının kutsandığı performanslar halkasına dâhil eder. Ayna, kalıcı olanı sevmez ve bakanı kesintisiz revizyona zorlar. Ayna sonlu en’in değil; bitmeyen daha’nın peşindedir. Evet yapabilirime kenetlenen bu performanslar dizgesi, günümüz kültürü kadar depresif mağluplar yığınının da tezahürüdür.[5] Ayna, tıpkı sor­gulayıcı bir gölge ya da ayartıcı bir iç-ses gibi, sergilenen per­formansları kesintisiz biçimde seyreder. Bu, aktif olarak regüle eden bir seyrediştir.

Modern toplumda salt görselliğe indirgenen beden, aynca, daima tamamlanmayan bir kusurluluk haline karşılık gelir. Be­den ve sahibi arasında yaratılan her yetersizlik düşüncesi, var­lığa müdahil olan bedeni kendinden menkul ayrıcalıklı ve mü­cadeleci bir karaktere evirir. Bir adım sonra, bu karakter, gerçek olanın yerini alarak onu banal bir yüzeyin sunumuna indirger. Ayna, bedeni izlence objesine dönüştürerek kendisine ikincil fa­kat daha baskın bir kontrol fonksiyonunu yükler. Patavatsızca konuşan aynanın dili keskin, yüzü ise yıldıncıdır. Meydan­larda, ofislerde ya da tuvalette, her nerede olursa olsun, beden bu ayna-gözün hedefine kilitlidir. Bu durumda Özne (bakan) ile Nesne (bakılan) devamlı yer değiştirir. Sanki izleyen, gerçek- ben değil de; aynadaki kurgusal-yansımadır.

İnceleyin:  Batı ve Teknoloji

Ayna, öznenin kendisini temaşa etmesinin ötesinde ona hayaller de yükler.[6] Aynadaki yansımada toplumun kolektif standartları, beklentileri ve ayrıştırmaları tecelli eder. Ayna, be­dene karşı içinde bulunduğu çağın hâkim ve geçerli diliyle ko­nuşur. O güne özgü modanın kurallarını fısıldar. Beden toplumu aynaların insanileşip; insanların aynalaştığı bir mübadeleyi, da­hası topluca paylaşılan ve elbirliğiyle yürütülen hareketli sistemi beyan eder. Modern bireyin karşısında durduğu ayna moder- nitenin kendisidir. Orada arzular tekrar tekrar yazılır ve silinir.

Modern kültürde çoğu kez görünüm oluşun yerini alırken; oluş da kendini görüntülerle ifşa eder. Fakat değer arayışındaki bu abartılı ifşa yönelimi, beden imgesinin çöküşüne kaynaklık eder. Görünür olmayı amaçlayan beden, ölçüsüzce çoğaltıldı­ğında, daha önce de söylendiği gibi, esasında tam da kendisin­den kaçtığı faniliğin içine düşer. Çünkü değeri oluşturan şey, ona ulaşma güçlüğüdür.[7] Simmel’in kolay erişildiği için değer yitimine uğradığını söylediği fahişeler hakkında yazdıklarından esinle şöyle de denebilir: Belli bir bedele indirgenen metalaşmış her beden, anlam-yitiminin zirveleştiği bir değersizlik şerhidir. Bunun sonucunda süreli hazza mebni her tercih uzun süreli arzulanırlık, bağlılık ve sadakatten mahrum kalır. Geçici ola­rak tamamlanan her hazzın ardından baş gösteren beklenme­dik can sıkıntısı ve yeni arayış tavrı bununla ilgilidir. Vitrinde sergilenen nesneler gibi bedenler de yer ve biçim değiştirir­ken dünün tüm birikimlerini silerler. Bu nedenle akışkanlık­lar krallığında kalıcı olan arzu ağacının meyveleri bitse ve dahi yaprakları solsa bile, kökleri yeniden dal budak salar ve ansı­zın geniş coğrafyalara açılır. Modern kültür tam da bu kökten beslenir ve onu besler.

Selçuk Timur Demir – Ten Medeniyeti,syf:33-38

Dipnotlar:

1.Görünmez Kentler,Yapı Kredi Yay.2016

[2] Richard Sennett, Together: The Rituals, Pleasures and Politics of Coo- peration, Yale University Press, 2012, p. 145. (Beraber, Ayrıntı Yay., “»m -h

[3] Michel Foucault, Madness and Civilization (1971), The Birth of the Clinic (1973), Discipline and Punish: The Birth of the Prison (1977).

[5]     Yorgunluk Toplumu, s. 8.

[6]     Symbolic Exchange and Death, p. 108.

[7] Georg Simmel, On Individuality and Social Forms. The University of Chicago Press, 1971.

 

 

 

 

 

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir