Hadis-i Şerifler Büyük Ehemmiyetle Tedvin Edilmiştir
Ashab-ı kiram radıyallahu Teâlâ anhum, devamlı bir sûrette evinin dışında Rasûl-u Muhterem sallallâhu aleyhi ve sellemi takib ederlerdi.. Evin içinde ise ezvâc-ı tâhirat O’nu takib ederlerdi. Sözlerini, fiillerini, hatta yürüyüşünü, ashabca görülen hal yaşantısını zabtedip nöbet ve takibde olanlar, döndükleri zaman ehillerine ve arkadaşlanna bildirirlerdi. Bu sûretle devreden çıkanlar, devreye girenlerden öğrenirlerdi. Ve bu sûretle hıfz-u himaye ederlerdi. Bu sûretle Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisleri kâmilen zabtedilmiştir. Bununla beraber ashâb-ı kiramdan yazı bitenler çok az idi. Yazı bilenler, hadis yazılması hususunda, hadîsin yazılması için izin istediler. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, önceden menetmiş olduğu halde bilahare izin vermiştir. Ibnu Hacer Askalânî ve daha birçokları, ashâb-ı kiramdan Amr bin As gibi zevatların, Peygamber’in sözlerini yazmaları için izin istediklerini ve nihayet kendilerine iznin verildiğini kaydetmektedirler. Buhârî de Sahîhi’nde, özellikle bu hususta ‘bâb-u kitâbet-il-ilmi” demekle bir başlık yazmıştır. İmam Beğavî, senediyle buyurur ki: «Ebû Hureyre radıyallahu anh şöyle derdi: “Abdullah bin Amr’dan başka Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabından, benden daha çok hadis bilen olmadı. Çûnkû o yazardı, ben yazmaz idim.“ Bu hadis sahihtir. İmam Buhârî, Vehb’ den, o da kardeşinden, ayrıca Ma’meri’in rivayetinden tahric etmiştir. İlim erbabı hadîsin yazılması hususunda ihtilaf ettiler. Seleften bazısı, hadis yazılmasını kerih gördüler.
Kattâde, İbrahim, Mûcahid, Şa’bî, Ibnu Şirin de bunlardandır. Çûnkû Ebî Saîd Hudriden Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmişti: “Benden bir şey yazmayın. Kur’an’dan başka Benden yazan onu silsin = mahvetsin.” Ibnu Abbas’tan da: “Gerçekte biz ilmi yazmayız.” diye rivayet edilmişti. Ve Zühri diyor ki: “Biz İlmin yazılmasından tiksinirdik. Nihayet şu hükümdarlar bize cebir kullandılar. Artık biz de, Müslümanlardan bir kimseyi İlmi yazmaktan menetmeyiz.” Ulemânın çoğu, hadis yazılmasının mübahlığına zihab ettiler. Bunların delili, Ebû Hureyre radıyallahu anhu’nun hadîsidir. Ebû Hureyre diyor ki: ‘Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in bir hutbeyi irad etmesi esnasında Ebu Şah: ‘Şunları bana yaz ya Rasûlallah.‘ dedi. Bunun ûzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de: “Ebû Şah’a yazınız.” buyurdu.‘ Bana öyle geliyor ki, önce nehyedildi, sonra Peygamber onu mübah kıldı ve hadîsin yazılması için izin verdi. Denildi ki, Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Kur’an’dan başkası Kur’anla karışmasın diye, ancak Kur’an’dan başkasını Kur’anla beraber yazmayı yasakladı, tâ ki okuyucuya karışıklık meydana gelmesin. Hadis yazmanın mahzur oluşuna gelince; “Benden bir şey yazmayın. Kur’an’dan başka Benden yazan onu silsin = mahvetsin.” hadîsi, nehye delâlet etmez. Çünkü Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Benden bildirin.”[11] buyurmuştur.
Tebliğle emr, hadîsin yazılmasının ve kaydedilmesinin mübah kılınması içindir. Çünkü unutkanlık, ekser beşerin tabiatındandır. Kaldı ki yanılmak hususunda ezbere güvenilmez. Yazma ve kaydedilmesinin terki, birçok hadîsin sükûtuna, tebliğin zorluğuna ve sonradan gelen ümmetin ilimden mahrum olmalarına sirayet eder.»[12] “Benden bir şey yazmayın. Kur’an’dan başka Benden yazan onu silsin = mahvetsin.” mealindeki hadîsi, İmam Ahmed[13] ve Müslim de[14] tahric ettiler. Fakat İmam Buhârî ve daha birçokları bu hadîsi ma’lûl gördüler, dediler ki; ‘Ebû Saîd’in hadîsi mevkuftur.‘ Hafız Ibnu Hacer de diyor ki: «Ashab ve tâbiînden bir cemaat, hadîsin yazılmasından çekindiler. Hadîsi, ashab ve tâbiîn ezberden birbirinden öğrendikleri gibi öğrenip ezberlemek, müstehabdır = daha güzeldir. Lâkin gayretler kısır oldu, imamlar da İlmin zayi olmasından korktular, bunun üzerine hadîsi tedvin ettiler. Hadîsi İlk tedvin eden de, Ibnu Şihâb-iz-Zûhri’dir. H.100 senesi civarında Ömer bin Abdulaziz’in emriyle İmam Zûhrî,hadîsi tedvin etmeye başladı. Sonra hadîsin tedvini ve bu hususta tedvin ve tasnifler çoğaldı.» İmam Aynî de Umdesi’nde bunun benzerini nakletmektedir. [15] »Ebû Şâh’a yazınız.” hadîsini, Buhârî ’kitâb-ul-llim’de[16], ‘lukta’da[17], “kitâb-ut-diyet’de[18] tahric etmiştir. Ebû Dâvûd ‘menâsik’te[19], ‘diyet’te[20], Tirmizî ”ilim’de[21], İmam Ahmed Müsned’inde[22] tahric etmişlerdir.
Yukarıda İmam Beğavî, Ibnu Hacer ve İmam Aynîden naklettiğimiz gibi, nehiy, Kur’ân’ın nûzûlû zamanına mahsustur. Binaenaleyh izin, neyhin neshidir. Bu itibarlâ Hafız Ibnu Hacer, mukaddimesinde: «Allah Teâlâ bana ve sana öğretsin. Bil ki Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in eserleri, ashâb-ı kireim ve büyük tâbılerinin zamanında, câmi’ kitablarında tedvin ve tertib edilmedi. Bunda iki hikmet vardır: a-Sahih-i Müslim’de sabit olduğu üzere, Kur’ân-j Azîm’den başkası nın Kur’ân-ı Azîm’e karışmasından korkulduğundan dolayı nehyedildiler. b-Zihinleri akıcı, hafızaları geniş olduğu ve birçokları yazı yazmayı bilmedikleri için tedvin edilmedi. Sonra tâbiînin zamanlarının sonunda eserler tedvin edildi, haberler bablara taksim edildi. Çünkü o zamanda ulemâ, beldelere yayıldılar. Kaderi inkar edenler, Râfizîler, Havâricîler tarafından bidatler meydana geldi. O zaman ulemâ hadîsi = âsârı zabt ve tedvin ettiler. İlk, Rubeyi’ bin Sabih, Saîd bin Ebî Arûbe ve daha birçokları, her bir babdaki hadîsi tasnif ettiler. Nihayet ehli hadîsin üçüncü tabakası zamanında, büyükleri, büyük bir gayret gösterdiler, ahkâmı tedvin ettiler. Mesela İmam Mâlik Muvatta’yı tasnif etti, var gücünü Muvatta’nın tahridne harcadı, ehli Hicaz’ın hadislerini topladı.
Topladığı hadisleri, ashabın sözleriyle tâbiîn’in fetvalarıyla mezcetti » birleştirdi. Ebû Muhammed Abdulmelik bin Abdulaziz ve Ibnu Cureyc Mekke’de, Ebû Amr ve Abdurrahman bin Amr Evzâî Şam’da, Ebû Abdullah Sûfyan bin Saîd es-Sevrî Kûfe’de, Ebû Seleme Hammâd bin Seleme bin ‘Dinâr Basra’da hadîsin tedvininde büyük gayretle tasnif ettiler Onlara muasır olanlar, sonradan onlara uydular. Bilahare onlardan bazı imamlar, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerini özel bir şekilde, saflaştırmayı uygun gördüler. Derken H.200 senesi civarında Abdullah bin Mûsâ el-Absî el-Kûfî, Müsedded bin Müserhed el-Basrî, Esed bin Mûsâ el-Emevî, Nuaym bin Hammâd el-Huzzâî Mısır’da birer müsned yazdılar. Sonraki imamlar bunların yolunu takib ettiler. İmam Ahmed bin Hanbel, Ishak bin Râhuveyh, Osman bin Ebî Şeybe ve daha başka büyük ulemâ, müsnedlerini yazdılar. Bunlardan bazıları müsnedlerini hem bab hem müsnedler üzerine tasnif etti; Ebî Bekri-bni Ebî Şeybe gibi. Buhârî radı- yallahu anh, bu tasnifleri görüp rivayet edince, artık Câmiu-s-Sahîhi’ni te’lif etti.»[23]
Asrın reformcularından bazıları, Şâh’a yazınız.” hadîsinin, sadece o hutbenin yazılmasına mahsus olduğunu ve kesin tevatürle rivayet edilmeyen hadislerin -ashab ve büyük tâbiînin hadîsi yazmaktan tiksinmeleri bahanesiyle- hüccet olamayacağını ileriye sürüp Müslüman gençlerin kafalarını karıştırmaktadırlar; ve özellikle “H.130- 140 civarında Hâlid bin Ma’dan tarafından hadisler tedvin edilmiştir.’ demektedirler. Azizler; bu zavallılar, müsteşriklerin tuzaklarına gimişlerdir; ve birçok cihetlerle yanılmışlardır. Yukarıda naklettiğimiz gibi, ashâb-ı kiram içerisinde dahi Amr bin As ve daha başkaları, yazıyla da hadîsi zabtetmişlerdir. Ve ilk kez Ömer bin Abdulaziz gibi üstün seçkin haîfenin emriyle İmam Zührî ilk önce tasnif etmiştir. Sonra, hadîsin yazılması hususunda vârid olan, sadece Sahîhayn’da yer alan “Ebû Şâh’a yazınız.” hadîsi değildir, bilakis birçok hadisler vârid olmuştur. Mesela İmam Beğavî diyor ki: «Hazreti Ömer radıyallahu anh’tan, “İlmi kitabla kaydedin.” rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bunun benzeri, Ibni Ömer ve Enes radıyallahu anhum’dan da rivayet edilmiştir. Nitekim Saîd bin Cübeyr diyor ki: “Ibnu Abbas radı- yallahu anh’la birlikte Mekke yolculuğunu yaptım; o bana hadisleri söyler, ben de sabaha kadar bineğim üzerinde onu yazardım.”
Yine, Ma’mer nakletti; Salih bin Keysan dedi ki: ‘Ben ve Ibnu Şihab, ilmin talebinde olduğumuz halde Sûnen’i yazmak üzerinde birleştik. Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den işittiğimiz her şeyi yazdık. Bununla beraber ashabından gelen şeyleri de yazıyorduk.” Ma’mer diyor ki: ‘Ashabdan gelen şeyler, sünnet = hüccet değildir ki.” dedim. Bunun üzerine Salih bin Keysan dedi ki: “Hayır, o da sünnettir = hüccettir.”….Yine, Muaviye bin Kurre diyordu ki: Bilgilerini yazmayanın bilgisi bilgi sayılmaz. Yine Ebû Hilal diyor ki: Kattâde’ye talebeleri: ’Sen’den işittiğimizi yazalım mı?” dediler, bunun üzerine Kattâde şöyle dedi: Seni İlmi yazmaktan meneden şey nedir ki? Kur’ân-ı Hakîm’de Allah Azze ve Celle:”…Onların İlmi, Rabb’imin nezdinde bir kltabdadır…”[24] buyurmuştur. (Yani Rabb Teâlâ’nın yanında dahi yazmak vardır.) Ebu-l-Melih diyor ki: Bize ilmi yazmayı ayıblıyorsunuz. Halbuki Allah Teâlâ kitabında şöyle buyurmuştur: “…Onların İlmi, Rabb’iiIn nezdinde bir kitabdadır…” Ömer bin Abdulaziz, Ebî Bekr bin Hazım’a yazdığı mektubda şöyle demiştir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadîsine bak ve araştır, yaz. Çünkü ulemânın gitmesiyle ilmin münderis olmasından cidden korkarım. Abdullah ibni Mubarek’ten, “Bir adam bir olayı, şahid olarak yazıp da unuttuktan sonra, yazdığı yazıya dayanarak şahadet edebilir mi?” diye sorulmuş, muşârun ileyh: “Bundan başka ilmimiz var mı?” diye cevab vermiştir.»(25)
Anlaşılıyor ki, gerek ashâb-ı kiram, gerek tâbiîn ve tebei tâbiîn, bâhusus Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in»İnsanların en hayrlısı, İçinde yaşadığım asrın insanlarıdır. Sonra ikinci, sonra ûçüncûsûdûr.” [26] beşâretiyle şereflenen üç asrın büyük ulemâsı, beşerî tâkalin fevkinde gayret harcayarak sünneti zabtetmeye çalıştılar. Ve bunların ilim ve irfanlarında hadîsin şahadetiyle şübhe yoktur. Binaenaleyh bizlere naklettikleri hadislerine güvenilir. EI-Bidâat-ul-Müzcât’ın müellifi Şeyh Muhammed Abdulhalîm diyor ki: «Başlangıçta sünnet; mesânid ve fıkıh babları üzerine tedvin edilmiş, akabinde ulemâ tedvin edilen sünneti tertib ve tehzib etmişler ve bununla dördüncü asra kadar mütekaddimînin zamanı bitmiş; beşinci asrın başlarında -ki müteahhir ulemâsının zamanıdır- Şark ve Garbda hadis ve fıkıh ilimlerine kemâliyle vâkıf olan bir cemaat, gayreti harcadılar, metinleri telhîs ettiler, tecrid ettiler, bazıları özel tertible tecrid ettiler, bazılar hadislerin ziyadesini eklemekle hadislerin lafızlarını gayrından saflaştırdılar, bazılar kısalttılar ve ondan şeri hükümleri çıkardılar, ğarîb lafızları asırlarına göre izah ettiler. Ve bu sûretle beşinci asrın sonuna kadar hadîsin tedvîni devam etli. Mesela kemâl-i itinayla bazıları, Müslim ve Buhârinin ittifak ettikleri hadisleri çıkararak yine mesânid tertibleri özere te’lîf ettiler. Nitekim H.48rde vefat eden Ebû Mes’ûd İbrahim bin Muhammed ed-Dimeşkî, H.484’te vefat eden Ebû Abdullah Muhammed bin Ebî Nasr el-Humeydî, fıkıh bablarının tertibine göre değil, mesânid tertibi üzerine hadislerini te’lif ettiler.
Bazıları Usûl-u Sitte ve Sıhâh-ı Selâse (yani Buhârî, Müslim, Muvatta’), Sünen-i Selâse(yani Sünen-i Ebû Dâvûd, Sönen-i Tirmizî, Sûnen-i Nesâî)’de yer alan aslî hadisleri toplamıştır. Nitekim Tecrîd-us-Sıhâh-i ves’Sûnen adlı eserini yazan, H.535’te vefat eden Ebu-I-Hasen Reziyn bin Muaviye el-İderî el-Endülüsî bunlardandır. Yine bir kısmı, terğib, terhib, ahlak ve adab hadislerini toplamak üzere hadisleri tedvin etmiştir. Nitekim H.535’te vefat eden İmam İsmail bin Muhammed el-Esbihânî, yine 656’da vefat eden Hafız Abdulhalîm el-Mönzerî, “et-Terğib ve Terhib” eserlerini bu sûretle tertib ettiler. Yine bir kısmı, hadîs-i şeriflerin ilk kelimelerini hece harfleriyle sıralayarak birtakım hadisleri tedvin etmişlerdir. Nitekim H.454’te vefat eden Kâdı Ebû Abdullah Muhammed bin Selâme el-Kuzzâî eş-Şâfiî, Şihâb-ul-Ahbar fil’Hikemi vel’Âdab adlı eserini; 55O’de vefat eden İmam Ebu-I-Abas Ahmed bin Ma’d el Eklişî, En-Nucem min. Kelâm-i Seyyid-il -Arabi vel’Acem adlı eserini -ki bu eseri dört bab üzere tertiblediği halde sonuncu bâbını Nebî sallallâhu aleyhi ve şellem’den vârid olan dualara tahsis etmiş-; 65O’de vefat eden Allâme Hasen bin Muhammed es-Sa- ğânî el-Lâhûrî, Meşârik-ul-Envâr-in-Nebeviyye eserini tedvin etmişlerdir. Yine bunlardan bazıları, ahlak ve sıfat itibarıyla hadisleri tanzim etmiş; nitekim 676’da vefat eden İmam Muhyeddîn Ebû Zekeriyya Yahya bin Şeref-in-Nevevî, Riyâz-us-Sâlihîn adlı eserini bu sûrette yazmıştır. Birtakım ulemâ da, sadece ahkam hadisleri üzerinde durdular.
Nitekim 581’de vefat eden Hafız Allâme Abdurrahman bin Abdurrahman el -Ezdî el-Işbilî el-Mâlikî yani Ibnu Harrat, “el-Ahkâm-us-Suğrâ”; 600’de vefat eden Şeyh Takıyyeddîn Abdulğanî bin Abdulvâhid el-Makdîsî, H.652’de vefat eden Şeyh-ul-lslam Mecduddîn Abdusselam Ibnu Abdullah el-Harrânî, ”el-Mûntekâ fî Ahkâm-iş-Şer’iyye” adlı eseri bu sûretle yazdılar.Bazıları zaman ve vakit Kibarıyla hadisleri tedvin etti; imam Nevevî’nin, el-Ezkâr-ul-Muntahlbet-u min Kelâm-i Seyyid-il-Ebrâr eseri gibi. Birtakımları, İtikad, ahkam, siyer, adab, filen, eşrât-us-sâa ve menâ-kıb hadislerini tahric etti……Ez cümle H.516’da vefat eden Muhyissünne el-Muhaddls el-fakih eş-Şeyh Hüseyin bin Mes’ûd el-Ferrâğ, “Mesâ- bîh-us-Sünne” adlı eserini tedvin etti. Kendisi buyurur ki: Şu zihnimde tutmuş olduğum hadisler, nübüvvetin göğsünden sudur etmiş lafızlardır, Risâletln ma’deninden hayli mesafe yol kaleden sünenlerdir, Seyyid-ul -murselîn ve Hâtem-un-Nebiyyîn’den gelen hadislerdir ki, onlar takva mişkâtından çıkan, karanlıkları aydınlatan lambalardır.» (27j H.737’den sonra vefat eden Hatîb-i Tibrîzî, Mesâbîh-us-Sünne’nin 4434 (dört bin dört yüz otuz dört) hadîsine yeni bir kisve giydirip 1511 (bin beş yüz on bir) hadîsi de eklemiştir. Artık bu kitabla uğraşniak, okumak ve ezberlemek, bunca kilabları okumak kadar faydalıdır. Hadiste yazılan kitablar, adedce çok, üslub olarak da çeşitlidir. Her bir âlim, bir fen üzere tasnif etmiştir. Mesela Ebû Dâvûd ve başkasının süneni gibi “kitâb-ut-tahare”den itibaren “kitâb-ul-vasâyâ”ya kadar fıkıh kitablarının tertibi üzerine yazılan eserlere «sünen» denilmektedir.
Ahkam hadislerinin ekseriyetini teşkil eden hadisler, sönenlerde aranılır. Sünen üzerine yazılan eserler çoktur. Ashâb-î kirâmın isimlerinin elifbatik şırasıyla yazılan hadislere «müsned > mesned» denilir. Mesânid üzerine yazılan kitablar çoktur; en makbul ve meşhuru İmam Ahmed’in Müsnedi’dir, denilmektedir. (H.593 – 665) İmam Ebû Muhammed bin Mahmûd el-Harzemî rahimehullah’ın, İmam A’zam’ın on beş mesnedini bir araya getirerek yazdığı Câmiu-l-Mesânid, meşhur olmasa dahi çok güzel bir kitabdır; ulemâ tarafından kabulle telakkî edilmiştir. Bu eser, gerek oğlu ve gerekse talebelerinin, Ebû Hanîfe’den işitip yazdıkları hadisleri senedleriyle kuşatmaktadır. Artık, bu esere vâkıf olan, “Ebû Hanîfe ehli hadis değildir” diyemez. Şayed yazılan hadisler, elifbatik sırasıyla yazarının meşâyıhının isimlerini kuşatıyorsa, buna da «mu’cem» denilir. Artık mesânid ve mu’- cemlerden, bir külliyâtı değil bir cüz’ü alıyorsa, buna da «ecza’» denilir. Ecza’, cüz’ün cem’Idir. Bir adamın -ashab olsun, tebe’-i tâbiîn olsun- rivayet ettiği yahud tahric ettiği hadislerin yazılmasına «cüz» veyahud «ecza’» denilir. Böylece cüz-î meseleler hususunda, mesele hakkında toplanan hadislere de cüz denilir.
Kimisi bunda kırk hadis, kimisi on hadis yazar ve buna cüz ismini takar. Bir de «âsâr» ismi verilen kitablar vardır; mesela (H.224 – 310) Ebû Ca’fer et-Taberînin yazdığı Tehzîb-ul-Âsâr gibi; sahabînin mevkuf veya mevsul hadislerini toplar. Fakat bu dahi mesânide dahildir; mesela Müsned-i Ömer bin Hattâb gibi. Bezl-ul-Mechûd’un müellifi Şeyh Halil Ahmed es-Sehâranfûrî’nin kaydettiği üzere, bunların içerisinde bir de akâid, ahkam, rikak, adab, tefsir, tarih, menkıbeler, fiten, ahiret ahvâline aid hadisleri kuşatan kitaba «câmi’» denilir; Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim gibi. [28] En son Muhyissünne’nin yazmış olduğu Mesâbîh-us-Sünne ve ona ek olan Mişkât-ul-Mesâbîh eseri, ulemâ tarafından kabulle telakkî edildiği için en güzel olarak hazırlanmıştır. Çünkü hem mesânid hem câmi’ sayılır. İmam Aynînin Umdesi’nde kaydettiği üzere. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in, vefat edeceği hastalığında; ”Bana üzerinde yazı yazılacak şeyi getirin, size yazayım…” demesi, yazmakla, hadîsin kayd ve zabtedilmesinin cevazına hamledilmiş- tir. Aynısını Ibnu Hacer de söylemektedir. Demek hadîsin kitâbetle neşredilmesi, ümmetin ittifakıyla kabul edilmiştir. [29] Bir de «mûstahrecât» vardır. Müstahrecât, “mûstahrec’in cem’idir.
Ehli hadis nezdinde, Ism-i mefûl olarak müstahrec, çıkarılan birtakım sahih hadisler demektir. Çıkarıcıya, ism-i fail olarak müstahric denilir. Mesela Sahîh-i Müslim ve Sahîh-i Buhârîde muhkem senedlerle tesbit edilmiş hadislerin aynısını, Müslim ve Buhârînin senedlerini zikretmeksizin başka senedlerle çıkarıp yazana müstahric denilir. Müstahric, hadislerini Müslim ve Buhârînin şeyhlerinden veya şeyhlerinden daha üstün tabakadan çıkarır; üzerine tahric ettiği sahih hadislerin metinlerine riayet etmez, kendi şeyhlerinden işittiği lafızları yazar. Fakat müstahricin müstahrecâtı olan metin, Müslim ve Buhârînin metinleriyle mana olarak birleşir. Nadiren manada da muhalif olur. Bu itibarla müstahrecât kitablarından, üzerine tahric edilen kitabın ismini vermek doğru olmaz. Bu itibarla müstahricin şartı, Müslim ve Buhârîden hadis rivayet etmeyip, şeyhlerinden ve daha yüksek tabakalardan sahih senedlerle tahric etmesidir. Yukarıda anlaşıldığı üzere, ashâb-ı kiram ve tâbi’leri büyük bir ehemmiyet göstererek, ashab zamanında hıfz = ezber olarak, tâblîn ve tebe’-l tâblîn zamanında hem hıfz hem de kitâbeten hadisler zabt ve tedvîn edilmiştir.
Şeyh Zâhid Kevserî rahimehullah birçok makalelerinde uzun izahattan sonra diyor ki: «Ibnu Mes’ûd radıyallahu Teâlâ anhu, Kû- fe’de bulunmasıyla birçok fakih ve muhaddisi yetiştirmiştir. Hatta güvenilen bazı ulemâ demişlerdir ki: “Sadece Kûfe’de, Ibnu Mes’ûddan ilimden büyük bir pay alan zevatların adedi, dört bin âlime ulaşmıştır.” Tabiî ki orada Saîd bin Mâlik, Ebû Vakkas, Huzeyfe, Ammar, Selman, Ebû Mûsâ radıyallahu anhum gibi ashabdan birçok asfiyâ vardı. Hatta Hazreti Ali radıyallahu Teâlâ anhu Kûfe’ye vardığında, Ibnu Mes’ûd’un yetiştirdiği o üstün ve seçkin ulemâdan çokça sevinmiş ve Ibnu Mes’ûd’u övmûştür.-[3o] Artık ikinci asrın başında Ibnu Şihab, Rubeyi’ bin Sabih, Saîd bin Ebî Arûbe, İmam Mâlik gibi ulemâ Medine’de, Ibnu Cureyc Mekke’de, Evzâî Şam’da, Sûfyan Sevrî Kûfe’de, Hammad bin Seleme Basra’da, Huşeyn bin Beşîr Vâsıta’da, Ma’mer bin Râşid Yemen’de, Ibnu Mübarek Horasan’da, Cerîr bin Abdulhamîd Rey’de hadis ilmini tedvin ettiler. Böyle böyle üçüncü asırda, yukarıda belirtildiği üzere bütün beldeler, Arab ve Acem diyarları. Şarkta ve Garbda, cevâmi’, mesâ- nid, sıhah, sünen, meâcin ve masnaflar, ecza ve efradlarla dolmuştur. O zevatların kalbleri servet kaynağı, göğüsleri ilim ve irfanla dopdoluydu. İnsan bunların çalışma ve gayretlerini düşündüğü zaman hayrete düşer. Evet ilimleri, vitrinleri süsleyen, sandıklara konulan kitablarda de ğildi.
Üçüncü asrın başlarında, Mısır, Şam, Endülüs ve Horasan’da o kadar hadis ulemâsı yetişti ki, bunları devreden çıkarmak imkansızdır. Nitekim Hanefîlerden Hafız Ebû Bişr ed-Dûlâbî, Hafız Ebû Ca’fer et-Tahâvî, Hafız Ibnu Ebi-l-Avam es-Sa’dî, Hafız Ebû Muhammed el-Hârisî yani Ebû Hanîfe’nin Müsnedi’nin müellifi. Hafız Abdulbâkî, Hafız Ebî Bekr Râzî el-Cessâs, Hafız Ebû Muhammed Semerkandî, Hafız Şemseddîn es-Surûcî, Hafız Kutbuddîn el-Halebî, Hafız Alâaddîn el-Mardînî, Hafız Cemaleddîn ez-Zeylâî, Hafız Alâaddîn Moğultay, Hafız Bedreddîn Aynî, Hafız Kâsım bin Kutlubağa ve daha birçokları ve bunca Şâfiî hafızlardan, bunca Mâlikî hafızlardan, bunca Hanbelî hafızlardan yetiştiler, yetiştirdiler. Sahih hadisleri, hasen hadisleri seçtiler. Artık bunların tasniflerine karşı bunların sayesinde, bir tek kelime olsa dahi hadîse İlave etmek yahud hadîsin metninden bir kelimeyi çıkarmak imkansız hale gelmiştir. [31]Netice-i meram, müsteşrik tuzaklarına düşen kimselerin: “Biz Kur’ an’la hükmederiz” yahud ”mütevatir olmayan hadisle amel etmeyiz.” sözleri bâtıldır. Çünkü böyle serserilikle bunlar, bunca ulemâyı devreden çıkarıp, kendi benliklerini ortaya koymak İsterler. Tekaddumet-u Nasb-ir -Râye’de Zâhid Kevserî, sadece Hanefîlerden H.158’den İtibaren 13O4’e kadar bin üç yüz on bir “hâfız-ul-hadîs*i tesbit etmiştir. 1163’ten 1300 senesine kadar da sadece Hindistan’da otuz üç muhaddis daha eklenmiştir. [32] Acaba bunca ulemâyı berkenar etmek mümkün mü?..
İsmail Çetin – Tahkim-i Sadat Şerhi,c.1,syf.14-23
Dipnotlar:
[11]Bkz. Kitabımızda h.n.198.
[12]Şarh-us>Sûnne c.1 s.295
[13]Musnedi c.1 s.171
[14]3004 nolu Zühd ve Rikâk’da, bab-ut”tasebbuti fil’hadîsi
[15]Fethu’l-Bari.c.1 S.185, Umdet-ul-Kari c.1 s.572
[16]Bab-u kitabet-il-ilmi h.n.39
[17]Bab-u keyfe tu’rafu luktatu ehli Mekkete.h.7
[18]Bab-u men men kutu» lehu katilun
[19]h.n.89
[20]h.n.4
[21]h.n.12
[22]c.2 S.238
[23]Mukaddimet-u Hûda-s-Sâri, s,4
[24]Tâhâ 52
[25]Şerh-us-Sunne« c.1 ». 295-297’ye kadar, özellikle el-Hadis vel’Muhaddisûn adlı eseririn müellifi Muhammed Muhammed Ebu-z-Zahra, eserinde *Mevkıfu Sahib-i Mecillet-ll -Mennâr* başlığı altında bu hususta takriben sekiz sayla yazmıştır.
[26] Müslim Aişe radıyallahu anhA’dan h.n.2536 -216
[27] El-Bidâat-ul-Müzcât 51-57 arası
[28]Bezl’ul-Mechûd c.1 s.46
[29] Buhâri, ilim bâb-u kitabet-il ilmi h.n.114 – 57, Umdet-ul-Kâri c.1 s.573-577
[30[ Tekaddimet-u Nasb-ir Râye,s.30
[31] Mukaddimet-u Feyz-ul-Bari s. 14, Tekaddumet-u Nasb-ir-Râye s.32, Makâlât-ul Kevseri 8.71-72, Câmiu-l üsûl fi Ehâdis-ir-Rasûl c.1 s.40-41
[32]Bkz. Tekaddimet-u Nasb-ir Râye s.40*tan itibaren 51*e kadar