Nerede Bir Numen Görürseniz Öldürün

csm_11-Numen-A_55aac0f2c0-300x200 Nerede Bir Numen Görürseniz ÖldürünZafer Baysal

“insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksam günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak” İsmet Özel

“Felsefi bir incelemenin rastlantısalı uzaklaştırmaktan başka amacı yok­tur.” diyor Hegel. Yani bir anlamda incelemenin nesnesi olan şeyin neden­selliğine, nasıllığına, ilişkin bir yönelim incelemenin esasını oluşturmalıdır hazret için. Ki bu süreç âlimin (bilebilecek olan özne), maluma (bilinebile­cek olana nesne) ilişmiş olan rastlantının, zaman ve mekân düzlemindeki karmaşasını çözümleyerek, akledilebilir hâle getirmesini, bundan dolayı da aktarılabilir kılmasını sağlayacaktır. Şeyleri akledilebilir hâle getirmek­ten kastımız, zaman düzleminde şeyin öncesinin yani nedenselliğinin, bu nedenselliğe bağlı olarak sonra gerçekleşen vuku bulmanın, tanımlanma­sıdır. İnsan ancak tanıdığını, tanımladığını, tanınabilir bir biçimde aktara­bilecektir. Şeylerin varlığının biçimini ve içeriğini oluşturan bilginin ortaya çıkarılmasına ilişkin olarak bir usul işimize yarayacaktır, bu usul için biraz da Alman felsefi geleneğinin gölgesini tercih ettik denebilir.

Tüm bu bağlam içerisinde kavram görümüzün önüne üç kavramı süre­cek ve bunları rastlantısalın uzağında tanımayı, tanımlamayı deneyeceğiz:

Fenomen, kişilik bölünmesi ve narsisizm

Fenomen’in Türkçe karşılığı görüngüdür. Kavramın vurgusu, denene- bilirlik, algılanabildik, nesnellik. Kant’tâki manasıyla en basit anlamda, şey­lerin, olayların ve olguların algılarımızla, duyularımızla açıklayabileceğimiz görünüşleri, görüngüleridir. Karşısında ise numen var. Şeylerin algı ve duyu­larla kavranamayacak olan içeriği, bu içerik fenomene karşısında ise aşkın. Hemen akla Eflatun’un idea kavramını getiriyor bu karşıtlıklar. Heidegger teknik üzerine yaptığı incelemede bu bağlamda ilginç bir bilgi verir, eidos der günlük konuşmada görülebilir olan fiziksel şeyin göze sunduğu dış görünüş­tür, Eflatun bu sözcükle tamamen olağandışı bir şeyi dayatır, eidosla fiziksel bir gözle algılanamayan ve hiçbir zamanda algılanamayacak olanı anlatır.

Eflatun’un şeylerdeki iki kutbu bir araya getirmesi, yani fenomene bir aşkınlık tahsis ederek numeni kastetmesi daha sonra Kant’la birlikte egemen bilgi paradigmasında bu iki kavramın ayrışıp fenomenin esas unsur hâline gelmesi de konumuzla yakından ilişkili aslında. Bilindiği üzere Descartes o meşhur ibaresi “Düşünüyorum o hâlde varım” (Cogito ergo sum) ile düşü­nüyor olmayı insan varlığının esası ve o ünlü kuşkusunun dermanı olarak sunarken, bugün düşünmenin tarihine baktığımızda, kendi insan varlığını fenomen olarak ele almakta bununla birlikte kendilik bilgisini, bilginin nesnesi hâline getirirken öznenin doğumunun da işaretlerini vermekteydi. Hemen ardından sunduğu ilkeyi ise şeyleri anlamak ve anlamlandırmak için onu olabildiğince parçalara bölmek olarak belirler. (Hatırlanacağı üzere bu süreç Hegelci anlamda dünyanın gelmesi gereken yere doğru ilerleyişinin bir göstergesi, Heidegger’e göre ise felsefenin bitişinin, hesaplayan düşün­cenin tahakkümünün ve düşünen düşüncenin ölüm fermanıydı.) Bu bağ­lamda ilk ilke olan şüphe ve şüphenin insan varlığına yönelişini narsisizmle, ikince ilke olan şeyleri olabildiğince parçalara bölerek araştırmayı da kişilik bölünmesiyle ilişkilendireceğiz. Modern psikolojinin yargı mekanizması da günümüzde bu unsurlar üzerinden işlemektedir. Kartezyen düşüncede Cogitonun, şeylere kendinden doğru yola çıkması, kendini kendisinde olan­la bilmesi teorik olarak modern insan tasarımının temellerini oluşturuyor. Zira modern insan tasarımı ile modern insanın tasarımları da bu mahiyette bir birlikte süregidiyor. Bu insan tasarımı ile insanın tasarımı arasındaki iliş­kiyi kapitalizmi doğuran sermaye birikimiyle de ilişkilendirebiliriz.

İnceleyin:  Tarihselcilik Sorunu

Narsisizmin ayırıcı tanısı en temel anlamda algının daima kendine yöne­lişidir. Ki sermaye birikimi aslında bir tür psikososyal narsisizmi imler. Kişi burada de şeyleri kendinde biriktirmeye başlamıştır, sen’le ilgili olan ben’i ilgilendirmeyecektir ancak ben bu ilgi üzerinden kendiliğini tanımlayamıyorsa. Günümüzde ise kapital süreç aslında bu süregiden düzene yeni zeminlerin oluşmasını sağladı. Sosyal medya bu anlamda yeni bir zemin sunuyor./ Bahsettiğimiz psikososyal narsisizm aslında genele yayılmış olması hasebiyle patolojik bir durum olmaktan kendini kotarıyor. Bir durumun patolojik olması onun olağanın dışına çıkması demek. Oysa burada ancak tarihsel düzlemdel bir patolojiden söz edebiliriz, günümüz insanıyla, tarihteki algıladığımız insanı kıyaslayarak. Hegel, “Modern insanın sabah duasının gazete okumak oldu-ğunu söyler.” insanlığın modernlik öncesi toplumsal tinle, yaşadığı zamanla kurduğu irtibatın aracı ve hatta amacı da dindi.

İnsanlar mabetlere giderek kendilerini bir toplumun, bir ruhun, bir tinselliğin parçası olarak görebilir, yaşamlarına bu kavramsallık üzerinden temel ilkeler, buyruklar (ahlak) tahsisi edebilir ve buna göre yaşamaya çalışabilirdi. Burada önemli bir ayrıntı olarak gördüğümüz şey bir ideolojinin içerisinde olamayış. Girdikleri bu mabetlerde toplumsal bir birliktelik sağlanırken, bir yandan da insanlar kendileri gibi insanlar görebilirlerdi. Oysa gazete okuyarak, dünyanın herhangi bir yerinde neler yaşandığını, nerede savaşın olduğunu, kimin kimin için ne dediğini yani Hegelcı anlamda yaşadığı zamanın içkin aklının tecessümlerini öğrenerek tinle irtibat kurmaktadır. Her sabah bu tinle irtibat kurup, şeyleri de genel olarak bir ideolojinin gölgesinde değerlendirmektedir. Oysa bunu yaparken tekbaşınadır. Bugün ise gazetelerin de yerini alan internet ağı, sadece o zama­na tanıklık etmekle kalmayıp bir şey söyleme fırsatı da yakalamış oluyor. Geçmişin inşam sınırlı bir yaşam alanında kendini sınırlı olarak ifade edip var olurken, postmodern diye tabir edilen bu dönemde sınırsız bir ifade ve yaşam alanı bulduğu bu mecrada kendinden bir şeyler paylaşıyor. Kişilik bir anlamda kişinin, kendiliğinin, doğuştan getirdiği özelliklerle ve yaşantıların getirileriyle sınırlanmasıdır. Ki bu olgu dilin ve buna bağlı olarak da ifadenin sınırını imler. Eski insanın zamanla, yaşamla kurduğu irtibatta bu sınırlan belirginleştirecek buyrukları, ilkeleri mevcuttu.

İnceleyin:  Kemal Sayar-Berna Yalaz - Ağ:Sanal Dünyada Gerçek Kalmak ''Alıntılar''

Günümüzde ise kişinin bu sınırlamayı bir anlamda kendinde bulamıyor olması yahut yakıştıramıyor olması hasebiyle kişiliğini bölümlere ayırdığım söyleyebiliriz. Sosyal medyadaki fenomenler aslında buna açık bir örnek oluyor. O düzlemde oluşturulmuş bir kişilik var ve genelde kendini ifade için kendi isminden farklı olarak rumuz tercih ediyor. Yanı doğada olan, süregiden hayatın içerisindeki kişiliğine bir bölüm daha ekliyor. Bir anlamda bu çelişkinin içinde yaşıyor. Bu durumda genele yayılmış olması hasebiyle patolojik bir hâl olmaktan kendim koruyor ve meşru bir düzleme taşıyor.

Sonuç olarak, düşüncenin yaşamı ve yaşamın düşüncesi arasındaki kar­maşık ilişki içerisinde, yaşamın düşüncesine yeni zeminler ekleniyor doğal olarak düşüncenin yaşamında da süregidiyor. Ancak kişilerin kendilerini, doğanın, gerçekliğin, tinselliğin olmadığı bir sahada ifade etmeleri esaslı bir yaşamın düşüncesinin doğmasını da örseliyor, yaşamdan düşüncenin elde edilmesindeki bu sakil süreç düşüncenin de yaşamım güdükleştiriyor. Kişinin düşündükleri ve yaşamı arasında mesafenin daha da artmasına sebe­biyet veriyor. Oysa bu hâlin genele yayılmış olması bunun bir patoloji olma­sını da engelliyor. Tekhne ve logos yani teknolojinin ürünü olan bu kaypak ve yavan zemin logosun dişlanımıyla tekhne’nin tekeline geçiyor, tekhne’ye sahip olan sermaye sahiplerine yarıyor bu durum. Doğal olarak bu tekelleş­me ve bununla birlikte gelen tekdüzeleşme, kültüre içkin olanı öldürüyor. Hegel kültürü toplumların yaşamla başa çıkma yöntemi olarak tanımlar, tekhne de yöntem demek, bugün hâkim olan tekniğe hikmetin, erdemin eşlik etmeyişi de kültürü ve içinde barındırdığı yöreselliği öldürüyor.

Hece Dergisi – Dijital Kültür Özel Sayısı,syf:429-431

Muhammed Ali

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir